Ömer ARISOY: ORHUN ÂBİDELERİ’NİN TÜRK TARİHİNDEKİ ÖNEMİ

ORHUN ÂBİDELERİ’MİZİN, 15 ARALIK 1893’DE, YENİDEN OKUNMASININ YILDÖNÜMÜ VESİLESİYLE:

 ORHUN ÂBİDELERİ’MİZİN, BÜYÜK TÜRK TÂRİHİMİZDEKİ ÖNEMİ:

BİLGİLENDİRME:  İŞBU MÂKALEM, 1994’DE, HACETTEPE TÂRİH’DE, SEMİNER ÖDEVİ OLARAK HAZIRLANMIŞ OLUP, TÜRKÇÜ  ORKUN DERGİSİ’NİN, 15. SAYISI’NDA (MAYIS 1999) ; 16.SAYISI’NDA (HAZİRAN 1999) ; 17. SAYISI’NDA (TEMMUZ 1999) VE TDAV TÂRİH DERGİSİ’NİN,153. SAYISI’NDA (EYLÜL 1999) ,” “ORHUN ÂBİDELERİ VE TÜRK TARİHİNDEKİ ÖNEMİ” “ BAŞLIĞIYLA YAYIMLANMIŞTIR. BU VESİLEYLE, BÜYÜK TÜRKÇÜ, BÜYÜK TURANCI SAYGIDEĞER ALTAN DELİORMAN BEY’İ VE BÜYÜK TÜRKÇÜ, BÜYÜK TURANCI  SAYGIDEĞER PROF. DR. TURAN YAZGAN BEY’İ, RAHMET VE ÖZLEMLE ANIYORUM. YAZILARIMI, İŞBU ÜLKÜ-YAZ’DA YAYIMLAMAMA İMKÂN VE FIRSAT TANIYAN ÜLKÜCÜ YAZARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANIMIZ BÜYÜK TÜRKÇÜ, BÜYÜK TURANCI SAYGIDEĞER DR. HAYATİ BİCE BEY’E DE, SAĞLIK VE BAŞARI DİLEKLERİMLE, EN İÇTEN TEŞEKKÜRLERİMİ ARZ EDİYORUM. ALLAH, HEPSİNDEN RÂZI OLSUN. ÖMER ARISOY

 

Giriş: Türk Tarihini Oluşturan Temel Unsurlar:

 

a)”Türk” Kelimesi: Türk kelimesi, ilk defa altıncı yüzyılda Göktürkler tarafından siyasî bir teşekkülün adı olarak kullanılmıştır. Heradotos’un M.Ö. V. asırda, Doğu milletleri arasında gösterdiği Targitaların; İskit topraklarında yaşayan Tyrkaderin; Tevrat’ta zikredilen Togharmaların; Hint kaynaklarında adı geçen Turukhaların  Türk oldukları, XIX. yüzyılda hız kazanan Türkoloji çalışmalarında öne sürülmüştür. Fakat bu iddialar, henüz tam olarak ispatlanamamıştır. “Türk” kelimesi, Orhun Âbidelerinde “Türük” ve “Türk” olarak belirtmiştir. Vambery, J. Deny gibi bazı ilim adamları Türk kelimesinin “Törü-mek”’den çıktığını; Ziya Gökalp, Barthold, Neméth gibi ilim adamlarıysa Türk kelimesinin aslının “Töreli” olduğunu belirtmişlerdir. Türk kelimesi, Kaşgarlı Mahmud’a göre”, olgunluk çağı” anlamına gelmektedir.Ayrıca Türk kelimesinin “güçlü –kuvvetli” mânâlarına da geldiği vurgulanmıştır.

  1. yüzyılda ortaya çıkan Göktürkler, “Türk”kelimesini, tabiiyetlerinde bulunan Oğuz, Türkeş, Kırgız, Tatar gibi Türk boylarını da ihtiva edecek şekilde kullanmışlardır. Böylece, Türk kelimesinin bütün boyların bir üst kimliği olduğu vurgulanmıştır. Göktürkler, “Türk” kelimesinin başına koydukları “Gök” sıfatıyla da, devletlerini büyüklüğünü ve Gök-Tanrıya dayalı üstün bir millet olduklarını belirtmişlerdir.

 

  1. b) Türk Dili: Türkçe, en eski ve köklü dillerden birisidir. Ural-Altay dil ailesinin, Altay koluna mensuptur. Sondan eklemeli bir dildir. Çuvaş(r) ve Yakut(t) lehçeleriyle, yirmiüç şiveye sahip olan Türkçe yaklaşık 12.000.000 km2 lik bir alanda, 250.000.000 insan tarafından anadil olarak kullanılmaktadır.

 

  1. c) Türk Irkı: Türkler, Europid ırk grubunun Turanid bölümüne mensup olmakla birlikte, tarihî süreç içerisinde özel bir ırk haine gelmişlerdir. Türkler, beyaz tenli ve brakisefal kafataslıdırlar. Düz burun, hafif dalgalı ve kumral siyah saç, orta gürlükte sakal-bıyık ve kafatası arkasındaki çıkıntı(sefonid), Türklerin ırkî hasletlerinin en önemlilerindendir. Türk tipi, doğu edebiyatlarında, bilhassa da İran edebiyatında, “ay-yüzlü- badem gözlü” formülü ile insan güzelliğinin vardığı en son nokta olarak gösterilmiştir. Türk ırkının savaşçı olması ve töresine sâdık hareket etmesi, tarihî süreçten gelen ahlâkî özelliklerdendir.

 

ç) Türk Anavatanı: Altay Dağları ile Sayan Dağları’nın etekleri ve Aral Gölü ile Ural Dağları arasındaki bölge, Türkler’in ilk yurtları olarak bilinmektedir. Bu bölgedeki buluntular, 6000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Türkler, tabiî âfetler, nüfus artışı, otlak yetersizliği ve siyasî anlaşmazlıklar sebebiyle, zamanla bu bölgeleri terk ederek bütün dünyaya yayılmışlar ve Anadolu’yu da, ikinci bir anayurt olarak vatanlaştırmışlardır.

I) GÖKTÜRK SİYASÎ TARİHİ

Orhun Abideleri’nin Türk tarihindeki önemini kavrayabilmek için,onları birer millî vasiyet olarak bize bırakan Göktürk ceddimizin siyasî tarihine kısaca temas etmemiz gerekmektedir:

  1. A) I. Göktürk Kağanlığı(552-582): Asya’daki Büyük Hun İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra, Türk boyları, çeşitli yörelerde hanedanlıklar kurmuşlardır. Bu devirde(401-439) Altay Dağları’nın doğu eteklerine yerleşen beşyüz ailelik Aşıma(Asena=Bozkurt) sülâlesi, demircilikle uğraşmış ve Juan-Juanlar’ın silah ihtiyacını karşılamıştır.Juan-Juanlar’a tâbi olan Türk boyları, zamanla güçlenmiş ve çoğalmışlardır.
  2. asrın ikinci yarısına doğru, Asena sülâlesinin başına Başbuğ olarak Bumin Han geçmiştir. Bumin han Çin(Wei) devletiyle siyasî ilişkiler ve Juan-Juanlar’dan ayrılmak istemiştir. Wei hanedanının diğer Çin hanedanlarına karşı müttefik olarak Bumin Han’ı seçmesi ve ona elçi göndererek ilişki kurması Bumin Han’ı ve Asena Sülâlesini güçlendirmiştir. Böylece 545’te Göktürk Hanlığı’nın çekirdeği ortaya çıkmıştır. Avarlar’ın, Töles isyanını bastırmak için Bumin Han’ı görevlendirmesi, Asena Sülâlesinin gücünü göstermesi bakımından önemli bir fırsat olmuştur.

Töles’leri mağlup eden Bumin Han, bu zaferden sonra kendisini Avar kavmi ile eşit görmüş ve bunu ispatlamak için kağanın kızıyla evlenmek istemiştir. Fakat onun bu talebi Avar kağanı tarafından aşağılayıcı bir şekilde reddedilmiştir. Gururu incinen Bumin Han, bu durumdan istifadeyle, Avar Kağanı’nın üzerine yürümüş ve onu ağır bir yenilgiye uğratmıştır.  Bu olaydan sonra Bumin Han 552’de “ilkağan” ünvanını alarak Göktürk Hanlığı’nın kuruluşunu tamamlamıştır.

Bumin Kağan, Ötüken bölgesini başkent edinmiş, kağanlığın batı kısmının idaresini “Türk töresi gereğince”, “yabgu” ünvanı ile kardeşi İstemi Han’a bırakmış ve 552’de vefat etmiştir. Kağanlığın asıl idare merkezi, Doğu Yabguluğu olmuştur. Bumin Han’dan sonra oğulları Kolo(552-553), Mukan(553-5l2) ve Tapo(5l2-581) kağanlık yapmışlardır. Göktürk Devleti Mukan ve İstemi zamanlarında büyük gelişme göstermiştir. Altayların batısı, Tanrı Dağları, Harezm, Taşkent onların döneminde alınmış; Kağanlığın yüzölçümü 105.000.000 km2 ulaşmış, sınırları Mançuryadan Azerbaycan’a ulaşarak, bu coğrafyadaki Türk Boyları tek bir devlet ve bayrak altında birleştirilmiştir. Bu gelişme Orhun Âbidelerinde şöyle anlatılmaktadır: “…. Başlıya baş eğdirildi, dizliye diz çöktürüldü. Doğu’da Kadırgan(Kingan) ormanına, Batı’da Demirkapı(Kafkasya’ya) kadar kondurmuş, ikisi arasında sahipsiz, teşkilatsız Göktürk’ü düzene koyup öylece otururlarmış….”(Kültigin Anıtı, doğu cephesi 2-3. satırlar). Tapo Kağan, geniş toprakları daha iyi yönetmek için doğu yabguluğunu ikiye ayırmıştır. Doğu’yu, yeğeni İşbara’ya; Batı’yı da kardeşi Jotan’a vermiştir. Tapo Kağan, budistleri himaye edip, Budizm’i yaymaya çalışmış; onun bu tavrı, Türk’ün savaşçı özelliklerinin zayıflamasına ve Göktürkler’in gevşek bir hayat yaşamalarına sebeb olmuştur. Bu arada Çin, klasik Türk siyasetini (böl-parçala-yut) devam ettirmiş ve doğu ile batı yabğulukları arasına nifak sokmuştur. İstemi Han’ın vefatından sonra 576’da Göktürk Kağanlığı’nda Çin’in de etkisiyle nüfuz mücadelesi başlamıştır. Mukan’ın oğlu Talobien, İşbara Han’a isyan etmiş, fakat İstemi Han’ın oğlu Tardu’ya sığınmak mecburiyetinde kalmıştır. Talobien ve Çin’in tahriklerine kapılan Tardu, doğu yabgusu İşbara’yı tanımamış ve onunla savaşmıştır. Bu mücadele neticesinde Göktürk Kağanlığı 582’de  Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bölünmüştür.

 

  1. B) Göktürk Yabgulukları(582-630):

1-Doğu Yabguluğu: Doğu Göktürk Yabguluğu müessif kardeş kavgasından sonra, kendisini bir daha toparlayamamıştır. İç bunalımlara ve Çin baskısına dayanamayan İşbara Han, 582-583’de Çin hakimiyetini tanımak mecburiyetinde kalmıştır. Fakat Türklük şuuruna sahip olan İşbara Han, Çin İmparatoruna 585’de yazdığı mektubunda; siyasî istiklâllerini kaybetmiş olabileceklerini, ama asla Çin’li olmayacaklarını (Çin’in kültür empeyalizmine boyun eğmeyeceklerini vurgulamıştır). İşbara Han’ın esaret kederiyle vefatından sonra, doğu yabğusu olan Kimin(600-609), Çinlileşmeyi kabul etmiştir. Bu durum, Orhun Âbidelerinde “…Bilgisiz, kötü kağan başa geçmiş, beyleri de bilgisiz imiş. Beyleri ahenksiz olduğu için, Çin milleti sahtekâr olduğu için, Türk milleti, ilini elden çıkarmış. Çin milletine, beylik erkek evlâdı kul hanımlık kız evlâdı câriye olmuş. Türk beyleri, Türk adını bırakmış…”(Kültigin Anıtı 5-8. satırlar arası) şeklinde anlatılmıştır. Kimin’in oğlu Şipi(609-619), Göktürkleri yeniden hürriyetlerine kavuşturmak istemiş; bunun için, Çin’e verilen haracı kesmiştir. 618’de Sui hanedanını alt etmiş ve T’ang hanedanının tahta çıkmasına sebeb olmuştur. Şipi bu başarıya, Çin’in “böl-parçala-yut” siyasetini Çin’de uygulayarak ulaşmıştır. Şipi’den sonraki kağanlar onun siyasetini sürdürememişlerdir. Kieli Han’ın 630’da Çin’e esir düşmesiyle birlikte Doğu Göktürkleri;  istiklâllerini tamamen kaybetmişlerdir.

 

2-Batı Yabguluğu: Batı Göktürk Yabgusu olan Tardu, Batı’da, Sasaniler’le mücadele etmiş; Bizans’la kurulan ilişkileri devam ettirmiş; Ötüken’e kadar ilerleyerek, yabğuluğunun sınırlarını Kırım’dan Keşmir’e kadar genişletmiş; Kafkasya, Horasan ve Güney Türkistan (Kuzey Afganistan ve Kuzey Hindistan’ı) Türkleştirmiştir.

 

Tardu Han, Göktürk birliğini gerçekleştirmek için çok çalışmış ancak Töleslerin iç isyanlarını bastıramamıştır. Onun 603’te vefat etmesinden sonra yerine geçenler, durumahakim olamamışlardır. Küçük torunu olan Tong zamanında(618-630) durum biraz düzelmişse de, Batı Yabguluğu da iç ve dış baskılara dayanamayarak Çin esaretinde yaşamaya mecbur kalmışlardır.

  1. C) Kürşad İhtilâli(639): Çinliler, Doğu ve Batı Yabguluklarını ortadan kaldırdıktan sonra, Türkler’i, Çinlileştirmeye çalışmışlardır. Bunun için yapılan baskılar, Türkler’deki Millî şuuru daha da kuvvetlendirmiş; Türkler fırsat buldukça Çin’e isyan etmişlerdir. Bu isyanlardan en önemlisi, Çuluk Kağan’ın oğlu Kürşad ve otuzdokuz arkadaşının ihtilâle dönüşen isyanıdır. Çin Sarayı muhafız bölüğünde görevli olan Kürşad, Türkler’i esâretten kurtarıp Türk Devleti’nin istiklâlini yeniden temin etmek için bir ihtilâl heyeti kurmuştur. Çin İmparatorunu kaçırmayı, ve onun serbest bırakılması karşılığında da, Türklerin hürriyetini sağlamayı amaçlamıştır.

Ancak, İmparatorun kaçırılacağı gece çıkan fırtına ihtilâlin o sırada gerçekleşmesine engel olmuş; durumun anlaşılmasıyla da; Kürşad ve arkadaşları idam edilmişlerdir. Ama bu teşebbüs, esaret altında bulunan diğer Türkler’in şuurlarını kuvvetlendirmiş ve sonraki dönemlerde çıkacak Millî İstiklâl hareketlerinin temel ilham kaynağı hâline gelerek, Büyük Türk Milleti’mizin, en temel hürriyet ve istiklâl simgelerinden olmuştur.

  1. D) II. Göktürk Kağanlığı(680-745): Türk İstiklâlini sağlamak isteyen Milliyetçi Başbuğların idamları ve Çinlilerin Türkler’i Çinlileştirmek için uyguladıkları korkunç baskılar, Türkler’i yıldırmamış, aksine içlerindeki bağımsızlık aşkını daha da körüklemiştir. Bir Çin devlet memuru olarak sınırda görev yapan Kutluğ, Asena sülâlesinin karakteristik mücâdele azmiyle, 680 senesinde onyedi arkadaşıyla beraber yeni bir milliyetçi hareket başlatmıştır. Bu harekette, kendisine yardımcı olarak da ileride büyük bir devlet adamı olacak olan Apa Tarkan(Bilge Tonyukuk)’ı seçmiştir.

Kuzey Çin’de(muhtemelen ismi Asena olan) gizli bir Milliyetçi teşkilat kurarak çevresindeki Türkler’i bu teşkilat çatısı altında Çin’e karşı ayaklanmaya davet etmiştir. Kısa sürede çağrıya uyanların katılmasıyla beraber etrafında 5000 kadar bahadır toplanmıştır. Harekete geçen Kutluk ani baskınlarla teşkilâtını kuvvetlendirmiş;kısa süre sonra da, Ötüken’i geri almıştır. Fakat, Kutluk Han’ın bu başarıları diğer Türk boylarının kıskançlığına yol açmıştır. Bu sırada Çinliler, durumdan faydalanarak, Oğuzlar ve Kıtaylar’la Kutluk Han’a karşı ittifak yapmışlardır. Bu ittifakı haber alan Kutluk, Oğuzlar’a taarruz ederek onları yenmiş, ardından 680’de Göktürk Kağanlığını yeniden diriltmiştir. Kutluk, Bumin ve İstemi Hanlar’ın töresince, devleti tekrar düzenlemiştir. “Şad” Ünvanının yerine, devleti yeniden kuran, devleti toparlayan anlamıdaki “ilteriş” ünvanını almıştır. On-ok ve Kırgız boylarının dışındaki bütün Türkler’i yeniden tek bayrak altında birleştirmiştir. Böylece şimdiki bilgilerimize göre ilk olarak Motun(Mete) Han’ın gerçekleştirdiği ve bugün Turan olarak adlandırılan Büyük Türk Birliğini yeniden bir kere daha kurmuştur. O’nun, 692’de vefatından sonra, oğulları Bilge ve Kültigin küçük olduklarından yerine Kardeşi Beyçor(Moço) “Kapgan” ünvanıyla devleti idare etmeye başlamıştır.

Kapgan Kağan, İlteriş Han’ın siyasetini aynen devam ettirmiş, Kıtaylarla, Çinlilerin arasını açarak, hanlığını daha da kuvvetlendirmiştir. Daha sonra Kıtayları yenmiş, Çinlilerden haraç almış ve esir Türklerin hürriyete kavuşmalarını sağlamıştır. Kapgan Kağan zamanında, Kırgız, Türkeş gibi Türk boyları da, “Büyük Türk Birliğine” dâhil edilmiştir. Kapgan Kağan’dan sonra 716’da, oğlu İnal Böğü, başa geçmiş; ancak, babasının başarılarını sürdürememiştir. Devlet sarsılmaya başlayınca, Bilge ve Kültigin kardeşler Tonyukuk’la beraber duruma müdahale ederek idareyi ele almışlardır. Bilge Kağan (716-734), iç ayaklanmalarla uğraşmış, Çin’e seferler tertiplemiş; siyasî ve askerî zaferlerle Göktürkler’i zirveye çıkarmıştır. Bilge Tonyukuk’un ikazıyla Budizm’i benimsemekten vazgeçmiştir.

Bilge Kağan, 725’te Bilge Tonyukuk 731’de ise kardeşi Kültigin’i kaybettikten sonra önemli bir faaliyette bulunamamıştır. Nihayet 734 yılında bir Çinli tarafından zehirlenerek uçmağa varmıştır. Ondan sonra tahta çıkanlar, yerini tutamamışlar, hep biri birilerine düşmüşlerdir. Bu durumdan faydalanan Basmil, Uygur ve Karluk boyları birleşerek son Göktürk Kağanı Ozmış’ı öldürmüşler ve Göktürk Devleti’ne 745’te son vermişlerdir. Günümüzde Göktürkler, “Satın” ismiyle Şamanist ve göçebe 82 kişi olarak Moğolistan’ın Akkül bölgesinde yaşamaktadırlar.

II. ORHUN ÂBİDELERİNİN TEKNİK YAPISI

Orhun Âbideleri, Göktürkler zamanından kalma tarihi vesikalardır. Orhun vadisinde dikildiklerinden dolayı bu adla anılmaktadırlar. Belli başlı onüç adet âbide vardır. Bu âbidelerin Türk Tarihi açısından en önemlileri, 725’te Bilge Tonyukuk’un kendisi için diktirdiği Tonyukuk, 732’de Kültigin için, Bilge Kağan tarafından diktirilen Kültigin ve 735’te Bilge Kağan için, oğlu tarafından diktirilen Bilge Kağan âbideleridir.

Kültigin ve Bilge Kağan Âbideleri, Baykal Gölü’nün güneyinde Orhun Nehri vadisindeki Koşo-Saydam Gölü yakınlarında 47.1˚ enlemi ve 102.5˚ boylamı arasındadır. Kutsal de buradaki Hangay Dağları’nda 4031 m yükseklikteki Ötüken Tepesi’nin yamaçlarındadır. Tonyukuk Âbidesi ise, biraz daha doğuda 48˚ enlemi ve 10l˚ boylamı arasında, Tola Nehrinin yukarısındaki Bayn-Çokto’dadır. Âbidelerin yazarı ise, Bilge Kağan’ın yeğeni olduğu sanılan Yolluğ Tigin’dir.

Orhun Âbideleri’ni ilk olarak zikreden şahıs, XIII. asır İlhanlı tarihçisi Cüveynî’dir. O, Tarih-i Cihanguşâ adlı eserinde, Âbidelerle ilgili bazı bilgiler vermiştir. Çin yıllıklarında da, Âbidelerden bahsedilmiştir. Fakat XVIII ve XIX. asırlara kadar Orhun Âbideleri, Türkeli bozkırlarında unutulmuşluğun acısını yaşamıştır. 1720’li yıllardan itibaren Kırgızlara ait mezar taşları olan ve Türkçe isimleri ihtiva eden 160 adet Yenisey Kitabeleri bulunmuştur.

Orhun Âbideleri’ne, ilim dünyasının dikkatlerini ilk olarak çeken, 1709’da Ruslara esir düşen ve Türkeline(bugünkü Moğolistan)sürülen Alman subay Strahlenberg’tir. 1730’da, sürgün yıllarında yaptığı araştırmaları yayımlamış, ve Orhun Âbideleri’nden bahsetmiştir.

1869’da, Rus Yadrintsev, Kültigin ve Bilge Kağan Âbidelerini bulmuş; Finlandiyalı Heikel ve Rus Radloff, 1891’de, Orhun Nehri Vadisinde araştırmalar yapmışlardır.

Danimarkalı ilim adamı Thomsen, 1893’te, Göktürk alfabe ve yazısını çözmeyi başarmış; böylece, Orhun Âbideleri, okunarak, Göktürkler’le ilgili ilmi araştırmalar hızlanmıştır.

 

Kültigin Âbidesi, ebedîliği simgeleyen kaplumbağa şeklindeki oyuk bir kâide taşına oturtulmuştur. Rüzgâra maruz kalan kısımlarından tahribat ve silintiler olmuştur. Yüksekliği 3.75 metredir. Özenle yontulmuş bir çeşit kireç taşı(saf olmayan mermer)’dandır. Yukarıya doğru biraz daralmakta olup dört cephesi vardır. Doğu ve batı cephelerinin genişliği aşağıda 132, yukarıda 122 cm dir. Güney ve Kuzey cepheleriyse aşağıda 46 yukarıda 44 cm dir. Âbidelerin üstü, kemer şeklinde bitmektedir. Yukarı kısım , beş kenarlıdır. Âbide’nin doğu cephesinin üstünde Kültigin’in atılganlığını ve hareketliliğini sembolize eden “geyik” motifi vardır. Batı cephe Çince, diğer cephelerse Türkçe yazılmıştır. Cepheler arasında kalan kenarlarda  ve Çince kısmın yanında Türkçe ifâdeler vardır. Doğu cephesinde kırk, kuzey ve güney cephelerinde onüçer satır yazı bulunmaktadır. Satırlar yukarıdan aşağıya doğru yazılmış, ve sağdan sola doğru dizilmiştir. Satırların uzunluğu yaklaşık 235 cm dir. Âbide’nin Çince yazılan batı cephesinde, Türk-Çin iliişkileri ve Göktürk Kağanlığının durumu anlatılmış, Kültigin’in kahramanlıkları, vurgulanmış ve tarih kaydedilmiştir. Âbide civarında bir mezar enkazı,pek çok heykel parçaları ve Âbideye giden iki tarafı heykel ve taşlarla dizili 4.5 km lik bir yol vardır. Bu heykeller arasında Kültigin’in kartal armalı mermer büstü de bulunmaktadır. Âbide ve mezarın inşaatında Türk ve Çinli sanatkârlar çalışmışlar; Bilge Kağan, âbide’nin yazılmasına bizzat yardım etmiştir.

 

Bilge Kağan Âbidesi, aynı yerde, Kültigin Âbidesi’nin bir km2 güneybatısındadır. Teknik olarak Kültigin Âbidesi’nin aynısıdır. Fakat bu âbide Kültigin âbidesinden birkaç cm daha yüksektir. Bu sebeple, doğu cephesinde kırkbir; diğer cephelerinde onbeşer satır vardır. Bu âbidenin de batı cephesi Çince’dir. Ancak diğerinden farklı olarak, üzerine Türkçe ifadeler de bulunmaktadır. Abide’de konuşan Bilge Kağan olup, pek çok satır, diğerininkiyle aynıdır. Kültigin’in vefatından sonra cereyan eden bazı olaylara da, bu Âbide’de anlatılmaktadır. Bilge Kağan Âbidesi, tabiat şartları ve define avcılarının tahribi yüzünden devrildiği ve parçalandığı için, silinti ve tahribatı çoktur. Bu Âbide’nin de etrafında, mezar enkazı ve bir takım heykeller ile, öldürülen düşmanları simgeleyen balballar bulunmaktadır.

 

Tonyukuk Âbidesi ise, diğerlerinin biraz daha doğusundadır. Dörder cepheli iki taş halindedir. Birinci ve daha büyük olan taşta otuzbeş, ikinci taşta da yirmiyedi satır yazı vardır. İkinci taştaki yazılarda aşınma daha çok olmuştur. Tonyukuk Âbidesi’nde satırlar soldan sağa doğru istif edilmiştir. Yine yanında balballar, heykeller ve bir mezar kalıntısı mevcuttur.

III. ORHUN ÂBİDELERİ VE TÜRK EDEBİYATI

A)Göktürk Yazısı: Orhun Âbideleri  “Türk” adının geçtiği ilk tarihî Türkçe metinlerdendir. Bunlar, Göktürk yazısı ile dantel dantel işlenmişlerdir. Bu yazının kökenini Cermenlere ya da başka kavimlere dayandıran iddiaların hiçbir tarihî-ilmî kıymeti yoktur. 1970’te Alma-ata yakınlarındaki Esik Kurganı’nda(Altın Elbiseli Adam’ın mezarında)bulunan gümüş bir tabağın üzerindeki “Tigin yirmiüçünde öldü. Esik halkının başı sağ olsun” ifadeli iki satırlık yazı, M.Ö. V. asra ait olup, bilinen en eski Türk yazısıdır. Göktürk yazısı da, eski Türk damgalarındaki şekillerden üretilmiş harflerden meydana gelen bu yazının geliştirilmiş şeklidir. Bu yazı otuzsekiz harfli olup, dört tanesi seslidir. Hem seslilerin hem de sessizlerin kalın ve ince okunmalarını sağlayan farklılıklara ayrı işaretlerle gösterilmiştir. Harfler, biri birilerine birleştirilmemiş, kelimeler üst üste konmuş, iki noktayla(:) diğerinden ayrılmıştır. Bu Türkçe’nin ilk noktalama işaretidir. Yazı sağdan sola ve isteğe bağlı olarak yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve Âbidelerin tasnifi bu şekilde olmuştur. Göktürk yazısında, genellikle kelime başındaki sesli harfler yazılmamıştır. Bilhassa baştaki (a,e) lerin yazılmaması önemli bir özelliktir. Bu yazının sessiz imlâsı çok sağlamdır. Orhun Âbideleriyle diğer Göktürk Âbideleri arasında (s,ş) gibi harflerin işaretlenmesi hususunda farklılıklar vardır.

Âbideler, 20. Gün ve 34. Günde yazılmışlardır. Oniki Hayvanlı Türk Takvimi’ni kullanan Göktürkler sayıları bugünkü gibi belirtmişlerdir. Göktürk yazısında cümle yapısı, genellikle özne+tümleç+ yüklem sırasını takip etmiştir. Türk halk şiirinin en önemli özelliği olan hece vezni Göktürk yazısıyla yazılan Orhun Âbidelerinde ortaya çıkmıştır.

 

  1. B) Göktürk Destanları: Orhun âbideleri, Göktürk destanlarının yazıya dökülmüş şeklidir.

Türkler’de Bozkurt, kutlu bir hürriyet sembolüdür. Atalarımız, kendilerini kurta benzetmişlerdir. Kurt Ata’dan türediklerini vurgulamışlardır.( Bu türeme, fizikî olmaktan çok, karakter yönündedir.) Bozkurt’un Türk ırkının sembolü olmasının sebebi, kurtun hür yaşamayı sevmesin ile  Türk’ün hürriyetine düşkün olması ve bağımsız yaşama tutkusunun paralellik göstermesindendir. Hayvanlar âleminde “kral” denen aslandan, hainlikle özdeşleşen yılana; filden kuşa kadar bütün hayvanlar ehlileştirilmiş, sirklerde maskara yapılmıştır. Ama asil kurt hiçbir zaman ehlileştirilememiştir. Türk milleti de aynı Bozkurt gibi tarihin hiçbir devrinde zincire vurulamamıştır. Hayvanlar âleminde, sadece Kurtlar aile hayatı yaşamaktadırlar. Türk milletin de aileye verdiği önem tarihen malumdur. Bu v.b. hasletleri sebebiyle Türkler, BozKurt’la özdeşleştirmişlerdir. Bu bütünleşme âbidelerde “… babam Kağan’ın askeri kurt gibiymiş…” şeklinde tekrar tekrar vurgulanmıştır. Türkler Bozkurt’u her zaman bir bağımsızlık sembolü olarak kullanmışlar, asla ona tapınmamışlardır. Göktürkler, çadırlarının önüne altından bir kurt başı dikerek, Kurt Ata’ya olan sevgi ve saygılarını devam ettirmişlerdir.

 

Büyük Türk Destanlarının Göktürk bölümü olan Bozkurt Destanı’nın konusu; Hun soyundan olan Göktürkler’in Lin ülkesinden gelenlerce soykırıma tâbi tutulması,; on yaşındaki bir çocuğun, elleri ayakları kırık bir şekilde bir mağarada bu soykırımdan kurtulması; yavrularını yitiren Asena adlı dişi kurtun bu çocuğa bakması, çocuğun neslinin bu kurttan türeyip çoğalması ve atalarının intikamını almasıdır. Bozkurt Destanı hakkındaki en önemli tarihi belge 1956’da Moğolistan’ın( kadim Türkeli) Arhangay bölgesinde bulunan V. Göktürk Kağanı Tapo Han’a ait olan ve “sakat bir çocuğu emziren Bozkurt kabartması”nın işlendiği mezar taşıdır. Bu da 439’da, Tabgaçların yaptıkları Göktürk soykırımı dönemine denk gelmektedir.

 

Diğer bir Göktürk destanı da, Ergenekon Destanı’dır. Bunda da Kurt, rehberlik görevini üstlenmiştir. Bu destandan ilk defa, Reşidüddin Tabib Câmiu’t-Tevârih adlı eserinde bahsetmiştir. Oğuz Kağan destanını ilk yazıya geçiren de bu şahıstır. Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın XVII. asırda yazdığı Şecere-i Türkî adlı eserinde de, Ergenekon Destanın’dan söz edilmiştir. Ergenekon destanının konusu, 439’daki Tabgaç soykırımından kaçan Asena ailesinin dağlarla çevrili bir vadide 400 sene kalıp, bir gün(21 Mart’ta=Nevruz) bir Bozkurt’un rehberliğinde dağları delerek, Ergenekon adlı çıkmaları ve düşmanlarında intikamlarını almalarıdır.

 

Büyük  Türk Milleti’miz, Bozkurt’u ve Erkenekon’dan çıkış gününü, daima hatırda tutmuştur. Erkenekon’dan çıkış günü olan 21 Mart yani Nevruz, bütün Türkler’in Millî bayramları olmuştur.

 

21 Mart 1993 Pazar günü Antalya’da yapılan Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı’nda, Ergenekon’dan çıkış, Türk Dünyasının Kağanı Merhum Başbuğ’umuz Alpaslan Türkeş’in önderliğinde, bütün devlet erkânınca  örste demir dövülerek, Türkiye’de, resmen ve yeniden  yaşatılmaya başlanmıştır.

 

IV. ORHUN ÂBİDELERİ’NE GÖRE TÜRK YAŞAYIŞI

Orhun Âbideleri, ilk tarihi Türkçe vesikaların en önemlilerinden olarak, atalarımızın yaşayışı ve sosyal hayatı hakkında çok önemli bilgiler vermektedir. Bu bilgileri ,Millî Tarih şuuruyla, şöyle özetlemek mümkündür:

  1. A) İslâm Öncesi Türk Toplumu ve Sosyal Yapısı: Türk toplumu Orhun Âbideleri’ne göre, bir bozkır toplumudur. Bu toplumun temel karakteri mücadeleci bir ruha sahip olmasıdır. Türk toplumu, oguş(aile) + uruğ(sülâle) + boy(sülâleler birliği) + budun(boylar birliği) + il(budunlar birliği= devlet)şeklinde yapılanmıştır. Türk ailesi diğer Türk aileleriyle (dışarıdan) evlenmeye dayanan pederşahî bir aile tipidir. Dağınık çobanlık hayatı, geniş aileye pek imkân vermediğinden, genellikle, çekirdek aile tipi hakimdir. Boy beyleri, kudretli kişiler arasından seçimle işbaşına gelmişlerdir. Beyi seçen meclis, kağanların Toy Meclisi’nin küçük bir örneğidir. Budun’un başında yabgu, Şâd, ilteber gibi unvanlar taşıyan idareciler bulunmuştur.

Türkler, toplayıcılık, hayvancılık ve ziraatle uğraşmışlardır. Şehirlere yerleşme ise, Göktürkler zamanında başlamıştır. Bozkır ortamı sürekli tarıma elverişli olmadığından yarı-göçebe olan eski Türkler, şehirler ve tapınaklar çevresinde değil; çadırlarda yani ordugâhlarda yaşayarak, yaylak-kışlak geleneğini sürdürmüşlerdir.

 

Atalarımızın yeni otlaklar bulmak için sürekli yer değiştirmeleri, bunun için atı ehlileştirip kullanmaları, Türkler’in savaşçı özelliklerinin pekişmesine ve atlı kültürün doğmasına yol açmıştır. Atalarımız, bu sâyede, gittikleri her yere Türk mührünü vurmuşlardır.

Türkler’in sosyal hayatında at, çok önemli bir yer tutmuş; Türkler, âdetâ, at üstünde doğup , at üstünde  uçmağa varmışlardır. Orhun Âbideleri, kazanılan savaşlarda atın uğuruna temas etmiş, bilhassa Kültigin’in kahramanlığı anlatılırken, bindiği atlar tek tek sayılmıştır.

Orhun Âbideleri’nde kadının toplum hayatındaki yeri ve önemi de temas edilmiştir. Kadın “Hatun” unvanıyla devlet yönetiminde yer almıştır. II. Göktürk Kağanlığını, İlteriş Kağan ve İlbüge Hatunun beraber kurdukları, Kültigin Âbidesi’nde zikredilmektedir.

Orhun Âbideleri’nde, Atalarımızın, zamanın en ileri teknolojisi olan demiri kullandıkları ve bu sâyede, “başlıya baş dizliye diz eğdirdikleri” belirtilmektedir. Atalarımız bilhassa idareci olduklarında, bunun gereğini yerine getirmek için, gök-demirden yapılan kılıç üzerine sağ ellerini koyarak “Gök girsin kızıl çıksın(sözümde durmazsam bu kılıç kanımı akıtsın)” diye yemin etmişlerdir. Atalarımız, bayrak olarak da gök zemin üzerinde, Bozkurt başını kullanmışlardır. Muhtemelen birbirilerine “Bozkurt işareti” vererek selâmlaşmışlardır. Çizme, pantolon ve kaftan giymişler, başlarına börk takmışlar, saçlarını uzatıp arkaya salmışlar,bıyıklarını hilâl şeklinde uzatmışlardır. İçecek olarak kımızı tercih etmişler, yemek olarak da günde iki öğün et yemişlerdir. Evlenme; servet ve asillik yönünden eşit ya da yakın olanlarla yapılmıştır. Eski Türklerde toprak esasını değil, boy esasını temel alan Millî aristokrasi hakim olmuştur. Eski Türkler Şamanlık denen büyü sistemi ile, ilâhi bir din olduğu tahmin edilen Gök-tanrı inancını benimsemişlerdir. Bu inançta, tek Allah ve onun yardımcıları olan çeşitli melekler vardır. İnsanın fanî, Allah’ın bakî olduğu Orhun Âbideleri’nde “…zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu hep ölmek için türemiş…” ifadeleriyle anlatılmaktadır.

B)Devlet-Ordu Yapısı: Orhun Âbideleri’ne göre, Göktürk Kağanlığı, Türkeli bozkırlarında yaşayan göçebe Türk budunlarının birliğidir. Göktürkler ilkbaharda, (muhtemelen de Ergenekon’dan çıkış günü olan 21 Martta) “kurultay” adlı devlet meclisini toplamışlar ve burada çeşitli meseleleri görüşüp, hâlletmişlerdir. Bozkırın zor şartlarıyla başa çıkabilmek, boyların birleşip beraber hareket etmesini zarurî kılmıştır. Bu durum da adem-i merkeziyetçi(çifte krallığa dayanan) kağanlıkları ortaya çıkarmıştır. Devlet idaresindeki doğu-batı ayrımı ve doğunun batıya tâbi olması, bu anlayışın bir tezahürüdür.

Türkler’de devlet, kurucu hanedanın ve yüksek rütbeli devlet adamlarıyla komutanların ittifaklarıyla kurulmuştur. Bu sebeble, idâreciler, devletin resmî sahipleri sayılmıştır. Yüksek rütbeli devlet adamları, bu konumları sayesinde, zaman zaman yanlış kararlar alabilen kağanları bu fikirlerinden caydırmışlar, böylece devletin devamlılığını  sağlamışlardır. Meselâ Tonyukuk, Bilge Kağan’ın Türklerin mücadele azmini zayıflatan Budizm’i ve Taoizm’i kabul etmesini engellemiş; Tun Baga Kağan ise, devletin devamını sağlamak gayesiyle, Uygur Kağanı’nı öldürerek yerine geçmiştir.

Türk devletlerinde Kağan “ilig”, hatun “konçuy” unvanlarını taşımıştır. Devlet sistemindeyse, Kağan ile boylar arasındaki ilişkileri yüksek memurlar sağlamışlar; kağanın kardeşi yabgu unvanıyla devletin batısını idare etmiş ve boy beylerini denetlemiştir. Gelenekçi askerî disiplin kağanlıkların temel unsuru olmuştur.

Türk Devletleri, Orhun Âbideleri’nde sık sık  vurgulandığı gibi Türk Töresine göre kurulmuştur. Türk töresi adalet, merhamet, istişare, teknoloji ve güçlü istihbarat gibi unsurlardan teşekkül etmektedir.

Orhun Âbideleri’ne göre kağan, soylu bir aileden gelmeli ve Kut’la yani Gök-Tanrı’nın ilâhi yönetme izniyle donatılmış olmalıdır. Türk töresine göre, halkı beslemek ve zengin etmek kağanın başlıca vazifelerindendir. Bu durum Âbidelerde:”   fakir milleti zengin, az milleti çok kıldım…” ifadeleriyle anlatılmaktadır. Eski Türk devlet sisteminde; devlet başkanlığı, yasama ve yürütme biri birisinden ayrılmıştır. Fakat kağan, halktan ve ülkeden birinci derecede sorumlu olduğundan bu organların bazı kararlarına, devletin selâmetin için zaman zaman müdahalede bulunmuştur.

Orhun Âbideleri’ne göre Türk ordusu, atlı bir ordudur.  Ordunu 1/3 ünü ise, yayalar oluşturmuştur. Göktürk ordusunun ortalama 230.000 kişi olduğu tahmin edilmektedir. Süratli gece baskınları, seferlerin ilkbaharda yapılması ve savaşlarda “kurt pençesi” denen sahte ric‘atin uygulanması; Göktürk ordusunun temel özelliklerindendir. Hayvancılığa dayanan ekonomik hayat, savaş ganimetleriyle de desteklenerek sürdürülmüştür. Bozkırda kurulan Türk devletlerinde, askerlik ayrı bir meslek kabul edilmemiştir. Her Türk’ün, her zaman savaşa hazır olması, sadece Türklere has “ordu millet” kavramının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Savaşlarda öldürülen düşmanların, öteki dünyada kağana hizmet etmeleri için mezarların yanına “Balbal “ denen heykelleri dikilmiştir. Merkezdeki ordulara yüksek rütbeli komutanlar serdarlık etmişlerdir. Ordu, Mete Han’ın(M.Ö.279- 174) icadı olan onbin kişilik kuvvetlerle(tümenlere) tümenler, binlik, yüzlük ve onluk gruplara ayrılmışlardır. Göktürk ordusu, hafif teçhizatlı donanımı ve çevik olması sâyesinde, başarıdan

başarıya koşmuştur.

Ordunun onbaşılardan tümen komutanlarına kadar belli bir disiplin içerisinde halkalanması, Türk teşkilatçılığının bir yansımasıdır. Silah olarak ok-yay ve kılıcı kullanan Göktürkler’de savaş kararları kurultaylarda oybirliğiyle alınmıştır. Savaş meydanlarında süvariler, atlarının renklerine göre belirli kanatlarda yer almışlardır. Buna göre yağız atlar kuzeyde, boz-atlar doğuda, al-atlar güneyde, kır-atlar ise batıda yer almıştır. Bunun sebebi, belirli bir düzenle mutlak zafere ulaşmaktır. Göktürkler’in keşif seferlerine ve yıpratma akınlara dayanan savaş stratejileri, en uzak yerlerdeki ülkelerin bile kolayca elde edilmelerini sağlamıştır.

V. ORHUN ÂBİDELERİ’NİN FİKRÎ YAPISI

Orhun Âbideleri’nin Türk tarihindeki öneminin temelinde, Âbideler’in, Türk milliyetçiliği fikriyle yazılması vardır. Türklük ve Türk milliyetçiliği ile ilgili şimdilik bilinen en eski ve en muhtevalı eserler olan Orhun Âbideleri’nde  yüksek Türklük şuuru ile hareket eden büyük devlet adamları, bu şuurun bir gereği olarak millete hesap vermişler; VI veVIII. asırdaki Türk sosyal, siyasî ve askerî hayatını anlatmışlar, devletle milletin başlıca vazifelerini belirtmişler, Türklüğün özünü oluşturan Türk Töresi’nin önemini ifade ederek, buna bağlı kalındığı müddetçe “gök ve yer çökse bile Türklüğün devam edeceğini” vurgulamışlardır.

Orhun Âbideleri Millî bir destan üslûbu ile yazılmış; Türkler’deki Alplik, Erlik, Bilgelik ve Mertlik unsurlarına temas edilmiş ve ilk Türk Millî İstiklâl harbini anlatılmıştır.

Orhun Âbideleri’nde, Çin Emperyalizmi temsiliyle, Türklük düşmanlarının durumlarına dikkat çekilmiş; bunların, milletimizin millî ve manevî değerlerini yıpratarak ve vatan haini uşaklarının yardımlarına dayanarak Türk’ü ortadan kaldırmaya çalıştıkları belirtilmiştir.

Orhun Âbideleri’nde, temeli Türk Milliyetçiliği olan ve dünyaya nizam vermeyi amaçlayan “Cihan Hakimiyeti Ülküsü” ne de değinilmiştir. Hunlar’da ve hatta daha evvel ortaya çıkan bu ülkü, Göktürkler’de zirveye ulaşmıştır. Büyük Türk devlet adamı İstemi Kağan, Bizans elçisinin kendisine gelmesini, dünya hakimiyetinin Türklere geçtiğinin bir delili saymış; bu sebeble, sevinç gözyaşları dökmüştür. O’nun oğlu Tardu Han da, Bizans imparatoruna gönderdiği mektupta; “Türkler’in yedi iklim ve yedi ırkın hükümdarı ve hakimi olduğunu” belirterek, Türk milliyetçiliğinin Cihan Hakimiyeti Ülküsünü gerçekleştirmeye çalışmıştır.

Orhun Âbideleri’nde bu kutsal ülkü; “… üste mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında kişioğlu yaratılmış. İnsan oğlunun üzerine atalarım Bumin Kağan ve İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk Milleti’nin ilini ve töresini düzenleyivermiş. Dört taraf hep düşman imiş, ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tâbi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş…. Babam İlteriş Kağan yediyüz erle ilsizleşmiş, kağansızlaşmış, câriye-kul olmuş milleti; Türk Töresi’ni bırakmış milleti, atalarımın töresince yeniden tanzim etmiş…” ifadeleriyle vurgulamıştır.

Göktürklerdeki dünyaya hakim olma ülküsü Orhun Âbideleri’nde “….Yukarıda Türk tansısı öyle istemiş…”,”… Tanrı buyurduğu için…”, “Tanrı kuvvet verdiği için….”, “…il veren Tanrı dilediği için…” gibi ifadelerle ilâhî bir menşeye dayandırılmıştır. Bunun sebebi de, Türk’ün, Tanrının dünyayı düzenlemekle görevlendirdiği seçilmiş ve özel bir millet olduğunu ve dünya hakimiyeti için yapılanların ve yapılacakların meşruluğunu vurgulama gâyesidir.

Orhun Âbideleri’nden öğrendiğimize göre kağanlar, genellikle, Türk Töresi’ni koruyup kollamışlardır. Çin tabiiyetine giren ve haraç vermeyi kabul eden İşbara Kağan dahi, Türk Milletinin millî ve manevî değerlerinin yıpratılmasına karşı çıkmıştır.

Bilge Kağan, yüksek tabakanın Çinlileşmesi; Çince isimler alması ve Türk Töresi’nin ihmal edilmesi neticesinde milletimizin elli sene esaret altında yaşadığını ifade etmiştir. O, kendine isyan eden Türk boylarının, “… yanıldıkları için yazık ettiklerini…”dile getirmiş,ve Türklük şuurunun önemine dikkat çekmiştir.

Bilge Kağan, ömrü boyunca, Türklük için çalıştığını, “…varlıklı zengin millete kağan olamadım… babamın amcamın kazanmış olduğu Türk Milleti’nin adı-sanı yok olmasın diye Türk Milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım….ölesiye bitesiye çalıştım… ölecek milleti diriltip, besledim, aç milleti zengin kıldım….” cümleleriyle anlatmıştır.

Orhun Âbideleri’ne göre “il tutmak” yani devlet kurmak, bütün Türk milletinin görevi olmuş; kağan da zor şartlara rağmen, Türk Devletinin ve milletinin ebedîliği için çalışmıştır. Bilge Kağan, bu durumu”… Kültigin uçmağa vardığında, düşünceye daldım. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu …. Gözden yaş gelse engelleyerek; gönülden ağlamak gelse, geri çevirerek düşünceye daldım…. Milletimin ağlamaktan gözü-kaşı kötü olacak deyip düşünceye daldım …” sözleriyle izah etmiştir.

Göktürkler’deki daha önceki ve daha sonraki Türkler’de siyasî bölünmelerin ve de Türkler’in birbirileriyle mücadele etmelerinin temelinde, her boy ve hanedanın, diğer boy ve hanedanlar adına,Türk Cihan Hâkimiyeti Ülküsü’nü gerçekleştirmek istemeleri ve bunun için de, sadece kendilerini yetkili (kutla donanmış) görmeleri yatmaktadır.

Türklüğün en parlak yıldızlarından olan Göktürk Kağanları, Türk Töresi gereğince, Türk Cihan Hâkimiyeti’ni sağlamanın ilk adımı olarak, bütün Türkler’i, tek bir devlet ve bayrak altında birleştirmişler ve “Türk Sir Budun(=Birleşik Türk Milleti)” tabiriyle birliği gerçekleştirmişlerdir.

 

Bilge Kağan, Türk Sir Budunu’nun devam etmesi için, Orhun Âbideleri’ni, millî bir vasiyet olarak bırakmıştır. Bu millî vasiyette, Türklüğün devam etmesi ve dünyaya hâkim olması için şunların gerekli olduğuna işaret edilmiştir:

a)Türk Milleti töresine sahip çıkmalıdır.

  1. b) Millî birlikten taviz verilmemelidir.
  2. c) Türk insanı millet ve devletinin meselelerine sahip çıkmalı ve bunları üretkenliğiyle halletmelidir.

ç)Türk insanı atalarına lâyık evlât olmak için tarihini çok iyi bilmeli ve Türklük şuurunu torunlarına aktarmalıdır.

 

Orhun Âbideleri’nin fikrî temelinde , Türkçülüğün yer aldığı, eski Gök-Tanrı dinine geri dönülmesinden; Milliyetçi başbuğlar olan Bumin ve İstemi Kağanların yaptıklarının örnek alınmasından, resmî yazışmalarda, Türkçe’nin kullanılmasından, özetle; her şeyin, Türk’e göre, Türk tarafından, Türk için yapıldığının vurgulanmasından anlaşılmaktadır.

SONUÇ

Orhun Âbideleri’nin Türklük için önemini ciltlerce kitap bile tam olarak anlatalamaz. Orhun Âbideleri’nin en önemli özelliği, Türk Milliyetçiliğini temel almasıdır. Orhun Âbideleri bizi biz yapan değerlerin, tarihte kesin olarak yer aldığı ilk vesikalardır. Atalarımızın Millî bir vasiyeti olan bu vesikaların gelecek nesillere aktarılarak, Türklük şuurunun ebedî kılınması, Türkçülüğün temel kitaplarından olan Âbideler’in korunmasıyla mümkündür.

Orhun Âbideleri , teknik ve fikrî olarak aşağıdaki gibi korunmaya alınmalıdır:

a)Teknik Olarak:

-Tabiî tahriplere karşı üzerleri kapatılmalı ve mekânları müze haline getirilmelidir.

-Orhun Âbidelerinin kalıpları başta Anıtkabir’e, TBMM’ne ve bütün illerimizin çeşitli meydanlarına, büyük müzelerimize dikilmelidir.

-Âbidelerin bulunduğu mekânların mülkiyeti muhakkak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin olmalıdır.

-Âbidelerin kopyaları, aynı mekânda sağlam olarak tekrar dikilmelidir.

-İmkânı olanlardan Kültürel Değerleri Koruma ve Yaşatma Vergisi alınmalı ve bu gelirler İslâm öncesi ve sonrası Türk eserleri yaşatılmalıdır.

-Türk Büyüklerinin, bunlarla bağlantılı olarak Bilge Kağan’ın, Kültigin’in ve diğer Türk Devlet adamlarının isimleri caddelere, sokaklara ve parklara verilmeli ve onların adlarını yaşatacak ilmî sanatsal araştırma enstitüleri kurulmalıdır.

b)Fikrî Olarak:

-Orhun Âbideleri’nde ve Türk Tarihinde öneli bir yeri olan Bozkurt Atatürk’ün bir zamanlar kullandığı gibi devlet arması olarak kabul edilmeli ve böylece, Türklük şuuru, en üst seviyede sembollerle  de yaşatılmalıdır.

-Orhun Âbideleri’nin temeli olan Türk Milliyetçiliği matbuatta ve eğitim müfredatında Atatürk’ün işlediği gibi ayrıntılarıyla işlenmelidir.

-Bu sahada, belgeseller ve çizgi filmler yapılmalıdır.

-Bizler de, Türkçü Başbuğlarımızı örnek alarak “Türklük için ölesiye bitesiye” çalışmalı; devletimiz ve milletimiz için “ gece uyumadan, gündüz oturmadan” çabalamalı ve Türk Sir Budunu’nu yeniden oluşturmalıyız. Unutmamalıyız ki,”Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe”, Allah’ın izniyle, Türklük, ebediyyen yaşayacaktır.

TANRI, TÜRK’Ü KORUSUN!

__________________

KAYNAKÇA

ATSIZ, H. Nihâl, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1940, s.40.

BANARLI,Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C.I, MEB. Yay. , İstanbul 1983

DOĞAN, Mehmet Kur’ân ve Tarih Önünde Türk’ün Muhasebesi, Ocak Yay., Ankara 1992

ERGİN,  Muharrem, Orhun Âbideleri, Boğaziçi yay. İstanbul 1988

KABAKLI, Ahmet, Türk Edebiyatı, Türk Edebiyatı, C. U, TEV. Yay., İstanbul 1985

KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yay. İstanbul 1993

KOCA, Salim Türk Kültürünün Temelleri-1, Damla Yayınevi, İstanbul 1990

“Orhun Âbideleri Korunmalıdır”, Türk Edebiyatı Dergisi, Özel sayı, 1l3, Mart 1988

ÖGEL, Bahattin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul 19l1

ÖZDEK, Refik Türkleri Altın Kitabı, C.I, Tercüman Yay., İstanbul 1990

ÖZTUNA,Yılmaz, Türk Tarihinden Yaxraklar, MEB. Yay., İstanbul 1992

RÁSONYİ, László, Tarihte Türklük, TKAE. Yay., Ankara 1993

ROUX, Jean Paul Türklerin Tarihi-Büyük Okyanustan Akdeniz’e ikibin Yıl,(çev. Galip Üstün), Milliyet yay. İstanbul 1991

SERTKAYA, O. Fikri “Türk Adı”,  Tarihte Türk Devletleri, Ankara 198l

SERTKAYA, O. Fikri, “Orta Asya’dan Geliyorum” Tercüman Gazetesi, sayı 92l6, 21.11. 1987

TANERİ,  Aydın Türk Devlet Geleneği Dün-Bugün, MEB Yay., İstanbul 1993

TURAN,Osman Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, Boğaziçi Yay., İstanbul 1993

YÜCEL,Celâlettin M. Bütün Dünya Türkleri, Ankara 1971