SUNUŞ:
“Gökkuşağı Vurgunları” kitabı ile ilgili olarak sorduğumuz sorulara değerli yazarı Ahmet Tüzün’ün verdiği yanıtları sizlerle paylaşıyoruz.
12 Eylül’ün Ülkücü Edebiyatı’na çok önemli bir katkıda bulunan “Gökkuşağı Vurgunları” eserinin devamı olacağını öğrendiğimiz yeni eserlerini sabırsızlıkla beklediğimiz Ahmet Tüzün’ün şu anda mevcudu kalmayan ““Gökkuşağı Vurgunları” eserinin ikinci baskısının da bir an önce okuru ile buluşmasını diliyoruz.
Dr. Hayati BİCE
***
-“Gökkuşağı Vurgunları” kitabınızı yazarken sizi motive eden unsurları ve kitabınızın şekillenme sürecini kısaca özetler misiniz?
Bizi, ülkücü gençliği yıllarca başkaları anlattı. Kitaplarda, gazetelerde, televizyonlarda, dizilerde hep istedikleri şekilde gösterdiler, kasten yanlış tanıttılar.. Ve toplum dışına itmeye çalıştılar. Oysa biz onların göstermek istediği gibi değildik… Çıkış noktamız, düşüncelerimiz, yaşadıklarımız çok farklıydı. Bunun acısını yıllarca çektik, bizzat yaşadık. Derdimizi, kendimizi bir türlü ifade edemedik… Yaşadıklarımızın doğru olarak anlatılması gerekirdi. Ama uzun bilimsel yazılarla, donuk makalelerle, sıkıcı nutuklarla olmamalıydı. Herkesin kolayca okuyup anlayabileceği bir tarzda yapılmalıydı. Bu da en iyisi romanla olurdu. Bu düşüncelerle yaşadığımızı dönemin romanını yazma fikri kafamda belirginleşti.
Ben ülkücü hareketin hemen hemen her kademesinde bulundum, her türlü ortamını yaşadım. Bir insan hayatının en güzel dönemi olan 20’li yaşları cezaevlerinde geçirdim. Normal bir yatış da değildi bu. Sürekli can pazarında yaşadık… Sonra dışarıda bizi daha zorlu bir hayat bekliyordu. Tırnaklarımızla kazıyarak hayata tutunduk… Dediğim gibi, bütün bunların en iyi şekilde ifade edileceği tarz romandı. Yaşadıklarımızı yazan pek fazla kişi de çıkmadı maalesef. Henüz genç ülkücülük yıllarımdan, hapishane hayatımdan tuttuğum notlar, okuduğum kitaplar vardı. Serde romantizm de olunca… Neticede “Bismillah” deyip kolları sıvadım.
“Gökkuşağı Vurgunları” kitabımı bu düşüncelerle yazdım ve yazarken film olmasını da hayal ettim hep…
Hassas ve titiz birisiyim. Bu nedenle kitap ile çok uğraştım, romanı tamamlamak yıllarımı aldı.
-“GökkuşağıVurgunları” kitabınızın birinci baskısı kısa sürede bitti. Ne tür geri dönüşler oldu?
Kitabımla ilgili güzel geri dönüşler oldu. En hoşuma gideni de, benim dönem arkadaşlarımın, “Çocuklarımız soruyordu ve biz yıllardır doyurucu cevap verememenin sıkıntısını çekiyorduk. Ama bu kitap ülkücülüğü çok iyi anlatıyor. Bir ülkücünün nasıl yola çıktığını, neler düşündüğünü, neler yaptığını, neler çektiğini gayet iyi ifade ediyor. Kitabı veriyoruz, okutuyoruz, bizim bir şey söylememize gerek kalmıyor…” sözleri oldu.
-“Gökkuşağı Vurgunları”nın baş kahramanı “Mehmet”, okur zihninde sizin izdüşümünüz gibi algılanıyor. Bu değerlendirme doğru mu?
Evet, isabetli bir teşhis: Mehmet benim izdüşümüm. Kitapta yazdıklarımın büyük bir bölümünü yaşadım… Çektiğim çileler, yaşadığım aşklar, doyumsuz arkadaşlıklar… Roman havası vermek için uyguladığım bazı teknikler ve kurgu eklemeler oldu tabii… Bir de, ben romanımı yazarken; belli bir beldeye, belli olaylara çok ait olmasın, Türkiye’nin her yerinde kitabı okuyanlar kendilerinden, kendi yaşadıklarından, kendi bölgelerinden bir şeyler bulsun istedim. Yani, Bursa’nın Mustafa Kemalpaşa ilçesindeki bir ülkücü de, Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesindeki bir ülkücü de, kitabı okurken, “Evet ben de bunları, buna benzer şeyleri yaşadım” diyebilsin, roman dar bir bölgede kalmasın, bütün Türkiye’ye mâl olsun istedim.
– Kitapta anlatılan kasaba gençliğinizin geçtiği Bursa’nın Mustafa Kemalpaşa ilçesi olmalı.
Doğduğum ve gençliğimin geçtiği yer Mustafa Kemalpaşa. Bursa ile Balıkesir’in tam ortasında şirin bir yer. Mustafa Kemalpaşa Ülkü Ocakları başkanıydım. Aynı zamanda Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünde okuyordum. İlçemizdeki bir silahlı çatışmada karşı taraftan biri hayatını kaybetti. Bu olayla ilgili olarak, ben de sanık oldum. Çok adaletsiz bir yargılama süreciyle 6 yıl hapis yattım. Çıktığımda hayata sıfırdan -ve hatta eksiden- başladım. Hamdolsun bugün bir ailem, bir kariyerim ve çeşitli çalışmalarım var.
– Romanınızdaki “Dündar Dede” ve “Hazer Baba” kurgu karakterler gibi geldi bana… Çok didaktik şeyler söyletmişsin…
Dündar Dede, gerçeğe daha yakın… Ben dedemi hiç görmedim, babamın anlattıklarıyla biliyorum. Eğer ülkücü olduysam, adam olduysam bunu babama borçluyum. O da genç yaşta, 48 yaşında vefat etti. Dündar Dede, babamla dedem arası bir karakter. Tabii, roman tekniği açısından eklemeler de var.
Bir de, bir karakteri oluştururken birden fazla insandan faydalanıyorsunuz. Biz henüz yedi-sekiz yaşlarındayken, ilkokul çağındayken, camide bir amca, bize, mahallenin çocuklarına, Türk bayrağının nasıl oluştuğunu, ay ile yıldızın nasıl bir araya geldiğini, rengini anlatıyordu… Çocukların içlerinde beni işaret etti; “Bilhassa sen iyi dinle evlâdım” dedi.. Neden?. O ânı sık sık hatırlarım. Böyle böyle birike birike “Dündar Dede” karakteri oluştu.
“Hazer Baba” daha çok kurgu, ama onda da gerçek hayattan, hapishanede yaşadıklarımızdan kırıntılar
mevcut…
-Kitaptaki bazı belirgin kahramanlar dönemin önde gelen ülkücüleri olsa gerek. Meselâ: “Şehsuvar” isimli kahraman çağrıştırdığı için Lütfi Şahsuvaroğlu herhalde. Bir de rahmetli Muhsin Başkan kitapta ismen yok galiba…
Kitaptaki isimleri seçerken, o dönemdeki arkadaşlarımın çocuklarının isimlerinden faydalanmayı tercih ettim. Kitabın kahramanı Mehmet Burak: Benim iki oğlumun isimleri. Yakın üç arkadaşımın çocuklarının isimleri, Alper, Kürşad… gibi.. “Şehsuvar” ismini, klasik olmayan, sıradışı bir isim olsun diye kullandım.. Ayrıca, ‘Lütfü Başkan’ı da çok severim ve çalışmalarını beğenirim. Allah rahmet eylesin, ‘Muhsin Başkan’ı da çok severdim. Aynı dönemin insanlarıyız. Ankara’daki Ülkü Ocakları istişâri toplantıları, dün gibi gözümün önünde… Hatta Muhsin Yazıcıoğlu veteriner olduğu için stajını 1979’da bizim Mustafakemalpaşa’ya yakın Karacabey Harası’nda yapmıştı. O günlerde uzun uzun konuşma imkânımız olmuştu. –Ülkü Ocakları’nın ilk genel başkanlarından Ali Batman da stajını bizim orada yapmıştı.- Sonradan dikkat ettim, kitabımda rahmetli Alparslan Türkeş’e de çok az yer vermişim. Sanırım, bir konuşmasından kısa bir bölüm sadece… Önceden, “Şu şu kadar olsun, bu bu kadar yer alsın” diye hiçbir düşüncem olmadı… Ben ülkücü gençliği ve ülkücü hareketi her zaman bir bütün olarak gördüm ve öyle görmeye devam ediyorum. Gönlümde, bu alanda hiçbir ayrılığa yer yok…
-Kitap kahramanlarından “Şevket” bir ara Menzil sofisi oldu ? Mahpushane sonrasında ise mafyatik birisi olarak anlatılmış… Bu bir kurgu hatası mı?
Kurgu hatası değil. İçimizde bu tip arkadaşlar vardı maalesef. Bunları bizzat yaşadık: Dışarıda bazı aykırılıklar yaşamış, gayrımeşru hayatı olmuş… Cezaevine girince gece gündüz zikir eden, tesbih çeken, namaz kılan, bizi yeterli görmeyen ve beğenmeyen… Ama cezaevinden çıktıktan sonra da yine
her türlü işe karışanlar oldu maalesef. Ben, cezaevinde bize imamlık yapan ve çıktıktan sonra kumarhane işletenleri de biliyorum. Bu konuları ve başka konularda benzer birçok çelişkiyi gördük. Ama, yaşadıklarımızın hepsini yazamadık…
Aslında “Şevket” çok masum bir karakter. Her okuduğu kitaptaki karakterden etkilenen, her seyrettiği filmin kahramanının tesiri altında kalan duygusal, melankolik, iyiniyetli ve komik bir tip. (Benzeri bir karakteri Şener Şen’in bir filminde seyretmiştim ve çok hoşuma gitmişti…) Biraz da, kitabı rahatlatsın,
ağır konular arasına bir hoşluk katsın diye kullandım.
-Kitapla ilgili bir eleştirim olacak: Bazı bildiriler ve basın toplantıları uzun uzun verilmiş. Şiir ve şarkı sözleri tam metin olarak yer alıyor. Bu gençlerin öğrenmesi için iyi ama kitabın hacmini çok arttırmış. Maalesef artık insanlar, zaman fukarası; uzun uzun kitap okuyacak vakit bulamıyorlar.
Kitapta bildiriler ve seminer türü yazılar gerçekten uzun. Aslında onları eksilttim ama daha fazla kısaltamadım. Kitabı okuyanlar ülkücü hareketin fikri temelleri üzerine de biraz bilgi sahibi olsun istedim. Mesajı muhtevaya sığdırırken zorladığımın farkındayım.
Kitabı okuyan bazıları tasvirlerimin, anlatımlarımın çok iyi ve bir roman tadında olduğunu ama siyasi içeriğin çok olduğunu ve kitabı olumsuz etkilediğini söyledi. Bazı eski tüfek arkadaşlar ise, “Aşk-meşk işlerine çok yer vermişsin” diyerek, tamamen siyasi içerik ve vurdu-kırdı beklentisi içinde olduklarını gösterdi. Ben iki tarafı da dinleyince sanki doğru yapmışım gibi geldi. Siyasi mesajdan taviz veremezdim, çünkü kitabı, ülkücüleri doğru anlatmak için yazmıştım. Duygusallıktan da taviz veremezdim; çünkü ülkücülerin de yoğun yaşadıkları bir his dünyaları ve romantizmleri vardı.
– Kitabın sonunda Mehmet’in intihar ettiği gibi izlenim oluşuyor; ama net bir sonuç yok. Tam olarak öyle mi kurguladın? “Gökkuşağı Vurgunları”nın devamı gelecek mi?
Kitap yayınlandıktan sonra bir şeyin eksikliğini hissettim. Kitabın sonuna “Devam Edecek” ibaresini koymalıydım. Zira, romanın devamını yazıyorum: ikinci bir roman yani. Cezaevinden sonra dışarıda da çilesi süren kahramanımız, yurtdışında hayat serüvenine devam edecek… 12 Eylül’le birlikte yurtdışına kaçan çok arkadaşımız oldu. Biz hapishanelerde çile doldururken, onlar da gurbette çok büyük dramlar yaşadı. İkinci romanımız bunları da anlatacak inşallah…
Ve ardından, “Işık Doğudan Yükselir” inancının temel alındığı üçüncü ve son roman gelecek. Avrupa’dan Asya’ya, Türkistan’a geçeceğiz. Med-Cezir gibi… Asırlar önce Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri’nin yaktığı ateşin kıvılcımları Avrupa içlerine kadar gitmişti. Biz ışığımızı tekrar Doğu’da, Türkistan’da arayacak ve bulacağız inşallah. İlk romanım bittiğinde bütün bunları kafamda kurguladım ve yerli yerine oturttum…
İnşaallah “Gökkuşağı Vurgunları”nın arkası gelecek ve birbirinin devamı üç roman çıkacak ortaya. Çocukluğundan hayatının sonlarına doğru, her şeyiyle bir ülkücü ve bir dönem…
– Yeni eserlerinizde buluşmak üzere çalışmalarınızda başarılar dileriz.
NOT: Bu yazı ile birlikte (merhum) Olcay Yazıcı’nın kitap ile ilgili yazısını da okumalısınız.
http://www.ulkuyaz.org.tr/12-eylulun-ulkucu-edebiyati-6-gokkusagi-vurgunlari/
***
AHMET TÜZÜN KİMDİR?
1957 yılında Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini Mustafakemalpaşa’da yaptı. 1976 yılında Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’ne başladı. 1980’de Ülkü Ocakları Başkanlığı yaptı. Aynı yıl okulunu bitirdi. 14 Kasım 1980-26 Eylül 1986 arasında Bursa Kapalı Cezaevi ve Çanakkale E Tipi Cezaevi’nde kaldı. Çıktığında, lisans tamamlama ile Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunu oldu. 1987’de gazeteciliğe başladı. Türkiye Gazetesi Spor Servisi, Yazı İşleri Müdürlüğü Almanya Servisi ile Akşam, PasFotomaç ve Tercüman gazetelerinde çalıştı. Ufuk Ötesi Gazetesi ve Basın Birliği Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayınlandı. 2004’ten itibaren İstanbul Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nde basın danışmanlığı yapıyor. İstanbul Gençlik ve Spor Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Hazırladığı “Türk Dünyası Güreş Turnuvası ve Kültür Şöleni” projesi, İstanbul Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü tarafından 2005 yılından itibaren her yıl uygulanıyor. 2011’de kurulan Avrasya Kültür ve Spor İş Birliği Derneği’nin kurucu başkanıdır.