Türk Tezyinatında
Ruhumuzun Payı
Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver
İnsan rûhu bu. Kâinatın ruhunun hulâsası. İnsan ömrü yaşla ölçülemeyecek kadar eski. Ben, birisini meselâ 40 yaşında görünce 100 milyar kırk yaşında farz ederim. Sonra bu ruh, tıpkı radyomun emanasyonu gibi, kendini göstermez ve meydana çıkmaz. Rûh elektrik kuvvetinden de hafiftir. Fakat maddeye olan te’sirine bakın: Seksen kiloluk bir vücûdu rahatça yürütür: Zirâ bir fizik kanunu var ki şaşmaz; Madde inceldikçe kuvveti artar.
İşte bu maddî rûhun bir de mânevi tarafı vardır ki benliğimize hâkim olur. Dimağ dediğimiz rûh santralinde bunun da bir köşesi vardır. Amma bu merkezi nemâlandırmak lâzımdır. Bunlardan biri de incelik hissidir. Her millette bu hassa insan dimağının yapılışına ve o merkezleri işletme derecesine göre vardır. Eğer bir insan bu merkezi dikkat ve gayretiyle ve zevkini bu tarafa yöneltmekle ve görgüsünü artırmakla çalıştırmazsa bu hisden mahrum kalır.
İşte Türk milleti anavatanımızda tam dokuz asırdır ortaya güzel ve ince tezyini eserler koymak ve bunları sık sık karşısında görmekle bu hissini çok inceleştirmiştir. Binaenaleyh Türk tezyinâtına hâkim olan işte bu rûh inceliğidir.
Bu rûh nasıl teessüs etmiştir?
Bu memleketin tarihinde pek çok âlim, fazıl ve kâmil insanlar yetiştiği gibi, ince sanatlar vadisinde de en mükemmel üstadlar çıkmıştır. Bıraktıkları nefis eserlerle temasa geçenlerin gözlerinden giren güzel intibalarla dimağlarındaki ince hisler merkezini bir elektrik akkumülâtörü gibi doldurmuşlardır. Artık dimağlarımızda yerleşen bu atavik ince zevk âdetâ kromozomlarımızla bugünkü nesle kadar intikal etmiştir. Bir de bakarsınız, çoğunun bu tesirlerle güzellikleri görme ve onlardan faydalanma hususlarında kimsenin ikazına hacet kalmadan içinden bir heves uyanır. Asıl böyle kendiliğinden gelen hevesler makbuldür ve ruhundan bunu doğurabilenler bahtiyardırlar.
İnce te’sirlerle yuğrulan Türk rûhu, Türk gözü tabiatın güzellikleri peşinde koşmuş ve mübârek kaderi icâbı en güzel yerlerde oturmuş, en güzel tabiat manzaralarını en kıymetli süslü halılar üzerinde oturarak görmüş, devam ettiği feyiz müesseselerinde güzelliklerle karşılaşmış, okuyacağı kitaplar bile bu ihtiyaçla pek güzel tezyin olunmuştur. Zira rağbet ettiği bunlaradır ve hep bunlardan konuşmuştur.
Türk tezyinâtı yoktan var olmamıştır. Her eski ve yeni millette olduğu gibi, mutlaka civârındaki ve bulunduğu yerlerdeki daha eski örneklerden faydalanmış, lâkin taklidde kalmayarak kendi millî hüviyyetinden ve rûhî asaletinden de çok yenilikler katmış ve kendisine mâl etmeği bilmiştir.
Her millet birbirinden alır, bu ayıplanamaz. Doğru bir harekettir: Tıpkı bugün olduğu gibi. Fakat onu kendi varlığına mâl edebilmesi üstünlüğünü gösterir.
İşte Türk milleti asırlar boyunca bu yolda yürümüş, kendisine hâs bir Türk medeniyyeti yaratmış ve bu medeniyyete her şehirde oraya mahsus ince farkları da katmayı bilmiştir. O kadar ki baktığı ağaca olduğu gibi kullandığı taşa, toprağa ve onun tuğla şekillerine varıncaya kadar bütün hislerini bahşetmiş, onları bile kendi hüviyyetimize büründürmüştür. Türkiye’de biten bir ağaç bile Türk’tür.
İşte bu satırları okuyan aziz ve seçme insanlar, emin olun bu kadar güzel eserlerimiz karşısında bu rûhun esâsını henüz bizler kavramamış vaziyetteyiz. Bunu kavramak, sonra bunu bütün dünyaya duyurmak lâzımdır. Ortada milyonlarca ve birbirine benzemiyen her çeşit tezyinâtımız vardır. Dünyanın dört bucağı bunlarla doludur. Her millette yalnız onların değil, bizim de te’sirlerimiz bütün örneklerinde adetâ hâkim bir durumdadır. Hele anavatanımızda ecdâdımızdan kalan menkul ve gayrimenkul bütün eserlerimizde görülen bize has incelikler ve bunlardaki zarif teferrüât başka bir millet ve vatanda kolaylıkla gösterilemez, o kadar çeşitli ve zengindir. Türk milletinin bugün bilinmesi lâzım gelen taraflarından biri de bir yaptığı örneği ve şekli bir daha tekrar etmemesidir. Bu onun ince san’at terbiyesiyle karihasının ve icad kabiliyyetinin ne kadar zengin olduğunun bir ifâdesidir.
İşte bu rûhu anlamağa çalışmak ve bu te’sirle bakır, taş, tahta, toprak ve kâğıt üzerine yapılan san’at eserlerinde bunu bulmağa ve anlamağa gayret dünyaya tanıtmak, her sınıf Türk halkının boynuna bir borçtur. Tezyinâtımız da Türk dili gibi her yerden lâzım olan kelimeleri alarak vücut bulmuş bir lisan gibidir. Bu dilin alfabesi, notası, âhengi, tarâveti, zarâfeti ve göze çok hoş gelen tarafları vardır. Bunu iyi anlar ve anlatabilirsek bugünkü dünyanın Kanunî devrindeki Türkiye’yi örnek tutarak sulh ve sükûna ve terakkiye kavuşabileceği nasıl mümkün olursa, bu zevki eserlerimizle ve mânâlariyle bütün dünyaya duyurabilirsek artık modası zayıflayan helenistik devir yerine Türk tezyinât ekolümüz ve onun her sâhada mükemmel eserlerinin devamlı bir moda hâline geleceğini te’min edebiliriz.
TÜRK RUHU, 15 Aralık 1957, SAYI:1, s.2
Nevâi Divanı’nda Seçmeler eserinden tezhib örnekleri, 15. yüzyıl (British Museum)