ŞEYH ŞAMİL ve HACI MURAT’IN ŞECERESİ (SOY KÜTÜĞÜ)
Hilmi ÖZDEN
Kafkas Kartalı “Şeyh Şamil” ve Kafkas Şahini “Hacı Murat”, Dağıstan Türklüğünün yetiştirdiği iki aziz insandır. Türk ve İslâm Dünyası her ikisi ile iftihar etmektedir. Bu yazıda iki aziz büyüğümüzün mensup oldukları şecere hakkında kısa bir bilgi verilmek istenmiştir. Şeyh Şamil’i her Türk boyu kendinden görme arzusundadır. Bu onun cesaret, kahramanlık, idareci, şahsiyet ve dinî lider olarak nadir bulunan bir insan olmasından kaynaklanmaktadır. Kimi araştırmacılar, Çeçen, Avar, Lezgi, Çerkes, Kumuk olduğunu söylemektedirler. Bunların her biri Dağıstan’da ve Kafkasya’da kahramanlıkları ile kendilerini ispat etmiş kadim Turanî boylardır. Şamil’e şeceresi sorulsa idi şüphesiz “Dağıstanlı” Kafkasyalı” bir Müslümanım diye cevap verirdi. Hayatı boyunca iman ettiği gibi yaşamıştır. Manevi şeceresinin gereği olarak Türkistan illerine kadar uzanan manevî silsilesi vardır. Vefatı ile Resuller Resul’u Hz. Muhammed’in (Selam olsun) kabr-i şerifî karşısındaki Cennet-ül Baki’de istirahatgahına çekilmiştir.
Beşerî soy kütüğü açısından “Şamil hakkında en detaylı ve en eski biyografik çalışmayı yapan M. Çiçekova’dır.[1] O, Şamil’le Kaluga’da konuşup bilgi almıştır. Bu konuda yazanlar Şamil’in şeceresini babasından öteye götüremezler. Çiçekova’nın verdiği bilgiler ışığında İmam Şamil ya da Türkiye’de meşhur olduğu unvanıyla Şeyh[2] Şamil 1797 yılında Dağıstan’ın bir Avar köyü olan Gimri’de doğmuştur. Şamil’in babası Dengav Muhammed (öl. 1828) Avar özdeni (vatandaşı)ydı ve Gimri’de yaşıyordu.[3]Şamil’in ilk adını[4] aldığı dedesi Ali, Kafkaslar’da meşhur olan Kumuk Amir Han’ın oğludur.[5] Çiçekova Şamil’in babasınınmı yoksa dedesinin mi ilk kez Gimri’ye gelip yerleştiğini ve nereden gelip yerleştiği konusunda açıkça bir şey söylemese de yine onun verdiği bilgilerin ışığında şunları söylemek mümkündür. Şamil’in babası Dengav Muhammed Gimri’ye ilk gelerek yerleşmiş ve Şamil’in annesi Avar Bey’i Pir Budah’ın kızı Bahu Mesedu ile evlenmiştir.[6]
Dr. Fikret Efe “Şamil’in kurt dedesi Kumuk Amir Han’ın hangi Dağıstan boyuna mensup olduğunu aydınlatmakla Şamil’in Şeceresine başlar. Şamil’in Kurt dedesinin “Kumuk” lakabının baba tarafından Kumuk veya Gazi-Kumuk olabileceğini gösterir demektedir.[7] Kumuk-Kumık-Kumuh-Gumuh” lafzı tek başına hem bir yerleşim yerini (Gazi Kumuk rayonu) hem de Kumuk Türklerini nitelemektedir[8]
Orta Dağıstan’da bulunan Gazi Kumuk rayonu(beldesi)nun ilk adı Kumuk’du. Burası Lakların en büyük ilim ve ticaret merkeziydi. İslam’ın tanıtılması yıllarında Kumuk(h) halkının savaşta gösterdiği başarılardan dolayı Araplar bu beldeye “Gazi” unvanı vermişlerdir. Böylece yeni adı Gazi Kumuk olmuş ve genellikle de bu ad ile meşhur olmuştur. Şamil’in dedesinin Kumuk Türkler’inden olması ihtimali daha büyüktür. “Kumuk” lakabı bir etnik grubu nitelemesi istendiğinde Kumuk Türkleri için kullanılmaktadır. Çiçekova’nın Rusça ifadesi(Kumık-Amir-Han) şeklindedir. Buradaki Kumık sıfatı etnikliği nitelemektedir. Kelimenin bir yere mensup anlamına gelen “Kumuki” ile hiçbir ilgisi yoktur. Eğer doğum yeri kastedilecek olsaydı o zaman(Amir-Han-Kumıtskiy) “Kumuklu Amir Han” demesi gerekirdi. Ve bundan (Gazi) Kumuklu olduğu anlaşılırdı. Çünkü Kumuk Türklerinin Dağıstan’da Kumuk isminde yerleşim yeri yoktur.[9]
Diğer taraftan bugün de Rusça’da kabul edilen yazım şekliyle biri Gazi Kumuk’u kast ediyorsa (Kumuh) şeklinde yazmaktadır. (Kumık) yazım şekliyle ise Türk etnik grubu/dili/insanı kastetmektedir. Bunlardan anlaşılıyor ki, Şamil’in büyük dedesi Kumuk Türklerindendi. Ayrıca Şamil’in doğum yeri Gimri zamanın en önemli bilim merkezlerinden Temir Han Şura’ya Gazi Kumuk’a göre daha yakındır. Kafkas savaşları öncesi iki topluluğun arası iyiydi. Hatta bugün dahi Temir Han Şura (Buynaks) Kumuklar ve Avarların ağırlıkta olduğu bir nüfus kompozisyonu arz eder. Şamil’in Türkçe bilmesi onun atalarının Türk olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, 1859’daKaluga’da sürgün hayatı yaşadığında İ. Zahar hatıratında Şeyh Şamil ve maiyetindekilerin Azeri? Türkçesi (Kumuk Türkçesi-HÖ) konuştuklarını ve Rus ordusundan hizmet gören Kazan Tükleri’nden askerler ile bu dil ile anlaştıklarını anlatır.[10] Şamil’in atalarının Gazi Kumuklu olması ihtimaline gelince, vaktiyle buranın Dağıstan’ın en önemli ticaret ve kültür-eğitim merkezi oluşu, Şamil’in Kumuk’da eğitim görmesi ve Şeyh Cemalettin Gazi Kumuki’nin kızı Zahidat ile evlenmesi ve Şamil’in de kızları Nafisat’ı ve Fatımat’ı Şeyh Cemaleddin’in oğulları Abdurrahman ve Abdurrahim ile evlendirmesi iki ailenin daha önceden birbirleriyle ilişkisinin olduğuna delalet etmektedir.[11]
Şamil ve Atalarının Avar olduğunu söyleyen birçok kaynak da bulunmaktadır. Bu kaynaklar da son derece ciddidir. Fakat bunlardan bazıları Kafkasya Avarları ile Orta Asya ve Doğu Avrupa Avarlarını ayırmaktadırlar. Halbuki böyle bir ayırım zorlamadan ibarettir. Kafkasya Avarcası ve Türkçe karşılaştırma çalışmaları ile Doğu Avrupa ve Dağıstan arkeolojik bulguları, yer adları; Hun, Avar, Bulgar, Hazar ve Oğuz Türklerinin Dağıstan’daki varlığını ortaya koymaktadır.[12]
Şeyh Şamil ve ailesinin Türklük şuurunu torunlarında aramak en doğru bir tavır olacaktır. Çünkü millî terbiye ailede verilir ve kazanılır. Bunun tipik örneğini Said Şamil’de görmekteyiz.Şeyh Şamil’in en küçük oğlu olan Muhammed Kamil Paşanın (1862-1930) oğludur. Hayatı boyunca “Birleşik Kafkasya Ülküsü” ve “Türklük” için yaşamıştır. Mektupları, konferansları ve eserleri birer belge niteliğinde bizlere ışık tutmaktadır. Birleşik Kafkasya Dergisinin sayı 3 ve 4’de (1995) daha önce Dr. Yılmaz Nevruz’a yazdığı mektuplar okunmalıdır.[13] Said Şamil’in konferans ve yazılarından oluşan “Dış Türkler ve Sosyalizm”[14] isimli eserindeki alıntılayacağımız aşağıdaki paragraflar “Şamil ailesindeki” Türklük aidiyetini ve şuurunu göstermeye fazlasıyla yeterlidir:
“Dünya haritasına bakacak olursanız, ülkesinin azametiyle sizi dehşete salan bir Rus İmparatorluğu görülür. Bu imparatorluğa bugün (Sovyetler Birliği) diye yeni bir ad takılmıştır. Buna rağmen burada hükümranlık eden Slâv menşeli (Rus) tesmiye edilen bir unsurdur. Geriye baktığımız zaman, Milâdın beşinci asrına kadar tarihte bu unsurun hayatiyetini gösteren hiçbir ize tesadüf edilemez. Ancak, Göktürk İmparatorluğu’nun yaptığı tazyik neticesi, Avarlarla Çeçenlerin hicret etmesi ve İdil ile Don Nehirlerini aşarak Panonya mıntıkasına gelip yerleşmeleri, Karpatlara yayılarak bir devlet kurmaları Avrupalıları telâşa düşürmüştü. İşte o zaman Avarlarla Çeçenlerin işgal ettiği sahada, Slâv denilen iptidaî bir cemaatın yaşamakta olduklarından bahsedilmeğe başlandı.
Avar imparatorluğu, üç asır Batıyı karşısında titrettikten sonra; sekizinci yüzyılın nihayetlerinde Hıristiyan âlemini peşinde sürükleyen büyük Şarlman uzun süren kanlı bir savaşı neticesinde Türk olan Avarları dağıtmağa muvaffak oldu. Bu arada, hayatın icaplarını Avarlardan öğrenen, Hıristiyanlığı da kısmen batıdan, kısmen de güneye kaymak suretiyle Bizanslılardan alan bu Batılı islâvlar, gün ışığına çıkma fırsatını buldular. Bu Slavlardan bir kolun bir aralık kuzeye, (ilmin) Gölü civarındaki ormanlık mıntıkalara giderek yerleştikleri anlaşılıyor. Şimdi Türk dünyasının başına belâ kesilen Ruslar, bunların torunlarıdır.”[15]
“Sovyetler Birliği denilen mahpesde ayrıca elli milyon Müslüman her türlü hukuktan ve hürriyetlerden mahrumdurlar. Bu zavallılar serbest icrayı ibadet hakkından da mahrum edilmişlerdir. Bu Müslümanların büyük bir ekseriyeti din-i Hanifi vaktile öz arzuları ile benimsemişler ve bu yolda İslâmiyete büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Bilhassa Kafkasyalıların İslâmiyeti kabul etmeleri zarif bir kıssadır. Emirül-müminîn Ömer’ül-Faruk zamanında İslâm mücahidleri İran’ı alıp kuzeye teveccüh edince, bunlardan bir kol Kafkaslar’da (Hazer) tesmiye edilen cenkçi bir devletle, Bâb’ül-Ebvâb- Derbend geçidinde, karşı karşıya geldiler. O mıntıka Dağıs’tan’dan bir parçadır. Bu karşılaşma (Hicrî 21) yılına tesadüf eder. Arap kahramanlarına silâh tesir etmez zanniyle Kafkasya’daki müdafiler, ilk hamlelere karşı çok ihtiyatlı davrandılar. Fakat deneme neticesi bunlara da ok’un tesir ettiği görülünce, maneviyatları yükselmiş ve bu suretle müdafaa savaşları kızışmış ve uzun yıllar sürüp gitmiştir. Bu cenkler İslâm ordularına çok ağır kayıplara mal olmuştur. Nitekim Kafkas cephesinde bulunan İslâm orduları kumandanı Sürâka b. Amr durumu tavsif için şu beyitleri yazmıştı:
Nerede olduğumu bir soran olsa
Durmadan deprenen yerdeyim derdim.
Kapılar kapısı bir Türk geçidi
O yoklarla örülmüş kaledir derdim.
Çevremi saranların arttıkça sayısı
Fırsatım gözler keserim derdim.
Bu cenklerde Müslümanlardan alınan esirlerin, Allah’ın adı zikredilmeden kesilen hayvan etini yememeleri, Dağıstanlıların tuhafına gitti. Zaman geçtikçe, ahlâklı ve dürüst olan bu insanlardan hoşlanmağa başladılar ve dostlaştılar. İbadetleriyle, telkînleriyle alâkalandılar. Nihayetinde bu esirlerin telkini ile din olarak İslâmiyeti kabul ettiler. Bu mes’ut netice sayesinde bir asra yakın bir zaman devam ede gelen çetin savaşlar yerine anlaşmalar kaim olmağa başladı. Bir taraftan Türkistan’da İslâmiyet fethen teessüs ederken, diğer taraftan Kafkasya’da sulhen yayılmağa başlamış, nihayet İdil boyu Türklerini şevken bu dine sürüklemiştir. Bunun üzerine Türk-Bulgar Han’ı Elmâs Han, Hicrî 300 yıllarında Abbasî Halifesi El-Mukteder Billâh’a elçiler göndermiş ve kuzey mıntıkalarında İslâmiyeti talim ve tedris için fukaha ve ulema gönderilmesini, câmi ve medrese inşası için de bunlara mimar ve mühendis katılması ricasında bulunmuştur. Halife aralarında, Susel-rasibi, Elbedr Hazmi ve Ahmed b. Fazla’nın bulundukları kalabalık bir hey’eti Bulgarlar diyarına yolladı. İlâhi bir ilham semeresi olan bu himmetler sayesinde, bu azametli kitleler arasında İslâmiyet intişar etti. Bu ihtisasla bu akvam bu uğurda canlarını ve mallarını. bilgilerini ve kalemlerini bin yıldan fazla bir zaman, İslâmiyetin azameti ve müdafaası uğrunda bezletmekten çekinmediler.”[16]
“Her varlık büyük davalarını unutur, kendini saran tehlikelere sırt çevirir ve küçük mevzular üzerinde didinmeğe kalkarsa, onun akıbeti hüsrandır. Bugün Rusya diye gösterilen bu geniş sahaların yüzde doksanı, çok eski tarihlerden beri Türk boyları veya Türk hakanları tarafından benimsenmiş, Türk’lere has bir diyardı; mâruf bir vatandı. Tarihin kaydettiği büyük Türk akınları hep buralardan çıkmış veya buralardan geçmiştir. İslâmiyeti kabul ettikten sonra Türk’lerin daha çok müstakar bir hayatı tercih etmeğe başladıkları, bunun neticesi şehirlerin genişlediği ve ilmî büyük intibahlara sahne oldukları görülür. Bu sâyede Müslüman Türkler arasında büyük çapta bilginler yetişmiş ve her tarafta hürmet ve tâzim kazanmışlardır. Vakta ki Türkistan ve Altun Ordu gibi imparatorluklar çöktü. Bunların yerine küçük küçük hanlıklar kuruldu, üstelik bu hanlıklar birbirleriyle çatışmağa başladılar. İşte o zaman, başlarına Rusların musallat olmağa cür’et buldukları görüldü. Bu tasallut, Batının aşırı Hristiyan teşekkülleri tarafından sun’i bir şekilde telkin edilmiş ve fi’li yardımlarıyle tanzim ve tahkim olunmuştur. Bunun için de, İvan gibi meczub, bir hükümdar seçilmiştir. Eğer Türk dünyası kendi kendine parçalanmamış ve birbirlerinin kuyularını kazmamış olsalardı, ne İvan bu komploya girebilir, ne de Batının Hristiyan mahfilleri kendilerinde cür’et bulabilirlerdi. Türk tarihini tetkik edenler bilir ki, bu gibi her çözüntüyü müteakip Türk âleminde hâsıl olan boşluğu doldurmak üzere sahneye yeni bir önder çıkardı. Bu kere bu boşluğu Al-i Osman hükümdarlarının doldurmaları icap ederdi. O sıralarda Osmanlı İmparatorluğu en parlak devrini yaşıyordu. Osmanlı ordularının başında Kanunî Sultan Süleyman gibi cenge bizzat gitmekten zevklenen ulu bir hükümdar bulunuyordu. Üstelik bu hükümdar ana tarafından Cengiz Hânedanına mensuptu. (Altın Ordu) tahtında verasî bir hakka sahipti. Fakat etrafını saran vüzeranın çıkarları Balkanlara bağlıydı. Bu arada Kırım Han’ının da işe karışması ve padişahın Kazan Hanlığı’nın müdafaası davasından uzak kalmasına üzülmesi vüzeranın işini kolaylaştırıyordu. Üstelik Osmanlı orduları Batıya karşı İslâm dünyasının sol kanadını müdafaa etmek üzere Adriyatik ve Akdeniz sahillerinde Mağrib’e kadar yayılmış bir durumda idi. Batı mahfilleri bütün bunları çok iyi hesaplamış olacak ki, Rusları tahrik etmek suretiyle İslâm âlemini kuzeyden ve çok hassas bir noktadan vurmağı uygun buldular. Arzuları Türk varlığım felce uğratmak suretiyle Osmanlıları tecrid etmekti. Bu suretle İslâm dünyasını en kuvvetli müdafi’lerinden mahrum bırakmaktı.”[17]
“Bir kere zaferin tadını tattıktan sonra Türklerin aleyhine Rusların işi azıtacakları belli idi. Bundan dolayı Kazan Hanlığında başlayan hezimet, çorap söküğü gibi kopmağa başladı. İki yıl sonra Eşterhan’a saldırdılar. Ondan sonra Osmanlıları ürkütmemek için Rus akını uzaklara kaydı. Başkırdistanı ve Kazakistanı alarak Sibirya’nın içlerine doğru ilerlemeğe başladı. Bu sayede geniş topraklar ve çok zengin iktisadî menba’lara el koyma imkânı temin edilmişti. Bunlardan bilistifade kendilerine çeki-düzen vermeğe muvaffak oldular. Zamanla Rus tahtına geçme sırası büyük Petro’ya geldi. Yorulmak bilmeyen bu hükümdar, Batı’yı taklid hamleleri yaptı. Kısa bir zaman zarfında Rusya’ya asrî bir veçhe verdi. Bu suretle Batılı devletler sofrasında yer aldı. Orada bağdaş kurup oturdu. Daha sonra Petro, Osmanlı İmparatorluğu ve İran ile alâkadar olmağa başladı. Osmanlılara saldırdı. Fakat çok acı bir mağlubiyete uğradı. İran’a atılmak istedi. Bu sefer Kafkasyalılar yolunu kestiler. Rusya’nın buralarda mağlubiyetleri birazda Batılıların hoşuna gitti. Çünkü Akdeniz ile Hind Denizine çıkmasını istemiyorlardı. Fakat hiç bir kimse O’nun Asya’nın derinliklerine dalmasına, Türk yurdlarına yayılmasına mâni olmuyordu. Bilâkis Rusların bu muvaffakiyetlerinden cür’et alan İngiltere ve Fransa, Asya’nın ve Afrika’nın zengin ve stratejik mıntıkalarında kendilerine hisse çıkarma sevdasına düştüler. Bu suretle başkalara ait ülkeleri kapışmağa koyuldular. Bu bakımdan Ruslar sömürge siyasetinin mübtedii Batılılara nazaran üstadları sayılır.”[18]
“Bir aralık Rus Çarlık tahtına Katerina adında bir Alman kadın oturdu. Bu sefer Rusya’yı istismar için Almanlar bunu fırsat bildiler. Etrafını sardılar. Yollar yaptılar, köyler kurdular. Bu arada Rus ordularını tanzim işine önem verdiler. iyi-kötü Ruslar hesabına bir sanayi tesis ettiler. Neticede bütün bu ameliyelerden yine istifade edenler Ruslar oldu. Artık Osmanlı orduları ile boy ölçüşecek seviyeye gelmişlerdi. Hilâfet makamı çökertmek için vesile ihdasından çekinmiyor ve Osmanlılara karşı, dikkati çekecek kadar sık savaşlara girişiyorlardı. Osmanlı İmparatorluğunu yıpratan ve izmihlâle sürükleyen sebeplerin başında da bu Rus savaşları gelir. Mutaassıp kilise, İslâmiyeti kahretmek için Moskova’da uzun yıllar sinsi sinsi hazırlıklarda bulundu. İslâmı müdafaa eden en muharib unsurdan mahrum bırakmak için, Türk Devletlerin enkazı üzerinde koskoca bir Rus İmparatorluğunun kurulmasına imkânlar sağladı.”[19] Millî algı ve tarih şuurunu ifade eden bu satırlar torun Said Şamil’in aileden gelen Türklük aidiyetini gösteren belgelerdir.
Geçmişte Şeyh Şamil ile Hacı Murat’ın arasında bilindiği gibi İmam Hamzat’ın şehit edilmesinden dolayı bir kırgınlık oluşmuştur. Fakat daha sonra Şamil’le beraber hareket eden Hacı Murat hayatının sonuna kadar Şamil’e ve Bağımsız Kafkasya davasına sadık kalmıştır. Burada Hacı Murat’ın şeceresini aydınlatmak açısında bu acı olayın verilmesi gerekmektedir. Hacı Murat’ın kendisi Avar hanları ile akraba olması sebebiyle bu cinayete kan davası olarak karışmıştır. Khunzak hanlarının Ruslara meyli ve İslâma aykırı davranışları o dönem İmamı Hamzat Bek tarafından cezalandırılacaktır. Bu olayın detaylarını “Muhammed Tahir’ül-Karakhi’nin (Şamîl’in katibi)”, “İmam Şamil’in Gazavatı” notlarından okuyalım:
“Khunzakh hanlarının öldürülmesi”
Şamil Karakh’dan/(Qarakh) Gidatl/(Hîd) köyüne gelip Hamzat ile görüştü. Koysubul’a/(Kindalal) gidip oranın mücahitleriyle Khunzakh üzerine yürümesi buyruğunu aldı, kararlaştırılan günde Khunzakh topraklarına gelip Hamzat ile buluştu. Khunzakhlıları Hz. Muhammed’in şeriatına bağlamak için 15 gün kadar beklenildi. Müritlerin kimi açlık ve rahatsızlık dolayısıyla bırakıp çekilmek istediler. Fakat Şamil’in vaiz ve öğüdüyle sabrettiler. Bakhu Bike’nin oğlu Bulaç’ın rehin olarak Hamzat’a teslimi ile uzlaşıldı. Rehin alınmış bulunan Bulaç, Kharaçi/ (Khoraç) köyüne gönderildi. Bundan sonra Bakhu Bike’nin diğer oğulları Nutsal Khan ile Uma Khan/(Nusal, Umar) İle ileri gelenlerden 200 kişi gelip Hamzat’la tokalaştılar.
O sırada Şamil,
—Biz buraya iki şerli katilden başkasını öldürmek amacıyla gelmedik; birisi Buğaalazar Kadı, diğeri de Molla Tsey el Tanusi’dir, dedi.
Biraz sonra Akhbierd (Muhammed) adında birisi gelip İmam Şamile sokuldu; Bakhu Bike’nin selamıyla beraber,
—Hamzat Şamil’in sözünden çıkmaz. Ya onu buradan alıp götürsün, ya da kendi ondan ayrılsın. Bu ikisinden birini yapacak olursa 200 Tümen/(2000 Ruble) veririm, dediğini gizlice ulaştırdı.
Şamil bu haberi Hamzat’a bildirdi. O da,
—Anlaşılan Khunzakhlıların bağlılığı içten değil. Gerçek durumun anlaşılması için katilleri iste! dedi.
İmam Şamil o iki katili istedi. Bahaneler bulup vermediler.
— Hizmetçilerinizden biri bir kısrak çaldı, geri versin! dedi. Dinlemediler.[20]
Hamzat,
—Korunmak için yaptığınız kaleleri yıkıncaya değin Nutsal Khan ile Uma Khan ve filan filan benim yanımda kalsınlar, diye öneride bulundu.
Onu da kabul etmediler, gitmek için davrandılar. Hamzat’ın arkadaşları Khunzakhlıların dönüşüne engel olunca içlerinden Mirza Haciyev adında bir bilgin silaha davranıp,
—Khunzakh gençler! Hamzat’la arkadaşlarını öldürün! diye vuruşmaya başladı.
Hamzat’ın adamları da karşılık verdiler. Çarpışmanın sonunda Bakhu Bike’nin oğullarıyla Nur Muhammed Kadı, Mirza Haciyev, Harabigil Muhammed oğlu Kadı Hasan ve diğerleri öldürüldüler. Khunzakh hanlığı soyundan ünlü bir kimse kalmadı. Beri taraftan da Hamzat’ın kardeşi Murat Bek, amcasının oğlu Çupan, Molla oğlu Rikkunlu Tsull Muhammed, Gimrili Muhammed Ali v.s. öldüler.
Bundan sonra Hamzat, Şamil ile beraber kalkıp, asıl yurdu olan Gotsotl’a/(Huzal) geldi.
Ertesi günü Şamil, Hamzat’ın yanına geldi,
—Artık siz burada imamlıkta bulunun. Ben sizin adınıza şeriat yasalarıyla beraber buyruklarınızı yerine getiririm. Ihalili Said, Karateyli Gaziyev, Kebet/(Qibid) Muhammed ve Karakhlı/(Qarakh) Abdurrahman da bölgelerinde tarafınızdan emri bi’l-ma’rûf ve nehyi âni’l-münker eylesinler, dedi.
Hamzat bu öneriyi beğendi, kabul etti. Şamil’in 10 kişi ile gidip Bakhu Bike’nin Geneçuta/(Gençuqa) denilen yerdeki mallarını ve eşyasını getirmesini buyurdu.
Şamil Geneçuta’ya(Geneçuq) gittiyse de bir şey bulamadı. Fakat halkı tehdit edince 7-8 arabalık eşya ortaya çıktı. Bunları alıp Gotsatl’a/(Huzal) getirdi.
Geri döndüğünde bilginlerin ve önderlerin Hamzat’ın yanında toplanıp konuştuklarını gördü. Bunlar,
—Khunzakh’ta oturmanız ve yönetmeniz daha uygun olur, diyorlardı. Hamzat da bu düşünceyi yerinde buluyor ve hareket üzere bulunuyordu.[21]
Nihayet Hamzat’ın Khunzakh’a gitmesine ve getirilen eşyanın geri verilmesine karar verildi. Hamzat ile Şamil Khunzakh’a gittiler, sağ kaldıkça fitnesi bitmeyecek olan Bakhu Bike’yle önderlerinden Surkhay’ı öldürdüler. Şamil’in arkadaşlarının üzerindeki giyimler eskimiş, hatta parçalanmıştı. Çünkü evlerinden ve köylerinden çıkalı üç ayı geçmişti. Müritler bu durumdan şikâyet ettiler. Şamil de arkadaşlarına ya yeni giyim, ya da yama olacak bir kaç parça şey verilmesi için Hamzat’a baş vurdu. Fakat Hamzat bu isteğini geri çevirdi. Fesubhanallah!
Bundan sonra Şamil ile arkadaşları köylerine gittiler. Yolda Şamil dedi ki,
—Hamzat bir yıl daha yaşarsa bizim için pek hayırlı olacaktır. Ama herkesi kızdıracak davranışta bulunduğumuz için ömürlü olacağını ümit etmiyorum.
Bu olaydan sonra Tarkolu/(Tarki, Tarku) Muhaş adında birisi Şamil ile görüştü: Khunzakhlıların Hamzat’ı, Şamil’i. İhalili Said’i öldürmek için üçer kişi seçtiklerini, ama işlerinin ters dönmüş olduğunu bildirdi. Bu sırada Hamzat Khunzakh mescidini genişletti, onarttı.[22]
Hamzat’ın Saltı/(Salta)’dan çıkışı,
Khunzakh’ta şehit oluşu.
Hamzat bir adam gönderip Şamil’in Gimri’den hareket ederek Saltı/(Salta, Khuffa) ya da Kuba/(Qubba) yoluyla Tsudakhar/(Zadaqar) üzerine gitmesini, kendisini orada beklemesini bildirdi.
Şamil aldığı buyruk gereğince arkadaşlarıyla yola çıktı. Gergebil/(Gergil, Girgil) meydanına kondu. Üç gün kadar Untsukul/(Ansal) ve Arakan/(Hirik) mücahitlerinin gelmelerini bekledi. Sonra Kuba/(Qubba) köyüne gitti. Orada Hamzat’ın Tsudakhar’da/(Zadaqar) çarpışarak yenildiğini öğrendi. Untsukullularla önderleri olan Untsukullu Kadı’ya,
—Bu durum sizin gecikmenizden ileri geldi, diyerek geri döndü.
Hamzat da Getsatl/(Huzal) köyüne gidip bir çok tüfek satın aldı. Oradan Khunzakh’a yürüdü. Halkı kendine çekmek ve bağlamak için bir ay kadar kaldı. Halbuki Hhunzakhlılar Hamzat’ı cuma namazına giderken öldürmek için görüşüyorlardı. Bu görüşmeyi işiten Hacı Yasul Muhammed adında biri Hamzat’ın yanına gelip duyduklarını söyledi. Hamzat bunu önemsemedi. Cuma namazına oralı olmaksızın çıktı. Hacı Yasul Muhammed silahlanıp yanında yürümeye başladı. Camiye yaklaştıklarında bir kaç kişi birden saldırıp Hamzat’ı öldürdüler. Hacı Yasul Muhammed Hamzat’ın katilini devirdi ise de, kendisi de öldürüldü.
Hamzat’ı öldüren, ünlü Hacı Murad’ın kardeşi (Osman). Hacı Yasul Muhammed’i öldüren de Hacı Murad’ın kendisiydi derler.
Hamzat’ın imamlığı bir buçuk yıl sürmüş, H. 1250/ (M. 1834) yılı sonunda bitmişti.
Merhum Hamzat şehit olduktan sonra İhalili Said, Bakhu Bike’nin oğlu Bulaç sağ kaldıkça fitne eksik olmayacaktır, diye haber gönderdi. Şamil de öldürtmeyi uygun bulup iki adam göndererek Bulaç’ı ırmağa attırdı.[23]
Bu hadise ile Hacı Murat’ın İmamların Cihadına başlangıçta iştirak etmediğini ve İmam Hamzat’ın şehit edilmesine de karıştığını görüyoruz. Fakat liderlik Şeyh Şamile geçtikten sonra O’nun “Nâib” leri arasına katılmıştır. Uzun yıllar Ruslara karşı mücadele vermiştir. Hayatının son döneminde Şeyh Şamil’le anlaşarak Ruslara iltica etmiş gibi görünerek Şeyh Şamil’e ve Cihad’a yardım etmek istemiştir. Fakat Şeyh Şamil’le anlaşmalı planlarında başarılı olamamış ve şehit edilmiştir. Tolstoy eserinde[24] bu gerçeği fark edemez. Fakat kendisi de Kafkasyalı olan Murat Yeşil[25], Hunzah’ta Hacı Murat’ın yaşayan yeğeni ile görüşmüş ve bu gerçeği eserinde aydınlatmıştır. Avar Türklerinin özellikleri ile mücehhez olan Hacı Murat’ın Han sülalesi ile kan veya atalık geleneği ile akraba olması da diğer bir önemli husustur. Dağıstan’da Kumuk Türkçesi’nin 1930’a kadar ortak bir dil olması da Dağıstan boylarındaki Türkçenin aidiyet ve birlik şuuru kazandırma açısından önemini gösterir. Tolstoy eserinde Hacı Murat’ın “Tatarca” konuştuğunu söyler. Yazar için Hacı Murat bir “Tatar Dikeni” dir. Ölümü üzerine eserini şu satırlarla bitirir: “Bu kahramanca ölüm, bana, henüz sürülmüş olan tarlada nefsini ümitsiz bir surette müdafa eden (Tatar Dikenini) hatırlattı.”[26] Evet Hacı Murat Ruslar için bir Tatar dikenidir, Türk Dikenidir. Düşmanları her zaman Şeyh Şamil ve Hacı Murat’ı düşman Türk olarak görmüşlerdir. Bu gerçeği bilen Şeyh Şamil’in ölüm döşeğinde son nefesini vermeden ailesini yanına toplayarak şunları söylediği nakledilmiştir: “Türklüğünüzü unutmayın, Türkiye’yi düşünerek hareket edin. Kafkasya Osmanlı padişahınındır. Kurtarıp sahibine teslim edin”[27]. Ruhları şad olsun.
* Bu yazı Murat Papşu’nun Atlas Tarih dergisi Sayı 24, 2013’deki “Boyun Eğmeyen İnsanların Ülkesi: Kafkasya” isimli yazısında hiçbir belge ve kaynak göstermeden “Sanıldığının Aksine Ne Kafkas Halkalarının Çoğu Ne İmam Şamil Ne De Hacı Murat Türk Kökenlidir” ifadesine cevap olarak yazılmıştır. Kafkas Halklarının kökeni hakkında aziz ağabeyim Dr. Yılmaz Nevruz’un “Umumî Kafkas Tarihine Giriş-İstanbul 2013” (Bu eserin büyük kısmı Dr. Yılmaz Nevruz Bey’in internet sitesinde ulaşılabilir pdf şeklinde bulunmaktadır) isimli hacimli eseri ve nice ilmî çalışma gereken cevabı vermektedirler. Şahsım sadece sizlerle İmam Şamil ve Hacı Murat’ın şeceresi hakkındaki bilgileri paylaşmıştır.
hilmi özden
[1] Dr. Fikret Efe, Şeyh Şamil’in 100 Mektubu, 2. Baskı, Şûle Yayınları, İstanbul, 2004. s.48.
[2] Dr. Fikret Efe, a. g. e., s. 48. Şamil gerçek anlamda hiçbir zaman tarikat şeyhliği yapmamıştır. Zaten bu unvanı da hiç kullanmamıştır. Onun yönetimi boyunca kullandığı unvanlar sırasıyla, Fakir Kul, Katip vb. sıfatlar, İmam ve Emirül Müminin’dir.
[3] Dr. Fikret Efe, a. g. e., s. 48. Şamil O zamanki Kafkas topluluklarında toplumu oluşturan üç sınıf insan vardı. Bunlar; beyler, özdenler ve kölelerdi. Özdenler toplumun yaklaşık %90’nını oluşturan ve memleketin hakiki sahibi olan hür halk sınıfına verilen isimdi. Şerafeddin Erel, Dağıstan ve Dağlılar, İstanbul Matbaası, 1961, s. 198; Sefer E. Berzeg, Gurbetteki Kafkasya III, Ankara, 1989, s. 8.
[4] Dr. Fikret Efe, a. g. e., s. 48. Şamil’in ilk adı Ali’dir. Çocukken sık sık hastalandığından dolayı. Dağlı inançları gereği sağlıklı ve uzun omurlu olsun diye Şamil adı sonradan verilmiştir. Dağlı topluluklarında atalarının, kahraman kimselerin isimlerini çocuklarına verme adeti vardı ve bu adet hala devam etmektedir.
[5] Dr. Fikret Efe, a. g. e., s. 48. M. N. Çiçekova, Şamil na Kavkaze i v Rossii biografiçeskiy oçerk, Razezjaya St. Peterburg, 1889, ss. 14-15.
[6] Dr. Fikret Efe, a. g. e., s. 48.
[7] Dr. Fikret Efe, a. g. e., s.49.
[8] Dr. Fikret Efe, a. g. e., s.49.
[9] Dr. Fikret Efe, a. g. e., s. 50.
[10]Dr. Fikret Efe, a. g. e., s. 51. İsmail Özsoy, Dağıstan’ın Sosyo-Ekonomik Tarihi, Kaynak Yayınları, İzimir, 1997, s. 58.
[11] Dr. Fikret Efe, a. g. e., s. 51.
[12] Geniş Bilgi İçin Bakınız: İsmail Doğan, Dağıstan Avarcasında Türkçe Alıntı Kelimeler ve Avarların Türklüğü Meselesi, Birleşik Kafkasya, sayı 1, 1994-1995, s. 11-16. Şerafettin Erel, Dağıstan ve Dağıstanlılar, İstanbul matbaası, İstanbul, 1961, s. 32-42., Hilmi Özden, Turan Coğrafyasında Kuzey Kafkasya, Turan İlim Fikir ve Medeniyet Dergisi, sayı 19, 2013.
[13] Said Şamil, Mektup, Birleşik Kafkasya, Sayı 3-4 1995. Bu mektup internet sitelerinde de bulunmaktadır.
[14] Said Şamil, Dış Türkler ve Sosyalizm, Hilâl Yayınları, İstanbul, 1971.
[15] Said Şamil, a. g. e., s. 8-9.
[16] Said Şamil, a. g. e., s. 39.
[17] Said Şamil, a. g. e., s. 40-41.
[18] Said Şamil, a. g. e., s. 42.
[19] Said Şamil, a. g. e., s. 43.
[20] Muhammed Tahir’ül-Karakhi, İmam Şamil’in Gazavatı, (Osmanlıcası: Tahir’ül Mevlevi), Hazırlayan: Tarık Cemal Kutlu, Gözde Yayınevi, İstanbul, 1987, s.39.
[21] Muhammed Tahir’ül-Karakhi, a. g. e., s. 40.
[22] Muhammed Tahir’ül-Karakhi, a. g. e., s.41.
[23] Muhammed Tahir’ül-Karakhi, a. g. e., s. 42.
[24] Tolstoy, Hacı Murat, (Çeviren: Cüneyt Emiroğlu),Sebil Yayınevi, İstanbul, 1976.
[25] Murat Yeşil, Kafkas Şahini Hacı Murat, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2009.
[26] Tolstoy, a. g. e., s. 208.
[27] İsmail Kayabalı., Cemender Arslanoğlu, Büyük Türk Mücahidi Şeyh Şamil’in Kafkasya’da Rus Ordularıyla Mücadelesi ve Dargo Meydan savaşları, Türk Kültürü Aylık Dergi, Sayı 126, Yıl XI, 1973,s.396(76).