Ölümünün 50. yılında Ziya Gökalp
Şevket BEYSANOĞLU
ZİYA GÖKALP DERNEĞİ BAŞKANI
Cumhuriyet Gazetesi Özel Eki, 1974.
SOYU VE AİLE ÇEVRESİ:
Ziya Gökalp’in büyük dedesi Hacı Ali Ağa, Diyarbakır’ın Çermik kasabasından gelmedir. Bunun oğlu Abdullah Efendi tüccardı. Orduya büyük yardımlarda bulunduğundan kendisine birkaç köyün tımarı verilmişti. Tımar usulünün kaldırılmasına değin bu köyler ailesinin elinde kalmıştır. Bunun da oğlu Hacı Hüseyin Sâbir Efendi’dir. Sâbir Efendi, kuvvetli bir medrese öğrenimi görmüş, kadı ve müftülüklerde bulunmuş bilgin bir kişiydi. Vazife ve hak yolunda mücadeleden, fikirlerini açıkça söylemekten çekinmezdi. Oğlu Mustafa Sıtkı Efendi çevresinde ün yapmış bir şairdi (1). Çeşitli memuriyetlerde bulunmuş, Nusaybin kaymakamı iken 1878’de ölmüştür.
Mustafa Sıtkı’nın iki oğlu vardı: Büyüğü Ceza Mahkemesi Başkanlığında bulunmuş Hacı Hasip Efendi (1845 – 1896), diğeri Ziya Gökalp’in babası Mehmet Tevfik Efendi (1851 – 1890)’dır (2).
Mehmet Tevfik Efendi, gayet namuslu, dürüst ve temiz bir insandı. Bu üstün vasıfları ve geniş bilgisiyle kendisini çok sevdirmişti. Edebiyat ve okuma zevkini babasından almış, genç yaşında Arapça ve Farsçayı öğrenmişti. Çeşitli memuriyetlerde bulundu. 1883 ve 1884 tarihli Diyarbekir Salnamelerini hazırladı. Vilâyet Evrak Müdürü iken Di- yarbekir Gazetesi’nin idaresini üzerine aldı, başyazarlığını yaptı. Son görevi İl Nüfus Müdürlüğü idi. Öldüğü zaman, oğlu Ziya henüz 14 yaşına girmek üzere bulunuyordu. (3).
Ziya Gökalp’in annesi, Pirinçli- oğlu Hacı Salih Ağa’nın kızı Ze- liha Hanım’dır (1856-1923). Mehmet Tevfik Efendi’nin annesi ise Müftü Derviş Efendi’nin kızı Hatice Hanım’dır. Oğullarının iyi yetişmesinde, tahsil ve terbiyelerinde bu hanımın büyük rolü olmuştur.
ÇOCUKLUĞU VE ÖĞRENCİLİK ÇAĞI:
Ziva Gökalp, 23 Mart 1876 Perşembe günü bugün “Gökalp Müzesi” olan evde doğdu. Merci- mekörtmesi İlkokulunu, sonra Diyarbekir Askeri Rüştiyesini bitirdi (1886 – 1890). Okul Müdürü Kolağası İsmail Hakkı Bey (sonradan Amasya milletvekili olan İsmail Hakkı Paşa) uyanık ve değerli bir öğretmendi. Öğrencilerine, sürmekte olan idare tarzının fenalıklarını anlatıyor, istibdadın kötülüklerini izahla onlara hürriyet aşkını, meşruti bir idarenin fayda ve önemini aşılamaya çalışıyordu. Bu dönem öğrencilerinden çoğu sonradan hürriyet ve meşrutiyet için çalışmış, Abdülhamit istibdadına karşı koymuşlardır. Örneğin. Dr. İshak Sükuti, Dr. Osman Cevdet (Akkaynak), Dr. Ziya Edhem (Yeşil) gibi.
Askeri Rüştiye’yi 1890’da bitiren Ziya, öğrenimine devam için başka okul bulunmadığından iki yıla yakın bir süre özel öğrenim görmek ve böylece kendini yetiştirmek zorunda kaldı. 1892’de Diyarbekir İdâdi-i Mülkîsi açılınca, bunun ikinci sınıfına alındı. Okul Müdürü Halil Bey’in teşvikiyle Fransızcasını da kuvvetlendirmek için bütün gücüyle çalıştı. Arapça ve Farsçayı ise amcasından öğrenmişti, öğretmenlerinden Dr. Yorgi’nin. de yetişmesinde büyük etkisi olmuştur. Son sınıfa geldiği zaman artık Ziya, Doğu ve Batının bütün klâsik eserlerini kendi kaynaklarından inceleme imkânlarını elde etmiş durumdaydı. Gençtürklerin Avrupa’da padişah ve istibdat aleyhinde yayınlamakta oldukları çeşitli eserleri gizlice getirtip okuyor, ülkü arkadaşlarına okutuyordu.
1894’te verilen bir talimat üzerine, öğrencileri her akşam üç defa “Padişahım çok yaşa!” bağırtmak usulü konmuştu. Son sınıf öğrencilerin çoğu padişah aleyhtarı, hürriyet ve meşrutiyet yanlısı olduklarından, bu fikrin öncüsü bulunan Ziya’yı kendilerine reis seçmişlerdi. Ziya’nın telkiniyle bir akşam hep birden (Milletim çok yaşa!) diye bağırdılar. Durum hemen Mabeyne jurnal edildi. Vali Sırrı Paşa’nın onları koruması sonucu olay tekzip edilerek kapatıldı.(4)
Aynı yıl İdadiyi bitiren Ziya, felsefî düşüncelerinden, yüksek öğrenimine engel olunmak istenmesinden, yapılan bazı baskılardan ötürü şiddetli bir bunalım geçirerek intihara teşebbüs etti.(5) Bu olaydan sonra öğrenimine bir süre ara verdi. 1895 yılı sonbaharında, kardeşi Nihat Gökalp’in yardımıyle İstanbul’a geldi ve Mülkiye Baytar Mekteb-i Âlisî’ne kaydını yaptırmak zorunda kaldı. Çünkü, o tarihte yalnız bu okul parasız yatılı öğrenci alıyordu.
Ziya Gökalp, bir taraftan okula devam ederken diğer taraftan hürriyet ve meşrutiyet için çalışan gençlerle temas kurma yollarını aradı. Daha Diyarbakır’da iken Dr. Abdullah Cevdet’den, tıbbiyelilerin öncülüğünde hürriyet ve meşrutiyeti elde etmek için gizli bir cemiyet kurulmuş olduğunu ve bir ihtilâl hareketi hazırlanmakta bulunduğunu öğrenmişti. Dr. İbrahim Temo ve hemşehrisi Dr. İshak Sükuti ile görüştü. Bunlar aracılığiyle İhtilâl Komitesi’ne girdi.(6)
Ziya, üç yıl İstanbul’da kaldı. Şüpheli faaliyetleri dikkati çekmişti. Bir gece mütalea salonunda çalışırken, okul müdürü Mehmet Ali, O’nun kitap dolabını yoklamış, zararlı sayılan Fransızca birkaç kitap bulmuştu. Ziya’yı bu nedenle hapsediyor. Sonra, birkaç hocanın yardımlariyle okuldan atılması önleniyor.(7) Artık Ziya sıkı bir kontrol altındadır. Okul hayatı da Onun için çekilmez bir hal almıştır. 1898 yılı yazında sıla için Diyarbakır’a gitti. Arkadaşlarını. keyfî ve haksız hareketleri, yolsuzlukları ile halkın nefretini kazanmış Vali Halid Bey’le mücadele halinde buldu. O da bu mücadeleye katıldı. Vali hakkında çeşitli makamlara birçok şikâyetler yapılmıştı.
Vali, Ziya ve arkadaşlarının gizli faaliyetlerinden kısmen haberdardı. Kalplerinin hürriyet ve meşrutiyet aşkiyle çarptığını, geceleri Ziya Bey’in evinde, gündüzleri bazan Şeyhanlızâde Mehmet Mihri veya Attarzâde Hakkı Beylerin dükkânlarında toplandıklarını bazı yasaklanmış yayını takip ettiklerini biliyordu. Kendisine yapılan isnatların bir tertip eseri olduğunu ispat ve onları ezmek için Mâbeyn’e jurnal etti. Haklarında soruşturma açtırdı. Bu gençlerin evleri, dükkânları arandı. Bazı belgeler de elde edildi. Ziya ve arkadaşları düzeni yıkıcı faaliyetlerde bulundukları ve yasaklanmış zararlı neşriyatı bulundurdukları gerekçesiyle 14 Temmuz 1898 tarihinde tutuklandılar. Yapılan ilk soruşturma sonunda, bunların sadece, ellerinde bulunan zararlı evrakı hükümet-i seniyyeye teslim etmeyerek gizledikleri ve birbirlerine okumak için dağıttıkları sabit görülerek Diyarbekir Bidayet Mahkemesi Ceza Dairesine sevk edildikleri 15 Eylül 1898 gün ve 159 sayılı kararnameden anlaşılmaktadır.(8)
Ziya ve arkadaşlarının ne kadar tutuklu kaldıkları saptanamamıştır. Yalnız, bir süre sonra mahkemece tahliye edildikleri bilinmektedir.
Ziya, serbest bırakılınca tekrar İstanbul’da döndü. Okul idaresi hakkında soruşturma yapılıyor diye onu kabul etmedi.
Vali Halid Bey, ayrıca Ziya’yı Abdülhamid’e ihbar eylemiş ve arkadaşı Ahmet Cemil (Asena)’de bulunan Ziya’ya ait bir mektubu da yollamıştı. Ziya’nın İstanbul’dan gönderdiği bu mektup rejim ve padişah aleyhinde yazılarla doluydu. Sirkeci’deki bir otelde sonucu beklemekte olan Ziya tekrar yakalanarak Taşkışla’ya hapsedildi. Ve sonunda bir yıl hapse mahkum oldu. Ziya Bey, 1900 (1316) senesinde Taşkışlada geçirdiği hayatı “Küçük Mecmua”da yayınladığı “Pirimin Vasiyeti” (sayı: 19) başlıklı yazısında anlatmıştır.
DİYARBAKIR’A DÖNÜŞÜ
Ziya Gökalp, hükümlülük süresi bitince “zaptiye nezareti altında bulundurulmak üzere” Diyarbakır’a gönderildi. 29 Aralık 1900’da amcası kızı Vecihe Hanımla evlendi. Amcasından -biricik evlâdı olan- kızına oldukça önemli bir servet kalmıştı. Ziya için geçim derdi yoktu. Bir müddet için kendisini tamamiyle okumaya verdi. Sonra tekrar siyasi faaliyetlere girişti. Bir taraftan Diyarbakır’da bulunan siyasi sürgünlerle sık sık teması sürdürüyor, diğer taraftan İstanbul ve Avrupa’daki hürriyet ve meşrutiyetçi cemiyetlerle muhabere ediyor, bu gizli cemiyetlerin istibdat aleyhine çıkardıkları broşürleri celbettirerek fikir arkadaşlarına dağıtıyordu. Sonradan bazı memuriyetlerde de bulundu.(9)
Berlin andlaşmasından sonra Ermeni komitacıları teşkil ettikleri çeşitli çetelerle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da soygun ve katliâm hareketlerine girişmişlerdi. Bazı aşiretler de asayişi bozucu davranışlarda bulunuyorlardı. Sultan Abdülhamid, hem asayişi sağlamada ve hem de Ermeni çetelerinin soygun ve adam öldürme olaylarını önlemede yar dımcı olmaları ümidiyle aşiretlerden “Hamidiye Alayları” kurdurmuştu. Diyarbakır bölgesi Hamidiye Alaylarının başında Millî aşireti reisi İbrahim bulunuyordu.
Kendisine bir de “Paşalık” payesi verilmişti. Hamidiye alayları başlangıçta bazı yararlı hizmetlerde bulundular. Fakat sonradan kendileri de soygun ve baskın olayları çıkarmaya başladılar. Diyarbakır şehrine en yakın köylere bile saldırıp soygun yapmaktan çekinmiyorlardı. Yapılan bütün şikâyetler sonuçsuz kalıyordu. Halk büyük bir ümitsizlik ve şaşkınlık içinde idi. Bunu gören Ziya Gökalp, fikir arkadaşları ile birleşerek halkı direnmeye ve bir eyleme geçmeye yöneltti. 13 Temmuz 1905’te binlerce kişi Telgrafhane’yi işgal ederek muhaberata el koydular. Mabeyne, bizzat Padişaha yüzlerce tel çekerek İbrahim Paşa ve adamlarının yaptıkları zulüm ve soygunları anlatarak cezalandırılmalarını istediler. Tellerin çoğunu Ziya Bey yazıyor, yüzlerce kişi imzalıyordu. Telgrafhanenin işgali üç gün sürdü. O tarihte, Avrupa ülkeleri ile Asya ülkeleri arasındaki muhabere Diyarbakır telgrafhanesinden geçtiğinden dış ülkelerde tepki başladı. Sonunda “Padişahın olayı tahkik ve icabını yapmak üzere bir soruşturma kurulu gönderdiği” haberi üzerine halk dağıldı. Gönderilen soruşturma kurulu işe gerekli önemi vermedi ise de halk iki yıl rahata kavuştu. Çünkü Hamidiye Alayları -bir süre için de olsa- sinmiş durumda idiler.
1907 yılında bu alaylar tekrar işi azıttılar. Ziya Gökalp ve arkadaşları yeniden işi ele alarak 14 Ekim 1907’de telgrafhaneyi yeniden işgal ettirdiler. “İbrahim Paşa ve alaylarının askerlikten atılarak sürülmelerini ve Mâbeyndeki Başkâtip Tahsin ile Erzincan’daki 4. Ordu Komutanı Zeki Paşa’dan, İbrahim Paşa’yı korudukları için, şikâyetçi olduklarını” bildirdiler. Bu defaki işgal 11 gün sürdü. Halk, İbrahim Paşanın alaylarıyle birlikte -Hicaz demiryolunu koruma görevi ile- bölgeden uzaklaştırması emri gelinceye kadar işgalden vazgeçmedi.
Ziya Gökalp’in ilk eseri olan “Şaki İbrahim Destanı” bu olayları anlatır. 1908 de Diyarbakır’da basılmıştır.
23 Temmuz 1908’de meşrutiyetin ilânı Diyarbakır’da büyük bir heyecanla kutlandı. Hürriyet adına gösteriler yapılıyordu. Bunların başında yine Ziya Gökalp vardı. Vaktiyle gizli olarak kurduğu cemiyet bir iki gün sonra “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti Diyarbekir Şubesi” olarak meydana çıktı. Ziya Bey, gençleri, yeni açılan “İttihad ve Terakki Kulübü” salonunda toplar, yaptığı konuşmalarda onlara, hürriyet, adalet, uhuvvet mefhumlarını açıklar, istibdadın fenalıklarını, yeni rejimin yararlarını anlatırdı. Bir yandan “Diyarbakır Gazetesi”nde, bir yandan da bizzat kurdurduğu “Peymân” gazetesinde çeşitli konularda, değişik takma adlarla yazmaya koyuldu.(10) 14 Aralık 1908’de İttihat ve Terakki Merkezi Umumisi tarafından Diyarbakır, Van, Bitlis teşkilâtını teftişe memur edildiğini görüyoruz.
“31 Mart Vak’ası” sırasında Diyarbakır’da da bir gericilik olayı baş göstermiş, Ziya Gökalp ve arkadaşlarının işe cesaretle el koymaları olayın büyümeden önlenmesini sağlamıştır (11).
ZİYA GÖKALP SELANİK’TE
Ziya Gökalp, 18 Eylül 1909’da Selânik’te toplanacak olan Osmanlı İttihat ve Terakki Fırkası’nın kongresinde il temsilcisi olarak bulunmak üzere 6 Eylül günü Diyarbakır’dan ayrıldı. Kongreden sonra İstanbul’a döndü. Darülfünun (üniversite) felsefe kürsüsünde bir süre îlm-i ruh okuttu ise de eline geçen para ile ailesini geçindiremiyeceğini ileri sürerek ayrıldı. 18 Temmuz 1910’da Diyarbekir Vilayeti Maarif Müfettişliğine atandığından memleketine döndü. Bu görevde iken yine fırkanın kongresine katılmak üzere istifa edip Selânik’e gitti. Bu kongrede yaptığı konuşmalarla delegelerin saygısını kazanan, dikkatini çeken Ziya Gökalp partinin “Merkez-i Umumi” üyeliğine seçildi (12).
Ziya Gökalp Selanik’te bir taraftan siyasi sahada çalışırken, bir yandan da “Genç Kalemler”, “Yeni Felsefe” dergilerinde “Rumeli” ve diğer gazetelerde çeşitli imzalarla yazdığı şiir ve yazılarında Türkçülük ve dilde özleşme akımlarını yönetiyor, gençlere verdiği konferanslarda bu akımların önem ve gereğini anlatıyordu. Selânik’te açılan İttihat ve Terakki İdadisi programına ilk defa olarak içtimaiyat (sosyoloji) dersini koydurdu ve bu dersi okutmayı da üzerine aldı.
ZİYA GÖKALP İSTANBUL’DA
1912 yılında İttihat ve Terakki genel merkezi İstanbul’a taşınınca Ziya Gökalp de birlikte İstanbul’a geldi. Burada Gökalp’ı daha faal, daha verimli çalışmalar içinde görmekteyiz. Bu yıl içinde yapılan seçimlerde Ergani madeninden milletvekili seçildi. Meclisin 18 Ağustos 1912’de feshi nedeniyle bu görevi ancak dört ay sürdü.
Ziya Gökalp’in İstanbul’da en büyük bilimsel çalışmaları 19131918 yıllarına rastlar. Onun bu dönemde başardığı büyük işleri etraflıca belirtmeye bu sütunların hacmi müsait değildir. Bu çalışmalara kısaca değinmekle yetineceğiz.
O tarihlerde İstanbul’da dernekler, ocaklar kuruluyor, dergiler çıkarılıyor, Türkçülüğe doğru adımlar atılmaya çalışılıyordu. Gökalp, bütün bu çalışmaların içinde ve yönetiminde bulunuyordu. İlk işi Türk Ocağı’na girmek, “Türk Yurdu” dergisini yazılarıyle kuvvetlendirmek oldu. “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muassırlaşmak” eserini bu dergide yayımlandı. “İslâm Mecmuası”, “İçtimaiyat Mecmuası”, “Halka Doğru”, “Muallim”, “Millî Tetebbüler Mecmuası”, “Yeni Mecmua” v.b. dergilerinde Türkçülüğe, Türk tarihine, Türk milli ve aile hayatına dair yazılarını yayıma başladı. Parti içindeki nüfuzundan faydalanarak üniversiteyi ihtisas kollarına göre yeniden düzenlendi ve ona özerklik verdirdi. Kendisi de bu bilim yuvasında, yeni koydurduğu İçtimaiyat (Sosyoloji) dersinin okutulmasını üzerine aldı. Bilimsel çalışmalarıyle memleket kültürünü çeşitli kollardan millileştirirken, İttihat ve Terakki Hükümetini de bu millî çalışmaları desteklemeye yöneltti.
MALTA’YA SÜRÜLMESİ
İstanbul’un îngilizler tarafından işgalinden sonra Ziya Gökalp de tutuklandı (28 Ocak 1919). Bir süre Bekirağa bölüğü’nde kaldı. 26 Mayıs 1919’da bazı arkadaşlaryle birlikte İstanbul’dan uzaklaştırıldı.
Hayatında daima nikbin ve umutlu olan Gökalp, Malta’da da bir taraftan durmadan okuyor, öte yandan etrafına topladığı sürgün arkadaşlarına çeşitli konularda konferanslar ve dersler veriyordu (13).
Ziya Gökalp’in bu sürgün hayatı 19 Mayıs 1921’de İstanbul’a dönmesiyle sona erdi.
DİYARBAKIR’DAKİ ÇALIŞMALARI
İstanbul’da bir gece kalan Gökalp, Samsun yoluyla Ankara’ya gitti. Burada kısa bir süre kaldı. Yunus Nadi’nin Kayseri’de basılan “Yeni Gün” gazetesine birkaç makale yazdı. 1921 yılı sonbaharında Diyarbakır’a vardı.
O sırada Diyarbakır halkı büyük bir yokluk, bunalım ve ümitsizlik içinde bulunuyordu. Gökalp bu havayı dağıtmak için haftada iki gün, sonradan Gazi İlkokulu adını alan Nümune Mektebi’nde felsefe ve içtimaiyat dersleri vermeye başladı. Bu derslerinde genellikle eski Türk tarih ve medeniyeti, Türk kahramanlığı, Türk aile hayatı, Türk esatiri üzerinde duruyor; gerek bu derslerinde ve gerekse çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalarında “yaşanmakta olan içtimai ve siyasi buhranın geçeceğini, Türklerin her felâket zamanlarında tarihin gösterdiği gibi, milli seciyenin büyük bir adam tarafından temsil edildiğini ve Türk milleti o rehberin arkasında yürüyerek selâmete çıktığını, şimdi içinde bulunulan buhranın da, bir bozkurt gibi Türk milletinin şahlanan iradesini nefsinde tecessüm ettiren Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın vatanı kurtararak milleti mesut günlere kavuşturacağını” söylerdi.
Diyarbakır Sultanisi (Lisesi) ikinci devre kısmı hocasızlık yüzünden kapanmış gençler başıboş kalmışlardı. Ziya Gökalp bunları, kurdurduğu “Gençlik Derneği”nde topladı. Bir kısmını folklor derlemelerine, bir kısmını etnografik ve arkeolojik malzeme toplamaya yöneltti. Kısa bir süre içinde bir hayli malzeme toplandı. Bu çalışmalar hususunda Köprülü Fuat beye yazdığı 8 Ağustos 1922 günlü mektubunda diyor ki:
“Burada halk masallarını topluyorum; bazılarını Küçük Mecmua’da göreceksiniz. Lisan hususunda ilmi usule tamamiyle riayet mümkün olamıyor; çünkü, iyi bir masalcı bulamadım. Folklor’un halk itikatlarına ait kısmını da toplayacağım. Diyarbakır’ın eski şarkılarını terennüm edebilen yaşlı hanendelerinden eski besteleri nota ettiriyoruz. İstanbul’da tab’ı kolay olursa, millî musikimize esas olacak olan bu nağmelerin notalarını göndereyim. Bundan başka, buradaki Türk, Kürt ve Arap aşiretlerine dair etnograflk tetkikat da yapıyorum; bu çalışmalardan Diyarbakır’a mahsus, küçük bir etnografi enstitüsü meydana gelecek. Bazı arkadaşlar da, Diyarbakır’ın arkeolojisi ile meşgul. Bir taraftan da bir arkeoloji müzesi tesis etmek üzereyiz.(…)”(14).
1934’te resmen hizmete açılan “Diyarbakır Arkeoloji Müzesi”nin ilk çekirdeğini Gökalp’in yaptırdığı çalışmalarla elde edilen buluntular teşkil etmiştir.
Bütün bu çalışmalarla yetinmeyen Gökalp, fikirlerini yaymak, Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği Milli Kurtuluş hareketini desteklemek için “Küçük Mecmua”yı çıkardı. İlk sayısı 5 Haziran 1922’de yayımlanan bu dergide Gökalp’in çeşitli konularda bir hayli yazısı çıkmıştır. Falih Rıfkı (Atay) bu dergi için 19 Ağustos 1922 günlü Akşam gazetesinde der ki:
“Ziya Gökalp’in Diyarbakır’da çıkardığı Küçük Mecmua, matbaacılığın en zor şartları içinde çıkıyor. Hurufatı bozuk, baskısı fena, kâğıdı adidir. Fakat Ziya Gökalp’in ruhundaki mukaddes ateş bu mecmua yoluyla bize kadar geliyor, ruhlarımızı heyecanlandırıyor. Diyebiliriz ki, Ziya Gökalp bizi, bu mecmuasıyla Diyarbakır’dan idare ediyor…”
1923 martında Ziya Gökalp “Telif ve Tercüme Heyeti” reisliğine getirilince Ankara’ya gitti. 33 sayı çıkan dergi de kapandı.
ZİYA GÖKALP ANKARA’DA
Ankara’da yerleşen Ziya Gökalp, bir yandan görevini yürütürken bir yandan da “Hâkimiyeti Milliye”, “Yeni Türkiye”, “Yeni Gün” ve “Cumhuriyet” gazetelerinde yazıyordu.
“Türk Töresi”, “Türkçülüğün Esasları”, “Altın Işık” isimli eserleri bu dönemde basıldı. “Rusya’daki Türkler Ne Yapmalı?” (1913), “Kızıl Elma” (1915), “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muassırlaşmak” (1918) “Yeni Hayat” (1918) isimli kitapları ise daha önce basılmıştı.
11 Ağustos 1923’te, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 2. Dönemine Diyarbakır’dan milletvekili seçilince bu görevi bıraktı. Bu sıralarda, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti “Halk Fırkası” adını alarak yeni programını açıklayınca Gökalp de bu fırkanın program ve umdelerinin tahlil, tasnif ve yorumunu yapan “Doğru Yol”, “Hâkimiyeti Milliye” ve “Umdelerin Tasnif, Tahlil ve Tefsiri” adlı eserini yazdı.
ZİYA GÖKALP’İN ÖLÜMÜ
Bu uzun çalışmalar kendisini yordu. Doktorlar kendisine istirahat tavsiye ettiler, İstanbul’a gitmesini önerdiler. O da ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. İlkin Nişantaşı’nda bir eve yerleştiler. Burada 8 ay kadar tedavi gördü. Bir yandan da “Türk Medeniyeti Tarihi”ni hazırlamaya çalışıyordu. Hastalığı büsbütün ağırlaştı. Doktorların önerisiyle Büyükada’ya taşındılar. Bütün tedavilere rağmen hastalık seyrini takip ediyordu. Bunu sezen Ziya Gökalp, eserini tamamlamak için kendisini daha çok çalışmaya verdi. Dostlarının, “Çok çalışıyorsun, biraz dinleniniz!” tarzındaki sitemlerine, “Vakit dar, o kadar ki korkarım işlerimi ikmal etmeden ayrılacağım!” cevabını veriyordu. Hastalık gittikçe ağırlaşınca O’nu bu defa Beyoğlu’ndaki Fransız Hastanesi’ne kaldırdılar. Hiç bir tedavi fayda vermiyordu. Ölümünden dört gün önce Atatürk’ten bir telgraf almış, çok sevinmişti.
Büyük Ata, bu telgrafında aynen şöyle diyordu:
«Rahatsızlığınızdan çok teessürle haberdar oldum. Sıhhat ve âfiyetiniz haberine memleketçe intizar olunmaktadır. Süratle iade-yi afiyetiniz için Avrupa’da tedavinize ihtiyaç varsa icap eden her şeyin tahsisini tekeffül ediyorum. Sıhhatiniz ve mahalli tedaviniz hakkında iş’arınızı bekler, muhabbetkâr selâmlarımı beyan ederim efendim.”
Bu telgraf kendisini çok sevindirmişti. O, ölümünden ziyade kafasındaki fikirlerini verememenin, eserlerini tamamlayamamanın üzüntüsünden yakınıyordu. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya yazdırdığı cevapta, son dakikalarını geçirdiğini hissettiğini, eserinin basılmasını ve çocuklarına bakılmasını diliyordu.
Nihayet, 25 Ekim 1924 Cumartesi sabahı saat 5’te hayata gözlerini yumdu. Cenazesi, pazar günü Fransız Hastanesinden kaldırılarak yapılan büyük bir törenle Sultan Mahmut Türbesi’nde hazırlanan mezarına kondu. Tabutu, Millet Meclisi ve hükümet temsilcileri, resmi ve özel kuruluşlar mensupları, üniversite profesör ve öğrencileri, öğretmenler ve elli bini aşkın bir halk topluluğu tarafından takip edildi.
O’nun bu beklenmedik bir zamanda ölümü, başta devlet büyükleri olmak üzere bütün memleketi derin bir teessüre düşürmüştü. Günler, haftalar bu büyük üzüntünün gazete ve dergilerdeki yankılarıyle çalkandı. Yurdun her tarafında O’nu anma törenleri yapılıyor, ailesine çekilmiş bulunan resmî ve özel telgraflar, yayımlanan başyazılar, dergiler, broşürler bu matemin millî mahiyet ve anlamına tercüman oluyorlardı. Yabancı devlet temsilcileri de bu millî yasımıza telgrafları, mektupları, resmî taziye ziyaretleriyle katılıyorlardı (15).
ZİYA GÖKALP İN ESERLERİ
Büyük düşünürümüzün sağlığında basılan eserlerinden yukarıda bahsetmiştik. “Rusya’daki Türkler Ne Yapmalı?” hariç, diğerlerinin yeni harflerle de birkaç baskısı yapılmıştır. En büyük eseri olan ve hastalığında ancak 1. cildi hazırlanabilen “Türk Medeniyeti Tarihi” 1926 senesinde basılmıştır. Yeni harflerle baskısı hazırlanmaktadır. Çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan yazılarından oluşmuş eserleri şunlardır:
Fırka Nedir? (Haz. E. Behnan Şapolyo, 1947): Ziya Gökalp Diyor ki (Haz. A. Nüzhet Göksel, 1950), Kolsuz Hanım (1950); Ziya Gökalp’in Neşredilmemiş Yedi Eseri ve Aile Mektupları (Haz. A. N. Göksel, 1956); Ziya Gökalp’in İlk Yazı Hayatı (Diyarbakır ve Peyman gazetelerindekl yazıları, Haz. Şevket Beysanoğlu, 1956); Ziya Gökalp Külliyatı-I: Şiirler ve Halk Masalları; II: Limni ve Malta Mektupları (Haz. Fevziye Aptullah Tansel. Tarih Kurumu yayını, 1952 – 1965); Çınaraltı Konuşmaları, Hars ve Medeniyet, Millî Terbiye ve Maarif Meselesi (Diyarbakırı Tanıtma ve Turizm Derneği yayını 1964); Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri (Hazırlayan: Rıza Kardaş, 1. cilt, 1973). Yeni Türkiye’nin Hedefleri (Haz. Hikmet Tanyu, 1956-1973).
___________________________________
(1) Hayat ve eserleri için bakınız, Şevket Beysanoğlu, “Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları”, c. 2, s. 36.
(2) Hacı Hasip ve Mehmet Tevfik için bakınız, aynı eser, s. 39, 51 v.d.
(3) Daha geniş bilgi edinmek için bakınız, Şevket Beysan- oğlu, «Ziya Gökalp’in İlk Yazı Hayatı», s. 2 v.d
(4) Nihat Gökalp, «Ağabeyim Ziya Gökalp’in Hayatı» notları (basılmamış); Cavit Orhan Tütengil, «Ziya Gökalp Üstüne Notlar», Varlık yayını, s. 5. Ziya Gökalp, Cumhuriyet gazetesinin 18 ekim 1924 günlü sayısında yayımlanan «Mektepte Cumhuriyet İlânı» başlıklı yazısında bu olayı geniş bir şekilde ve daha değişik bir biçimde anlatmaktadır.
(5) Gökalp, «Küçük Mecmua» da, (sayı: 18) yayımladığı «Hocamın Vasiyeti» yazısında geçirdiği bunalımı anlatır.
(6) M. Emin Erişirgil, «Bir Fikir Adamının Romanı», s. 45.
(7) Ali Nüzhet Göksel, «Ziya Gökalp, Hayatı – Eserleri» s. 16.
(8) Bu belgenin tam metni için bakınız, «Ziya Gökalp’in İlk Yazı Hayatı», s. 154.
(9) Bakınız: Şevket Beysanoğlu, «Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları» c. 2, s. 192.
(10) Bu yazılar için bakınız: Şevket Beysanoğlu, «Ziya Gökalp’in İlk Yazı Hayatı», Istanhul 1956.
(11) Bu olay hakkında geniş bilgi edinmek için bakınız: Şevket Beysanoğlu, yukarıda adı geçen iki eser; «Kısaltılmış Diyarbakır Tarihi ve Abideleri», s. 96 v.d.
(12) Bakınız: Kâzım Nami Duru, «Ziva Gökalp» isimli eserinin «Önsöz» bölümü; Ali Canip Yöntem, «Ziya Gökalp’in Matbuat Âleminde İlk Görünüşü’, Genç Kalemler ve «O», «Çınaraltı» dergisi, sayı: 12.
(13) Bakınız: Ahmet Ağaoğlu, «Ziya Gökalp Bey», «Türk Yurdu», c.l sayı: 3; Ali Nüzhet Göksel, «Ziya Gökalp, Hayatı ve Eserleri», o. 31 v.d.
(14) Mektubun tam metni İçin bakınız: Fevziye Abdullah Tansel, «Ziya Gökalp Külliyatı-II, Limni ve Malta Mektupları», «. 20-28.
(15) Şevket Beysanoğlu, «Ziya Gökalp İçin Yazılanlar, Söylenenler», Ankara