ÖMER SEYFETTİN VE TÜRK DÜNYASI |
Bilgehan Atsız Gökdağ*
*Prof. Dr.,
Kırıkkale Univ., Fen Edebiyat Fak., Türk Dili ve Edebiyatı Böl.
GİRİŞ
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti içindeki Türk aydınları arasında kimlik arayışlarının bir yansıması olarak milliyetçilik üzerine çok sayıda düzyazı ve şiir ortaya çıktı. Bu eserlerin merkezine yerleştirilen ‘Türk’ imparatorluk dışında kalan toplulukları da kapsamaktaydı. İlk olarak Ahmet Vefık Paşa, 1876’da yayımlanan Lehçe-i Osmani adlı eserinde Osmanlı coğrafyası dışında Türkçenin değişik lehçelerinin konuşulduğunu yazmıştır. Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları adlı eserinde ilmî ve estetik Türkçü olarak nitelediği Ahmet Vefık Paşa’nın ilk filolog olduğunu “Ahmet Vefik Paşa, Şecere-i Türkî’yi Doğu Türkçesinden İstanbul Türkçesine aktardı. Bundan başka Lehçe-i Osmanî adında Türkçe bir sözlük yazarak Türkiye’deki Türkçenin genel ve büyük Türkçenin bir lehçesi olduğunu ve bundan başka Türk lehçeleri bulunduğunu aralarında karşılaştırma yaparak ortaya koydu” cümleleriyle beyan eder (2018: 20). Şemsettin Sami Lisan-ı Türkî Osmanî üzerine adlı yazısında Osmanlıca diye bir dilin olmadığını, Türk dilinin sınırlarının Adriyatik Denizi kıyılarından Çin sınırlarına ve Sibirya’nın iç kesimlerine kadar yayılan önemli bir ulusu tanımlamak için kullanıldığı sonucuna varır. Şemsettin Sami, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu içindeki Türklerle Türkistan’ın geniş bölgelerinde yaşayanların arasında dil ve tarih açısından güçlü ortak bağlar bulunduğunu ifade ediyordu (Landau 1999:50). Türkçülük fikrinin ilk temsilcileri olan Ahmet Vefık Paşa, Süleyman Paşa, Şemsettin Sami, Necip Asım, Veled Çelebi, Bursalı Mehmet Tahir, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali Turan gibi ilim ve fikir adamlarının gayretleriyle dil ve tarih alanında bazı çalışmaların yapıldığı görülür. 20. yüzyılın başlarında ‘dış Türkler’ veya ‘Türk dünyası’na ilginin Osmanlı Türk aydınları arasında daha da arttığını görmekteyiz. Bu ilgi artışında İdil-Ural, Kırım ve Kafkasya bölgesi kökenli bazı Türk aydınlarının etkisi de bulunmaktadır. Özellikle Yusuf Akçura tarafından 1904 yılında yayımlanan “Üç Tarz-ı Siyaset’’ Türk milliyetçiliği düşüncesinin ilk manifestosu sayılması gereken hacimce küçük ancak etkisi büyük bir eserdir. Nitekim 1908 yılı sonlarında kurulan Türk Derneği Akçura’nın “Uç Tarz-ı Siyaset’inde ileri sürdüğü “Türklerin birliği” (tevhid-i Etrak) fikrini benimsemiş ve faaliyetlerini bu çerçeve içinde yürütmeye çalışmıştır (Arai 1994:25).
Osmanlı haricindeki Türklerden “kavimdaşlarımız” diye bahseden Ömer Seyfettin’in düşünce dünyasında ‘Türk dünyası/Turan’ en önemli kavramlardan biridir. Onun Türk dünyasına yaklaşımının merkezinde Osmanlı ve İstanbul bulunmaktadır. Ömer Seyfettin’in Türk dünyası ile ilgili düşünce ve yaklaşımları ağırlıklı olarak şiirlerinden hareketle daha önce kısa bir makale çerçevesinde ele alınmıştır (Çağın 1997: 3-7). Bu çahşmada ise millet, vatan, dil, kültür kavramları penceresinden Ömer Seyfettin’in Türk dünyası hakkındaki düşünceleri makalelerinden hareketle ele alınacaktır. Çahşmada Ömer Seyfettin’in makalelerinden yaptığımız alıntılar Nazım Hikmet Polat tarafından hazırlanan Ömer Seyfettin Bütün Nesirleri (2016) başlıklı esere dayanmaktadır. Şüphesiz Ömer Seyfettin’in şiir ve hikâyelerinde de Türk dünyasına ait yansımalar bulunur, ancak çalışmanın sınırlılıkları ve edebî eserlerin daha itibari metinler olması sebebiyle makalelerinden hareketle Türk dünyasına yaklaşımını ele almak maksada uygun görülmüştür.
Otuz altı yıllık ömrüne pek çok eser sığdıran Ömer Seyfettin, roman ve şiirler yazmış olsa da hikayeci kimliği ile öne çıkmıştır. Ömer Seyfettin’in Millî Edebiyat anlayışı çerçevesinde dilin sadeleştirilmesine yönelik olarak Genç Kalemler başta olmak üzere çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı ‘Yeni Lisana dair yazılar, Türk düşünce tarihi içinde özel bir yer tutmaktadır. Türkçülük ve Turancılık düşüncesine mensup olan Ömer Seyfettin’in eserlerinde bu fikrin çeşitli açılardan yansıtıldığı görülmektedir. Türk dünyasının bir parçası olan Balkanlar ve Osmanlı’nın buraları kaybedişi hikâyelerinde yer yer işlenmiştir. Bazı şiirlerine Türk mitolojisi ve destanları kaynak oluşturmuş, onların bir kısmım nazma çekmiştir. Bu şiirlerde Türklerin yeniden Ergenekon’dan çıkacağına vurgu yapılır. Rus ve Çin zulmü altında inleyen
Türklerin kurtuluşunun yakın olduğu ve Turan’ın gerçekleşeceğine olan inancını şiirlerinde aksettiren Ömer Seyfettin, Türk mitolojisindeki bozkurt ve alageyik gibi hayvanlara da yer verir. Bu şiirlerde Kazak, Kırgız, Özbek, Uygur gibi Türk boylarının içinde bulunduğu durum anlatılır. Ömer Seyfettin’in makalelerinde Türk dünyası, Türk lehçeleri, Turan ve Türkiye dışı Türk edebiyatına mensup bazı şahsiyetler çeşitli açılardan değerlendirilmiştir.
Türklerin birleşmesinin önemine vurgu yapan Ömer Seyfettin diğer Türk lehçelerinden kelime alımına karşı çıkmaktadır. Türk Yurdu dergisinin Tatar Türk’ü olan genel yayın yönetmeni Yusuf Akçura’nın ‘Osmanlı değildir’ bahanesiyle eleştirilmesi karşısında ona sahip çıkar. Türk milletini inkâr edenlerin öncelikle onun diline saldırdığını belirten Ömer Seyfettin, Türk dilini, Osmanlıca, Çağatayca, Azerbay- canca, Karabağca, Özbekçe, Kırgızca benzeri parçalara ayırmak istediklerini ifade eder. Bunların ayrı bir dil olmayıp Türkçenin lehçeleri olduğunu savunan Ömer Seyfettin’in makalelerinde; Gaspıralı İsmail, A. Tukay, Fethali Ahundov, Sabir, Ahmet Cevat gibi Türk dünyasının önemli simalarına dair de bilgiler yer almaktadır.
1. TÜRK LEHÇELERİNDEN KELİME ALIMI
Ömer Seyfettin dilde sadeleşmenin öncülüğünü yapmıştır. Siyasal Türkçülüğün izlerini de taşıyan “Yeni Lisan” makalesi başta olmak üzere birçok yazısında Türk- çenin Arapça ve Farsça kurallardan arındırılması gerektiğini savunmuştur. Millî bir edebiyat için yeni, doğal, Türklerin konuştuğu millî bir dil gerektiğini ifade eden Ömer Seyfettin, eski dilin lüzumsuz ve yabancı kurallara sahip olduğu için hastalıklı olduğunu belirtir. O, Arap ve Fars dillerinin kuralları gereğince oluşturulan ve kimsenin anlamadığı terkiplerin olduğu bir dilin millî sayılamayacağını söyler. Arapça Farsça terkiplerin yazı dili ile konuşma dilinin birleştirilmesiyle azalacağını öne süren yazar, konuşma dili olan İstanbul Türkçesinin en doğal dil olduğunu, dilimize yerleşmiş ve asırlardır kullandığımız Arapça ve Farsça kelimeleri terk etmemizin mümkün olmadığını savunarak tasfiyeciliğe karşı çıkar. Özellikle Türk Derneği’nin öncülük ettiği Çağatay Türkçesi ve diğer Türk lehçelerinden kelime almayı intihar olarak niteleyen Ömer Seyfettin, Osmanlı dışında kalan Türklerin hayat şartlarının olumsuzluklarını şu cümlelerle ifade eder:
…Dernek’in arkasına takılıp akim bir irticaa doğru, Buhara-yı şerifteki henüz mebnâî bir hayat süren, müthiş bir vukufsuzluğun, korkunç bir taassubun karanlıkları içinde uyuyan, bundan bir düzine asır evvelki günleri yaşayan kavimdaşlarımızın yanına mı gidelim? Bu bir intihardır. Bu, seri ateşli toplarımızı, makineli tüfeklerimizi bırakıp yerlerine; düşmanlarımız gelince — kavimdaşlarımız gibi üzerlerine atacağımız suları kaynatmağa mahsus çay semaverleri koymağa benzer. (2016: 205)
Ömer Seyfettin Yeni Lisan hareketine saldıranların çoğu zaman Türk Derneği nin tasfiyecilik anlayışıyla kendilerinin savundukları düşünceleri bilinçli olarak karıştırdığını dile getirir. O bu tür düşüncelerin Yeni Lisan hareketini zayıflatmaya yönelik bilinçli bir hareket olduğundan şikayetçidir. Türk Derneği aslında Ömer Seyfettin’in iddia ettiği gibi tasfiyeciliği savunmaz. Arapça ve Farsça yerine Türk- çenin öne çıkarılması ve öğretilmesi, ayrıca Türk lehçelerini birbirine yaklaştırmak derneğin beyannamesinde mevcuttur (Okay 2006: 15-19). Tasfiyecilik anlayışını bu dönemde savunan kişi Türk Derneği Başkam Kösearif’tir. Kösearif dışında Türk Derneği mensuplarının tasfiyeci olduğu söylenemez. Kendileriyle Türk Derneği’nin dil anlayışlarının çok farklı olduğunu iddia eden Ömer Seyfettin, bütünleşmenin merkezine ‘Osmanlı Türklüğü nü yerleştirir. Ömer Seyfettin “Yeni Lisan ve Bir İstimzaç” başlıklı makalesinde diğer Türk lehçe ve şivelerinden kelime alimim savunanları tasfiyeci olarak nitelemektedir. “Çağatayca, Türkmenceye yahut yalnız Anadolu Rumeli lehçelerine mensup kelimeler Yeni Lisan da kullanılmayacak, Yeni Lisan İstanbul’daki konuşma diline dayanacaktır.” (2016: 270). Ömer Seyfettin’in bu düşünceleri Ziya Gökalp tarafından desteklenmiştir. Gökalp; Çağatay lehçesinden Osmanlı Türkçesine kelime alarak veya her iki dili birleştirerek bir yere varılamayacağını, yabancı unsurlardan arındırılmış İstanbul Türkçesinin Türklüğün ortak dili olarak kullanılması gerektiğini makalelerinde ve kitaplarında savunmuştur (Argunşah 2015: 437).
Kültürel Türkçülük Ömer Seyfettin’de dil üzerinden siyasal Türkçülük’e ru evrilir. Ona göre Türkçenin Osmanlı uyrukları üzerinden egemen kılınmasını hedefleyen Osmanlıcı statü planlaması, gayri Türk unsurlara duyulan güvensizlik karşısında artık anlamını yitirmiştir (Sadoğlu 2003: 147). Halkın konuştuğu İstanbul Türkçesinin Türk dünyasında tek bir yazı dili olarak kullanılmasının Türkler arasında ‘dilde, fikirde, işte birlik’ sağlayacağını düşünen Ömer Seyfettin’in Türk dünyasına yaklaşımı dil ve kültür temelli olup Gaspıralı İsmail’in düşünceleriyle büyük oranda ortaktır.
2. TÜRK DÜNYASININ ORTAK DİLİ İSTANBUL TÜRKÇESİ 19. yüzyıla kadar Türk dünyasında Osmanlı ve Çağatay Türkçeleriyle temsil edilen iki yazı dili mevcuttur. Fransız İhtilali sonrası yayılan milliyetçilik akımı Çarlık Rusya’sı içindeki Türkleri de etkilemiş, özellikle Tatar Türkleri arasında Tatar Türkçesinin yazı dili olarak kullanımı yönünde çalışmalar başlamıştır. Türk dünyasında çok sayıda yeni yazı dillerinin ortaya çıkışını Türklüğün hayrına görmeyen Gaspıralı İsmail ilk defa bu tehlikenin varlığına işaret ederek halkın konuştuğu İstanbul Türkçesinin Türkler arasında ortak yazı dili olarak kullanılması gerektiğini hayatı boyunca savunmuştur. Ona göre Türkler arasında dilde birlik olursa fikirde ve işte birlik de gerçekleşecektir. Gaspıralı İsmail’in düşünceleri Azerbaycan ve Türkiye aydınlarını da etkilemiş, Azerbaycan’da Ekinçi (1875-1877), Hayat (1905-1906), Füyûzat (19061907), Şelale (1913-1914), Dirilik (1914-1916), Kurtuluş (1915-1920), Yetti Füyûzat (1910-191 \), Açık Söz (1915-1918) gibi gazete ve dergiler İstanbul Türkçesine yakın bir dil kullanmışlardır. Osmanlı sahasında Selanik’te çıkan Genç Kalemler dergisi de ‘Yeni Lisan’ hareketiyle İstanbul konuşma dilinin yazı diline temel yapılmasını savunuyordu. Bu dilin sadece Osmanlı coğrafyasında değil, bütün Türk dünyasında Türkler arasında kullanılması gerektiği Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin gibi dilde Türkçülük fikrinin öncüleri tarafından her fırsatta ifade edilmiştir.
Ömer Seyfettin dil birliğinin ortak ülküler ve fikirler etrafında Türklüğü toplayacağını, bazı Türk lehçe ve şivelerinin yazı dili hâline getirilmesinin ise Türklüğü parçalayacağını bu faaliyetlerin arkasında Rusların olduğunu birçok makalesinde dile getirmiştir. “Yeni Lisan ve Çirkin Taarruzlar” adlı makalesinde her dilin olduğu gibi Türkçenin de lehçeleri bulunduğunu, Asya’dan Avrupa’ya kadar her tarafta konuşulan lisanın bütün şubelerine de ‘Türkçe’ denildiğini (2016: 295) ifade etmiş; “Güzel Türkçe-2” başlıklı yazısında ise Türklerin dilinin Osmanlıca olarak adlandırılmasının yanlışlığına işaret ederek dil isimlerinin devletin değil milliyetin adıyla ifade edilmesi gerektiğini şu cümlelerle ortaya koymuştur.
Bir lisanla konuşan iller bir millet demektir. Türk yurdunun ve Turan’ın ahalisi gibi… Bir milletin esas itibarıyla yalnız bir lisanı olur. Ümmetin lisanları ayrı, lâkin dinleri birdir. İslam ümmetini teşkil eden millet Türk ve Arap… Bu iki milletten birinin lisanı Türkçe birinin Arapçadır. “Osmanlılık” bir devlettir. Asla bir “milliyet” değildir. Osmanlılık bir “milliyet” olmayınca tabii “Osmanlıca” diye bir lisan da olamaz. (2016: 348)
İmparatorlukların çok uluslu ve dilli olduğunu bilen Ömer Seyfettin’e göre Osmanlı Devleti’nde Arapların lisanı nasıl ‘Arapça’ ise Türklerin lisanı da ‘Türkçe’dir. Türkçe Osmanlı Devleti nin haricindeki esir ve perişan Türklerin, bütün Türk milletinin, bütün Turan’ın lisanıdır (2016: 349).
3. TÜRK YAZI DİLLERİNİN ORTAYA ÇIKMASINDA RUSLARIN ROLÜ
Dil, 19. yüzyıldan itibaren milliyetçilik akımlarının temel materyallerinden biri olmuştur. Bu süreçte ayrılıkçı ya da yayılmacı milliyetçi hareketler filoloji çalışmalarının desteğiyle dil ile örtüşecek yeni ulusal birimler yaratma çabasına girerken etnik açıdan heterojen imparatorluklar ise hâkim etnik grubun dilini diğerleri üzerine yaygınlaştırarak siyasal parçalanmayı durduracaklarım ümit etmişlerdir (Sa- doğlu 2002: 169-170). 19. yüzyıhn ikinci yarısından itibaren Nikolay İlminski’nin önderliğinde Rusya sınırları içinde yaşayan Türklerin konuşma dillerinin yazı dili hâline getirilmesi çalışmaları, Türklerin dil birliğini ortadan kaldırmaya yönelik bir proje olarak uygulanmıştır. Fransız İhtilali ile birlikte ortaya çıkan milliyetçilik anlayışının Türkler arasında yayılması, ayrıca Rus okullarında okuyan aydınların milliyetçiliği kabilecilik olarak algılamaları neticesinde yeni yazı dilleri oluşturma çabaları uygun zemini bulmuştur. Bu tehlikeyi gören Gaspıralı İsmail’in Türk dünyasında dil birliğini sağlamaya dönük çalışmaları başarılı olamamıştır. Çarlıktan devraldığı etnolengüistik politikaları aynen sürdüren Sovyetler Birliği Türkçe yerel konuşma dillerini ölçünleştirerek bunları imlâ, gramer ve söz varlığı bakımından mümkün olduğu kadar birbirinden uzaklaştırmış ve dilde birlik anlayışına büyük bir darbe indirmiştir. Bu politikanın amacı, Türk birliği fikrine hizmet edebilecek bir ortak Türk dilinin önüne geçmek, bütünleşmelerini engellemekti. Ömer Seyfettin 1918’de kaleme aldığı “Büyük Türklüğü Parçalayan Kimlerdir?” isimli makalesinde Türk milletini parçalayan iki kuvvetten bahseder. Bunlardan birincisi “Rus pençesi”, diğeri “millî gaflet’ tir (Şengül 2001: 11). Çarlık döneminde başlayan yeni Türk yazı dilleri projesinin Türk dünyasında dil birliğini ortadan kaldıracağını ve Türklüğün parçalanmasına yol açacağını erkenden gören Ömer Seyfettin, Türk lehçelerinin yazı dili olamayacağını birçok yazısında olduğu gibi “Türkçeye Kimler Osmanlıca Der?” başlıklı makalesinde de ifade etmiştir.
Maksatları Türk milletini inkâr etmektir. Bunun için evvela lisanı inkâr ederler ve Türk dilini Osmanlıca, Çağatayca, Azerbaycanca, Karabağca, Özbekçe, Kırgızca, Şimalce, Cenupça, Kırımca, Tatarca gibi parçalara ayırırlar. Halbuki bunlar ayrı bir Usan değil, birer lehçedir. Ve hepsi Türkçedir. Hele Rus âlimleri rahatça yatmak için Tatarları lisanca Türklükten ayırmağa son derece çalışırlar. (2016: 358)
1914’te yazdığı “Yarınki Turan Devleti” adlı metinde Tatar ifadesi bir Türk kavminin ve şivesinin adıdır. “Tatar şivesi de umumi bir Türk edebiyatı sayesinde İstanbul lehçesine yaklaşacaktır.” (2016: 430) diyen Ömer Seyfettin 1918’de yazdığı “Büyük Türklüğü Parçalayan Kimlerdir?” makalesinde Tatar adlandırmasının Türklüğü parçalamak için Ruslar tarafından kullanıldığını belirtir.
Türklere lehçe farklarını “lisan farkı” zannettiren Rus siyasetidir. Ruslar büyük bir milletin harsça birleşmesini istemiyorlardı. Şimal Türklerine -Siz Tatarsınız! diyorlardı. Halbuki “Tatar” lisanı Türkçeden tamamıyla ayrıdır. “Tatar”, Türk’ten başka bir kavimdir ki henüz bakiyesine Kafkasya’da rast geliriz. Çeçenler, Lezgiler vesaire gibi. Şimal Türkleri katiyen Tatar değillerdir. Tatarlık Rusların iftirasıdır. Bir siyasettir. İstanbullular, Anadolulular ne kadar Türk’se Buharalılar, Semerkantlılar, Türkistanlılar, Kaşgarlılar, Kafkasyalılar ne kadar Türk’se Şimal Türkleri de o kadar Türk’tür! (2016: 427)
Ömer Seyfettin’in Çeçen ve Lezgi gibi bazı Kafkas halklarını Tatar olarak sayması ilginçtir.
Türk lehçeleri üzerine yapılan tasnif çalışmalarının yanlışlığına dikkat çeken Ömer Seyfettin bunun Türk milletini dağıtmaya yönelik yanhş ve bilimsel olmayan bir sınıflandırma olmasından ötürü milliyetperver gençlerin bunu kabul etmeyeceğini “Türkçeye Kimler Osmanlıca Der?” başlıklı makalesinde şu cümlelerle dile getirir. “‘Lisaniyet’ ilmince ‘Türkçe’ bir lisandır. Yalnız muhtelif lehçeleri vardır. Ve İstanbul Türkçesi bütün Türklerin edebî lisanıdır” (2016: 358). Aynı makalede dil, milletin toplumsal birliğini sağlayacak bir unsur olarak görülmüş ve İstanbul Türkçesinin 80 milyonluk Türk dünyasını çağdaşlaştıracağı ileri sürülmüştür.
“İstanbul Türkçesi Hangisidir?” adlı yazısında, her dilde olduğu gibi Türkçenin de mahallî şivelerinin olduğuna dikkat çeken Ömer Seyfettin, Türk şiveleri arasındaki farklılığın anlaşmaya engel olmadığını, Fransızcanın şiveleri arasındaki kadar bariz farklılıklar bulunmadığım, Paris Fransızcası nasıl Fransa’nın edebî ve umumî dili olmuşsa, Türkler de İstanbul Türkçesini bütün Türkler için, bütün Turan için millî ve umumî dil hâline getirmesi gerektiğini belirtir (2016: 379). Ömer Seyfettin’e göre dil ve coğrafi birliğini Türkler kadar koruyan bir başka millet yoktur. İstanbul’dan çıkıldığında Anadolu, Kafkasya, Türkistan hatta Mançurya’ya kadar bütün bu coğrafyalarda Türkçe konuşulduğunu, tercümana ihtiyaç duyulmayacağını ileri süren yazara göre her dil gibi Türkçenin de şiveleri vardır ancak bu anlaşmayı ortadan kaldıracak kadar fazla değildir. Türk şiveleri arasında şekil bilgisi bakımından farklılık yoktur. Ses bilgisi açısından bazı ayrılıklar bulunmaktadır (2016: 379).
Yetti Turan romanı üzerine yazdığı “İnkılaplarda Kadın” makalesinde Ömer Seyfettin Halide Edib’in eserinin tezinin de Türkleri dil, edebiyat ve kültür olarak birleştirmek olduğunu şu ifadelerle belirtir:
Bugün Türk milliyetperverlerinin müşterek emeli budur, yalnız lisan, edebiyat, hars birleşince Türk dünyasında hiç ayrılık gayrılık kalmaz. Siyasi hudutları insanlar yaptığı için hiçbir ehemmiyetleri yoktur. Harsî, lisaııî, millî hudutlarsa Allah’ın eliyle yapılmıştır. Onları hiçbir kuvvet bozamaz. (2016: 792)
Aynı yazıda Ömer Seyfettin “Azerbaycan’ı, Türkistan’ı, Buhara’yı, Hive’yi, Fergana’yı kim Türklükten koparabilir. Buna Çarlık bile muvaffak olamadı.” diyerek Anadolu Türklerinin diğer Türk yurtlarından daha önce çağdaşlaşmasını ve uzaktaki kardeşlerini aydınlatmasını ister. Onun için de öncelik Osmanlı Türklerini yükseltmeye çalışmak olmalıdır. Ömer Seyfettin’in Türk dünyasına yaklaşımında pergelin esas ayağı İstanbul’a sabitlenmiş olup diğer ayağı Türk dünyasına uzanmaktadır. Ömer Seyfettin’den önce Yusuf Akçura Türk dünyasında bütünleşmeyi sağlayacak gücün Türk topluluklarının en güçlüsü ve medenisi olarak gördüğü Osmanlı Devleti olduğunu düşünür.
Lâkin asıl büyük fayda; dilleri, ırkları, âdetleri ve hatta çoğunluğunun dinleri bile bir olan ve Asya kıtasının büyük bir kısmıyla Avrupa’nın doğusuna yayılmış bulunan Türklerin birleşmesine ve böylece diğer büyük milliyetler arasında varlığını muhafaza edebilecek büyük bir siyasi milliyet teşkil etmelerine hizmet edilecek ve işbu büyük toplulukta Türk toplumlarının en güçlü ve en medenileşmişi olduğu için Osmanlı Devleti en önemli rolü oynayacaktı. Son olayların fikre getirdiği uzakça bir istikbalde, meydana gelecek Beyazlar ve Sarılar âlemi arasında bir Türklük cihanı meydana gelecek ve bu orta dünyada Osmanlı Devleti, şimdi Japonya’nın sarılar âleminde yapmak istediği vazifeyi üzerine alacaktı. (Akçura 2019: 97)
4. MİLLİYET = DİN VE DİL
Ömer Seyfettin, “Primo Türk Çocuğu” gibi bazı hikâyelerinde biyolojik determinizmle mistik imaların iç içe geçtiği kan ırkçılığının öncüsü olarak gösterilse de (Bora 2017: 211) o, “Yarınki Turan Devleti” adlı eserinde, milliyet için ırk ve kan cihetlerinin derin derin araştırılmasına karşı çıkmış; Türk olmak için Türkçe konuşmayı, Müslüman olmayı, Türk terbiye ve örfü içinde yaşamayı yeterli saymıştır (2016: 430). Milliyeti din ve dil birliği olarak kabul eden Ömer Seyfettin “Mektep Çocuklarında Türklük Mefkuresi” adlı yazısında, Türkiye, İran, Afganistan, Türkistan, Buhara, Kaşgar, Çin, Mançurya, Kafkasya, Kırım ve Rusya’da yaşayan Türkçe konuşan Müslümanları Türk milletinin bir parçası olarak görür. Onların oturdukları yerin hepsine birden ‘Türk vatanı’ anlamına gelen ‘Turan’ denilmesi gerektiğini belirtir (2016: 454). Makalenin devamında onun Türkler arasındaki birleşme çabalarına vurgu yapması ilginçtir:
Turan coğrafyasında çoğunluğu teşkil eden Türklerin dili Türkçedir ve sayıları yüz milyondur. Şimdiye kadar birbirinden uzak bir ümmet hayan yaşayan Türkler artık maarif ve medeniyet sayesinde birleşmeye, ‘dilde, işte, fikirde birlik’ yapmaya başlamışlardır. (2016: 456)
Oysa Ömer Seyfettin’in bu iddiasına temel olacak herhangi bir olay bu yıllarda bulunmamaktadır.
Ziya Gökalp de tıpkı Ömer Seyfettin gibi milleti; dilce, dince, ahlâkça ve güzel sanatlarda ortak olan, yani aynı terbiyeyi almış kişilerden oluşan bir topluluk olarak görür (2018: 32). Yusuf Akçura milletin tanımında dili dışlamasa da Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’ın karşı çıktığı ırk kavramını öne çıkarır. Akçura’ya göre kendisinin taraftarı olduğu ırk üzerine kurulu siyasi bir millet türetmek fikri henüz çok yeni olup yaygınlığı pek azdır (Akçura 2019: 82).
5. TÜRKLERİN NÜFUSU
Ömer Seyfettin’in makalelerinde Türklerin nüfusu ile ilgili bazı bilgilere rastlamaktayız. Türklüğü daha çok dil üzerinden tanımlayan Ömer Seyfettin Türkçe konuşanların sayısıyla Türk nüfusuna dair rakamlar vermiştir. 1914’te yayımlanan “Yarınki Turan Devleti” adlı kitapçıkta Anadolu’da Türkçe konuşan on dört, on beş milyon, Azerbaycan’da dört buçuk, beş milyon, Kafkasya’da da sekiz milyon Türk (2016: 430) olduğunu ileri süren Ömer Seyfettin’e göre Rus ve Çin esaretinde kalan Türkistan Türklerinin sayısı yetmiş milyondur: “Yetmiş milyonluk saf Türk milleti… lisanı ve dini bir olan yetmiş milyonluk bir millet zekâca, tarihçe, şanca, şerefçe, kendinden aşağı kalan Rus ve Çin gibi iki medeniyetsiz devletin esiri kalabilir mi?” (2016: 431) diye düşünür. Yazının devamında “Rusya esaretinde elli milyon Müslüman Türk’le dolu olan Türkistan” (2016: 432) ifadesini kullanmıştır.
Yazının daha sonraki sayfasında Türkiye’nin nüfusu on dört milyon olarak verilmiş, bu sayının ilk devrede alınacak Kafkasya’nın Osmanlı devletine katılmasıyla yirmi beş milyona ulaşacağı öngörülmüştür (2016: 433). Aynı yıl yayımlanan “Mektep Çocuklarına Türklük Mefkuresi” adlı makalesinde ise Türkiye’de nüfusun on beş, on altı milyondan ziyade Türk (2016: 455) olduğunu belirtir.
Ömer Seyfettin Türklerin Anadolu’daki varlığının binlerce yıl önceye dayandığı düşüncesine Hüseyin Hüsamettin’in Amasya Tarihi adlı eserini referans olarak verir (2016: 446). Türkiye’nin nüfusunun düşmanlar tarafından beş, altı milyon olarak gösterildiğini, aslında sıkılmasalar neredeyse Türkiye’de hiç Türk yoktur diyeceklerini kaydeder. Türkiye’de yaşayan Türk olmayan unsurların ise kasıtlı olarak nüfuslarının abartılı olarak verildiğini belirtirken buna örnek olarak Rumların sayısının on milyon gösterilmesini verir. Halbuki Türkiye’de o yıllarda bir buçuk milyon Rum yaşamaktadır (2016: 436-438). Bugün Suriye, Irak, Lübnan, Arabistan, Yemen sınırları içinde kalan birçok bölgenin nüfusunun mühim bir kısmının Türklerden oluştuğunu düşünen Ömer Seyfettin; Kerkük’ün bütün köyleriyle birlikte tamamının Türkoğlu Türk olduğunu, Türkçe konuştuklarını ve Türkçeden başka kesinlikle başka dil bilmediklerini yazar (2016: 437).
Türkiye ve Rusya’daki Türklerin sayısı dönemin bazı şahsiyetleri tarafından farklı rakamlarla dikkatlere sunulmaktadır. İsmail Gaspıralı 1881 yılında yazdığı Rusya Müslümanları adlı eserinde “Rusya’nın pençesinde aynı dine inanan, aynı dilin lehçelerinde konuşan, aynı sosyal ortama, aym geleneklere sahip on milyon civarında Türk-Tatar kavminden halkın bulunduğunu” (Akpınar 2004: 81), 1896 yılında Tercümanda yer alan “Osmanlı Gazeteleri” adlı makalesinde ise Türkçe konuşan Türklerin sayısının Çağatay şivesi dokuz milyon, Kırgız şivesi dört milyon, Tatar şivesi üç buçuk, dört milyon, Azerbaycan şivesi altı milyon, Osmanlı şivesi on sekiz milyon olmak üzere toplamda kırk milyonu geçtiğini yazar (Akpınar 2008: 47). Dönemin Türkçülerinden Ahmet Ferit (Tek), Akçura’nın “Uç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesine destek verdiği yazısında “Türklerin otuz-otuz beş milyonluk büyük bir kavim olduğunu belirtir (2019: 71). Gökalp de 1923’te yayımlanan Türkçülüğün Esasları adlı eserinde “İşte Turan ideali de bunun gibidir. Yüz milyon Türk’ün bir millet hâlinde birleşmesi, Türkçüler için ne kuvvetli bir coşku kaynağıdır.” (2018: 37) ifadesiyle dünya üzerinde yüz milyonluk Türk nüfusundan bahseder. 1-11 Mayıs 1917 tarihleri arasında Moskova’da yapılan Rusya Müslümanları Genel Kurultayı’nda konuşan Azerbaycan Türklerinin önderlerinden Mehmet Emin Resulzade, “Rusya’daki 30 milyon Müslümanın 29 milyonu Türk’tür.” ifadesini kullanır (Devlet Nadir 2011: 61). Sovyetler Birliği’nde 1926 yılında yapılan nüfus sayımında ülkedeki değişik adlarla anılan Türklerin nüfusu yaklaşık on altı milyon olarak verilmiştir. Görüldüğü gibi dün ve bugün nüfus meselesi milliyetçi düşüncenin kullanımının içe ve dışa yönelik konumuna göre değişen bir araç olarak ortaya konur. Bugün dünyadaki Türk nüfusunun iki yüz ila dört yüz milyon arasında değişik rakamlarla belirtilmesi de bu anlayıştan kaynaklanmaktadır.
6. ÇERKEZLİK MESELESİ
“Millî Tecrübelerden Çıkarılmış Amelî Siyaset” adlı makalesinde Türkiye’de çoğunluğu oluşturan Türk ve Arapların haricinde az sayıda Ermeni, Rum ve Yahudi unsurlarıyla birlikte pek az miktarda Çerkez, Boşnak ve Arnavut’un olduğunu belirten Ömer Seyfettin; bu unsurların Türkiye’ye sonradan göç ettiklerini, zor durumlarında Osmanlı Devleti’nin onlara kucak açtığını dolayısıyla Türkiye’de milliyetçilik yapamayacaklarını ileri sürer. Eğer milliyetçilik yapacaklarsa kendi ülkelerine gitmeleri gerektiğini belirten Ömer Seyfettin Türk kimliğine sahip bir yazar ve düşünür olarak Türkiye’ye göç eden Çerkezlerin nasıl hareket etmesi gerektiğini şöyle açıklar:
Ferden bir Çerkez Çerkez’dir. Tabiî mensup olduğu ırkı inkâr edemez, lâkin Türk vilâyetlerinde oturursa Türkçe konuşmağa, Türkçe okumağa, Türk beldesinin adetlerini kabul ve Türk mefkûresini takip etmeğe mecburdur. Çerkezler Türkiye’de bir Çerkez milliyeti iddia edemezler. Şayet Çerkezliği seviyor ve Çerkezliğe bir tarih yapmak istiyorlarsa kanunî ve mahallî vatanlarına, Kafkasya’ya gitmeli, vatanlarını zapt eden Ruslara karşı bu gayreti gütmelidirler. (2016: 439)
Türkiye’de kimi çevreler Ömer Seyfettin’in Çerkezliğini öne çıkarıp Türkçülük düşüncesine saldırmışlardır. O, hiçbir zaman Çerkez olduğunu söylememiştir. Çerkez kimliğinden söz ederken kendini Türk olarak konumlandırdığını aşağıdaki cümleleriyle kullandığı biz ve onlar ifadesinden anlaşılmaktadır: “Onlar muhacir olmuşlar, demek Türkiye’nin ve Türklerin mukadderatına iştirak için bizim vatanımıza, Anadolu’ya gelmişlerdir. Maksatlarına, muhacirlik selikasına hıyanet edip Türklükten gayrı bir zümre teşkiline kalkışmak asla muvafık ve makul değildir.” (2016: 439). Ömer Seyfettin Çerkezlerin Türklere olan muhabbetle kendi vatanlarını bırakıp Türkiye’ye göç ettiklerini, şimdiye kadar hiçbirinin Türk sevgisinden, Türk ülküsünden ayrılmadığım, Türklerle kız ahp verdiklerini, Türk maarifini kabul ederek ayrıca milliyetler çıkarmaya kalkmadıklarını belirtir. Bu göçün gönüllü olarak yapıldığını Türklükten ve İslâmlıktan başka düşünceler içinde olmalarının mantıksız olduğunu, bu düşüncede olanlara “O hâlde kendi vatanlarını niçin terk ettiler” sorusunun sorulması gerektiğinin altını çizer (2016: 440).
7. VATAN – TURAN
Ömer Seyfettin’in yazılarında Türklerin millî, dinî ve fiilî olmak üzere üç tür vatanı olduğu görüşü savunulmaktadır. Ona göre Türkler aym zamanda Müslüman oldukları için Turan’la birlikte diğer Müslümanların oturduğu yerler “bizim dinî vatanımız” olarak nitelenir. “Mektep Çocuklarında Türklük Mefkuresi” adlı yazısında padişahın bütün Türklerin hakanı olduğu gibi bütün Müslümanların da halifesi olduğunu, İstanbul’un Türk hakanlığı ve Türklüğün merkezi olduğu gibi Müslümanlığın ve hilafetin de merkezi olduğunu vurgular. Ona göre önce millî vatan Turan, ikinci olarak da dinî vatan esirlikten kurtarılacaktır. Osmanlı Devleti’nin idare ettiği Türkiye topraklarını fiilî vatan olarak gören Ömer Seyfettin için millî vatan Turan çok önemlidir. Yüz milyon nüfuslu Türkçe konuşan bütün Müslümanların vatanı olan Turan, Türkiye’yi yani fiilî vatanı da kapsamaktadır. İstanbul’u Turan’ın merkezi olarak gören Ömer Seyfettin’e göre İstanbul şivesini bütün Turan halkı ortak dil olarak kabul etmiştir (2016: 459-460). Onun Turan’ında Müslüman olmayan Türklere yer verilmez. Milliyet ile din arasında fark görmeyen yazar, “Türklerin hepsi Müslüman’dır. Türkçe konuşan bütün Müslümanlar Türk’tür” düşüncesinden hareketle diğer dinlere mensup olan Türklerden hiç söz etmez. Dil ve kültür üzerine temellendirdiği siyasi Türklüğünü Osmanlılığın ötesinde bir hedef olarak ortaya koyuşunu ve dile verdiği kutsiyeti “Türkçe, millî ve mukaddes vatandır ve bu manevi vatanın istiklali, kuvveti resmî ve millî vatanımızın istiklalinden daha mühimdir.” sözlerinden anlamak mümkündür (Özyurt 2011: 241).
Türkiye’ye “iç il”, Türkiye dışında bizim siyasi sınırlarımızın dışında kalan Türklerin yaşadığı yerlere “dış il” diyen Ömer Seyfettin istatistik ilminin gelişmemesinden dolayı kendimize ait olan bilgilerin yetersizliğinden yakınır. “Amelî Turan Nasıl Doğabilir?” adlı yazısında istatistik ilmine gereken önem verilirse bilginin farazi ve hissî olmaktan çıkacağını, önce ‘ilmî’, sonra ‘siyasi’ Turan’ın gerçekleşeceğini iddia eden Ömer Seyfettin’e göre ilmî Turan için istatistik sönmez bir ışıktır. İlmî Turan doğmazsa siyasi Turan ancak şiirlerde yaşayan uzak bir edebî serap olarak kalır (2016: 463-464). Tanzimat’la birlikte Osmanlı Devletinde de aydınlar gerileme nedenleri arasında ilme gereken değeri vermeyişimizi ileri sürmüşlerdir. Bunun Türk dünyasında yansıması ise ‘Ceditçilik’ olarak ortaya çıkmıştır.
Ömer Seyfettin’e göre Turan, siyasi değil kültürel birliktir. Ona göre “Türklerin muhtelif ülkeleri, muhtelif devletleri olabilir. Fakat lisanları, dinleri, milliyetleri birdir. ‘Turan’ bir devlet değil, harsî, millî bir vatandır. Türklerin oturduğu, ekseriyet teşkil ettiği yerler hep Turan’dır. Siyasi hudutlar büyük Turan’ı parçalayamaz” (2016: 527). Ziya Gökalp’ın Türkçülük anlayışında uzak bir ülkü olarak görülen Turan anlayışı, Ömer Seyfettin’de yakın zamanda gerçekleştirilmesi imkân dâhilinde olan kültürel bir birlik olarak karşımıza çıkar.
8. GASPIRALI VE DİLDE BİRLİK ÜLKÜSÜ
19. yüzyıla kadar Türk dünyasında Osmanlıca ve Çağatayca olmak üzere iki yazı dili kullanılmakta olup Türkler arasında iletişim sağlanmaktaydı. Çarhk Rusya döneminde başlayan Türkler arasında dil birliğini bozmaya yönelik faaliyetleri ilk fark edenlerin başında İsmail Gaspıralı gelmektedir. Çıkardığı Tercüman gazetesi “Dilde, fikirde, işte birlik” şiarıyla Türklerin birleşmesine hizmet etmiştir. Gaspıralı’nın düşünceleri Ömer Seyfettin üzerinde etkili olmuştur. Gaspıralı’nın Rusların Türkleri dil ve kültürel alanda bölmeye çalışması, Türk dünyasında ortak iletişim dili olarak İstanbul halkının konuştuğu biçimin esas alınması, dil birliğinin Turan’ı birleştireceği gibi fikirleri Ömer Seyfettin’in de bütün ömrü boyunca savunduğu, mücadelesini verdiği bir alandır.
Ömer Seyfettin, Gaspıralı’nın “Dudu kuşu lisanı” dediği Osmanlı Türkçesinde eski Arapça Acemce terkipli edebiyat lisanının bırakıldığını, yeni yetişen genç şair ve ediplerin konuşulan Türkçeyle yazdıklarını, yabancı dillerin kurallarını kullanmadıklarını belirtmektedir.
Türk dünyasında dil birliğini savunan Gaspıralı İsmail’in de zamanında anlaşılamadığını, özellikle Tatar Türkleri arasında ortaya çıkan ‘Tatarcılık cereyanı’nın umum Türklüğe karşı bir yapılanma olduğunu, Nur gazetesi etrafında gelişen bu akımın Gaspıralı’ya yönelik saldırılarına dikkat çekmiştir.
Ömer Seyfettin dünyada dini, dili bir olan büyük bir Türk milleti olduğunu, ayrı ayrı Türk devletleri olabileceğini, fakat ayrı ayrı Türk milletleri olamayacağını yazar. Aynı şekilde ayrı ayrı umum Türk lehçeleri olabileceği (Kastamonu, Erzurum, Azerbaycan, Bakü, Kırım, Kazan, Hokant, Kaşgar lehçeleri gibi) fakat ayrı ayrı Türkçe olamayacağını savunan Ömer Seyfettin, umum Türkçenin bir olduğunu, bu dilin de “büyük Türklük merkezinin, hakanının, halifenin oturduğu, Türk darülfünunun bulunduğu” yer olan İstanbul Türkçesi olduğunu, Gaspıralı İsmail Bey’in Tercüman ını bu dilde yazdığını ifade etmiştir.
Ömer Seyfettin’e göre dil birliği gazeteler, kitaplar vasıtasıyla olur. Her Türk İstanbul Türkçesiyle yazmayı bir ‘hamiyet’ bilmelidir. Turan’ın bütün gazeteleri İsmail Bey merhumun Tercümanı gibi bir dil kullanmalı, mahalli lehçeleri uğruna milletimizin müşterek dilini öldürmemelidir.
“Büyük Türklüğü Parçalayan Kimlerdir?” adlı makalesinde Türkler arasında dil ve kültür birliği için Gaspıralı İsmail’in fikirlerinin uygulanmasını dile getiren yazar, bunun için “gazete ve kitapları İstanbul Türkçesiyle çıkarmak, Kırım Tercüman gazetesinin dilini her tarafa yaymak, Türklerin Tatar olmadığını ve Tatarların Kuzey Türkleri değil başka bir kavim olduğunu ilimle ispat edip, eski Rus propagandasını iflas ettirmek” gerektiğini vurgular. İsmail Gaspıralı’nın Türkler arasında dil birliğinin sağlanması yolunda mücadele ettiğine hatta Osmanlı Türklerini bile uyandırmaya uğraştığına, Turan halkının onu dinlemeyerek geri kaldığına dikkat çeker. O, “Dilde, fikirde, işte birlik!” bayrağı altmda yürüyelim, “Büyük Türklüğü” parçalayan “gaflet” karanlığını aydınlatalım, çağrısını yapar. Türklerin “dilde, fikirde, işte” birleştiği zaman büyük İsmail Bey’in ruhunun şad olacağına olan inancım ifade eder (2016: 528-529).
“Türkiye Haricindeki Türk Edebiyatı” adlı yazısında ‘Büyük nasyonalist’ olarak nitelendirdiği İsmail Gaspıralı’yı İstanbullular gibi Türkiye haricindeki Türklerin de anlayamadığına dikkati çekerken onun esas ülkü ve emellerinin neler olduğunu sıralar:
Türk milletinin varlığım duyması onun mefkûresiydi. Lisan olmazsa nülliyet olmazdı. Tabiî lisan yazıldığı zaman “milliyet ruhu” teşkil edebilecekti. Kaşgar’daki Buhara’daki, Semerkant’taki, Fergana’daki, Hive’deki kardeşlerimizi de Acem edebiyatının tesirinden kurtarıp kendilerine döndürmek, yeni elifba tarzını bütün Türkler arasında neşretmek İsmail Bey’in mukaddes bir emeliydi. (2016: 676)
9. TÜRK DÜNYASI EDEBİYATI
Ömer Seyfettin, İstanbul aydınlarının Türkiye dışı Türklüğünü yok saydığını ancak 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan milliyet gerçeği karşısında onların da bunu kabulleneceğini belirtir. “Lisan Bağı” adlı yazısında Türk toplulukları arasında kültürel olarak en kuvvetli olanın Azerbaycan olduğunu iddia ederken bu iddiasına delil olarak İstanbul’da sahnelenen tiyatro eserlerini göstermektedir. Alman ve Fransızlar arasında mahalli lehçe farklarının anlaşmayı zorlaştırdığına dikkat çeken Ömer Seyfettin Türk lehçeleri arasında bu durumun görülmediğini, AzerbaycanlIların tiyatrosuna gidenlerin ehemmiyetsiz bir şive farkıyla karşılaştıklarını belirtir.
Ona göre İstanbulluların şivesine Kastamonu şivesinden Azerbaycankların şivesi daha yakındır. Kelimelerin hemen hemen bir olduğunu “kendim” yerine “özüm” kullanmalarının fark sayılmaya değmeyeceğini ileri sürer. Bazı çekim eklerindeki farklılaşmaya örnek olarak da Azerbaycan Türkçesi “Ben şunu demek istirem ki…” yerine Türkiye Türkçesinde “Ben şunu demek istiyorum ki…” cümlelerindeki fiil çekim eklerini verir. Kazan, Oreenburg lehçelerindeki farklılaşmayı biraz fazla bulur. Ayrıca kendilerine Tatar diyen Türklerin dillerindeki eski “ğ” sesinin korunduğuna dikkati çeker. Ona göre Anadolu ile Güney Kafkasya, Azerbaycan, Türkistan, Fergana lehçeleri arasındaki fark anlaşılabilirlik ölçüleri içerisindedir. Buna delil olarak da kendisinin bazı makalelerinin bu coğrafyalardaki gazetelerde olduğu gibi basıldığını göstermiştir. Bu durumu “demek ki oramn okuyucuları bizim İstanbul lehçesini pek güzel anlıyorlarmış” diyerek yorumlayan Ömer Seyfettin, Türkistanlı bir arkadaşı ile arasında geçen konuşmayı naklederek onun kendisine “Biz İstanbul’un lisanını hem çok beğenir hem düşünmeden anlarız. Ancak bizim dilimiz size kaba gelir. Tıpkı Anadoluların lisanı gibi” dediğini yazar (2016: 653-654).
“Türkiye Haricindeki Türk Edebiyatı” başlıklı yazısında Türkiyeli aydınların Türk dünyası edebiyatına yabancı olduklarını, tanımadıklarını belirtir. Köprülüzâde’ye gelinceye kadar İstanbulluların Türk edebiyatını Osmanlı tarihi ile başladığını sandıklarını ileri sürer. Ömer Seyfettin milleti ‘dili dilimize, dini dinimize uyanlar’ olarak tanımlar ve bu çerçevede dili ve dini ayrı olanların bizim kardeşimiz sayılamayacağını savunur:
Erivanlı Ermeni İstanbullu Ermeni’yi, Atinalı Rum, Trabzonlu Rum’un nasıl kardeş tanıyorsa biz de Anadoluluyu, Azerbaycanlıyı, Kaşgarlı, Buharalı, Semerkantlı, Kırımlı Türk’ü kardeş tanıyacağız, onları kendimiz gibi seveceğiz. Edebiyatlarını, şiirlerini, şairlerini öğreneceğiz. Sanatlarını, zevklerini bileceğiz. Onları kendimiz gibi seveceğiz. (2016:676)
Türk dünyasında gelişen edebiyata yüzümüzü dönmek gerektiğini de şu cümleleriyle ifade eder:
Bugün milletin büyük şairlerini, büyük sanatkârlarını bilmek bir Türk için en büyük bir şeydir. Evet; meselâ Rus, Fransız, İngiliz edebiyatının tanıdığı, ehemmiyet verdiği bir Türk komedi muharririni tanımamak, eserlerini okumamak, hatta ismini bile bilmemek… Bir Türk münevveri için ne acıklı bir ayıp, yarabbi!… (2016: 677)
Ömer Seyfettin’in dünya görüşünde Türklük ve Türk dünyası merkezî konumda olsa da o kendini dünyaya kapatmaz. Aksine Avrupa dillerini bilmenin gerekliliğini, dünya klasiklerinin okunmasını her fırsatta dile getirir. “Yazmaya Heves Etmeden Okumak” adlı makalesinde sanatın sırrının Yunan-Latin klasiklerinde olduğunu öne sürerken okunması gereken yazarların ilk sırasına İlyada adlı eserini de çevirdiği Homeros’u koyar (2016: 581).
10. ABDULLAH TUKAY
Ömer Seyfettin’in Türk dünyasının dil ve kültür birliği yolunda verdiği mücadelesinde Gaspırab İsmail’in etkili olduğu yazılarından anlaşılmaktadır. Onun Türkiye dışındaki Türkler arasında Tatar Türklerinin ünlü şairi Abdullah Tukay’dan (18861913) da söz ettiği görülür. Her millet gibi Türklerin dilinde de mahalli şivelerin bulunduğunu ancak edebî dilimizin İstanbul ağzına dayah Türkçe olduğunu ileri süren Ömer Seyfettin, bunu sadece Türkiyeli Türklerin değil, Kırım’daki Tercüman gazetesi ve Kafkasya’da neşrolunan gazeteler örneğinde olduğu gibi Türkiye haricindeki Türklerin de kullanmaları gerektiğini vurgular.
Rusya’da yaşayan Türkler arasında çok fazla şair yetişmemesini onların hâkim yani mesut olmamalarına bağlayan yazar, Tatar Türklerinin biricik millî şairi olarak nitelendirdiği Abdullah Tukay’ı şiirlerinde İstanbul Türkçesi yerine Tatar Türkçesini kullandığı için eleştirir. Tukay’ın dilinin sade olduğunu belirten Ömer Seyfettin’e göre İstanbul Türkçesini kullanmak sadece Türkiye’deki şairlerin değil millî vatan, yani Turan’daki bütün şairlerin vazifesi olmalıdır. Tukay’ın Ahmediye, Muhammediye, Envârü’l-A^ıkîn gibi eski eserleri çok okumasının dilinin sadeleşmesine ve İstanbul Türkçesine yaklaştığına işaret eden Ömer Seyfettin millî aruz olarak adlandırdığı hece veznini kullanmamasını da eleştirmiştir (2016: 331-332). Anadolu sahasında çok yaygın olan Yazıcızade Mehmet Bican’ın Muhammediye’s’ı, Esma’iilHüsna, İsm-i Azam Duası, Yedi Gazavat, Seyyit Battal Gazi, Tutiname, Destan-ı Hatem Tai, Ebu Ali Sina, Kırk Vezir, Hoca Nasreddin Letaiji, Tarikat-ı Muhammediye, Delail-i Nübüvvet ve Marifetname gibi eserlerin 19. yüzyılın ortalarından itibaren Kazan’da birçok defa basılması Türkçenin ve Türklük şuurunun yayılmasını sağlamıştır (Ülken 2019: 298). Ömer Seyfettin “Halk Nedir?” başlıklı yazısında halkın dihni kullandığı için Abdullah Tukay’ı örnek göstermiştir. Gençken, büyük ve mükemmel bir eser vücuda getirmeden ölen Tukay’ı Şimal Türklerinin unutmadığını, ölüm tarihinde millî bir bayram gibi ayinler yaptığını, bu genç ve talihsiz şairin isminin milletinin kalbine yazıldığını, toplumun bütün kesimleri tarafından okunduğunu yazmıştır (2016: 329). İlk şiirlerini Osmanlı Türkçesine yakın bir dille yazan Tukay, 1905 yıhndan sonra şiirlerini Tatar Türkçesiyle kaleme almıştır. Ömer Seyfettin Türkler arasında yazı dili olarak İstanbul Türkçesinin kullanılmasını savunduğundan Tukay’daki dil değişimine karşı çıkmıştır.
11. AHMET CEVAT, MİRZA FETHALİ AHUNDOV, SABİR
Kırım, Kazan, Tiflis ve Bakü’deki Türk aydınları arasında yayılan ‘Ceditçilik’ anlayışı eğitim ve matbuat alanlarında başarılı olmuştur. 1875’te Rusya’da ilk Türkçe gazete olarak Hasanbey Zerdabi’nin yayımladığı Ekinci ve ardından Gaspıralı’nın 31 yıl çıkardığı Tercüman gazetesi, Usul-i Cedit okulları, diğer Türk bölgelerinde uyanışı başlatan, Türk kimliğinin oluşumuna hizmet eden faaliyetlerdir. Rusya’da süren iç karışıklıklar da Türk topluluklarına yeni alanların açılmasını sağlamıştır. İstanbul Türk dünyasının cazibe merkezi olarak gelmek istedikleri bir yerdir ve 19. yüzyıl ortalarından 20. yüzyıl başlarına Mirza Fethali Ahundzade, İsmail Gaspıralı, Fatih Kerimi, Ayaz İshaki, Musa Carullah, Hüseyin Cavid, Mehemmed Hadi, Mirza Ali Möcüz, Osman Hoca, Fıtrat gibi Türk dünyası aydınlarının birçoğu kısa veya uzun süre burada bulunmuşlardır. Bu dönemde Türk dünyasının bir bölgesinde çıkan herhangi bir gazete veya dergi diğer Türk bölgelerine ulaşıyor ve çok sayıda okuyucuya sahip olabiliyordu. Türk dünyası aydınları belki de günümüzden daha fazla o dönemde iletişim halindeydi. İstanbul’da ortaya çıkan bir hadise matbuat yoluyla Kırım, Kazan, Tiflis, Bakü, Buhara gibi şehirlerde yaşayan Türkler tarafından takip ediliyordu. Türk dünyasındaki gelişmeler İstanbul’da Selanik’te çıkan gazetelerle ilgilisinin dikkatine sunulmaktaydı. Genç Kalemler, Türk Yurdu, Sırât-ı Müstakim ve Sebîlü’r-reşâd gibi dergilerde Türk dünyasının çeşitli bölgelerinden muhabirler ve yazarların ismini görmek, onların verdiği haberleri okumak mümkündü. Bu iletişim Türk dünyası şair ve yazarlarını acıda ve sevinçte ortak duygular etrafında birleştirip ulu Türk çınarının kollarına mensup olduğu fikrine götürmekteydi. Azerbaycan edebiyatında Türkçülük ve bağımsızlık düşüncesini şiirlerinde en çok işleyen şairlerin başında gelen Ahmet Cevat; Namık Kemal, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfettin gibi Türk şair ve yazarlarının etkisinde kalmıştır. Türklük ve Türkiye sevgisiyle dolu olan şair; “Çırpınırdın Karadeniz” şiirinde I. Dünya Savaşı’na giren Türkiye’yi, onun bayrağını Karadeniz üzerinden selamlamaktadır.
“Azerbaycan’ın İstiklali Münasebetiyle” başlıklı yazısında Azerbaycan edebiyatının en önemli iki şairi Sabir ve Ahmet Cevat hakkında değerlendirmelerde bulunan Ömer Seyfettin’e göre Ahmet Cevat (1892-1937) oraların “Yusuf Ziya’ sıdır. Millî vezinle şiirlerini yazmaktadır. “Onun ‘Koşmalar’ adlı şiir kitabının sanki İstanbul’da yazıldığı düşünülebilir.” diyen Ömer Seyfettin, bizdeki Millî Edebiyat hareketinin onları etkilediğini, Mehmet Emin, Yusuf Ziya, Ziya Gökalp’ın şiirlerinin Azerbaycan’da okunduğunu ileri sürer (2016: 822). Azerbaycan Türkçesi ve edebiyatını Türkiye Türkçesi ve edebiyatı ile karşılaştıran Ömer Seyfettin her iki lehçe arasında anlaşmaya engel bir farklılık olmadığını, telaffuz tarzlarının bize biraz yabancı geldiğini, Azerbaycan Türkçesine Osmanlı Türkçesine göre daha fazla Farsça kelimeler girdiğini, bazı mahalli kelimelerin Anadolu lehçesiyle Azerbaycan lehçesini birbirinden kesinlikle ayıramayacağını belirtir.
Osmanlı Türklerinin medeni anlayış, iktisat, ilim ve fen alanlarında Azerbaycan Türklerinden çok geride olduğunu iddia eden Ömer Seyfettin edebiyat anlayışımızın da Orta Çağa ait olduğunu, Azerbaycan Türklerinin özellikle tiyatro alanında çok başarılı eserler verdiğini, Batı anlayışını benimsemiş, eserleri birçok Avrupa diline çevrilmiş, edebiyat ödülü kazanmış Mirza Fethali Abundov’u (1811-1878) da bunun örneği olarak göstermiştir. Bizim edebiyatımızda tercümeye layık eserler hangisidir sorusuna cevap arayan Ömer Seyfettin, Abdülhak Hamit Tarhan’a ait Finten’i eleştirir. “Diyelim ki, Finten. Bir kere alınız, dikkatle okuyunuz, sahne sanatına dair en iptidaî malûmattan haberiniz varsa şaşıracaksınız. Bütün bir lafız gürültüsü, mübalağalar, gulüvler…” (2016: 821).
Şiirlerinde mizah dilini eleştirel üslup olarak kullanan Azerbaycanlı Sabir (18621911) Ömer Seyfettin’in hayran olduğu bir şairdir. “Biz Azerbaycan edebiyatını takip etmesek de onların bizi takip ettiğini” söyleyen Ömer Seyfettin Mirza Elekber Sabir’in Recaizade Mahmut Ekrem’e, Abdullah Cevdet’e nazireler söylediğini, Namık Kemal için Türk âleminin Shakespeare’i dediğini belirtir. Türkiye haricindeki Türk şairlerinin, İstanbul şairlerinden farklı olarak hemen hepsinin ‘halkçı’ olduğunu, milletini düşündüklerini behrten Ömer Seyfettin Azerbaycan’ın mizahî şairi Sabir’in milletinin sorunlarıyla ilgilendiğini söyler. Sabir’in,
Şairim, çünkü vazifem budur eş’ar yazayım,
Gördüğüm nîk ü bedi eyleyimizhâr yazayım,
Günü parlak, güneşi ak, geceyi tar yazayım,
Kecikec, eğriyi eğri, düzü hem-vâr yazayım.
dörtlüğünün şiir anlayışını ortaya koyduğunu ifade eden Ömer Seyfettin; bu dörtlükten hareketle Sabir’in milletinin ayıplarını yüzüne vurduğunu, her türlü baskı ve hücuma rağmen hiçbir şeyden çekinmeden doğrularını şiirlerinde işlediğini belirtir (676). Ölümünden sonra şiirleri Hophopname adlı eserde toplanan Sabir, Türk dünyası edebiyatı içinde satirik üslubuyla öne çıkan şairlerin başında gelmektedir.
SONUÇ
Ömer Seyfettin, 1917’de Çarlık rejiminin değişmesi ve Sovyetler Birliği nin kurulmasının Kafkasya ve Türkistan’da yaşayan Türkleri rahatlatacağını, onların kavuşacağı hürriyet ortamının kendilerine yeni okuyucular kazandıracağını düşünmektedir (2016: 1048). Lenin’in ölümüne kadar ilk 3-5 yıl göreceli olarak hür yaşayan Türkler Stalin’in 1924’te başa geçmesiyle Sovyetlerin 1991’de dağılışına kadar olan zamanda Türkiye başta olmak üzere bütün dünyayı insanına kapatmıştır. Rejimin uygun gördüğü Türk yazarlarının eserleri Rusça ve bazı Türk yazı dillerine çevrilmiştir. SSCB döneminde Ömer Seyfettin’in hikâyeciliği ve Türk dilinin sadeleşmesi yolunda ortaya koyduğu çabalardan övgüyle söz eden çalışmalar bulunmaktadır. Abiyev’e göre Ömer Seyfettin, 20. yüzyıl öncesi Türk edebiyatının görkemli siması, millî dil ve edebiyat uğrunda yorulmadan savaşan yetenekli bir yazar, millî Türk realist hikâyeciliğinin kurucusu, bediî söz ustasıdır (Abiyev 1971: 65).
1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte yeni ortaya çıkan fikrî ve siyasi cereyanlar Türk aydınını etkilemiştir. Türkçülük temelli milliyetçilik önce dil ve edebiyat alanında varlık göstermiştir. Özellikle Jön Türkler döneminde Yeni Lisan hareketiyle ulus bilincine doğru önemli adımlar atıldı. Ziya Gökalp, Ali Canip ve Ömer Seyfettin bu alanda öncü işlevi gördüler. Ömer Seyfettin’in Genç Kalemler dergisinde yayımlanan “Yeni Lisan” başlıklı yazısı Millî Edebiyat döneminin başlangıcı sayılmaktadır. Milliyetçilik düşüncesinde dilin kimliği belirlemedeki baskın rolü onun düşünce dünyasında hakimdir. Ona göre Türkçe Türk birliğinin oluşmasında kilit işlev görecek bir araçtır. Ömer Seyfettin’in önderlik ettiği ‘Yeni Lisan hareketi’ ile dil planlamasında devletin müdahalesinden ziyade toplumsal bir seferberliğin olması arzu edilmiştir. İstanbul hanımlarının konuşma diline edebî dil statüsü kazandırarak bütün Türk dünyasında kullanılmasını sağlamak dilin sosyokültürel işleyişine müdahale kapsamı içinde değerlendirilebilir (Bosnalı 2011: 40). Onun şiir ve hikâyelerinde Türklüğün uzak tarihi idealize edilse de bugünkü Türk dünyası/Turan’ın durumu “karanlıkta şuursuz bir taş gibi uyuyordu… Lisan yoktu, sanat yoktu, zevk yoktu” (Ömer Seyfettin 2017: 165) mısralarıyla yansıtılmıştır. Türklüğün yeniden uyanışı ve eski gücüne kavuşması için ilme itibar edilmesini isteyen yazar, önceliği ilmî Turan’a verir. Bütün Türklerin İstanbul Türkçesini ortak dil olarak kabul etmesinin dilde birleşme sayılacağını ve bunun aslında Turan’ın birleşmesi anlamına geleceğini savunan Ömer Seyfettin kültürel Türkçülük fikrini öne çıkarır. Ona göre birden fazla Türk devleti olmasının zararı yoktur. Ancak ayrı ayrı Türk dillerinin olması Türklüğü parçalar, yok eder. Çarhk döneminde Rusya’da uygulanmaya başlayan yeni Türk yazı dilleri oluşturma fikrinin arka planında aslında Türklüğü bölme anlayışının olduğuna ilk dikkati çeken isimlerin başında Ömer Seyfettin gelmektedir. Çok kuvvetli bir Türklük bilincine sahip olan Ömer Seyfettin’de Türk dünyasının merkezi Türkiye/İstanbul’dur. Ancak o, Osmanlılığın bir kimlik olarak benimsenmesine “Hürriyet Bayrakları”, “Ashab-ı Kehfimiz” gibi hikâyelerinde ve birçok makalesinde karşı çıkmış, Türklüğün dilsel ve kültürel kimlik oluşturmadaki işlevine dikkati çekmiştir. Türk dünyası Ömer Seyfettin’in her zaman ilgi alanında olmuştur. O, Türk dünyasındaki gelişmeleri yakından takip etmiş, hikâye, şiir ve makalelerine konu etmiştir.
KAYNAKLAR
Abiyev, Aydın (1971). “Ömer Seyfeddinin Mühiti ve Edebi Görüşleri”, Türk Filologiyası Meseleleri, Bakı: Elm Neşriyyatı, 61-73.
Akçura, Yusuf (2019). Üç Tarz-ı Siyaset, haz. B. A. Gökdağ, Ankara: Akçağ Yay.
Akpınar, Yavuz (2004). İstnail Gaspıralı, Seçilmiş Eserleri 2: Fikrî Eserleri, İstanbul: Ötüken Yay.
Akpınar, Yavuz (2008). İsmail Gaspıralı, Seçilmiş Eserleri 3: Dil-Edebiyat-Seyahat Yazıları, İstanbul: Ötüken Yay.
Arai, Masami (1994). Jön Türk Dönemi Türk Milliyetçiliği, çev. T. Demirel, İstanbul: İletişim Yay.
Argunşah, Mustafa (2015). “Türk Milliyetçiliği, Türkçe ve Ziya Gökalp”, Türk Sosyolojisinin 100. Yılında Ziya Gökalp, Türk Yurdu Yazıları, ed. S. Sağlam, Ankara: Türk Yurdu Yay., 432-441.
Bora, Tanıl(2017). Cereyanlar, Türkiye’de Siyasal İdeolojiler, İstanbul: İletişim Yay.
Bosnalı, Sonel (2011). “Dil Planlaması ve Standartlaşma Kapsamında Yeni Lisan Hareketine Toplumdilbilimsel Bir Yaklaşım”, 100. Yılında Yeni Lisan Hareketi ve Millî Edebiyat Çalıştayı Bildirileri, haz. H. Argunşah, O. Karaburgu, İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yay., 26-41.
Çağın, Sabahattin (1997). “Ömer Seyfettin’in Eserlerinde Türk Dünyası”, Kardaş Edebiyatlar 41 (Ekim-Kasım-Aralık), 3-7.
Devlet Nadir (2011). Millet ile Sovyet Arasında, 1917 Ekim Devriminde Rusya Türklerinin Varoluş Mücadelesi, İstanbul: Başlık Yay.
Landau, Jacob M. (1999). Pantürkizm, çev. M. Akın, İstanbul: Sarmal Yay.
Okay, Cüneyd (2006). Türk Derneği, Ankara: Akçağ Yay.
Ömer Seyfettin (2016). Bütün Nesirleri, haz. N. H. Polat, Ankara: TDK Yay.
Özyurt, Cevat (2011). “İkinci Meşrutiyet Döneminde Kültürel Türkçülük ve Genç Kalemler Dergisi”, 100. Yılında Yeni Lisan Hareketi ve Millî Edebiyat Çalıştayı Bildirileri, haz. H. Argunşah, O. Karaburgu, İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yay., 218-244.
Ömer Seyfettin (2017). Şair Ömer Seyfettin, haz. N. H. Polat, Ankara: TDK Yay.
Sadoğlu, Hüseyin (2002). “Rus Dil Politikaları ve Bugünkü Türk Lehçeleri”, Türk Dünyası Araştırmaları 141 (Aralık), 169-182.
Sadoğlu, Hüseyin (2003). Türkiye’de Ulusçuluk ve Dil Politikaları, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay.
Şengül, Abdullah (2001). “Ömer Seyfettin’de Millî Kimlik”, Ajyotı Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 1 (C. 3), 1-14.
Ülken, Hilmi Ziya (2019). Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yay.
Ziya Gökalp (2018). Türkçülüğün Esasları, haz. B. A. Gökdağ, Ankara: Akçağ Yay.