Tarihin Tozlu Raflarından:
Doğu Türklerinin Şimdiki Durumu
Zeki Velidi Togan
25 Aralık 1962
Rus mahkumu olan Türkler hakkında, bunların dışarı ile artık rabıtaları olmadığından, ancak Sovyet neşriyatından bilgi edinmek mümkündür. Fakat bunlar da Rus görüşünce yazıldığından. verdikleri malûmat tek taraflı ve eksiktir. Bu Türkler hakkında mufassal malûmat ancak II. Cihan Harbinde Almanlar tarafına geçen esirlerden alınabilmiştir. Fakat onlar da oradaki Türklerle doğru dürüst temasta bulunamadıklarından verdikleri malûmat Sovyet matbuatından az farklı olmaktadır.
Yabancı gazetecilerden birisi, Doğu Türklüğünden malûmat toplamak için bir sıra sualler hazırlayıp gitmiş. Fakat alınan cevapların Rus gazetelerinde verilen malûmattan az farklı olduğunu ve bunların gerçeğe uymadığını anladıktan sonra bu aldığı cevapları orada karşılaştığı Türklerden itimat telkin eden birisine okumuş. Fakat o adam da «Bu cevaplar doğrudur» demiş. Çünkü başka türlü cevap verilemez. Bunu hepimiz aynı şekilde bildiğimiz için herkesten aynı şekilde cevap alırız, şayet sonunu düşünmiyen kısa akıllı adamlara veya çocuklara bu sualleri verirseniz belki doğru cevap alırsınız.
1960 senesinde memleketimizden 15-20kadar bilgin Moskova Müsteşrikler Kongresine ve diğer bazı içtimalara katılmak için Rusya’ya gitmiş. Birkaç tanesi Doğu Türk İllerini ve Azerbaycan’ı ziyaret etmişlerdir: Fakat, bunların hiç birisi gördüklerini matbuat sayfasına çıkarmamıştır. Hindistan ve Pakistan’dan Rusya’ya seyahat edenler arasında bazıları seyahat intibalarını neşrettiler. Bunların bazıları çok fayda vermişlerdir. Burada ben ancak Batı İllerinden son dört sene zarfında Doğu Türk illerini ziyaret edenlerin verdiği malûmatı arz edeceğim.
Bu nevi seyyahların yazılarının çoğu İngiliz Kraliyet Orta Asya Cemiyeti’nin jurnalında intişar etmektedir. Bunlardan İngilizlerin «Orta Asya Tetkik Merkezi» namına (Orta Asya Mecmuası) “Central Asian Review”i on yıldan beri neşretmekte olan Albay W. Keler basla gelmektedir. Bu zat Rusya’daki müşahedelerini Orta Asya jurnalında neşretmiştir. Bundan başka İngilizlerden Pintner, Couaelly, Violet, Wouwarren, Marris, Berson, Holmis ismindeki zevatın Doğu Türkleri hakkında yazdıkları makaleler enteresan ve çok mühimdir. İngiliz “Taymisa” ve “New York Taymış” gazetelerinde de çok vakit ve çok taze malumat verilmektedir. Bunlardan mesela: Türkmenistan’da Amuderya nehrinden Kerhinamir’den çıkarılarak şimdi bu sene bir Mayısta Aşkabat’a kadar getirilmiş olan Karakurum kanalına dair verilen malûmat enteresandır. Kanal açılmaya 1956 da başlanmış ve şimdiye kadar 575 mil uzunluğunda olan bu kanaldan 2.5 milyon atar (bir akır yarım dönümdür) yeri sulamaktadır. Bu kanal bundan sonra Aşkabat’tan Hazar Denizi istikametinde devam ettirilecektir. Fakat yeni açılan ve 25 milyon akır yere Rusya’dan getirilen muhacirler yerleştirilmektedir. İsviçre’de çıkan “Die Weltvvoche gazetesinde Gosset ismindeki iki birader Kafkasya ve Türkistan’a yaptıkları seyahatin intibalarını “Rus Sömürgeleri İşte Böyle” başlığı altında yakında neşrettiler. Burada Çüre adlı bir Türkmen gencinin kendilerine Sovyetler tarafından rehber olarak verildiğini ve ondan işittiklerini de yayınladılar. Bu genç Leningrad’da İngiliz Filolojisi tahsili yapmış, komünist partisi azâsı olmuş ve Rus hariciyesine bağlı teşkilatın memuru sıfatiyle Aşkabat’ta üç odalı bir daire kendisine verilmiştir. O seyyahlara Türkistan seyahati boyunca Sovyetleri methederek ve kendi vaziyetinden de memnuniyeti belirterek bol bol malumat vermiş. Kendisi Sovyet memuru olarak İngiltere’ye gitmiş, orasını da görmüş. Gosset ona: “Bir daha İngiltere’ye gider misin?” dediğinde “Evet, giderim. Fakat evvela kendi akrabalarımı ziyaret etmeliyim. Bir müddet onların yanında kalmalıyım” demiş. Akraba ve kardeşlerinin nerede olduğu sorulduğunda, Harezm mıntıkasında çöllerde yaşadıklarını, yani onlara Karakurum’da yer verilmediğini üzüntü ile izah etmiş.
Geçen sene New York Times muhabiri Salisbury, Orta Asya’da yaptığı seyahatlerine dair kendi gazetesinde çok enteresan malûmat vermiştir. Bundan öğrendiğimize göre Buhara’da bu memleketin payitahtının yanı başında büyük tabii gaz ocakları açılmıştır. Buradaki tabii gazın zenginliği Amerika’nın Teksas mıntıkasındaki gaz ocaklarından daha zengindir. Buradan çıkarılan gaz, borularla 40 milde bulunan Taşkent’e ve daha uzun mesafede olan Harezm’e ve Ural dağlarına, oralardaki fabrikalara sevk ediliyormuş. Bununla Buhara tabii gaz bakımından Orta Asya’nın kuvvet kaynağı halini almaktaymış. Bu ise eski medeniyet merkezi olan Buhara’nın Cami-i kebirin meşhur minaresi gibi birkaç eser bırakılmak üzere tamamen tahrip olmakla muazzam buldozerlerle Buhara kökten yok edilmekte, yerine Rus usulünde blok havuzlar yapılıp oraya Rusya’dan amele getirilmekte imiş. Salisbury, Buhara’nın sokaklarında artık iri yapılı Rus kadınları ve mektepleri dolduran Rus çocuklarının dolaşmakta olduğunu, Özbek ve Taciklerin şehrin küçük iç mahallesinde fakir bir surette barınmakta olduklarını yazmıştır.
Meşhur medreselerden ancak bir tanesi, meşhur camilerden de ancak bir tanesi bırakılmış imiş. Salisbury, Semerkant’ın tam bir Üniversite şehri olup iki yüz bin ahalinin 50 bini üniversite talebesine ait olduğunu; fakat Timur ve oğullarının zamanında yapılan muazzam san’at eserlerinin Doğu Türk Elinde eski yüksek medeniyetini muvaffakiyetle temsil etmekte devam ettiklerini yazmıştır. Salisbury, Taşkent’in Sovyetlerin umum Asya’ya iktisaden hâkim olmak maksadıyle geliştirmekte oldukları sanayiin hakiki merkezi haline gelmekte olduğunu, 300 kadar fabrikanın eski şehrin dışarısında yeni bir hayat sahası açtığını, burada istihsal olunan mensucatın zaten Rusya’nın pamuk istihsal merkezi olan Türkistan’ı tekmil Kanada’nın mensucat istihsalinden daha zengin bir sanayi merkezi haline getirdiğini; fakat bu inkişaflardan Taşkent’in yerli ahalisinin üzüntü duyduklarını yazmıştır. Ve Taşkent’i müslüman Asya’nın büyük şehirlerinden olan Tahran ile mukayese etmiştir.
Zikri geçen İsviçreli Gosset biraderler, Semerkant ve Taşkent’i ziyaret etmişler ve bu şehirlere Afrika ve Asya memleketlerinden Moskova’ya gelmekte ve propaganda maksadiyle Lumumba Üniversitesinde tahsil etmekte olan Asyalıların ve Afrikalıların buraya gönderilmekte olduklarını, neticede bu şehrin Asya ve Afrikalıların mülakat merkezi şeklini almakta olduğunu kaydetmişler. Onlar da bu şehirde gelişmekte olan sanayiin evvelce ancak 300.000 nüfusa malik olan şehrin iki milyonu aşmakta olduğunu zikretmişlerdir. Fakat çok dikkati çeken bir husus olmak üzere Türkistan’da olduğu gibi Taşkent’te de Ruslara «Avrupalı» denilmekte olduğu ve bunun mânası Özbek dilinde «Sömürgeci» demek olduğunu, yüksek mekteplerde, kulüplerde ve lokantalarda, kahvehanelerde Ruslarla Özbeklerin yanyana oturmadıklarını, hiçbiri masa başında Rus’la Özbeğin içki içip yemek yediklerini görmediklerini kaydetmişlerdir. Bir Amerikalı filmci yerli talebelerle Rusların merasimde ayrı ayrı yerlerde oturduklarını filme almıştır. Bu zatı bizzat kendim görmüştüm. Onu bir tesadüf eseri mi, yoksa her yerde böyle mi olduğunu kendisine sordum. O da her yerde ben böyle gördüm. Yerlilerle Ruslar gazetelerde, toplantılarda birbirlerini dost ve akraba göstererek makaleler yazarlar, nutuklar söylerler amma hakikatte bunlar ayrı kalmaktadırlar. Yerlilerin Ruslarla evlenmeleri son senelerde azalmıştır. Buna karşılık olarak, Kazakistan’ın Kargemek ve Çiskaygen ismindeki kömür ve bakır fabrikalarından Özbekler, Harezm Karakalpakları, Tatarları ve Başkurtlar, Kırkızlarla aynı fabrikalarda yerlilerin Ruslarla kaynaşmasına sebep olamıyor. Fakat filme almağa müsaade etmediler, dedi.
Zikri geçen “Wild Woche” gazetesinde Kazakistan’ın yerliler elinden alıp Ruslara iskân sahası yapılan «Bakir topraklar» ismini taşıyan sahalardan resimler çıkarıp geniş propaganda yapmakta olduklarını, hattâ burada yerleştirilen Rusların başlarına Kazak beresi giydirip Asyalı usulünde traş ederek, Küba’da gezdirdiklerini resimleriyle beraber neşretti. Fakat bu mesut “Kazak Ailesi”nin başkanın ismini Havana gazeteleri Dimitri Pumkin ve karısınınkini de Katerine Pumkin olduğunu yazdılar. Hakikatte ise Rusların Kazakistan’da giriştikleri geniş iskân siyasetleri bütün Doğu Türkleri içerisinde dehşet yaratmaktadır. Bunu Taymis gazetesi geçen seneki 2 Mart nüshasında Monitor tarafından yazılan makaleler göstermektedir. Bu makalede çadırda oturan Kazaklarla Moskova’nın yaptırdığı güzel bahçeli iskân evlerinde yerleşen Rusların resimlerini de vermiştir.
Pakistan Taymis gazetesi ise, Orta Asya yoliyle Moskova’ya giden Pakistan’lılara
edilmediği yazılmıştır
yetle kaydetmek istediğim bir husus da nüfus artımına ve tahsile dair istatistiklerdir. Bunlardan bilhassa Mistir Wilhıs bahsetmiştir. Özbekistan’ın yüksek mekteplerinde 927 de talebenin ancak yüzde 2 si Özbek olduğu halde, 933 te talebe sayısının yüzde 62 sinin Özbek olduğu. 960 senesinde ise mekteplerde yerli talebenin hemen hemen nüfusla mütenasip bir şekilde olduğunu belirtmiştir. 959 senesi istatistiği ise gerek Özbekistan’da ve gerekse Kazakistan’da Rus nüfusunun artmasına karşı şiddetli bir sessiz mukavemetin gösterildiğini belirtmiştir Bu husus bilhassa Fergana’da ve Mirza Çölü ismindeki yerlerde, yeni açılan kanallarda, yerlilerin iskan edilmediği sahalarda görülmektedir. Anlaşılıyor ki, bu işi yapanlar yerli komünistledir. Sessiz mukavemetin kahramanları bunlardır.
Sovyet Rusya’nın muazzam propaganda ve terbiye baskısının, partinin ve iktisadî merkezîleştirmenin 45 seneden biri yaptığı işlemin tepkisi büyüktür. Rus mezalimi altındaki insanlara kendi dillerince hitap edilerek, “Rusca dili ana dilimizdir”, denilmektedir. Gelecek nesillerimiz Rusça konuşacaktır mealinde sözler sarfedilmekledir. Bunların başında Özbek muharriri Raşidof gelmektedir. Bu zat 1917 senesinde Cizzak’ta doğmuş, orta teknik mektebini bitirdikten sonra üniversitede filoloji tahsili etmiştir. Parti sekreteri, Kızıl Özbekistan gazetesinin başmuharriri, Özbekistan Muharrirler Cemiyetinin reisi, Özbekistan Yüksek Şurası reisi vazifelerinde bulunmuş. Sovyet yazarlarıyla birlikte Çin, Hindistan, Endonezya, Mısır, Pakistan, Afganistan, Vietnam, Moğolistan ve Afrika memleketlerinde propaganda seyahatlerinde bulunmuş. En küçük eseri Kazakistan’da yerlilerin elinden alınıp Ruslara verilmiş olan bakir topraklara ait faaliyetleri methederek yazdığı “Fırtınadan Daha Güçlü” ismindeki romanıdır. İşte bu zat şimdi, vazifeyi, bunun gibi aynı vazifeyi 917 de doğmuş olan Muhiddinof yapıyordu. O tekmil Rusya’da tanınmış bir şahsiyettir. Şimdi o oradan kayboldu. Kimse onun hakkında, ne olduğunu söyliyemez. Bir gün elbette Raşidof’un başına da aynı şey gelecektir. Doğu Türklerinin en büyük faciası inançlarını ve milletlerinin menfaatleri aleyhinde olan fikirleri savunmak, zulümleri en büyük saadet diye göstermektir. Bu mealde romanlar ve şiirler yazmak, dış memleketlere gidip propagandalarda bulunmaktır. Bunlardan Tatar muharriri Abselamof’un yazdığı eserleri Ruscadan başka Bulgarca, Macarca, Moğolca, Çince, Tibetçe, Fransızca, İngilizce dillerde hazırlamaktadır. Raşidof’un eserleri de aynı şekilde muhtelif dillerde neşredilmektedir. Zaten Sovyetler, Rusya dışında yaşamakta ve kendilerine sempati besliyen ve hiç olmazsa memleketlerdeki hayatın menfi taraflarını, sefaletleri, neşreden dost muharrirlerin eserlerini de dünyanın meşhur dillerinde neşrettirmektedirler. Bu gibi işler Lumumba Üniversitesi gibi Taşkent’teki Komünist Üniversitesi tarafından da yapılmaktadır. Bir çokları dış memlekette yaşıyan Rusya dışı memleketlerin kendileri yapıyor gibi Sovyetler dışarıda da neşriyat yaparlar Meselâ Fransa’da. Bu gibi; Sovyetlere cebren çalıştırılmış Doğu Türk şairlerinden Jan Pol’ün eserleri de türlü dillere tercüme edilmiştir. Fakat 100 yaşında ölen Jan Pol’ün okunması ve neşredilmesi yasak olan bir şiiri vardır. Ben bir zamanlar vatanım olan Talas Aladayların bir başından diğerine koşarak gezinen bir atmacası gibiydim. Milletimin dertlerini söylerdim. Fakat Allah bana son ömrümde “esir ol, cefa çek” diyerek dilde vesahat ve şiir hüneri vermiştir. Bunun neticesi olmuştur. Benim yaşım doksana geldiğinde bülbül gibi ancak kafese kondum.)