“Başımızda ‘Sultan’ İstemiyoruz !..”
-Erdoğan’a ‘İslamofaşist’ Denebilir mi?-
Dr. Hayati BİCE
Geçtiğimiz hafta sonu Ankara’nın Kızılay meydanından geçerken tanık olduğum birkaç yüz kişilik bir topluluk, Güvenpark’ta toplanan bir grup insan, ‘Taksim Gezi Parkı olayları’nı protesto gerekçesi ile bir ağızdan haykırıyordu: “Faşizm’e Karşı Omuz Omuza.”
Bu slogan beni yıllar önce, 12 Eylül öncesinden “Halkın Sülalesi” olarak adlandırılacak kadar çok fraksiyona bölünmüş komünist gösterilerine götürdü. Daha sonra birden bire alevlenen “İslamofaşizm” kampanyası, aklıma geldi. Bu kampanya üzerine kaleme aldığım ve ilk olarak 12 Ekim 2006 tarihinde yayınlanan “İslamofaşizm” Otopsisi başlıklı yazımda Batılı çevrelerin Washington’dan dolaşıma arz ettiği “İslamofaşizm”in “nasıl bir faşizm” olabileceğini (daha doğrusu olamayacağını) gözler önüne sermeğe çalışmıştım.[1]
“İslamofaşizm” hakkındaki yazımın sunuşunda konunun pratik karşılıkları bahsini daha sonra yazmayı vaad etmiş ama bir türlü fırsat bulamamıştım. Ancak konunun Başbakan Erdoğan’ın ‘otoriter eğilimleri’ bağlamında yeniden ısıtılması, bu tartışmayı yeniden ele almamı zorunlu hale getirdi.
“Başımızda ‘Sultan’ İstemiyoruz !..”
The Economist dergisinin 8 Haziran 2013 tarihli sayısı T.C. Hükûmeti Başbakanı’nı “Sultan” olarak betimleyen bir kapakla çıktı. Kapağı süsleyen III. Selim aşırması portrenin altındaki başlık daha önemli idi: “Erdoğan ve Türk Başkaldırısı”
Taksim Gezi Parkı’nın yeşil alan olmaktan çıkartılmasını protesto için başlayan ve hızla gelişen süreçte konuya müdahil olan Batı medyasının konuyu tamamen başka bir mecraya taşıyıp, iktidarı “İslamofaşizm” ile, Erdoğan’ı “diktatör” olmakla suçlamaya başlaması ilginç ve önemli bir tavırdı. Önce The Economist dergisinin T.C. Hükûmeti Başbakanı’nın “Sultan” olarak betimleyen kapağı, sonrasında CNN International, ABC News gibi önemli TV kanallarının T.C. Hükûmetini “otoriter sapma” ile suçlamağa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı “tiran” olarak tanımlamağa varan dezenformasyon çabaları, konunun ciddiyet ve aciliyetini gözler önüne serdi.
İlk olarak A.B.D.’nin neo-con kalemlerine dolanan bir terim olarak gündeme gelen “İslamofaşizm” terimi ve “İslamcı Faşistler” suçlamasının, son zamanlarda AKP lideri ve T.C. Hükûmeti Başbakanı’na karşı tekrar kullanıma sunulması konuya yabancı akademisyenlerin bile dikkatinden kaçmamıştı.[2] Konunun ilk olarak 2006’da ABD’de dolaşıma girmesinden sadece birkaç gün sonra, Türkiye’den İlhan Selçuk, “İslamofaşist Darbe Üzerine” başlıklı yazısı ile aynı hedefi dövmüştü.[3]ABD’deki siyonist lobinin keskin kalemlerinden Daniel Pipes ise, İslamofaşistlerle Savaşta başlıklı yazısı ile hemen sipere girip mevzisini almıştı.[4]
AKP yandaşı olarak bilinen basının, -genellikle olduğu gibi- çuvalladığı bu konuda, ‘2006 İslamofaşizm Kampanyası’ sırasında, konuya dikkat çeken Mustafa Akyol’un hassasiyeti övgüye değerdir.[5] Konunun Recep Tayyip Erdoğan bağlamında henüz Türk medyasının gündemine girmemesi, olsa olsa Türk basınının klasik popüler magazin kovalama tavrının ürünüdür.
Okurun “İslamofaşizm” fabrikasyonunu daha iyi kavrayabilmesi için faşizm konusunda bazı bilgileri hatırlamak faydalı olacaktır.
Faşizm Korkuluğu Hakkında…
En geniş kapsamlı tanımı ile faşizm “örgütlenmiş ve yaygın bir yabancı düşmanlığı; ülkede nüfus çoğunluğunu oluşturan ya da ekonomik-politik-askeri alanda egemenliği elinde bulunduran etnik bir gruba izafe edilen ve ırkçı temellere dayandırılan bir üstünlük düşüncesi ile karakterize, halka parlak bir gelecek ya da şanlı geçmişin yeniden yükselişini vadeden; toplumdaki tüm sorunları belirli etnik gruplara yükleyip çoğunluğu temize çıkaran politik bir sistemdir. Faşizm “kollektif bilinç” üzerinde egemenlik kuran, bireyi yok sayan, kişi hak ve hürriyetlerini özgürlüklerini sıfırlarken, devlet olarak somutlaşan kamu gücünü sonsuz derecede arttıran, devlet otoritesiyle birey üzerinde zalimane bir baskı kurarak kişinin hayat alanını daraltan ve kişinin en temel davranışlarını bile denetlemeye çalışan, metod itibariyle “birey”i yok edip, kitle içinde eriterek devlet otoritesinin değersiz bir parçası haline getirmeyi hedefleyen bir ideoloji”dir. Bu “hoyrat ideoloji”nin hayat geçirilebilmesi için “mutlak yaptırım” gücünü elinde bulunduran “acımasız bir lider” ve giderek ikonik bir tapınma nesnesi haline gelecek olan bu “lider” e kayıtsız-şartsız itaat edecek bir “parti örgütü”nün egemen olacağı rejime ihtiyaç vardır.
Faşizm güçlü azınlık çevresinin çıkarlarının tüm güçsüzlerin hakları üstünde sayıldığı, demokrasi, insan hakları, adalet, toplum barışı ve insancıl herhangi bir eğilim ile bağdaşması asla mümkün olamayacak patolojik bir düşüncedir. Faşizm ile ırkçılık eş anlamlı değildir; Almanya’da Adolf Hitler’in Nazi Partisi’nin “nasyonal sosyalizm” uygulaması ile denenmiş olan biyolojik ırkçılık, faşizmin bir alt türevidir.
Faşizmin olmazsa olmaz özelliği, zorbalığa dayanarak düşünce hürriyetini yok etmesidir. Faşist rejimde güç hiyerarşisinin en tepesindeki diktatörün her sözü anayasa kuralıdır ve neredeyse ilahi bir emir gibi tartışmasız olarak mutlak itaati gerektirir. Faşizm teorik olarak “devlete karşı hürriyet yoktur” derken tarihteki pratik uygulamaları göstermiştir ki aslında faşizmde hiçbir hürriyetin en ufak bir zerresi bile yoktur.
Faşizmin tarih içerisinde görülen uygulamaları aşırı ve saldırgan milliyetçilik, güç ve şiddet mistifikasyonu gibi bazı ortak unsurları içerir. İnsanlığın yaşadığı faşizm uygulamaları taşkın, saldırgan bir devletçilik çılgınlığıdır. Ünlü sosyolog Michael Mann bu tanımın ırkçılık, devletçilik, saldırganlık, temizlikçilik, paramilitarizm şeklinde mutlak gereken beş unsuru olduğunu ve bu özelliklerin her birinin tek başlarına başlarına “faşizm”i açıklayamayacaklarına işaret etmiştir.
Totaliter anlayıştaki bu sisteme göre, devlet toplum hayatını bütün yönleriyle kapsar, devletin karışmadığı hiçbir alan yoktur. Aile hayatı, ekonomik serbestiyet, fikir hürriyeti ve dinî hayat herşey devletin ilgi alanındadır. “Kutsal” Devlet gerekirse kişilerin niyetlerini bile yargılar, kişi için “özel hayat” kavramı yoktur.
Tarihi sürecin getirdiği değişim ile bugün faşizm, ırkçılık ötesinde egemen hale getirilen herhangi bir ideolojiyi baskı ve zorbalıkla toplumun tamamına kabul ettirmek isteyen her türlü siyasi akımı tanımlamak üzere kullanılmaktadır ki bugün bu şablon ile marksist bir ideolojiyi esas alan bir ‘faşist uygulama’ dahi sözkonusu edilebilir.
Faşizmin Karakteristik Özellikleri:
Siyasetbilimci Lawrence Britt yaşanmış tarihi tecrübeleri analiz ederek ve dünyanın son yüzyılda tanıdığı başlıca faşist yönetimler olan Mussolini, Hitler, Franco, Suharto ve Pinochet diktatörlüklerini karşılaştırarak faşizmin belirleyici unsurlarını şu şekilde belirlemiştir:
1. İnsan haklarına aykırı davranmak, saldırgan bir ırkçılık gütmek.
2. Aydın ve sanatçılara karşı nefret oluşturmak.
3. Milli birlik kurgulamak üzere bir günah keçisi/düşman tanımlamak.
4. Güvenlik paranoyası yaymak, sonucunda ağır bir askeri egemenlik oluşturmak.
5. Suç / ihanet ve ceza / linç psikolojisini yaymak.
6. Cinsiyet ayrımcılığı uygulamak.
7. Medyayı baskı altına almak.
8. Yaygın kişi/zümre kayırmacılığı ve yolsuzluk yapmak .
9. İş dünyasını kollamak, yanısıra emekçileri ezmek.
10. Dini siyasetin emri altına almak.
Değerlendirmemizin bu noktasında şu sıralanan maddelere bakılırsa, İslam ile faşizm arasında bir birliktelik düşünülebileceği ya da oluşturulabileceği mümkün görülmemektedir. İslam ile faşizmi birleştirme/benzeştirme çabasının tamamen “sentetik” ve bir o kadar “anlamsız” bir konu olduğu öylesine açıktır ki…
Ancak, herhangi bir İslam ülkesinde yönetim erkini elinde tutan herhangi bir figürün uygulamalarını, bu kurallara göre test edip faşizan eğilimler içerip içermediği tartışılabilir. Bu açıdan, gerek ülkemizin, gerekse hemen hemen tüm İslam ülkelerinin durumu tartışmaya açıktır.
Yine de, önemine binaen, genel bir kural olarak şunu belirtmeliyim: Siyaset pratiğinde faşizan uygulamalar sergileyen herhangi bir İslam ülkesi yönetimi faşizme kaydığı ölçüde İslam’dan uzaklaşacaktır; uzaklaşmaktadır.
Kime “İslamofaşist” Denebilir?
Sorunun bir kişi odaklı olarak özelleştirilerek yanlış yönlere taşınmasını önlemek için, kendi kanatimi hemen söyleyip yanıtımı vereyim: Müslümanlığını tahkik noktasına taşımış hiç kimseye…
Bir cümle ile tekrar hatırlatmak gerekirse, İslamofaşizm; Türkiye’nin ezici çoğunluğunun inanç aidiyeti olan “İslam” ile son yüzyıl tarihinin bilindik kirli ideolojilerinden “faşizm”in zoraki izdivacı ile “türetilmiş” bir terimdir. Teorik olarak “İslamofaşizm”e inanıp bunun gereğini işleyen kişilere “İslamofaşist” denilmesi gerekir.
İslam ile faşizm arasındaki aykırılıkları detaylandırmak mümkünse de, böylesi bir zorlama ile “İslamofaşist” üretmek, söz konusu kişi, dini yaşama pratiği hangi düzeyde olursa olsun, İslam inancının sağlam bir takipçisi ise “anlamsız bir çaba” olmaktan öte gitmeyecektir.
İslam ile Faşizmin izdivacını “ola-bilemez/sürdürüle-bilemez bir birliktelik” olarak tanımladığım yazıda Faşizmin, Türkiye’de genel halk kitlesi için sol çevrelerin -özellikle 12 Eylül öncesi- milliyetçi hareketi tanımlamak ve suçlamak kasdıyla kullanım alanına soktuğu bir kavram olduğunu; bu siyasi tanımın Mussolini İtalya’sının baskıcı, totaliter yönetim tarzını ifade ettiğini kaydetmiştim.
Burada sıraladığımız esaslar ışığında, saçmalığı aşikâr şekilde ortaya çıkan “İslamofaşizm” fabrikasyonunun bir aydın zırvası olmanın ötesine geçerek, bugün dünyanın süpergücü olarak BOP projesi ile “dünyaya nizam vermeğe soyunan” ve pratikte ise sadece “İslam coğrafyasını kana bulayan” George W. Bush döneminde ABD yönetim hiyerarşisinin en tepesindeki isimlerin diline kadar çıkması garip bir durumdu.
Erdoğan’ı Bekleyen Tehlike ve Üzerine Düşen Görev
Siyonist Yahudiler ile “Mavi Marmara Gemisi Katliamı” gibi bazı olaylarda ters düşen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bu çevrelerin etki alanındaki Batılı medyada “İslamofaşist” olarak etiketlenmesi halinde, imaj kaybına uğrayarak yıpranmaması çok zor görünmektedir.
Bugün bir dergi kapağında “sultan” olarak tasvir edilmek, yarın Hitler ile birlikte anılmak değil bir T.C. Başbakanı için sıradan bir vatandaş için bile kabul edebilecek bir durum değildir. Bir zamanlar Erdoğan övgüleri ile kadim yoldaşlarının bile tepkisini çeken Ahmet Altan’ın 2012 yılında yazdığı bir yazıda Erdoğan’ı İspanyol faşizminin önderi Franko’ya benzeten yazısı, bu konuda bir ilk alarm olarak kabul edilmeli idi.[6] Aynı yazarın Taksim Gezi Parkı olayları üzerine kaleme aldığı yeni bir yazısı ile Erdoğan-Franko eşleştirmesinde ısrar etmesi konunun peşinin bırakılmadığını göstermiştir.[7]
Konunun bir parti meselesi olarak kabul edilmesi ve siyasi mülahazalarla Erdoğan’a yöneltilen “diktatör” kampanyasına sıcak bakılması, bir şekilde destek verilmesi tuzağına da düşünülmemelidir. Ancak bu noktada şunu da kaydetmeliyim ki, Başbakan Erdoğan’ın da yukarıda sıralanan kriterlerden hangileri kendisi için “yakışır” olabilecekse, o konuda gerek dilini gerekse halini sorgulaması ve kendi fani şahsını ilzam etme ötesinde İslam’ın ezeli/ebedi kutsallarını hedef alan kampanyaları boşa çıkartmaya gayret etmelidir.
Milli çıkarları gözeterek, Türk tarihinin seyrine uygun bir politika izleyecek, her hangi bir parti liderinin de aynı şekilde suçlanacağını görmek için kâhin olmak gerekmiyor.
Hele ki, yıllarca ‘faşist’lik ile suçlanmış, temiz Anadolu çocukları olarak biz ülkücülerin…
___________________________________________
İletişim: http://www. hayatibice.net
[1] Dr. Hayati Bice, “İslamofaşizm” Otopsisi http://www.haber10.com/makale/4770/#.Ubhv3JzSkQs
[2]Frank J. Gaffney, Islamofascist coup?, 13 Mart 2006,
http://www.washingtontimes.com/news/2006/mar/13/20060313-094413-3980r/
[3]Daniel Pipes, İslamofaşistlerle Savaşta, 14 Ağustos 2006,
http://www.danielpipes.org/3848/at-war-with-islamic-fascists
[4]İlhan Selçuk, ‘İslamofaşist Darbe’ Üzerine… 17 Mart 2006,
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=260126
[5] Mustafa Akyol, ‘İslamofaşist’ Yaygarası Nereden Çıktı?, 20 Mart 2006,
http://www.mustafaakyol.org/dogu-bati-meseleleri/islamofasist-yaygarasi-nereden-cikti/
[6] Ahmet Altan, Erdoğan Franco Olmak İstiyor, 17 Ağustos 2012,
http://www.medyatutkunu.com/2012/08/17/erdogan-franco-olmak-istiyor/
[7] Ahmet Altan yazısını şu meydan okuma ile bitiriyor: “Yaşasın ölüm” diye bağırarak cumhuriyetçileri kıran Generallissimo Franco’nun zaferini bir daha yaşamayı umut etmeyin. 1939 İspanya’sında değil 2013 Türkiye’sindeyiz, bu tarihte bu ülke, kendi “Bastil zindanlarını” esprilerle yıkıyor, zekâları ve cesaretleri karşısında kazanmayı umduğunuz zafer sadece bu ülkeyi yakmak olur. Bunu size yaptırmazlar. Sadece Türkiye değil, bütün dünyanın demokratları bir arada bağırıyor çünkü: “No pasaran.” Geçiş yok. Geçemeyeceksiniz.”
Ahmet Altan, No Pasaran, 6 Haziran 2013. http://t24.com.tr/yazi/no-pasaran/6833