KÜLTÜR
Necdet SEVİNÇ
4 Mart 1974
İngiliz Başbakanı İmparator Beşinci Corc’a sormuştu:
– Haşmetmeap, ikisinden birini tercih etmek zorunda kalsanız, İngiliz İmparatorluğunu mu tercih edersiniz, yoksa İngiliz donanmasını mı?
O zamanlar İngiliz İmparatorluğu Asya, Afrika ve Amerika’ya kadar yayılmıştı. Yüzölçümü 40 milyon kilometre kareyi buluyor ve bu zengin sömürgelerden elde edilen hammaddeler İngiltere sanayiini ayakta tutuyordu.
Beşinci Corc, sömürgelerin hammadde kaynağı ve mamul mal pazarı olarak ifade ettiği önemi bilmeyen adam değildi.
Düşündü ve şu cevabı verdi Başbakanına :
– İmparatorluktan vazgeçer İngiliz donanmasını tercih ederim. Çünkü İngiliz donanması yeni bir imparatorluk kurabilir.
Cevap, Başbakanın istediği gibiydi.
İkinci sorusunu yöneltti.
– İngiliz donanması ile İngiltere arasında bir tercih yapmak zorunda kalırsanız ne yaparsınız? Yani İngiliz anavatanını mı tercih edersiniz, yoksa İngiliz donanmasını mı ?
– Tabii ki İngiliz anavatanını tercih ederim, dedi. İmparator ve devam etti:
– Çünkü İngiliz anavatanı yeni bir İngiliz donanması inşa edebilir.
– Ya İngiliz anavatanı ile Şekspir arasında bir tercih yapmak mecburiyetinde kalırsanız?
Başbakan daha sözünü bitirmeden Beşinci Corc yerinden kalkmış ve “Şekspir’i tercih ederim, çünkü, Şekspir yaşadıkça İngiltere de, İngiliz donanması ve İngiliz İmparatorluğu da yeniden kurulabilir” cevabını vermişti.
Kimdi bu Şekspir ki, Beşinci Corc onun için yüzölçümü 40 milyon kilometre kareyi bulan koca imparatorluktan, dünyanın en güçlü donanmasından ve hatta İngiliz anavatanından vazgeçiyordu diyorsunuz?
Kralın soytarısı değildi.
Sevgilisi de değildi.
Klasik İngiliz edebiyatının en güçlü ozanı ve en güçlü oyun yazarıydı. Ama tek başına İngiliz kültürünü temsil ediyordu Şekspir… Ve İmparator Beşinci Corc, “Şekspir’i tercih ederim” derken, Othello piyesini bir kere daha seyretmenin egoizmi içinde
bulunmuyor, İngiliz kültürünü İngiliz anavatanına tercih ettiğini, İngiliz kültürü yaşadığı müddetçe İngiltere’nin mutlaka kurtarılabileceğini söylemek istiyordu.
Cumhuriyet dönemi Türkiyesinde bunun tam aksi uygulanmıştır
Sürekli ve çetin savaşlardan sonra İmparatorluğumuzu düşmanlarımız yıkmıştır. Anavatanımızı düşmanlarımız istila etmiştir. Donanmamızı düşmanlarımız batırmış, ordularımızı düşmanlarımız tüketmiştir. Ama kültürümüzü de düşmanlarımız değil biz yıkmışız, biz unutturmuşuzdur.
Ve bu unutturulduktan sonra gerçek zaferini kazanmıştır düşmanlarımız!
Şekspir İngiltere için ne ise, Yunus da bizim için odur. Biz, yalnız sayısız zaferler kazandığımız, sayısız devletler kurduğumuz için değil, aynı zamanda bir Dede Korkut, bir Karacaoğlan, Emrah, Sümmani, Fuzuli Baki, Nef’i Nabi, Akif, Hamit ve Türk kültürünü bir dantela gibi nakış nakış, motif motif işleyen diğer sanat adamlarını yetiştirebildiğimiz için büyük millet olmuş günümüzle geçmişimiz arasında işlek bir köprü kurabildiğimiz için Türk Milleti olarak bugüne kadar ayakta durabilmişizdir.
Fakat bugün ne bir Yunus vardır, ne de Yunus’un yetişeceğine dair bir umut…
Türk müziğinin en büyük ustaları Avrupa kültürünün Türkiye mümessilliğini yapan hükümetler tarafından bilerek isteyerek kasten unutturulmuş, Hazreti Itri, Hamamizade İsmail Dede Efendi, Sultan Üçüncü Selim, Hoca Rakım Efendi ve diğerleri
Türk kültürünün birer abidesi olmak suçundan ipe çekilmişlerdir.
Yarın bu büyük Türk dehalarının izinde olanlar da ipe çekilerek dünle bugün arasındaki köprü dinamitlenmek istenecektir.
Türkiye radyo ve televizyonlarından Mozart’ın övgüsü bunun için yapılır işte.
Türkiye radyo ve televizyonlarında bu memleketin müziğine bunun için ancak bir-iki saatlık kontenjan tanınır.
Üstüne basa basa söylemek istiyorum ki, bir gafletin eseri değil bir planın icabıdır bu..
Bu plan uygulanmağa başlanmadan önce Türk şairi Mehlika Sultan’a aşık olur. Mehlika Sultan’a şiir yazardı. Yarım asırlık bir kültür empozesi şairimizi orospuya aşık etti. Ve «Vesikalı Yâr» girdi edebiyatımıza. Sonra önünde hürmet ve saygı ile eğildiğimiz, kederimizi, mutluluğumuzu paylaştığımız evdeşimize beygir dedik. Ve kısrak üzerine şiir yazmağa başladık. Mehlika Sultan “Vesikalı Yâr”, Leyla “kısrak” olunca, Dede Efendinin tahtına da baktıkça nefret ettiğimiz, dinledikçe kustuğumuz bir oğlan çıkıp oturdu. Ve başladı aranjman okumağa. Bu da müziğimizi temsil ediyordu.
Millî zevkimiz 50 yıl içinde Everest Tepesinden Gor Çukuruna indirilmişti yani…
***
NECDET SEVİNÇ KİMDİR?
1944 yılında Gaziantep’te doğdu. Gaziantep Lisesi son sınıf öğrencisiyken okul dergisine “Allah’ın olmadığını” yazan felsefe öğretmenine bir gazetede verdiği cevap sebebiyle okuldan uzaklaştırıldı. Bu olaydan sonra, Gaziantep’te başladığı gazetecilik mesleğini devam ettirmek için İstanbul’a geldi. Haber ve Durum gazetelerinde çalıştı. 1969’tan itibaren Bizim Anadolu, Hergün, Ortadoğu, Günaydın ve Kurultay gazetelerinde genel yayın müdürü ve köşe yazarı olarak görev yaptı. Yazılarından dolayı birkaç kez kurşunlandı. Hakkında en çok dava açılan ve yüzlerce yıl mahkûmiyeti istenen yazarlarımızdan oldu. Asliye Ceza, Ağır Ceza, Devlet Güvenlik ve Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılandı. 1974 affıyla Bayrampaşa Cezaevi’nden çıktı.
12 Eylül 1980 müdahalesinde tekrar tutuklandı. 1987 yılı sonuna kadar iki kez Bayrampaşa Cezaevi’nde, iki kez Paşakapısı Cezaevi’nde olmak üzere; Silivri, Kastamonu/Daday, Erzincan/Tercan cezaevlerinde yaklaşık 5 yıl yattı. Binlerce köşe yazısı yazdı.
22 Temmuz 2011 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Ulus Mezarlığı’nda toprağa verildi.
ESERLERİ:
Yazarını Kurşunlatan Yazılar, Sanık Yazılar, Tutanak, Ferman, Ülkücüye Notlar, Ajan Okulları, Gaziantep’te Türk Boyları, Osmanlının Yükselişi ve Çöküşü, Osmanlı’dan Günümüze Misyoner Faaliyetleri, Eski Türkler’de Kadın ve Aile, Osmanlılar’da Sosyo-Ekonomik Yapı, Arşiv Belgeleriyle Tehcir, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Pontus’la Hesaplaşma, Duruşmalar, Acının Tadı, Türkiyat.