Ahmet B. ERCILASUN: Ali Şîr Nevâî

Ali Şîr Nevâî

Ahmet B. ERCILASUN

 

“Türk nazmıda çü min tartıp â’lem

Eyledim ol memleketni yek-kalem.”

 

 

 

Bir zamanlar kültür adamları da edebiyat adamları da Türkiye’nin gündemini işgal ederdi. O zamanlar mutlu, huzurlu ve şiirli günlerdi.

1941 Nevâyî’nin 500. doğum yıl dönümü idi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde onun için bir anma düzenlenmişti. Oradaki konuşmalar küçük bir risale hâlinde basılmıştı; bu risale hâlâ meraklılarının ellerinde mevcuttur. 1940’larda, 1950’lerde gazetelerin ikinci sayfalarında kültür adamları için uzunca yazılar da çıkardı. 1941’de Özbekistan da Nevâyî’yi anmış ve çok güzel bir albüm çıkarmıştı.

03 Ocak 2011 Nevâyî’nin 510. ölüm yıl dönümüdür. Bu büyük şair, yazar, devlet adamı ve san’at hâmisi sadece 60 yıl yaşadı ve bu ömre 30 büyük eser sığdırdı. Nevâyî doğduğu zaman Doğu Türk Devleti’nin başında Şahruh vardı. Büyük Temür’ün oğlu Şahruh, 1407-1447 arasında 40 yıl Doğu Türk Devleti’ni (Temürlüleri) idare etti. Başkent, şimdi Afganistan’da bulunan Herat idi. İkinci büyük merkez ise şimdi Özbekistan’da bulunan Semerkant idi ve orada da vali olarak Şahruh’un oğlu Uluğ Beğ bulunuyordu. O dönemin Herat ve Semerkant’ı bugünün Washington ve New York’u gibiydi. Bu şehirler, dünyanın siyaset, bilim ve kültür merkezleriydi. Nevâyî, Herat’ta böyle bir muhitte doğdu. Şehzade Hüseyin Baykara ile birlikte okudu, birlikte büyüdü. Baykara 1469’da hükümdar olunca da Nevâyî onun nedîmi, mühürdarı ve divan beği (kabine üyesi) oldu. Varlıklıydı ve devlette çok itibarlı bir yeri vardı. Nüfuzunu san’at ve kültür adamlarını himaye etmek için kullandı. Devrin büyük sanatçıları, resimde Bihzad, şiirde Abdurrahman Câmi, Benâî, musikide Hüseyin Vâiz, hat san’atında Sultan Ali, tarihçilikte Hondmir ve Mirhond onun meclislerinden eksik olmazdı. Hükümdar Hüseyin Baykara da şairdi ve şiir devletin en yüksek katlarında insanların ruhlarını temizliyordu.

Aynı dönemlerde önce Edirne’de, sonra İstanbul’da 2. Murad’ın ve Fatih’in sarayları da öyleydi. Fatih devrinin büyük şairi Ahmed Paşa, Nevâyî’ye nazireler yazıyordu, yani Herat’tan İstanbul’a yol vardı. Mimar Sinanlı, Bâkîli Kanunî Sultan Süleyman devrini hatırlarsanız; san’atın devlet katındaki yerini daha iyi hayal edebilirsiniz. Galiba böyle mutlu ve şiirli bir dönemi biz en son Atatürk’ün Çankaya sofralarında yaşadık. Şimdi nâtıklarla magazincilerin baş köşelerde olduğu bir dönemdeyiz.

Ali Şir Nevai Tiyatrosu

Nevâyî, Farsça Divan ile birlikte tam beş adet divan, beş mesnevi yazdı. Abdurrahman Cami, tezkiresine Türk velileri almadığı için oturdu, bir de evliya tezkiresi yazdı ve Türk velilerini de değerlendirdi. Şairlerin kısa biyografilerini veren ilk şair tezkiresini de o yazdı: Mecâlisü’n-Nefâis. Bu eserden sonra Doğu ve Batı Türklüğünde şair tezkireleri yazma âdeti başladı. Onun daha birçok biyografik, tarihî ve dinî eseri vardır. Edebiyat ve dil teorisiyle de uğraştı. Mîzânü’l-Evzân, şiir vezinleri hakkındadır. Muhâkemetü’l-Lugateyn’de Türkçe ile Farsçayı karşılaştırır ve Türkçenin üstün yanlarını örneklerle gösterir. Kendi dilinde yazmayıp Farsça yazan Türk şairlerini eleştirir; hiç olmazsa Farsça yazdığınız kadar Türkçe yazın, der.

Şu beyit, Nevâyî’nin Türk dünyası için ne ifade ettiğini çok güzel anlatır:

Türk nazmıda çü min tartıp alem

Eyledim ol memleketni yek-kalem

(Türk şiirinde ne zaman ki ben bayrak kaldırdım, o zaman Türk ülkelerini yek-kalem eyledim, birleştirdim).

Nevâyî yaptığı işin farkındadır ve gerçekten bütün Türk dünyasında bir dil ve kültür birliği oluşturmuştur. Osmanlı sahasında Nevâyî’nin dilini anlamak için özel sözlükler yazılmış, Fatih döneminden 19. yüzyıla kadar, aralarında Nedim’in de bulunduğu pek çok Osmanlı şairi Çağatay Türkçesiyle ona nazireler yazmıştır. Nevâyî’nin eserlerinin yazma nüshaları, Türkistan dışında, İstanbul, Bakü, Tebriz, Kazan ve hatta Hindistan şehirlerine yayılmıştır. En güzel, tezhipli nüshalar da Topkapı Sarayı’ndadır. Bu yaygınlık da onun gerçekten bütün Türk dünyasını birleştiren bir şair ve san’at adamı olduğunu göstermektedir.

Nevâyî’nin kendini ve halkını Türk, dilini de Türkçe olarak adlandırdığını belirtmek belki fuzuli bir iştir. Fakat, Türk ulusu, Atatürk döneminde, tepeden inme oluşturulmuş bir ulustur, diyorlar ya, bu da kulaklara küpe olsun dedim.