ALINTI: Ülkücü Kadro, 1 Mayıs 1977, Sayfa: 13-14.
SAPIK ve TEHLİKELİ BİR CEREYAN: RIFAÎLİK
Cenkhan YILMAZ
«En tehlikeli düşmanınız en yakınınızdaki düşmanınızdır.»
ALINTI: Ülkücü Kadro, 1 Mayıs 1977, Sayfa: 13-14.
Günümüz Türkiye’sindeki fikir ve kültür buhranının temelleri hepimizin bildiği gibi birkaç asır önce atılmış ve zamanımızda görülen dehşet verici tablolar bu suretle doğmuştur.
Özellikle Beynelmilel Sıyonizm ve Masonluğun milletimiz evlatlarını “İslâm Dininin Öz Kaynakları”ndan uzaklaştırmak gayesine matuf faaliyetleri maalesef semeresini vermiş ve neticede, Kur’an-ı Kerim dahi birçok milliyetçi ve vatanseverlerin evlerinde işlemeli mahfazalar içinde bir «süs eşyası» haline getirilmiştir. Hadis Kitapları, Ehl-i Sünnet imam ve alimlerinin eserleri bu evlerin kütüphanelerine dahi girmemiş ve böylece büyük bir kitlenin dinimizin «temel kaynaklarından feyz ve bilgi alması önlenmiştir.
Düşmanın planlı bir şekilde yürüttüğü bu ideolojik savaş, onun nam-ı hesabına yakın tarihimizin bir devresinde en şiddetli «kanuni» ve «fiili» müeyyidelere sahip olmuştur. O devirde Kur’an öğretimi engellenmiş, okumayı öğrenmek isteyenler hocalannm evlerine «Mushaf»Iarmı polisin, jandarmanın ve devrimbazların gözünden nasıl saklayacakları endişesi içinde gider olmuşlardır.
Zaman zaman dinimize karşı yapılan bu «cepheden taarruz» denemelerinin istenilen sonucu hasıl etmemesi: dinimizin «yapı»sı üzerinde yapılmak istenilen «teorik operasyon»lara ağırlık verilmesine sebep olmuştur. Adına «Tanzimat Devri»nde «ISLAHAT», bugün ise «REFORM» denilen ve milletimizi dejenere etme planlarının bir dalı olan «DİNDE REFORM» hareketi «devir»lerin müsadesı nisbetinde sinsi çalışmalarına, hız vererek son çeyrek asırda kelimenin tam manasıyle «gemi» azıya almıştır.
Bu çalışmalar; zaman zaman, büyük İslâm İmamlan tarafından kurulan ve çok büyük hizmetler yapan tarikattan yozlaştırmaya, Ehl-i Sünnet dışı fikir, ve acaip zikir usulleri uydurmaya ve idarelerini «ilmi ile amil» olmıyan sahte şeyh veya yetiştirilmiş ajanlara teslim etme noktalarına kadar gelmiştir.
Kuruluşunda tamamen İslâmi esaslara uygun olan bu tarikatların dejenere edilmesi ve düşmanın kontrolüne tevdi olunarak öz ve öz müslüman olan müridlerinin, çok ince hesap ve taktiklerle İslâm aleyhtarlarının âmâline hizmet eder hale getirilmesi çabaları dışında; yakın zamanlarda, temeli tamamen BİD’AT’a, KÜFR’e ve İHANET’e dayanan tarikat, grup veya ekoller de kurulmuştur. Bu “türedi”ler; «av»larını, bazı samimi fakat saf, birtakım zaaflarla malül; muhteris ve benzeri kişilerden seçerek; yeterli dinî bilgiye sahip fakat İslam’ın ruhundan nasibini almamış dini ve milli kültürümüzü hayat tarzı olarak benimsememiş elemanların idaresinde kademeleri bir eğitimden geçirip «fesad mihraklarının piyonları olarak yetiştirmeye çalışmışlardır.
Bu yeni gruplar arasında kendi içine katlanmış, aktif siyasî hayattan izole edilmiş ve zararı, sadece grup fertlerinin şahıslarına inhisar etme seviyesinde kalanları olduğu gibi; bunun aksine, «Milliyetçi ve Mukaddesatçı Kitle» ve onların ülkemizdeki «Müessese ve Teşkilatlar» ı üzerinde TEORİK ve PRATİK çalışmalar yapan ve «adamalarını önemli siyasi makamlara getirmeğe uğraşan ve bu yolda hayli mesafe kateden tarikat görünümlü gruplar da ortaya çıkmıştır.
Biz bunlardan şimdilik bir tanesini, «RIFAÎLİK»! anlatacağız. Bu «Suret-i Hak» dan görünen ve BAŞARI ŞANSINI, KUBBESİ ALTINA ALACAĞI KİMSELERİN CEHALET, GAFLET, İHTİRAS ve ZAAFLARINA BAĞLAYAN tarikat taslağının Öğretisini; bugün bu hareketin yürütücüsü durumunda bulunan ve «kurucu»sunun en yakın müridlerinden olan «DÖRT HATUN KİŞİ»nin yazdığı «20. ASIRDA MÜSLÜMANLIK ve KENAN RIFAλ adlı kitabı kaynak alarak izah etmeye uğraşacağız.
Ve fazla bir yorum katmadan, alacağımız pasajlann «mücerret fikir planı»nda İslâmiyet- le ne derece bağlı ve alakalı olduğu hususunu okuyucularımızın bilgisine, akl-ı selimine, idrakine havale edeceğiz. Şimdi, bu «ekol» ün —Türkiye’nin siyasî ve kültürel hayatı ile ilgili amaçlarına ait fonksiyonlarını, detaylarıyla ayrı bir yazı konusu olacak şekilde saklı tutarak— «Rıfaîlik»i kendi kaynaklarına göre açıklamaya başlıyalım:
«20. ASIRDA. MÜSLÜMANLIK ve KENAN RIFAÎ (1)»
Kenan Rıfaî veya asıl adı ve soyadıyle KENAN BÜYÜKAKSOY 1867 yılında SELÂNİK’te doğmuştur (2). Annesinin adı Hatice Cenan’dır. Samiha Ayverdi ve Nezihe Araz, H. Cenan hanımın künyesi hakkında şöyle bir ifade kullanıyorlar:
«Hatice Cenan Hanım kimdi? Bu suale türlü türlü cevap verilebilir. Bizce mühim olan onun hasebi nesebi değildir» (3). Babasının kim olduğuna dair ise bir malumat verilmiyor, bu sebeple K. Rıfai’nin babasının adını yazmak imkanından mahrum kalıyoruz. Yalnız K. Rıfai daha anne karnında iken babasının, H. Cenan hanıma ilâç içirip çocuğun doğumunu engellemek istediği belirtiliyor:
«Bakılacak olursa çocuğun dünyaya geliş keyfiyeti de dikkatle üstünde durmaya değer bir hadisedir. Baba, evlat sahibi olmaktan hoşlanmıyan bir mizaca sahiptir. Zevcesinin hamile olduğunu hissedince, kendisine hamli bertaraf etmek hususunda müessir olacak her türlü ilacı içirir» (4).
Yazarlar (S. A; ve N.A.) «Kenan Rıfai’yi evvelâ zeki olduğu kadar yaramaz küçük bir Galatasaraylı olarak tanımağa çalışalım» (5) diyorlar. Buradan K. Rıfaî’nin G.S. Lisesinde okuduğunu; sonra «Hukuk» a devam ettiğini ve 19 yaşında Balıkesir İdadisine «Müdür» olduğunu öğreniyoruz (6). Meslek hayatının, çeşitli okullarda öğretmenlik yaparak devam ettiğini, emekliliğinden sonra da kendisine yapılan teklifler üzerine İstanbul’daki Azınlık Okullarında öğretmenlik yaptığını görüyoruz. 1950’de ölen Kenan Rıfai’nin biyografisi hakkında fazla malumat incelememizin diğer bölümlerinde verileceğinden şimdilik detaya girmeyi zait addediyoruz.
ADI GEÇEN KİTABIN YAZARLARI HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ
Kenan Rıfaî’nin üeri gelen kadın müridlerinden olan SAMÎ HA AYVERDİ, NEZİHE ARAZ, SOFİ HURİ ve SAFİYE EROL’un beraberce yazdıkları kitapta Sofi Huri kendisini şöyle tanıtıyor: «Mütedeyyin (dinine çok bağlı) Arap Hıristiyan bir ailenin, fazıl ve muttaki bir reis-i rûhanisinin kızı olarak dünyaya gelmiş olmam, şarkın mistik ruhuyla garp kültürünün yoğurduğu benliğimin zübdesindeki (Ö zetindeki) mana ve ruhaniyet aşkına belki de esas teşkil eder. Bir Sokrat’ın, bir St. Augustine’in (Skolâstik Hıristiyan felsefesinin kurucusu Orta Çağ Hıristiyan Filozoflarından) bir Baron Van Hügel’in dizi dibinde oturup, onlann benliğinden feyzyâb olmayı ne kadar isterdim» (7). Ama buna lüzum kalmıyor ve Safiye Erol hanım onlardan daha iyisini ve daha büyüğünü buluyor:
Kenan Rıfai… «Bir Hıristiyan sıfatıyla onun meclisine adım attığım zaman, kendimi Ahd-i Atik Peygamberlerinin (Benî İsrail Peygamberleri) heybetini andıran şahsiyetinin tesiri altında buldum.» (8) diyor Safiye Erol…
N. Araz ve S. Ayverdi de Kenan Rıfaî’yi şöyle takdim ediyorlar:
«Başı sonu olmıyan zaman nehri, bu dünya sahiline bir eyyam, sessiz sedasız çıkış yapıp, gösterişi, iddiası olmıyan sade, samimi, berrak ve feragatli bir insanı hediye getirmiştir. İşte buracıkta, hayat karanlığının ke safetini delip yeryüzüne mızrak güzellik, doğruluk, aşk ve iman işaretleri veren o idealist insandan söz açmak istiyoruz.» Ve K. Rıfaî’nin yaptığı işlere de insanüstülük izafe ederken şöyle diyorlar (9):
«Her şeye rağmen, biz onun hayatını tetkik ederken, bu keyfiyetin bir insan gücüyle başarılmaktan ne derece uzak olduğunu biliyoruz… Onun okunup tefsiri yapılamıyacak ve hatmi indirilemiyecek onun varlığı kitabından insanlık âlemine birkaç gerçek verebilirsek ne mutlu… Bir insanın kıymeti, nail olduğu kadir ve şerefte değil, ona gerçekten sahip olmasındadır. İşte Kenan Rıfaî, insanlara kayıtsız şartsız kollarını açarken yalnız kendi camiasmm değil, bütün âlemin gerçek ve saf kıymeti olduğunu her nefesinde bir başka liyakat, başka keyfiyetle isbat etmiştir» (10). Böylece K. Rıfaî’yi kendilerinin birer insan olduğunu söyleyen peygamberlerin üzerine çıkarıp HAŞA ilahlaştırdıktan sonra küfür ve utanmazlıklarına devam ederek şu herzeyi kusuyorlar: «Kenan Rıfaî, belki de Hazret-i Peygamberin her yüz senede bir, insanlar arasından çıkacağını müjdelediği bu asrın İslâmiyette en büyük insanıdır» (11). Yukarıda ihtimal olarak söylediklerini ileri sahifelerde kesinleştirerek kargaları bile şöyle güldürüyorlar: «Esasen müslümanlığın asrımızdaki bu en büyük ve kuvvetli müfessirinin başka türlü düşünüp hareket etmesine imkân yoktu» (12). İşte bu en kuvvetli müfessirin (!) incilerini hep beraber ileride göreceğiz.
Kendisini Dr. Phil. Safiye Erol olarak takdim eden «kadın mürid» de hocası için şunları söylüyor: «O, evvelâ mistik adam = homo mysticus, sonra hakim adam = homo sapiens ve en nihayet mürşid-i agâh idi(13). Safiye hanım görüldüğü gibi bizim lâtin kültürümüzü de arttırmak istiyor.
KENAN RIFAİ’nin DERGÂHINDAN BAZI ÇİZGİLER
«Şunu artık biliyoruz ki Kenan Rıfaî, dergâhını bir dergâh şeyhi ünvanı kazanmak için açmamış, gayesini zamanın şartlarına göre tahakkuk zeminine getirebilmesi vasıtası olarak kabullenmiştir. Onun bu karardaki ihlas ve samimiyeti, aynı zamanda hedefinin gayet vazıh, gayet berrak ve temiz oluşu, dergâhını pek kısa zamanda münevver bir zümrenin başbaşa verdiği bir irfan ocağı haline sokuvermesiyle de sabittir. O kadar ki zamanın kalbur üstü münevverlerinden şairler, mütefekkirler, ilim ve fen adamları, hattâ şeyhülislamlar, patrikler, papazlar bu çatının kalabalığının ekseriyetini teşkil etmekte idi.
Patrikler, şeyhülislamlar… dedik.
Evet, bir dergâh çatısının altında, Kenan Rıfai’nin irfan ve iman iksirine dudak koymuş, bağlılık ve hayranlık göstermiş bu bahtiyar kalabalığın içinden biz, biri müslüman, diğeri Hıristiyan, iki ayrı kütlenin birer temsilcisi olarak, meselâ Şeyhülislâm Haydarîzade İbrahim Efendi ile Keldanı Patrik Vekili Monseigneur Abid’in üstünde, birer sembol olarak kısaca karar edelim… Hakikaten bu incizabın (çekiciliğin) icaplarını sonuna kadar teyit ve izahtan uzak kalmayan Şeyhülislam, Kenan Rıfai’nin en sadık müridlerinden biri olarak kalmakla iftihar duymuştur» (14). Kenan Rıfai’nin «Babil Kulesi»ni andıran dergâhının, zamanın şartlan bahanesiyle İslâmiyetin Esaslannı törpülemek, «Modern Bid’at»Iar icat etmek için bir vasıta olduğu anlaşılıyor.
Müslüman alimlerle, patrik ve papazların bir «KUBBEALTI»nda ayni gayenin tahakkuku için sarmaş dolaş çalışmalarına ait bir tablonun İslâmî bir tezahürle uzaktan veya yakından bir ilgisi olamayacağı apaçık bir gerçektir.
Ayrıca, bütün bilgisini, ilmini bir «put» a tapmanın ve taptırmaya çalışmanın vasıtası olarak gören bir «papaz»ın, bir «patrik»in münevver olarak takdimi kadar da abes bir şey olamaz.
Şeyhülislâmın o dergâha gittiği meselesine gelince: Eğer adı geçen Şeyhülislâm, son devir Şeyhülislâmlarından bazıları gibi (Musa Kâzım ve Ürgüplü Hayri) MASON olan tiplerden değil ise o dergâha girmek, kapısının önünden dahi geçmemiştir.
Aşağıdaki satırları da hiçbir yorum yapmadan okuyucularımızın dikkatlerine sunuyoruz:
«Birgün yakınlarından biri, Kasımpaşa’daki Rıfai Dergâhının dans salonu yapılmış olmasından üzülerek bahsedince; (Kenan Rıfai):
-Niçin canın sıkılıyor? O zaman da dans ediliyordu; şimdi de öyle. Devranla dansın farkı yok ki… Yalnız biri cismanîdir, kaşı gözü solacak bir dilberi âğûşuna alıp döner; öteki ise baki olan cemalullahın seyir ve temaşasıyle sema eder (15).
KENAN RIFAÎ’nin HAYRANLARI ve ONUN HAYRAN OLDUKLARI
Sofi Huri anlatıyor: «Muallimlik hayatının son on üç senesini Fener Rum Lisesinde geçirdiğini biliyoruz. Kendisiyle bizzat görüştüğüm lise müdürü Zaharyadis bana ezcümle şu sözleri söyledi: “O, mektebimizin çok muhterem ve değerli bir muallimi idi. Kendisini herkes çok severdi. O, kendisini mekteple birleştirmişti; mektep demek o demekti. Daima mektebin menfaatini düşünmüş, bunun için çalışmıştı” (16). Ne yazık ki bu büyük mürşidin (!) 13 sene zarfında değil onüç bir tek talebesini bile irşad edip müslüman olmasına vesile olduğuna dair bir örneğe rastlanmıyor. Ve K. Rıfaî asrın en büyüğü (!).
Kenan Rıfai’ye rum öğrencilerinin yazdığı bir mektubun son satırları:
«Cümlemiz sizin ömür ve sağlığınız için Allah’a kalben dua etmekten geri kalmayız.»
- Mayıs. 1928. Altıncı sınıf talebesi: Mütiyadis Canbazoğlu, Kimon Plâmidis, Kiryako Mavridis, Hristo Sterivari, Vangel Golego, Yorgi Vasiliyadi, Vasil Papa Hristanto, Yani Panayot, Yani Andreadi (17).
Kenan Rıfai’yi kendisinin kurtarıcısı olarak gören bir papazın son demlerine ait bir manzara da var “kitap”ta: Sonra yine Fener mektebinin eski müdürlerinden Zotos isminde bir papaz olan bir zatın da ölümünden birkaç dakika evvel etrafındakilere: «Kenan Bey gelmedi mi, o beni bırakmazdı!» diye aramış olduğunu herkes gibi ben de bilmekteyim» (18).
(Papaz, Kenan Bey’i son nefesinde acaba hangi dinin telkinini yapması için arıyor? Kelime-i Şehadet için mi, yoksa istavroz çıkarsın diye mi? Bu sorunun cevabını da okuyucularımıza havale ediyoruz).
Hayranları bitip tükenmek bilmiyor Kenan Rıfaî’nin… Şimdi de Fener Rum Lisesi’nden, başka bir «AJAN OKULU» olan St. Benoit Lisesi’ne geçiyoruz: «Bu kitabın (Kenan Rıfaî ve 20. Asırda Müslümanlık) neşri münasebetiyle Kenan Rıfaî’ye sevgi gösterenler tarafından bize gönderilen mektuplar ve yazılar arasından St. Benoit Lisesi hocalarından Pere Andre Duchemin ve M. Teophil Sargologo’nun mektuplarını gerek samimiyetleri, gerek Kenan Rıfaî’nin şahsiyet hususiyetlerini belirtmeleri bakımından buraya koymayı uygun bulduk» (19).
Sargologo’nun mektubundan:
«Ey onu tanımış olanlar! Ey onun büyük varlığı huzurunda bulunabilmek şeref ve saadetine ermiş bulunanlar! Onu asla unutmayın. Onu düşünün, büyük bir mürşid olarak vasıflandırılan bu insanın hatırasını taziz edin, çünkü o, ef’ali ile hakikaten «büyük» ve şefkat nasihatleri ile de «mürşid» ve «pederdir (acaba «Muhterem Peder» mi demek istiyor) … Evet aziz babam (aziz peder de diyebilirdi) gerçi bugün sizi sevmiş olanların arasında değilsiniz, (yani bizim gibi papaz okul hocaları arasında) fakat onların kalbinde ebediyen yaşıyacaksınız»(20).
Görüldüğü gibi «ad»ları bile bizim dilimizi dolaştıran hayranları varmış Kenan Bey’in…
Gelecek yazımız Kenan Rıfaî’nin yüce (!) fikirleri ve Âli tefsirleri (!) hakkında olacak.
- Konumuza kaynak olan ve SAMİHA AYVERDİ, NEZİHE ARAZ, SOFİ HURİ ve SAFİYE EROL’un yazdığı kitabın adı.
- Aynı kitap sh: 25
- Aynı kitap sh: 14.
- Aynı kitap sh. 24.
- Aynı kitap sh: 21.
- Aynı kitap sh: 29.
- Aynı kitap sh: 268.
- Aynı kitap sh: 271.
- Aynı kitap sh: 10.
- Aynı kitap sh: 10—11
- Aynı kitap sh: 146.
- Aynı kitap sh: 171.
- Aynı kitap sh: 208.
- Aynı kitap sh: 91—92.
- Aynı kitap sh: 99.
- Aynı kitap (sh: 275.
- Aynı kitap sh: 277.
- Aynı kitap sh: 277.
- Aynı kitap sh: 284.
- Aynı kitap sh: 288.
ALINTI: Ülkücü Kadro, 1 Mayıs 1977, Sayfa: 13-14.