Zekeriya Sertel
HATIRLADIKLARIM
…
Ziya Gökalp’le İlk Tanışma
O vakitler İttihat ve Terakki’nin en kuvvetli ve nüfuzlu üyesi Ziya Gökalp idi. O vakte kadar Diyarbakır’ da sessiz ve iddiasız yaşayan bu adamı nasılsa İttihat ve Terakki merkezi keşfetmiş ve onu genel merkeze üye yaparak Selanik’e getirtmişti. Ziya Gökalp o zamana kadar ne siyaset, ne de fikir ve sanat hayatında tanınmıştı. Diyarbakır’ da kendi kendine yetişmiş bir ilim adamıydı. Fakat orada dünya ile ve memleket fikir hayatı ile bağları kesilmiş bir halde yaşıyordu. Bir ara Diyarbakır’da Küçük Mecmua adında bir dergi çıkararak fikirlerini yaymaya çalışmıştı.
Fakat bu küçük vilayet dergisi kimsenin dikkatini çekmemişti.
Onu ilk defa şimdi tanıyorduk. Zekası, derin bilgisi ve orijinal fikirleriyle derhal dikkati üzerine toplamış ve etrafını Selanik’in aydınları sarıvermişti.
Ziya Gökalp, İttihat ve Terakki’nin ideolojisini yapmaya ve yaymaya başlamıştı. İttihat ve Terakki, Büyük Fransız ihtilalinin hürriyet, eşitlik, adalet ilkeleri ile ortaya çıkmıştı. Fakat bunları hayata nasıl geçireceği, memleket idaresini nasıl yürüteceği hakkında açık bir fikir sahibi değildi. İmparatorluğun artık devrini bitirdiğini ve Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan öteki milletlerin bağımsızlık savaşı içinde bulunduklarını göremiyordu.
İttihat ve Terakki’nin ideolojisine bilimsel yoldan ilk biçim vermeye çalışan Ziya Gökalp olmuştur.
Ziya Gökalp sade, sessiz, son derece alçakgönüllü bir adamdı. Toplantılarda sıkılgan ve çekingen bir hali vardı. Başını bir yana eğer, ellerini göbeğinin altında bağlar, gözlerini yere dikerek saatlerce sessiz otururdu. Dinleyip dinlemediğini anlamak güçtü. Sonuna kadar söze karışmaz, kendisini unuttururdu. Fakat bir kez de konuşmaya başladı mı, durmadan anlatırdı. Hazır bulunanlar derhal seslerini keser, dikkatle ve hayranlıkla onu dinlerdi. O zamana kadar hiçbirimizin aklına gelmeyen şeyler söylüyor, yeni fikirler ortaya atıyor ve bütün söylediklerini bilimsel esaslara dayandırıyordu. Hatip değildi. İyi konuşamazdı. Fakat dinleyenleri hayretten hayrete düşürmekten de geri kalmazdı. Merasimden kaçar, teklif tekellüfe önem vermezdi. Yaşayışı da son derece basitti. Paraya, eğlenceye, lükse değer vermezdi. Evindeki hayatı da bir vilayet adamının hayatından ayırt edilemezdi.
Ziya Gökalp, Osmanlı zihniyetinin ve Osmanlı geleneklerinin yıkılmasını istiyordu. Onun o vakit ileri sürdüğü fikirler şöyle özetlenebilir: Onca, Osmanlılık Türke çok zarar vermişti.
Dilini Arap ve Acem kuralları bürümüş, Türk, öz dilini unutmuştu. İmparatorluğu oluşturan uluslar kendi ulusal bilinçlerine erişmekte oldukları halde, Türkler kendi benliklerini kaybetmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu içinde Arap Araplığını, Rum Rumluğunu, Yahudi Yahudiliğini korumuştu. Fakat Türk Türklüğünü inkar edecek kadar benliğinden uzaklaşmıştı. Şu halde ilk yapılacak iş Türk dilini yabancı kurallardan, yani Arap ve Acem etkisinden kurtarmak, Türk dilini halka indirerek özbenliğine kavuşturmaktı. Bunun için de Arap ve Acem kurallarını dilden atarak Türk diline kendi gramerini hakim kılmaktı. Dil sadeleştirilmeli, halkın konuştuğu dil kullanılmalıydı. Şiirde aruz vezni bırakılmalı, Türk dilinin kendi vezni olan hece veznine geçilmeliydi.
Gerçekten Türk dili artık anlaşılmaz bir hale gelmişti. Türk şair ve yazarları öyle bir dil kullanıyorlardı ki, halkın bunu anlamasına olanak yoktu. Yazar ve şairler sözlüğe bakarak Türk kelimeleri yerine Arap ve Acem kelimeleri kullanmayı adet edinmişlerdi. Dil ne kadar anlaşılmaz hale sokulursa kendilerince o kadar büyük bir iş yapılmış olurdu. Böylece edebiyat ve sanat halktan uzaklaşmıştı. O vaktin büyük yazar ve şairleri Abdülhak Hamit, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif, hatta Tevfik Fikret halk diliyle konuşmuyorlardı. Onun için de halk onları anlamıyordu. Ziya Gökalp’in hakkı vardı. Onun istediği, dilde milliyetçilikti. Bu, halka doğru giden bir hareketi yaratmak demek olduğu için, olumlu bir işti.
Ziya Gökalp’in ikinci hedefi Türk ulusuna benliğini tanıtmak, halkın milli bilincini uyandırmaktı. Yabancı kapitalist memleketler, yurtta azınlık unsurlarını himayeleri altına alarak, onları kendi ajanları gibi yetiştirmişlerdi. Onlarla iş yapar, onlara kredi açar, memleketin ekonomik hayatına el koymaları için onlara yardım ederdi. Bu yüzden azınlıklar, Türk ekonomisine egemen olmuşlardı. Ziya Gökalp’e göre memleketin ekonomisi bu yabancı unsurların elinden alınıp Türkün eline verilmeliydi.
Bir nevi milli burjuvazi yaratılmalıydı. .. Böylece Osmanlı Devleti yerine bir Türk Devleti kurmak ve bunun gereğini gerçekleştirmek gerekti.
Ziya Gökalp kendi fikirlerini yaymak için bir organa muhtaçtı. Bu maksatla Selanik’te Genç Kalemler dergisini çıkardı. Burada Ömer Seyfettin, Aka Gündüz, Emin Bülent, Ali Canip ve başkaları onun çevresinde toplanmışlardı. Bu dergide bir yandan Ziya Gökalp teorilerini anlatıyor, bir yandan da Ömer Seyfettin, Ali Canip, Aka Gündüz ve arkadaşları sade halk diliyle yazılar, hikayeler ve şiirler yazarak bu teorileri hayata geçiriyorlardı. Bilinçli bir biçimde sade halk diliyle yayın yapan ilk dergi Genç Kalemler olmuştur.
‘Yeni Felsefe’ Dergisi ve O Dönemin Fikir Akımları
Biz de Ziya Gökalp’ten aldığımız ilhamla Yeni Felsefe adında küçük bir dergi çıkardık. Bu dergide Osmanlılıktan kalmış kötü mirası yıkmaya çalışıyorduk. Osmanlı İmparatorluğu yabancı nüfuzuna yol açmış, memlekette kapitülasyonların kurulmasına olanak tanımıştı. Biz bütün yabancı müesseselere saldırıyorduk.
Kapitülasyonların kaldırılmasını, yabancı elinde bulunan müesseselerin millileştirilmesini istiyorduk. Yabancılara tanınan imtiyazların toptan silinmesini savunuyorduk. Aynı zamanda Türkü tevekküle, tembelliğe, işsizliğe götüren köhne geleneklere çatıyorduk. Özellikle bağnazca gelenekler ve önyargılar başlıca hedeflerimizdi. O vakitler bağnazlık kafaları zincirlemiş, ruhumuzu boğmuştu. Kadın, köle hayatı yaşıyordu. Peçe ve çarşaf kadını küçültüyordu. Toplumsal gelenekler ayaklarımızda ağır bir zincir gibiydi. Bu geçmişi yıkmak, halkı geçmişin kötü geleneklerinden kurtarmak gerekti. Her genç gibi biz de atalarımızı beğenmiyor, yeni bir ufuk açmak, yeni bir alem yaratmak istiyorduk.
Dergimize Yeni Felsefe adını verişimizin nedeni de buydu. Biz, memlekete yeni bir görüş getirdiğimizi iddia ediyorduk. Olayları yeni bir açıdan görüyor, Doğu’nun zincirlerini kırmaya çalışıyorduk. Bunun için de yeni bir felsefi görüşe ihtiyaç vardı. Bu, büyük bir işti. Bilgi isterdi, savaş isterdi, yeni ilkelerle ortaya çıkmayı gerektirirdi. Fakat biz gençtik. Aşkımız vardı. Azmimiz vardı.
Yenilmez idealimiz vardı. Önümüzde engel tanımıyorduk. Bizim için yeni bir dünya yaratmak imkansız görünmüyordu. Boyumuzdan büyük bir işe girdiğimizin farkında bile değildik.(…)
KAYNAK: Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, s. 33-36, 5. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul-2001.