Kalem, Kılıç ve Ali Şîr Nevâî
Ahmet SEVGİ
Bugün (3 Ocak 2015) Ali Şîr Nevâî’nin (1441-3 Ocak 1501) ölümünün 514. yıldönümü… Dolayısıyla, bugünkü yazımızda Ali Şîr Nevâî ile ilgili anlatılan bir rivayete işaret ederek onun kalem ve kılıçla olan münasebeti üzerinde durmak istiyoruz.
Hemen belirtelim ki “tezkiretü’l-evliyâ”, “menâkıb-nâme”, “menâkıbü’l-ârifîn” gibi eserlerde velilere izafe edilen kerametler yahut büyük şahsiyetlerin hayat hikâyelerinden sunulan kesitler tarihî bir vesika olmamakla beraber, toplumun söz konusu zevata biçtiği değeri ve onları zihninde nasıl idealize ettiğini göstermesi bakımından önemlidir.
Meseleyi bu şekilde çerçeveledikten sonra şimdi sözünü ettiğimiz menkıbeye geçebiliriz:
Rivayete göre Ali Şîr Nevâî ile Sultan Baykara (1430-1505) çocukluklarında sınıf arkadaşıymışlar. Hocaları bir gün onlara “kılıç” ve “baş” resmi çizip vermiş ve yorumlamalarını istemiş. Ali Şîr Nevâî, “akıl” ve “bilgelik”e dair bir gazel yazıp getirmiş. Hüseyin Baykara ise “kılıç” ve “savaş” hakkında bir methiye yazmış… Yorumları inceleyen hoca, gökyüzüne bakarak “güneş”i Ali Şîr’e, “kara bulut”u da Hüseyin Baykara’ya gösterip Ali Şîr Nevâî’ye “âferin”, Hüseyin Baykara’ya da “heyhât” demiş…
Menkıbeden de anlaşılacağı üzere toplum, “kalem” ve “kılıç” söz konusu olduğu zaman Ali Şîr Nevâî’nin çocukluğundan beri hep “kalem” tarafında yer aldığına inanmıştır.
Gerçekten de Ali Şîr Nevâî, 1469’da hükümdar olan sınıf arkadaşı Hüseyin Baykara’nın nedîmi olması hasebiyle devlet yönetiminde görev almış (kılıç) olsa bile o hep yazıp çizme (kalem), ülkeleri kılıçla değil, kalemle fethetme taraftarı olmuştur.
Bu sebepledir ki Ali Şîr Nevâî, “Ferhâd u Şîrîn” adlı eserinde, yalnız divanını göndererek Çin hududundan Tebriz’e kadar bütün Türk ve Türkmen illerini fethettiğini söylemiştir:
“Alıpmin taht-ı fermânım gaâsân
Çirigçikmey Hıtâdın tâ Horâsân
Horâsân dime kim Şîrâz u Tebrîz
Ki kılmışdur ney-i kilkim şeker-rîz
Köngül birmiş sözümge Türk cân hem
Ni yalğuz Türk belkim Türkmen hem
Ni mülk içre ki bir fermân yiberdim
Anıng zabtıga bir dîvân yiberdim.”
Ali Şîr Nevâî, “Sedd-i İskenderî” de, mızrak yerine kalem, kılıç yerine dil kullanarak Türk milletinin kalbini nasıl kazandığını şöyle dile getirir:
“Bu til birle tâ nazm irür halk işi
Yakîn kılmamış halk sin dik kişi
Sanga Türk ekâlîmin eylep rakam
Ezelde nasîb eylemiş yek-kalem
Nasîb itti eylep sini merz-bân
Sinân-ı kalem birle tîg-ı zebân
Ki bu mülk ara kahramân bolğa sin
Ulus içre sâhib-kırân bolğa sin.”
Ve nihâyet o büyük şairin “Lisânü’t-tayr” mesnevisinde, edebiyat bayrağını burçlara dikerek Türkleri tek bir millet yaptığını söylemesi onun “kalem”e verdiği değerin büyüklüğünü göstermesi bakımından dikkate şayandır:
“Türk nazmıda çü min tartıp âalem
Eyledim ol memleketni yek-kalem.”
Zikredilen rivayet ve verilen örnekler de gösteriyor ki Ali Şîr Nevâî, çocukluğundan beri hep kalemi müdafaa edegelmiştir.
“Kalem”in fikir ve barışı, “kılıç”ınsa savaş ve yıkımı temsil ettiği düşünülürse Ali Şîr Nevâî’nin Türk dünyasındaki yeri ve önemi sanırım daha iyi anlaşılacaktır.
Keşke Ali Şîr Nevâî gibi ediplerimizin sayısı sınırlı kalmış olmasaydı. Eminim o zaman bugünkü çektiğimiz sıkıntıların birçoğunu yaşamazdık.
Ölümünün 514. yıldönümünde Türkçenin gazilerinden Ali Şîr Nevâî’yi rahmetle anıyoruz…