İSTİKBAL YÜRÜYÜŞÜ
(Kızılelma’ya Hey… Kızılelma’ya)
Halim KAYA
13.08.2022
İlhan C. Köymen’in yazdığı “Ege Üniversitesi Ülkücüleri İstikbal Yürüyüşü” kitabını Yüzdeiki Yayınevi sahibi İsmail Yıldız’ın paylaşımlarından haberdar olarak aynı yayınevinden çıkan “Başbuğun Özel Evlatları” adlı kitap ile birlikte aldım. Bu güne kadar Ülkücü Hareketin 12 Eylül 1980 öncesi mücadelesini anlatan yaşayanların kaleminden çıkmış çoğu hatıratı okudum bazılarına da ufak tefek değerlendirme yazıları yazdım. İzmir bölgesinin sosyal özellikleri ve modern dünya kültürüne daha açık yapısı dolayısıyla sola açık hazır pozisyonu beni burada yapılan Ülkücü Mücadeleyi merak etmeme sebep oluyordu. Bu gerekçe beni bu kitabı okumaya sevk etti.
Kitap 2022 yılında Yüzde İki Yayınları tarafından basıldığı halde kitabın basım tarihi ile ilgili herhangi bir kayıt yok. Büyük ihtimalle Haziran 2022 de basıldı, ben de 2022 Temmuz ayı içinde temin ettim. Kitabın dış kapağındaki “Ege Üniversitesi Ülkücüleri İstikbal Yürüyüşü” ismine iç sayfada “İzmir-Ankara 610 km.- 17 Kasım – 09 Aralık 1975” alt başlık olarak bir isim daha eklenmiş. Bana ilk bakışta İzmir Ankara arası mesafenin uzaklığından bilgi vermekten başka hiçbir çağrışım yaptırmadı. Ancak Abdullah Taş’ın yazdığı “Takdim” başlıklı yazıyı okurken gördük ki 1975 yılında fakültelere girmeyen Ülkücü Gençliğin seslerini kamuoyuna duyurmak için 1975 yılında 17 Kasım-9 Aralık arasında 23 günde İzmir’den Ankara’ya yaptıkları “İstikbal Yürüyüşü”ne işaret edildiğini anladık. Demek ki yazmak lazım akıl her zaman olayları yaşanıldığı tazelikte hatırda tutamıyor. Abdullah Taş’ın yazdığı “Takdim” başlıklı yazının yüksek kalitesi de onun da hatıralarını yazması gerektiğinin bir farz olduğunun numune-i hüsn-ü misal olmaktadır. Kitabın birinci baskısı; “Özgeçmiş”, “Önsöz” ile başlayıp, Hasan Torun tarafından yazılmış “Yürüyüş Destanı” başlıklı bir şiir den sonra “Takdim” ve “Takdim 2” yazılarıyla devam ederek, nihayet “Ege Üniversitesine Giriş” başlıklı ana konuya başlıyor. Kitap anlatılan konulara ait zamanında çekilmiş arkadaş gruplarına ait resimlerle desteklenerek görsel bir hatırlatma da sağlıyor. En sonunda arşiv belgesi olan çeşitli afişler ve resimler ile 379 sayfada tamamlanmaktadır. Metin Turhan’ın bu kitapta da emeğinin olduğunu yazarın kendisinden öğreniyoruz.
Ülkücü Hareket o günlerin gereği olarak silahlı bir nefsi müdafaa savaşı yapmış olmanın yanında demokratik yolları da her zaman denemiş ve ülkedeki kardeş kavgasının önlenmesi için “İstikbal Yürüyüşü” gibi yollarla kamuoyu oluşturmaya ve probleme dikkat çekmeye de çalışmıştır.
Hep Ülkücü şehitlerin Ülkü Ocakları ve o günün şahitleri tarafından sağlıklı bir tespitinin yapılması gerektiğini söylemişimdir. Yücel Amilin yazdığı kitaplarda oduğu gibi bu kitapta da bizzat şehitlerin arkadaşları tarafından ülkücü şehitler tespit edilmektedir. Böylece herkesin yakınını, sevdiğini ülkücü şehit ilan etmesinin önüne geçileceği gibi hak etmeyenlerinde ülkücü şehit sayılmalarının önüne geçilecektir. Dr. Mehmet Güneş’in yazdığı “Takdim 2” yazısında “O yıllar; çoraklaşan vatan toprağını kanlarıyla sulayan, şehadet şerbetini İzmir’de içen ve ölümsüzlük denizine yelken açan; Suat Kürşat’ı, Sezai Küçükmaltepe’yi, Cengiz Şen’i, Mesut Yergin’i, Reşat Altay’ı, Mustafa Gönül’ü, Kemal Fedai Coşkuner’i, Saffet Çelik’i, Nurettin Temiz’i, Turan İbrim’i, Halil Esendağ’ı, Selçuk Duracık’ı” (S:18) ölümsüzleştirip, İzmir’de yapılan mücadelenin şehitlerinin sağlıklı tespitini yaptığı gibi hemen karşı sayfada bu mücadelede bulunmuş 27 ülkücüyü isimleriyle kayıt altına alarak, şahadet mertebesine erişememiş ancak ahrete intikal etmiş kahramanların da isimlerinin tarihe mal olmasını temin etmiştir.
Kitabın tek kusuru diyebileceğim “diğerinin de ağabeyi ile” (S:31) burada “diğerini de ağabeyim ile” olması gerektiğini düşündüğüm anlatım dizgi hatalarından kaynaklı anlam kayması oluşmuştur. Çünkü annesinin çocukları olmuş biri olarak hala kendi ağabeyine harçlık vermesi ihtimal dışıdır, ihtimal dışı değilse bile olma ihtimali çok zayıftır. Yine “babaama”, “cebine”de (S:31) de dizgi hataları var ve “cebine” kelimesinin “cebime” olması gerektiği cümlenden anlaşılmaktadır. Kitap anlatım dili olarak biraz amatörce bir yazım üslubu kullanılarak yazılmıştır, bu kitaba samimiyet katsa da yapılan yanlışlar daha sonra ki okumaları yapanlar tarafından düzeltilmediği için samimiyet dizgi hatalarının ardında kaybolmaktadır.
İlhan C. Köymen “Ege Üniversitesi Ülkücüleri İstikbal Yürüyüşü” kitabında öyle bir akıcılık sağlamış ki hikâyeyi okumaya ara vermek isterken bakıyorsun 3-4 sayfa daha okumuşsun. Hikâye veya roman gibi gün, ay, yıl gibi zamandan soyutlanmış bir hikâye ile karşılaşıyorsun. Böylece anlatılanlar sanki yaşanılan bir an gibi canlılık kazanmış, dar bir zaman aralığına hapsedilmekten kurtarılmış. Kuru bir anı kitabı olmaktan çıkmış sanki kurgulanarak anlatılan zamandan bağımsız, kronolojik olmayan bir olaylar zincirlerinin arasında çevre ve tabiat tasvirleriyle bir bütünlük sağlayarak bir filmin senaryosuna dönüştürülmüş.
İlhan C. Köymen’in 50-60 kişi ile Fen Fakültesi Dekanlığının önünde (S:56) komünistlerin engellemesi dolayısıyla okula derslere, imtihanlara girememeleri probleminin çözümü için yaptıkları gösteri eyleminde “0 gün dekanlığa takım elbiselerle gitmiş, ben de kiremit rengi elbisemi giymiştim” (S:57) dediği cümle bende bir tebessüm uyandırdı. Zira ben de üniversite yıllarımda kışın kaşe arkadaşların muziplik olsun diye dev tüyü renginde dediği bir kiremit rengi kaban giyerdim. Bekâr kaplıcası denilen ve Vakıfların çıkan sıcak suları israf etmemek ve daha ucuz hizmet sunmak için kabinler şeklinde 10 kadar duş odaları yaparak halka hizmet sunduğu kaplıcalar. Ben de iki gün aralıklı olarak haftada 3 gün bu kaplıcalara duş almaya gittiğim için arkadaşlar muziplik yaparak “eğer sabah erkenden Bursa Çekirge bekâr kaplıcalarının önündeki otobüs durağında devetüyü renginde bir kaban giymiş kişi görürseniz hiç tereddüt etmeden onunla Halim Kaya olarak konuşun” derlerdi.
İlhan C. Köymen kitapta olayları anlatırken zikrettiği isimlere de vefa borcunu ödemiş olmakta, onları isimleri unutulmuş kahramanlar olmaktan kurtararak gelecek nesiller tarafından bilinir kılma vazifesini ifa etmiş olmaktadır. Hem de o günleri yaşayan hala sağ olanlara adanmışlık duygusunu yeniden yaşatarak bu günün 70’lik delikanlılarına o gün ki aşk ve şevkle bir duygu tazeleme fırsatı sunmuş olmaktadır.
“Yaşadığımız olaylara rağmen ümidimiz, yaşama sevincimizi ve neşemizi yitirmiyorduk.” (S:61) işte bu duygular ve bu duyguları ayakta tutan inanç o bir avuç ülkücü gence bütün olumsuzluklara ve imkânsızlıklara rağmen bir mücadele azmi veriyor, ölümlerle dalga geçen bir nesi ortaya çıkarıyordu. Bu gün buradan geriye doğru bakınca ölüm korkusunu aşmış bu insanları anlamakta zorlanıyor insan, ama genelde olağanüstü durumların yarattığı olağanüstü davranışları izah her zaman biraz zor olmuştur. Allahualem.
İlhan C. Köymen her ne kadar hiyerarşik yapıya bağlı olmaya bağladığı İstikbal Yürüyüşüne muhalif olanların “Yürüyüşün Yapılması Kararı”ndan (S:71) sonraki aşamada yürüyüşe katılma konusundaki karaları aslında Türk Töresindeki iştişare geleneğinin de şartıdır. İştişareden çıkan sonuca ben aksi düşünüyordum demek yoktur, en az o fikir hakkında olumlu düşünce ortaya koyanlar kadar iştişare sonucu alınan kararın başarılı olması için katkı vermek gerekir. Belki farkında olmadan ama yerinde bir karar ile “İsa Kahraman ve Hayati Çetin” (S:71) istişare sonucuna uymuşlardır.
Bir trafik polisinin “Bunlar çok tehlikeli, sakın yüz vermeyin, yanınıza bile yaklaştırmayın bunları” (S:72) diyerek korkuttuğu Mersinli Köyü sakinleri bir demet maydanoz ve yumurta bile yok diyerek tavır sergiledikleri ülkücülerin Türk Bayrağıyla yürüdüğünü görüp, köyde kuraklıktan kurtulmak için yağmur duasına çıkma hazırlıkları yapılırken Ülkücülerin gelişiyle birlikte aniden yağan yağmuru Ülkücülerin gelişine bağlamaları neticesinde köylüler evlerinde yaptırdıkları yemekleri Ülkücülerin kaldığı çadıra taşımaya başlamışlardır. Her dönem İslamcı geçinenler de dâhil sağcı, solcu muhalifleri Ülkücüler hakkında anti propaganda yaparak, iftira kampanyaları yaparak Ülkücülerin toplum nezdinde yanlış tanınmasına sebep olmuşlardır ve hala da olmaktadırlar.
“Tıp Fakültesinden doktor adayı arkadaşlarımız Mehmet Güneş, Mehmet Dener ve Eyüp Kölemen temin ettikleri ilaçlarla bizi tedaviye çalışıyorlardı. En büyük şikâyetimiz olan yıpranmış ayaklarımızı kucaklarına alarak, büyük bir özen ve itinayla pansuman ederek, tekrar bizi ertesi gün devam edecek olan yürüyüşümüze hazırlıyorlardı. Kerküklü bir Türk arkadaşımızda onlara yardım ediyordu.” (S:78) Şevkat ve imkânsızlık içinde bir tedavi… Komünistlerin ve bölücülerin asker ve polisle çatışmalarında yaralanan arkadaşlarını yakalatmamak için kullandıkları bir yol olan tıp eğitimi almış ve halen öğrenci olarak tıp eğitimi almaya devam eden aynı görüşte oldukları kişilerden yararlanarak yaralanan arkadaşların tedavisi çalıntı ilaçlarla kaçak yollardan, gizli yerlerde yaptırmak metodunu kullandıklarını hep duyuyor okuyorduk. Ülkücüler ise demokratik bir hak olarak tamamen barışçıl amaçlarla kamuoyu oluşturarak mağduriyetlerinin giderilmesi taleplerini yetkililere duyurabilmek için yaptıkları yürüyüşte uzun yol yürümek sebebiyle ayaklarında oluşan yaraları daha iyi bir imkânda hastanelerde sağlık tesislerinde yaptıramadıkları için okulda tıp eğitimi alan arkadaşlarının yaptıklarıyla yetinmek zorunda kalmaları arsında hem meşruluk ve hem de imkân yetersizliği bakımından dağlar kadar fark vardır.
Sağlıklı günlerinde Türk İslam Ülküsü uğrunda canlarından geçerek mücadele eden Ülkücüler ölümcül hastalıklarında bile hiç ses çıkarmadan Türk İslam Ülküsü Davası uğrunda ağrılarını sızılarını kale almadan son nefesten önce davam için daha ne yapabilirim düsturuyla hareket ederler. Mehmet Arıcan yakalandığı amansız kanser illetine rağmen hiç şikâyet etmeden İlhan C. Köymen bu kitabı yazarken telefonla sorduğu sorulara cevaplar verip aklına gelen hatıraları anlatarak yaptıkları mücadelenin ölümsüzleştirilmesi ve yeni nesillere aktarılması için elinden geleni yapmıştır. Mehmet Arıcan’ın kanser hastası olduğunu bilmeyen İlhan C. Köymen’e telefon ederek “İlhan’cığım, Mehmet Arıcan’la telefonla görüşüp notlar alıyorsun ama onun hastalığının ne olduğunu biliyor musun?” (S:96) diyerek soran Yaşar Toraman’a İlhan C. Köymen “Hayır, bilmiyorum” deyince Yaşar Toraman acı haberi “Mehmet kanser, sana belli ki hissettirmiyor yanına bir uğra istersen” (S:96) diyerek veriyor.
İstikbal Yürüyüşü her başlayan iş gibi başlamış ve Ankara’da bitmişti. Ancak bu bir gençlik eylemi olmaktan çıkmış, Türk İslam Ülküsünün tebliğine dönüşmüştü. İzmir’den Ankara’ya 23 yerde mola verilmiş, her mola verilen yerde köylüyle temas kurulmuş, iki köyde komünist polis ve öğretmenin halka yanlış bilgiler vermesiyle halk ülkücü gençlere tavırlı davranmış, polisin yanılttığı halk Ülkücüleri görünce tavrından vazgeçerek yemek vs. ikramda bulunmuş, gençleri bağrına basmıştır. Hatta bazı köyler yürüyüşe katılanları üçer beşer evlerine götürüp gece misafir etme âlicenaplığını göstermişlerdir. Her il ve ilçe sınırlarında girilecek il Ülkü Ocakları ve MHP teşkilatları ile ülkücüler yürüyüşteki ekibi coşkuyla karşılamış, bütün imkânsızlıklarına rağmen izzeti ikramda kusur etmemeye çalışmışlardır. Yeni dostluklar kurulduğu gibi mevcut dostlukların 40-50 yıllık dostluklara dönüştürülerek pekiştirilmesine vesile olmanın yanında ayrıca kamuoyunda haber olarak yer alarak propaganda etkisiyle davanın duyurulmasını da sağlamıştır. Bu kitabı yazmak ile İlhan C. Köymen burada yürüyen 81 kişinin hatıralarının günümüze aktarımını sağlarken yol boyunca yapılan katkılardan bahisle hizmeti geçen çok ismin de meçhulde kalmasının önüne geçerek yazılı kayda geçirmiştir. Rahmeti rahmana göçmüşlere Allah’tan rahmet, sağ olanlara sağlık ve afiyet dileriz.
1976 yılına gelindiğinde okula sokulmayan, derslere giremeyen Ülkücüler buna çözüm bulmak için çabalarken İl Ocak Başkanı Ömer Faruk Eyüboğlu’nun aldığı karar ile üniversiteli, liseli, işçi bütün ülkücüler topluca gidip, üniversiteye girerek herkes dersine bu şekilde girmiş olacağına dair karar alıp gerçekleştirmek için harekete geçince, üniversite önünde önce yerden biter gibi türeyen komünist öğrenciler akabinde jandarma ablukası ve tutuklanmalar, bir hafta kadar sonra Devle Güvenlik mahkemesinde yargılanma, Salı verilme ve tutuklanma kararları ile 1983 yılına kadar devam eden bir mahkeme süreci yaşanır. Bu arada İzmir Hatay Ülkü Ocaklarından liseli bir öğrenci olan Aydın Çelebi savcıya verdiği “Üniversiteli bir kıza platonik aşık olduğum için arkadaşlarımla okuldan kaçıp onu uzaktan görmeye gelmiştik. Bizim olaylarla bir ilgimiz yok.” (S:145) ifadesiyle arkadaşlarıyla birlikte serbest kalmış, doğruca Bornova Ülkü Ocaklarına giderek yaşadıkları olayları olduğu gibi anlatmış, Ocakta kalabalığa sızmış polisler ya da polis muhbirlerinin ihbarı sonucu yeniden evinden alınarak Yağhaneler Jandarmasına teslim edilir. Sonrada hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesinde tutuklu yargılanma kararı verilir. Bu sırrını muhafaza etmenin ne derece önemli olduğunu göstermektedir ki ulu orta anlatılan işler başkalarının da mağdur olmasına sebep olabilir. Belki 12 Eylül de böyle dikkatsizlik ya da itirafçı anlatımlarıyla nicelerinin canı yandı, kendini kurtarmak isterken başkalarının canını yakıyorlar ancak kendilerini de kurtaramıyorlardı.
Ülkücü mücadele öyle silahla topla tüfekle yapılmış bir mücadele değildir. Ülkücü mücadele komünizmin mücadelesi gibi devlet sızmış komünist yandaşların desteklediği güvenlik güçleri vasıtasıyla da yapılmadı. Ülkücü mücadele İman, bu imandan destek alan bir yürek ve bu yüreğin sağladığı bilek gücüyle yapıldı. Nitekim Ülküdaşlarımız öğrencilerin barınma problemini halletmek ve kredi yurtların öğrenci yurtlarına çöreklenmiş ve buraları militan devşirme ve yetiştirme yeri olarak kullanan komünistleri atarak güçlerinin kaynağını kurutmak için aldıkları kararla iki blokta 30-34 kişi kalacak şekilde yurda kaydolup Ülkü Ocaklarının başkanın emriyle üzerlerinde bir tırnak makası bir çakı bile olmadan geceleyin yurtların önünde Ülkücüleri sokmamak için komünistlerce tutulan nöbetçileri atlatarak girilen ve sabah ezanıyla birlikte çatıdan İlhan Cemal Köymen tarafından okunan ezan ile başlayan (S:158) silahlı bombalı saldırıya rağmen yaklaşamadıkları iki yurt bloğu daha sonra Komünist Jandarma Binbaşısının müdahalesiyle askerler tarafından zorla boşaltılır.
Okula girme mücadelesinde hep ciddi şeyler olmuyor, bazen insan istemese de sonradan ya da bugünde geri bakınca komik denilecek şeylerde yaşanır. Çadırları dağıtma ve forum yapmak için girişilen mücadelede “0 ara kaba etinden vurulan Mustafa Yılmaz elinde o zamanlar ceplerimizde aynasını çıkarmış ‘Anasını bellediklerim aynamı da vurmuşlar’ diyerek bana uzatmış, ben de parçalanmış aynayı cebime koyarak, yolun ortasına arabaları durdurabilmek için yatmıştım.” (S:168) pantolonun arka cebinde taşıdığı aynayı önemsediğinden değil aslında itirazı, ölüm tehlikesini gerçek manada hiçe saymasından aklından bile geçirmemesinden. Bugünden bakınca insan arkadaşlarından ağır yaralananlar varken ve bizzat kendisi de yaralanmışken üç kuruşluk aynaya üzüldüğünü düşünmek akıllara durgunluk veriyor. Hatta nüktedanlıkta öyle ileri bir noktaya varılıyor ki İlhan Cemal Köymen arkadaşından emanet aldığı kazak kolundan yaralandığı için delinen Şadi Dinç “Ağa, senin kazağı da gazi ettik” (S:169) diyerek espri yapıyor, İlhan Cemal Köymen de ceketindeki iki deliği göstererek “Bak, ceket bile gazi oldu” (S:169) diyerek arkadaşıyla şakalaşa biliyor. Zaten konunun uzmanları olağanüstü durumlarda yaşanılan olayların akıl ve mantık ile izah edilip çözülemeyeceğini vurgulamaktadırlar.
Sokulmadıkları okullara girmek için birkaç teşebbüste bulunmalarına rağmen komünist bloğun hâkimiyetini kıramayan Ülkücülerden bazıları daha hiçbir olaya karışmayacağını beyan ile okullarına devam ederek bitiriyor (S:173), ancak İlhan Cemal Köymen’in ifadesiyle “… Ocak başkanımız olarak Ankara yürüyüşünü organize etmiş, İzmir’de Ülkücü harekete en büyük darbe olan üniversite baskınının baş mimarı olup, 147 arkadaşımızın Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılanmasının mesulü olan, Ocak başkanı Ömer Faruk Eyüboğlu’nun hiçbir şey olmamış gibi Marksistlerin önünde pişmanlık nutukları atarak okulunu bitirmesini ihanet olarak görüyor içimize sindiremiyorduk…” (S:174) ne yazık ki o ateşli zamanlarda insan Atatürk’ün de işaret ettiği “… bağrında yetiştirerek başının üstüne çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!” buyruk ve ilkesini yerine getirme hususunda fazla araştırma yapamıyor, kişinin niyet ve yaptıklarını tefrik edemiyor. Tek tük de olsa kitle hareketlerinde zaman zaman çürük elmalar çıkıyor, fikrine ihanet ederek dönüyorlar, hatta arkadaşlarını satıyorlar. Bu dönmelerin bir kısmı da içeri sızdırılmış ajanlar olduğu karşı tarafa geçmesiyle ya da mahkemelerde polis ile yaptığı işbirlikçilik ile anlaşılıyor. Ajanlar olayları körüklemek için gruba ajitasyonlar yaparak, tahrik ederek, ya da doğrudan olayları planlayıp başlatarak olay çıkarıp içinde bulunduklarını suça itmeye çalışıyorlar, içine sızdığı gruplar tarafından atılgan olmaları, her şeye yetişmeye çalışmaları, burnunu sokmadığı iş olmadığından fedakâr ve çok samimi kişiler olarak tanındıkları bile olurken asıl kimlik ve niyetleri ancak iş işten geçtikten sonra anlaşılıyor, anlaşıldığı noktada da birilerinin canları bu ajanların ispiyonlarıyla zaten yanmış olur.
Ülkü Ocakları Başkanlığı yapmış birinin ihaneti o kadar zoruma gitmişti ki sabahı zor ettim. Sabah önce İlhan Cemil Köymen’e “Selamünaleyküm İlhan Ağabey. Yazmış olduğunuz “İstikbal Yürüyüşü” adlı kitabınızı okuyorum. İzmir Ankara arasındaki yürüyüşü organize eden İzmir Ocak başkanı bu güne kadar hiç ülkücü sıfatını kullandı mı” diyerek MSN’den mesaj attım. Cevap almayınca Ankara’da ikamet eden Kenan Eroğlu Ağabeye ‘Sizde İlhan C. Köymen’in telefonu var mı’ diyerek sordum. Kenan Eroğlu Ağabey telefon numarasının olmadığını söyledi. Ancak Yüzdeiki yayınevinden temin edebileceğini de ekledi. Ben de zahmet olmazsa temin etmesini istedim. Telefonu temin ettikten sonra aynı gün, 18.08.2022 tarihinde saat 10.00 civarı İlhan C. Köymen’i aradım. Telefonda İzmir Ocak başkanıyken İzmir Ankara yürüyüşünü yaptıran, Üniversite baskınını organize ederek 144 Ülkücü Gencin Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanmasına, bir kısmının tutuklanmasına sebep olan Ömer Faruk Eyüpoğlu’nun hala bizim camia içerisinde itibar görüp görmediğini sordum. İlhan C. Köymen görmediğini hatta o günden bu güne kadar mücadele eden arkadaşlarımızdan hiç birinin kendisiyle temas kurmadığını, hatta adresini ve ne iş yaptığını bilenin olmadığını söyleyince memnuniyetimi ifade etmek için ihanet edenlerin zaman zaman camia tarafından kendilerine karşı tavır alınmadığından, hatta ilgi ve alaka kuranların aramızda barınmasına sebep olduğunu, bu kişilerin bu sebeplerden dolayı hala Ülkücülükten ve ülkücülerden istifade etmeye devam ederek itibar gördüklerini de ekleyerek serzenişte bulundum. Ayrıca Ömer Faruk Eyüpoğlu’nun Ülkücülere ve ülkücülüğe ihanet ettiği 1977 yılından beri Ülkücü hiç bir kimsenin kendisini görmediğini, adresini ve ne iş yaptığını bilmediğini duyunca acaba devlete çalışan biri olması dolayısıyla kimlik ve estetik ameliyatla sima değiştirip başka bir ilde sessiz bir hayat sürüp sürmeyeceğini sorduğumda İlhan Cemil Köymen “O kadar da değil” diyerek cevap vermiştir.
İlhan Cemil Köymen “… Buca eğitim’e ‘Hızlandırılmış Eğitim’ adı altında sol görüşlü öğrenciler doldurularak üstünlük sağlamaya ve yıldırmaya çalışılıyorduk” (S:175) Ecevit döneminin bu hızlandırılmış 35 günlük eğitim alan lise mezunları daha sonra okullara öğretmen olarak atanmış ve yıllarca Türk insanının kültürüne, dinine, örf ve ananesine düşman etmek için propaganda yaparak zehirlemişlerdir. Bir milletin temeline dinamit koymuşlardır. Bu kurslardan mezun birisini de bizim okula edebiyat öğretmeni olarak vermişler ve o gelene kadar dersimize giren hocamız biz gayet iyi yetiştirmiş olmasından dolayı sınıfta kitaptan okumadan ders anlatamazdı, ödevlerde hataları ve alıntıları anlayamaz ayırt edemezdi biz de bu cahilliğinden istifade ederdik.
Birbirini seven Ülkücü gençlerin kendi aralarında yaptıkları evliliğe dair sözleri tutuklandıktan sonra bozmaları bir başka imtihan oluyordu. Çünkü tutuklanan ülkücü gençler bir daha cezaevinden sağ çıkmayacağı düşüncesiyle aralarında söz kestikleri kızlara yüzükleri iade ederek “sen kendine bensiz daha iyi bir hayat kuracağın, mutlu olacağın biriyle evlen ben buradan çıkmam” diyerek sözü bozmaya çalışıyorlardı. İlhan Cemil Köymen’in ifadesine göre Ülkü Ocakları Genel Merkezi Muhasibiyken aranır duruma düşen Mustafa Deryal “Bizi artık yaşatmazlar, bundan sonrası yok, hakkını helal et, kendine yeni bir hayat kur” diyerek parmağındaki söz yüzüğünü Gönül Hanıma iade ediyor. O Gönül Hanım Ülkücü bir Hatun olarak mertliğin sınırlarını aşarak “Şartlar ne olursa olsun, ben seni ölene kadar bekleyeceğim” (S:184) diyerek cevap veriyor. Allaha şükürler olsun ki sonuç ifadede geçtiği gibi olmamış Mustafa ve Gönül Deryal evlenerek mutlu bir aile olmuşlardır. Bu ilk ve son bir vaka değildir, Ülkücü gençlik içinde bir birini seven gençlerin çıkmazlara girdiği, kavuşma umutlarının tükendiği zamanlarda yine bunun gibi nice sevdiklerini düşünen fedakârlıklarla doludur.
Öldürmeyen Allah öldürmez. Ya da ecel gelmişse alınan tedbirler fayda etmez. İlhan Cemil Köymen de ölüm tehditleri almakta, işyerine gidiş gelişlerinde engeller çıkarılmakta, dükkânın önüne bombalar konulmakta sol çevreden kişiler buraları terk et seni öldürecekler diye haberler getirip uyarmaktadırlar. Hata sol örgütler o kadar ileriye gidiyor ki yanına adam yerleştiriyor. Kendisini takip etmek için görevlendirildiğini düşündüğü ilhan adlı kişinin yanında çalışmak için bahanesi “ben de bu işlere meraklıyım, öğrenmek istiyorum” olmuş İlhan Cemil Köymen de inanmış görünerek kabul etmiş ancak devamlı bu kişiyi göz hapsinde, kontrolde tutmaya başlamıştır. Bir gün sarhoş olarak işyerine gelen İlhan adlı bu kişi İlhan Cemil Köymen’e seninle konuşmam gerek deyince İlhan Cemil Köymen niçin geldiğini biliyorum, konuşmaya gerek yok beni takip için geldin deyince solcu militan İlhan “Ne takip etmesi seni vurmaya geldim. Ama seni tanıyınca bir türlü sana kıyamadım. Ben THKP-C’liyim. Ne olur git buradan, ben vuramadım ama başkaları seni vuracaklar, namlunun ucundasın sen.” (S:211) diyerek uyarmıştır. Bu kadar ölüme yakın ancak o kadar da ölümden uzak, kaç defa ölümden kurtulmuş İlhan Cemil Köymen birlikte mücadele ettikleri arkadaşları başka şehirlere nakil aldırmak, okuldan mezun olmak, en acısı da şehit olmak dolayısıyla değişseler de o, İzmir’deki mücadelede az sayıdaki arkadaşlarıyla devamlı bulunmuşlar, mücadelenin omurgası olmuşlardır. “… namluların ucunda ölümlere meydan okuyup, ölmeyince her gün ölen, ölmemekten yorulan dışarıdaki Yusufiyeliler” (S:213) dendi.
Kitabın sonlarına doğru İzmir’de ülkücü mücadele içinde bulunmuş bazı kişilerin de yazmış olduğu kısa birkaç sayfadan oluşan hatıralarına yer verilmiş. Bundan sonra da ülkücü şehitlerin isimleri sayılarak haklarında kısa bilgiler verilerek olayların canlı şahitleri tarafından ülkücü şehit olduklarının birer delili olarak kayıt altına alınmış, 38 şehidimiz, daha sonra idam edilenlerden Selçuk Duracık ve Halil Esendağ ile ülkücülerin inandıkları dava uğruna şehitlerinin ardı arkası kesilmez dercesine 2015 yılında şahadete koşar adım giden Fırat Yılmaz Çakıroğlu ile 41’e ulaşan İzmir şehitlerinin Allah katında kazanmış oldukları “şehitlere ölü demeyiz onlar ölü değildirler, bilakis diridirler” mertebesinin sunduğu diriliği dünyada da arkadaşlarının bu hatıraları sayesinde gönüllerde ve akıllarda hatırlanacaklar ve yeni nesillere aktarılarak kıyamete kadar yaşayacaklardır.
İlhan Cemil Köymen üzerinden kırk yıldan fazla yıl geçmiş hatıralarını yazarken o günlerde birlikte mücadele ettiği arkadaşlarına da anlatacağı olayların meydana gelişi, yapılışıyla ilgi olarak çeşitli vasıtalar ile görüşerek teyit ettirdiği için tek kişinin hafızasının yanılma ve unutkanlıklarından dolayı kitabın hatadan arî olmasını, korunmuş olmasının ihtimal yüzdesinin çok yüksek olmasını sağlamıştır.
SONUÇ
Bir solukta okunacak akıcılıkta, acaba bundan sonra ne anlatacak merakıyla elinizden bırakmayacağınız bir kitap “Ege Üniversitesi Ülkücüleri İstikbal Yürüyüşü”… Tarihin soğuk sayısal gün, ay, yıl sınırlarında daraltılmış bir anlatımdan çok uzak zaman ötesi, bu güne ve yarına, bütün zamanlara hitap eden bir kitap.
Yazarını Ülkücü Hareketin İzmir cephesinde vermiş olduğu kutlu mücadeleyi yazdığı, kayda aldığı için, ayrıca kitap boyunca akıcı ve anlaşılır bir üslup kullanması dolayısıyla tebrik ederim. Her ilden böyle hatıratlar çıkması temennimizle…
İlhan Cemil Köymen’in bu kitapta müjdesini verdiği ikinci kitabı heyecanla bekliyoruz.