Dr. Sadık Ahmet’in Batı Trakya Azınlığına Bıraktığı Vasiyet
Abdullah ULUYURT
Şehit Dr. Sadık Ahmet’in hakkını helal etmesi temennisi ile.
Lozan Muahedenamesi (Antlaşması) iyi mi ya da kötü mü bilinmez! Tartışmaya da gelmez. Ama bilinen bir şey var ki Batı Türklerinin kaderidir.
Lozan Antlaşması, bugünkü sınırlar içinde bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının dünyaca kabul edilmesidir. Lozan Antlaşması’na sadece Türkiye’nin varoluş senedi olarak bakmak da uygun olmayabilir. Lozan Antlaşması çok taraflı anlaşmadır. Bir tarafında Türkiye vardır. Diğer tarafta da dünyanın diğer kalanı! Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti taraftır.
Lozan Antlaşması’nın omurgasını Osmanlı Devletinin borçlarının ödenmesi oluşturur. Antlaşmada, Osmanlı Devleti dönemi de dâhil edilerek “Türkiye olarak” devlet ismi geçer. Antlaşmanın daha başında “…bir tarafta Türkiye…” diye başlar.
Antlaşma daha önce imzalanan antlaşmaların Türkiye tarafından kabul edildiği kaleme alınır. Bunlardan biri 17 maddede yer alan Mısır ve Sudan ile ilgili 5 Teşrinisani 1914 tarihli antlaşmanın geçerli olduğunu ifade eder. Kıbrıs ve Trablusgarp ve Bingazi için de böyle düzenlemeler vardır. Burada diğer ülkelerin “gizli Lozan” amacı “Allah bir daha İstiklal Savaşı yazdırmasın” duası edilen genç Türkiye’nin mefkûresini ve hedefini sınırlandırmak olabilir. Varlık mücadelesi veren Türkiye o gün bunun farkına varmamış olabilir!
Lozan Antlaşması’nın 31. ve 32. maddeleri, dönemin uluslaşma sürecini de göstermektedir. 31 maddede kaybedilen vatanda yaşayanların isterlerse iki yıl içerisinde “Türk” tabiiyetini alabileceklerini ifade eder. 32. madde ise “İşbu Muahedenameye tevfikan Türkiye’den ayrılan bir kısım arazide yerleşmiş ve mezkûr arazideki ekseriyeti ahaliden ırk itibarile ayrı olan 18 yaşını mütecaviz eşhas, işbu Muahedenin mevkii mer’iyete vaz’ından itibaren iki sene müddet zarfında ahalisinin ekseriyeti kendisinin ırkına mensup olan Devletlerden birinin tabiiyetini, mezkûr Devletin muvafakati şartile ihtiyar edebileceklerdir.”
Burada Türkiye’den ayrılan arazi vurgusu, kendisinin ırkına mensup vurgusu önemlidir. Bu tarif bize Batı Trakya Türklerine dayatılan ve maalesef bir kısım insanımızın da aksi ihanet olduğu için iyi niyetine yorduğumuz “Türksüz azınlık” tarifinin nasıl yorumlanması gerektiğini de ifade eder.
Lozan Sulh Muahedenamesi, birinci kısmı üçüncü faslında “Azınlıkların Korunması”nı ele alır. Burada Türkiye’nin yapması gerekenler sıralanır. Bağlayıcıdır. Hiçbir iç hukuki düzenleme bu maddelere aykırı olamaz. Özellikle Batı Trakya Türk Toplumuna yönelik düzenleme yoktur ama bu faslın son maddesi “Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanınmış olan haklar, Yunanistan’ca da, kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır” şeklindedir.
06-10 Şubat 1995 tarihleri arasında Ankara’da düzenlenen Balkan Ülkelerinde Toplum Hayatı Semineri çerçevesinde 07 Şubat 1995 tarihinde Dr. Sadık Ahmet’in sunduğu Batı Trakya Türk Toplumu Bildirisinde Batı Trakya ile İstanbul ve Adalar Denizinde bulunan Bozca ve Gökçe Ada Rumları dışarda tutulmak üzere nüfus değişimi (Mübadele) yapıldığını ifade eder. Nüfus değişimi dışında kalanlar ise “Azınlık” olarak tarif edilmiştir. 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşmasının 37-44. Maddeleri Azınlıklarla ilgilidir.
Dr. Sadık Ahmet, adı geçen seminerde Batı Trakya, Yunanistan’a bırakıldığından bu yana Yunan yönetimleri tarafından daima Türk Toplumunu kendileri için bir tehlike olarak görmüşlerdir. Bu düşünceden hareket ederek uygulanan siyaset şu iki ana başlık altında toplanmıştır. Birincisi, Türk Toplumunu göçe zorlamaktır. İkincisi, göç olmadığı takdirde asimile edebilmektir der. Batı Trakya Türklerinin vatanı Batı Trakya’dır. O halde ilk vasiyeti, Göç yok, asimile olmak yok olarak ifade edilebilir.
Batı Trakya önce dağlık-ovalık olarak ayrılmıştır. Dağlık bölge askeri alan daha sonra yasak bölge ilan edilmiştir. Yakın zamana kadar bölge dünyadan soyutlanmıştı. İkinci vasiyeti, Ovalı ve Dağlısı ile Batı Trakya Türkü bir bütündür. Sınırın hemen ötesinde kuzeyde Bulgaristan’da da soydaşları ve akrabaları vardır.
Ekonomik baskılarla bölge halkı fakirleştirilmiştir. Eğitim baskılarla toplum çocuğunu istediği eğitemedi. Üçüncü vasiyeti, Baskılar son bulacak, birbirimizi seveceğiz, zenginleşeceğiz ve ilimde ve fende ilerleyeceğiz.
Yunanistan Türkiye’deki Rum azınlığın hamiliğini yapmak için planlı programlı bir çalışma yürütmekle beraber Batı Trakya Türklerinin hak ve hukukunu zamana yayarak ve küçük küçük ihlallerle alıştırmaktadır. Vatanlarının asıl sahibi olan ve yakın zamana kadar çoğunluğa sahip olan Türkler uygulanan politikalarla kendilerinin “misafir olarak hissetmeleri” sağlanmıştır. Misafir olmak, “ev sahibinin” inisiyatifine sizi bırakır. “Problem olmamayı, baş ağrıtmamayı” gerektirir.
Şehit Dr. Sadık Ahmet işte Batı Trakya’nın ev sahibi olduğu söylemiştir. Türk Haklarının savunulmasındaki gayreti ile de “problem olmuş, baş ağrıtmıştır”. Dördüncü vasiyeti bu olsa gerekir. Lozan’da kazanılan haklar kimsenin lütfu değildir. Bu hakların kullanılmasında da kimsenin lütfu beklenemez.
Alanlarda halkı toplaması, köylere sık sık gitmesi, Türk halkı ile bir araya gelmesi, dertleşmesi de bize bir başka vasiyetidir. Beşinci vasiyeti, Bir olacaksın, iri olacaksın, diri olacaksın. Bu da miras olarak bıraktığı Dostluk, Eşitlik ve Barış Partisi şemsiyesi altında olabilir. Tabii ki Batı Trakya Türkleri, Yunan Parlamentosuna girmelidir. Ama genel siyasetin belirlenmesi tek çatı altında olmalıdır.
Türklerin üç ilde müftülüğü olması gerekir. Şu anda Gümülcine ve İskeçe müftülükleri çalışmaktadır. Yunan Hükümeti’nce Lozan Antlaşmasının 38 ve 42 maddesinin hilafına 1990 yılında seçilmemiş kişilerin Dimetoka, Gümülcine ve İskeçe’ye müftüler atanması yolu ile çok başlılık oluşturulmaya çalışılmıştır. Oysa Batı Trakya Türkleri dinini özgürce uygulayabilmeli ve dini kurumların serbestçe kurmalıdır. Müftülük makamı tartışmaya açılamaz.
Batı Trakya’da müftülük müessesesi önüne getirilen sıfatlarla tartışılamaz. Gümülcine müftüsü İbrahim Şerif ve İskeçe müftüsü Ahmet Mete’dir. Başka kapıların eşiklerini aşındıranların toplum içindeki itibarı ve sıfatı bellidir. Altıncı vasiyet de bu olsa gerekir. Bazı şeylerin tartışması olmaz. Müftülükler tektir. Tartışılamaz.
Batı Trakyalıların sulandırmadan, bulandırmadan görmesi gereken bir yedinci vasiyet de şu çığlıktır. “Ben bir Türk olduğum için hapse götürülüyorum. Eğer Türk olmak bir suç ise, burada tekrar ediyorum. Ben bir Türküm, öyle kalacağım.” Yunan yönetimince, toplumun Türk Kimliği inkâr edilmekte ve azınlığın Yunan soyundan geldiğini iddia edilmektedir. Oysa 1923 yılından sonra açılan birçok Türk adı taşıyan dernek vardı. Birer birer kapatıldı. Lozan’da garanti altına alınan cemiyetlerin tabelaları asılamaz oldu. Türklük tartışılmaz.
Yunanistan, Batı Trakya’da demografik yapıyı bozmak için buraya Kafkaslar’dan ve ülkenin farklı yerlerinden nüfus taşımaktadır. Türk Toplumunun arzusu, doğup büyüdüğü Batı Trakya’da vatandaşlık haklarından eşit olarak istifade ederek yaşamak ve Yunan devletinin Türklerin ırkına, dinine, kuruluşlarına, eğitimine ve gelenek-göreneklerine saygı duymasıdır. Sekizinci vasiyet Türk’e saygı duyacaksın, saygı duyuracaksın.
Dr. Sadık Ahmet’in Selanik’te toplantı halindeki demokrasi ve insan hakları heyetine Batı Trakya Türk toplumunun içinde bulunduğu durum ile ilgili broşür dağıttığı biliniyor. Batı Trakya özelinde Balkanlar’a dokuzuncu vasiyeti ise sadece “Korkma”dır.
Dörtnala giderken ölüme, eğilmek bükülmek peki niye? Dr. Sadık Ahmet’in mezarı başında toplanmak veya mezarı başından sıvışmak arasındaki fark pek basittir. Mezarının başı akdin tekrarıdır. Kendisinin de ifade ettiği gibi esaret zincirinin kırılması gerektiğini Lozan Antlaşmasının her maddesinden kırpılan hakların tekrar alınması için verilecek mücadele akdinin tekrarıdır.