ALİ ŞÎR NEVÂÎ
Serdar BULUT
Bulut, S. (2017), Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk Dili‟ne Katkıları.
Asya Studies-Academic Social Studies/Akademik Sosyal Araştırmalar, Number:1, Autumn, p.23-41.
ASYA COĞRAFYASI’NIN BÜYÜK EDİBİ ALİ ŞÎR
NEVÂÎ’NİN HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ, ESERLERİ VE TÜRK
DİLİ’NE KATKILARI
Öz
Yalnız Çağatay Edebiyatının değil bütün Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden olan Ali Şîr Nevâî, Herat‟ta doğmuştur. Nevâî, Timurlu şehzadelerinden
Hüseyin Baykara‟nın en yakın arkadaşı olmuştur. Hüseyin Baykara ile dostluğu ömür boyu devam etmiştir. Herat Sultanı olan Hüseyin Baykara, yakın dostu Ali Şîr Nevâî‟yi yanına almıştır. Ali Şîr Nevâî‟nin Herat‟ta Sultan Hüseyin Baykara hizmetinde ilk görevi mühürdarlık (Nişancı) olmuştur. Nevâî, 3 Ocak 1501‟de ölmüştür.
Ali Şîr Nevâî, yaşamış olduğu onca zor zamanlara rağmen edebiyatçı kimliğini bırakmayarak ömrünün son zamanlarını Türk Edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Muhakemetü‟l-Lügateyn‟i yazmaya adamış önemli bir Türk dili milliyetçisidir.
Nevâî‟nin Türkçenin Farsçadan daha üstün bir dil olduğunu kanıtlamak için yazdığı bu eserinden başka farklı konularda kaleme aldığı 29 eseri vardır. Nevâî bu kadar farklı tür ve konularda eser vererek döneminin bilimlerine hakimiyetini gösteren çok kültürlü bir şahsiyettir.
Ali Şîr Nevâî, yazdığı eserler, yetiştirdiği şairler ve desteklediği ilim hayatıyla Türkçeye büyük katkılar sağlamış bir şahsiyettir. Nevâî‟nin Türkçeye yapmış olduğu en büyük katkı dilin yapıcı gücünden faydalanarak, milli birliği kurmaya çalışmasıdır. Bu milli birliğin ilk halkası da milli dil bilincini oluşturmak olduğu için, Nevâî, insanların kalplerine milli bir dokunuş yapmıştır. Çalışmamızda Çağatay Edebiyatı‟nın kurucusu olması hususuyla Türkçe için büyük anlam ifade eden Ali Şîr Nevâî‟nin hayatı, sanatı, eserleri ve Türkçeye yapmış olduğu katkılar ayrı ayrı ele alınarak analiz edilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ali Şîr Nevâî, Asya Coğrafyası, Türk Dili, Çağatay Edebiyatı, Muhakemetü‟l-Lügateyn
HAYATI
Yalnız Çağatay Edebiyatının değil bütün Türk Edebiyatının en büyük ediplerinden olan Ali Şîr Nevâî, H. 17 Ramazan 844 / M. 9 Şubat 1441-42 yılında Herat‟ta doğmuştur. Aslen Uygur Türklerinden olan babası Gıyâsü‟ddîn Kiçkine Bahşı ya da Kiçkine Bahadır, Horasan hâkimi Sultan Babur‟un
hizmetinde bulunmuştur. Anne tarafından dedesi Ebu Sa‟îd Çisek de Hüseyin Baykara‟nın dedesi Mirza Baykara‟nın beylerbeyliğini yapmıştır. Bu nedenle Nevâî‟nin çocukluğu, Hüseyin Baykara ile birlikte geçmiş ve birlikte eğitim görmüşlerdir. (Kaya, 2007: 47).
Nevâî‟nin ataları Timur ve Timuroğullarının saraylarında görev yapmış asilzadelerdir. Nevâî de bu nedenle sarayda doğmuş ve Timurlu şehzadelerinden Hüseyin Baykara‟nın en yakın arkadaşı olmuştur. Hüseyin Baykara ile dostluğu ömür boyu devam etmiştir. Bu dostluğa aşırı değer veren Hüseyin Baykara kardeşi Derviş Ali Beg ile Hüseyin Baykara‟yı süt kardeş sayarak onlara “kökeltaş” demiştir.
1447‟de Sultan Şahruh‟un vefatıyla Herat‟ta kargaşa çıkınca, babası Kiçkine Bahadır küçük oğlu Ali Şîr‟i de yanına alarak Irak‟a gitti. Bu yolculuk sırasında Temür‟ün tarihçisi Şerefüd-din Ali-Yezdi‟yi tanıdığını önemli bir hatıra olarak kaydeden (Akar, 2012: 188) Nevâî‟nin Ebu‟l-Kasım Babur‟un tahta geçtiği 1452 yılına kadar Herat dışında yaşadığını anlamaktayız. Nevâî‟nin babası Kiçkine Bahadır da Ebu‟l-Kasım Babür zamanında onun önemli hizmetlerinde bulunmuştur. Kısa bir dönem Nevâî‟yi Herat‟ta bırakarak Sebzevar şehrini idare eden Kiçkine Bahadır daha sonra yine Nevâî‟yi Herat‟ta bırakıp memur olarak Astarabat‟a gitmiştir. Nevâî on beş yaşına geldikten sonra süt kardeşi Hüseyin Baykara ile Ebu‟l-Kasım Babur‟un hizmeti altına girmişlerdir.
Ebu‟l-Kasım Babür Ali Şîr‟le olan münasebetini babasının ölümünden sonra da kesmemiştir.
Meshed‟e giderken Ali Şîr‟i de beraberinde götürmüştür (1456). Babür 1457‟de Meshed‟de ölünce Hüseyin Baykara Merv‟e dönmüştür. Ali Şîr ise Meshed‟de kalarak tahsiline devam etmiştir. Babür‟ün ölümüyle hâmisiz kalan Ali Şîr, Timurlular‟ın kuşçu emirlerinden Seyyid Hasan Erdeşir‟den yardım ve ilgi görmüştür (İslam Ans. 1989: 449). Yine bu sıra Şeyh Kemâl-i Tevbetî ile görüşüp ondan feyz almıştır.
Babasının vefatı üzerine Herât‟a dönen Ali Şîr, Ebû Sa‟îd Mirzâ‟nın hizmetine girmiştir. Ancak Hüseyin Baykara‟yla olan yakınlığı sebebiyle Ebû Sa‟îd Mîrzâ‟nın hizmetinde fazla kalamayıp ayrılmıştır.
Herât‟tan Semerkand‟a giderek orada Hâce Fazlu‟llâh Ebû Leysî hankahına intisap ederek iki sene derslere devam etmiştir (Tören, 2001: VII).
Babür, Hatırat (Babürnâme)‟ında Nevâi‟nin, herhangi bir suçundan dolayı Ebu Sait tarafından Herat‟tan çıkarıldığını söyler. Elde başka kanıt yoktur. Barthold, Babür‟ün bu sözlerine dayandığı gibi, Berthels de Nevai adlı eserinde, Semerkant Ulug Beg‟den sonra bilim merkezi olmaktan çıktığı için Nevâi‟nin okumak üzere Semerkant‟a gitmiş olamayacağını yazar. Ayrıca Ebu Sait‟in Nevâi‟yi Meşhet‟e
sürdüğünü ve Nevâi‟nin biyografisini kaleme aldığı Seyyid Hasan Erdeşir‟e gönderdiği manzum mektubu
burada yazdığını kaydeder (Levend, 1965: 32).
Bu durumdan yola çıkarak şunu diyebiliriz ki; Ali Şîr Nevâî tam net bir bilgi olmamakla birlikte
bu yıllarda Herat‟ta Ebu Sait‟in egemenliği altında kalamayacağını anlamış ve Herat‟ı terk etmek zorunda
kalmıştır. Fakat bunu kendi isteğiyle mi yoksa sürgüne uğratılarak mı yaptığı kesin değildir. Ali Şîr Nevâî
bu yer değiştirmeden kârlı çıkarak Hâce Fazlu‟llâh Ebû Leysî‟nin öğrencisi olma gururunu yaşamıştır.
Nevâi Herat dışında yaşadığı bu süre zarfında Ebu Sait‟in kayınbiraderi Derviş Mehmet Tarhan ve eski
Herat valisi Ahmet Hacı Big‟den de yardımlar görmüştür. Ali Şîr Nevâî Sultan Hüseyin Baykara tahta
geçinceye kadar Semerkant‟ta kalmıştır.
Ali Şîr Nevâî, Semerkant‟ta kaldığı dönemlerde çok yoksulluk çekti. Semerkand‟da vali ve ileri
gelenlerin onu himaye ettikleri, Semerkandlı, Ferganalı, Taşkentli ve Buharalı âlim ve şairlerle dostluklar
kurduğu, onun sanat hayatında bu çevrenin büyük tesir yaptığı hakkında Handemir‟in “Mekârimü‟lAhlâk” adlı eseriyle şairin “Mecalisü‟n-Nefâis” adlı eserinde kımetli bilgiler mevcuttur. Nevâi, bu
sebeple Semerkand‟daki hayatını bir ömür boyu unutmamıştır. Semerkand‟dan çıkan meşhur tarihçiler
Abdurrezzak Semerkandî, Devletşah gibi çok sayıda âlim, şair ve sanatçının yetişmesinde yardımcı
olmuştur (http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/12051,alisirnevaipdf.pdf?0).
Ali Şîr Nevâî, on dokuz yaşlarında meşhur mutasavvuf şairi Abdurahmân Câmî ile tanışarak
onun öğrencisi olmuştur. A. Câmî, onun hem şair, hem devlet adamı olarak yetişmesini sağlamıştır. Tarih
kitapları Câmî öldüğünde Ali Şîr Nevâî‟in ona lâyık öğrenci, dost ve sadık arkadaş olduğunu
yazmaktadır. Ayrıca Nevâî ve Câmî konusunda tarih kitapları gibi edebî eserler de yazılıp çizilmiştir. Ali Şîr Nevâî, 8 Kasım 1492 yılında vefat eden hocası ve dostu Cami için bir terkib-i bent ve Hamsetü‟l-Mütehayyirin isimli biyografisini kaleme almıştır. Fakat Abdurahman Câmî ile Ali Şîr Nevâî hakkında yazılanlar burada uzun uzun açıklanmayacaktır.
Ebu Said Mirza‟nın 1469‟da Irak Seferi‟ne çıkışını fırsat bilen Sultan Hüseyin Horasan‟a yürümüştür. Babasının yokluğu sırasında Semerkant‟ı idare eden Ahmed Mirza da bu haber üzerine ordusu ile Horasan‟a gitmek zorunda kalmıştır. Ahmed Mirza‟nın ordusunda Ali Şîr Nevâî de bulunuyordu. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan‟ın Ebu Said‟i öldürdüğü haberinin gelmesi üzerine
Sultan Hüseyin Herat‟ı alarak tahta çıkmıştır (Ramazan 873 / Mart 1469) ve arkadaşı Ali Şîr‟i de yanına
çağırmıştır. Herat‟ın alınışından bir ay kadar sonra buraya gelen Ali Şîr Nevâî, Sultan Hüseyin‟e ünlü
“Hilâliyye” kasidesini sunmuştur. Bu tarihten sonra devlet işleriyle de ilgilenmeye başlamıştır (Kut,
1989: 449).
Ali Şîr Nevâî‟nin Herat‟ta Sultan Hüseyin Baykara hizmetinde ilk görevi mühürdarlık (Nişancı)
olmuştur. Hüseyin Baykara‟nın yakın dostu olan Nevâi mühürdar olarak önemli başarılara imza atmıştır.
Nevâi‟nin Sultan Hüseyin‟e ilk büyük hizmeti, Herat‟ta vergiler yüzünden çıkan halk hareketini
genişlemeye meydan vermeden aldığı tedbirle önlemesi olmuştur. 1469 yılı sonlarına doğru, Esterabat‟ta
başlayan bir ayaklanmayı bastırmak üzere Nevâi ile birlikte oraya giden Sultan Hüseyin Baykara,
Herat‟taki olayı haber alınca, hareketi kuvvetle bastırmayı düşünmüş fakat Nevâi‟nin yatıştırıcı sözleriyle
bundan vazgeçmiştir. Nevâi, vergi işlerinde yolsuzluk yapanların cezalandırılacağına dair Sultan‟ın
emrini alarak Herat‟a gelmiş ve Cuma günü camide halka okumuştur. Olayı inceleyip sebep olanları
tespit ettikten sonra Sultan Hüseyin‟in yanına dönen Nevâi durumu hükümdara anlatmış, Sultan Hüseyin
de suçluların cezalandırılmasını emretmiştir. Bu davranış olumlu bir etki yapmış, Sultan Hüseyin Herat‟a
dönüşünde halk tarafından sevgi ile karşılanmıştır (Levend ,1965: 34-35).
Ali Şîr Nevâî bu başarılı görevinin ardından mühürdarlığı Emir Şeyhim Süheylî‟ye bırakarak
daha üst bir rütbe ile devlet adamlığına devam etmiştir. Nevâi 1472 yılından itibaren babası gibi gördüğü
ve hakkında bir de biyografi kaleme alarak ölümsüzleştirdiği Seyyid Hasan Erdeşir‟le beraber divan
beyliğine atanmıştır.
Ali Şîr Nevâî divan beyliği (Emir) görevinde bulunurken bütün gücüyle ülkedeki yolsuzluklarla
savaşıp haksızlığa uğrayanları korumaya çalışmıştır. Bu hareketi birçok düşman edinmesine neden
olduysa da asla doğru yoldan ve mücadeleden ayrılmamıştır (Tören, 2001: VIII). Nevâi bu görevini 1490
yılına kadar başarıyla sürdürmüş ve görevini kötüye kullanan birçok kişinin görevinden uzaklaştırılmasını
sağlayarak sultanın kendisine olan güvenini boşa çıkarmayan muhteşem bir devlet adamı sıfatıyla
karşımıza çıkmıştır.
Nevâi, 1476 yılında dostu Câmî‟nin telkiniyle Nakşibendi tarikatına girdikten sonra aralarındaki
dostluk ilerlemiş, Nevâi‟nin eserleri üzerinde de etkilere yol açmıştır (Kaya, 2007: 47). Nevâi‟nin edebi
anlamdaki çalışmaları gerçek anlamda bu tarihten sonra başlamıştır.
1479‟da Ebu Sait‟in oğlu Mirza Ebu Bekir‟in ayaklanması üzerine Esterâbat‟a yürüyen Sultan
Hüseyin, Herat‟tan ayrılırken Nevâi‟yi naip olarak bırakmıştır (Levend, 1965: 36). Yani Nevâi burada
Hüseyin Baykara‟nın yokluğunda onun vekilliğini yapacak kadar güvenilen bir devlet adamı olarak
karşımıza çıkmaktadır. Nevâi, Hüseyin Baykara‟nın yokluğunda onun vekilliğini başarılı bir şekilde
yapmıştır.
1481‟de Nevâi‟nin küçük kardeşi Derviş Ali de emir olarak divana katılmıştır (Levend, 1965:36).
Nevâi, olgunluk çağı olarak atfedilen 1480 yılından itibaren önemli eserler de kaleme almaya
başlamıştır. 1483-1485 yılları arasında en büyük eseri olan Hamse‟sini meydana getirmiştir. Nevâi,
Nizamî ile Emir Hustrev‟in Hamse‟leri üzerine Camî ile yaptığı konuşmadan sonra bu hevese kapılmış ve
Camî‟nin Tuhfetü‟l-Ahrar‟ı hazırladığını görünce, Hayret‟ül-Ebrar mesnevisine başlamış, iki yıl gibi çok
kısa bir süre içinde beş mesneviyi kaleme alarak, Hamse‟sini tamamlamıştır. Camî, Hıred-name-i
İskenderî mesnevisinde bu Hamse‟yi övmüştür (Levend, 1965: 36).
1487 yılında Esterabad‟a vali olarak atanmış, on beş ay bu görevde kalmış, ancak bir yıl sonra
görevden affını istemiştir. (Kaya, 2007: 47). Bu durum gösteriyor ki Nevâi, başkent dışında çok kısa bir
süre kalabilmiştir ve çok sevdiği dostu Hüseyin Baykara‟nın yanında divan beyliği görevine devam
etmiştir.
Nevâi 1489 yılında kardeşi Derviş Ali‟nin isyanı ile çok sevdiği Seyyid Hasan Erdeşir‟in
ölümüne çok üzülmüştür. Bunun üzerine 1490 yılında divan beyliği görevini kendi isteğiyle bırakarak,
sadece sultanın nedimi (içki) olarak hizmetini sürdürmeye başlamıştır (Kut, 1989: 450 ; Ercilasun, 2007:
407 ; Akar, 2012: 188-189). Nevâi‟ye büyük bir saygı duyan Hüseyin Baykara, 1490 yılında bir fermanla herkesin şaire hürmet etmesini emretmiştir. Birkaç yıl sonra yakın dostu mutasavvıf şair Câmî‟nin 1492
yılında ölümü de onu derinden etkileyen bir başka hadise olmuştur. Hamsetü‟l-Mütehayyirin adlı eseri
onun bu yıllardaki duygularının mahsulüdür (Kut, 1989: 450). Ali Şîr Nevâi, 1490 yılından itibaren
Sultan Hüseyin Baykara‟nın yakın dostu ve söz arkadaşı olarak Temurlular sarayında hayatını devam
ettirmiştir.
Bazı saray entrikaları sonucunda Hüseyin Baykara‟nın oğlu Bedîüzzaman ile 1497‟de arasının
açılması ve bundan olma torunu Mirza Mehmed Mü‟min‟in yanlış bir fermanla öldürülmesi, daha sonra
bu olayı hazırlayan vezir Nizâmülmülk‟ün idam edilmesi, hem hükümdarı, hem de Nevâi‟yi çok
sarsmıştır. Bu hadiselerde meselelerin halledilmesi daima ona düşmüştür. Fakat o bu saltanat
mücadeleleri arasında bile 1498‟de Lisânü‟t-Tayr, 1499‟da Muhâkemetü‟l-Lügateyn ve Sirâcü‟l-Müslimîn
ile 1500 yılında Mahbûbü‟l-Kulûb adlı eserlerini kaleme almaktan geri kalmamıştır. Bu sırada sağlığı
bozulmuştur. 31 Aralık 1500‟de Hüseyin Baykara‟yı Esterâbâd dönüşünde karşılarken el öptüğü sırada
yere yıkılmıştır. Herat‟a geldikten üç gün sonra 13 Cemâziyelâhir 906 „da (3 Ocak 1501) ölmüştür.
Kudsiye Camii yanında kendisinin yaptırdığı türbeye defnedilmiştir (Kut, 1989: 450). Ali Şîr Nevâî,
yaşamış olduğu onca zor zamanlara rağmen edebiyatçı kimliğini bırakmayarak ömrünün son zamanlarını
Türk Edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Muhakemetü‟l-Lügâteyn‟i yazmaya adamış önemli bir
Türk dili milliyetçisidir.
EDEBİ KİŞİLİĞİ
Ali Şîr Nevâî, edebi hayata henüz çok küçük denilecek bir yaşta adım atmış ve gazeller kaleme
almaya başlamıştır. Nevâî‟nin edebiyata olan bu ilgisinin onun aile ortamıyla ve içinde bulunduğu
toplumla büyük oranda ilgisi olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Fakat hepsinden ötesi onun genlerinde olan
şairlik yeteneğinin de bu derece üstün bir edebiyat adamı olmasında büyük katkıları vardır.
Nevâî‟nin edebiyata olan ilgisinin başlamasında öncelikle babasının ve dayılarının, daha sonra
da yetiştiği dönemdeki toplumun yapısının rolünün olduğunu söylemek mümkündür. Şiire meyletmesinde
de hece vezniyle şiirler söyleyen babası Kiçkine Bahadır‟ın, Kâbilî mahlasıyla şiirler yazan dayısı Mîr
Sa‟îd‟in, Mîr Sa‟îd‟in oğlu Sabuhî mahlasıyla şiirler yazan Mîr Haydar‟ın, Garîbî mahlasıyla şiirler
yazan Muhammed Ali‟nin etkisi vardır. Ayrıca babasının ölümünde sonra Nevâî‟nin koruyucusu olan,
Türkçe şiirleri de bulunan Sultan Ebu‟l-Kasım Babur ile Kalender mahlasıyla şiirler yazan ve Lütfî‟yi
okuyup onu örnek almasını telkin eden Hasan Erdeşir‟in rolleri büyüktür (Kaya, 2007: 48).
Nevâî, çok büyük bir şair, tezhip, hat sanatlarından anlayan ve ilgilenen bir sanatkar, birçok
besteleri olan bir musiki-şinastır. Nevâî, Mecālisü‟n-Nefāis adlı şuara tezkiresinde, aruzla ilgili bilgileri,
Derviş Mansur adlı bir şairden, musiki ile ilgili bilgileri de Hoca Yusuf Burhan‟dan öğrendiğini nakleder
(Kaya, 2007: 47). Kısacası Nevâî‟nin bu kadar yetkin bir sanat adamı olmasında kendi yetenekleri kadar
çevresindeki insanların da etkisi tartışılmaz bir gerçektir. Nevâî sanatçılığının oluşumuyla alakalı bu
bilgileri yukarıda görüldüğü gibi kaleme aldığı eserlerinde de bizzat belirtmiştir.
Ömrü, Herat başta olmak üzere Teft, Horasan, Sebzvar, Meşhed, Semerkand, Esterabad
şehirlerinde geçtiği için bu şehirlerde Şerefüddin Ali Yezdî, Şeyh Kemâl-i Tevbetî, Hace Fazlu‟llah Ebu
Leys Semerkandî, Sultan Ebu‟l-Kasım Babur, Abdurahman Câmî gibi devrinin meşhur âlim ve şairleriyle
tanışmıştır. Onlardan feyz alarak bazılarının derslerine katılmıştır. Nevâî‟nin âlim olarak yetişmesinde
Ebu Leys Semerkandî‟nin, şair ve devlet adamı olarak yetişmesinde de Abdurahman Camî‟nin büyük
etkisi olmuştur (Kaya, 2007: 47).
Nevâî‟nin ezberlediği ilk şiir, Kasımü‟l-Envar‟ın Farsça bir gazelidir. Şair o zaman üç dört
yaşlarında olduğunu, Mecalis‟deki Kasım-ı Envar maddesinde açıklamaktadır. Nevâî‟nin küçükken
okumaktan çok hoşlandığı ve elinden düşürmediği eser, Feridü‟d-din-i Attar‟ın Mantıku‟t-Tayr‟ı
olmuştur. Nevâî, bu esere o kadar merak sarmış ki, kimseyle konuşmaz, bu kitaptan başka bir şeyle
uğraşmazmış. Çocuklar arasındaki dedikoduları duyan babasıyla anası, kaygıyla kapılarak kitabı
saklamışlardır. Fakat o yine gizlice okumaya devam etmiştir. Şair, bu anılarını Lisanü‟t-Tayr adlı eserde
anlatmıştır (Levend, 1965: 49). Okuması ve anlaşılması zor olan bu kitaba karşı Nevâî‟de oluşan istek ve
arzu, onun edebiyata olan düşkünlüğüyle anlatılabilir.
12 yaşlarındayken Sebzvar‟da ünlü şair Mir Şahî ile mektuplaşan Nevâî, 14 yaşlarında kendini
çevresine tanıtan yeni yetme bir şair olarak ortaya çıkmıştır. Ali Şîr Nevâî, henüz çocuk sayılacak bir
yaşta iken çevresindeki kaliteli şairlerin de etkisiyle şiirler kaleme alan bir şair olmuştur.
Nevâî ilk şiirlerini Farsça yazmıştır. Fars Dili ve Edebiyatı‟nın çok yaygın olduğu, gençlerin
Fars diliyle gazel söylemeyi hüner saydıkları bir devirde, bu çok tabiîdir. Nevâî bunu Muhakemetü‟l-Lügateyn‟de açıkça belirtmekte, “şuur sinnine kadem” koyduğunda Türkçe yazmaya başladığını açıklamaktadır. Türkçe şiire dönmesinde çevresinin de etkisi olduğuna şüphe yoktur. Dayıları Kâbilî ile Garibî‟nin Türkçe şiirleri olduğu gibi, koruyucusu Sultan Ebulkasım Babur‟un da Türkçe şiirleri vardır (Levend, 1965: 51). Bu durum Ali Şîr Nevâî‟nin Türkçe şiir yazmaya başlamasında çevresindeki kişilerin de etkiliği olduğunu göstermektedir.
Ali Şîr Nevâî, manzum ve mensur eserleriyle sadece Çağatay Edebiyatı‟nın değil bütün Türk
Edebiyatı‟nın önde gelen simalarındandır. Türkçe eserlerinde Nevâî ve Farsça şiirlerinde Fânî olmak
üzere iki mahlası olmuştur. Ali Şîr‟e tesir edenlerin başında İran‟ın büyük mutasavvıflarından
Abdurahman-ı Câmî gelmektedir. Câmî‟ye olan hayranlığı ve fikirlerine duyduğu hürmet onun Câmî‟nin
mensup olduğu Nakşibendiyye tarikatına girmesine sebep olmuştur. Bunların dışında Attar, Hüsrev-i
Dihlevî ve Nizâmî ona tesir eden belli başlı şairler arasındadır. Nevâî‟ye yazdığı Türkçe şiirlerden dolayı
“zü‟l-lisâneyn” de demişlerdir (Kut, 1989: 450).
Ali Şîr Nevâî, Meşhed‟de İmam Rızâ Medresesi‟nde okurken pek çok İranlı âlim ve şairle
tanışmış, birçoğundan da ders almıştır. Bunlar arasında Kemal Türbetî ve Arp aruzunun üstadı sayılan
Derviş Mansûr da vardır. 1464‟te Meşhed‟den Herat‟a gelen Ali Şîr, burada Ebû Said Mirza‟nın
hizmetine girdiyse de ondan ilgi göremeyince Semerkant‟a gitmiş ve Hâce Celâleddin Fazlullah Ebü‟lLeysî‟nin medresesine devam etmiştir. Arkadaşı Hüseyin Baykara‟nın tahta geçmesine kadar
Semerkant‟ta kalmıştır (Kut, 1989: 449). Hüseyin Baykara sultan olunca dostu Ali Şîr Nevâî‟yi yanına
almış ve devlet işlerinde görevlendirmiştir. Nevâî, şairliğini Herat‟ta devlet adamlığı kimliğiyle beraber
en iyi şekilde sürdürmüştür.
Nevâî döneminde Herat çok önemli bir kültür ve sanat merkezi olmuştur. Kendisi de şair olan
Hüseyin Baykara gibi bir hükümdar başta olmak üzere, Abdurahman Camî, Hatifî, Benaî gibi şairler,
Bihzad gibi bir ressam, Hüseyin Vâiz gibi bir müsikişinas, Sultan Ali gibi bir hattat ve Hondmir, Mirhond
gibi tarihçiler hep aynı muhitte bulunmuşlardır. Nevayî hepsinin üstünde bir sanat hâmisi olmuştur.
“Mevlâna Sahibdar, Mevlâna Bahahşî, Vasıfi, Hüseyin Nişaburî, Mirza Bayram, Fazlı, Mukbilî, Ahlî ve
Emsali gibi yazar, hattat, musikişinas, şair ve edip hep Nevaî‟nin aşağı yukarı her gün toplandığı meclise
katılmışlardır (Ercilasun, 2007: 407). Bu durum genç yaşta şiir yazmaya merak salan ve daha sonra
çevresindeki kişilerin de etkisiyle Türkçe şiirler yazmaya başlayan ve 15 yaşında kendini şair olarak
tanıtan Nevâî‟nin kendisi gibi sanatçıları etrafında toplayarak Herat‟ı bir kültür merkezi haline
getirdiğinin en somut kanıtıdır. Çevresindeki bu sanatçılar ve dostu Sultan Hüseyin Baykara sayesinde
Ali Şîr Nevâî‟nin sanatçılığı ve edebi kişiliği daha da gelişmiştir. Diyebiliriz ki gerçek anlamda Türk
edebiyatı, Ali Şîr Nevâî‟yle Herat‟ta doğmuştur.
Türk edebiyatının kuruculuğunu üstlenen Ali Şîr Nevâî‟nin şairliği, Çağatay edebiyatının ikinci
dönemi olan 1465-1600 arasını kapsayan döneme takabil etmektedir. Alî Şîr Nevâî ile beraber dönemin
diğer şairleri; “Hüseyin Baykara, Bâbür, Muhammed Salih, Şeybanî Han, Hâmidî, Şahî, Bayram Han;
Türkî-gûy lakabıyla tanınan Bakî, vakʽa-nüvis Mevlana, Herevî, Sanî, Efserî, Padişah Hoca b.
Abdulvahhab, Seyyid Hasan Hoca, Mirim Bey, Haydar Mirza Dulgat‟tır” (Çelik, 1996: 16; Tekin, 2011:
1844).
Fuat Köprülü‟nün, Nevâî hakkındaki şu sözleri Nevâî‟nin dili ve üslubu hakkında net bilgiler
içermektedir: “Çok ince hislere, zengin ve renkli hayallere, sanatlı ve hatta zaman zaman fazla yapmacıklı
olmakla beraber, selâsetli ve âhenkli bir üslûba mâlik olan Nevâî, mevzularına, nevi ve şekillerine göre
manzum ve mensur eserlerinde türlü üslûp ayrılıkları göstermiş, bazen ağır ve süslü, bezan açık ve sade,
fakat daima canlı ve âhenkli bir ifade kudretine malik olmuştur (Köprülü, 1945: 302).
O, çağının dünya şairidir, çünkü XVI. yüzyıl dünyasında kullandığı kelime sayısı bakımından
çağdaşı Sheaksphare, eserlerini 22 bin kelime ile yazarken, Nevaî‟nin kelime kadrosu 24 bindir (Akar,
2012: 191).
Nevâî‟nin yetiştiği dönemin en büyük şairi olan Mevlana Lütfi, Nevâî‟nin Garā îbü‟s-Sigar‟da
yer alan bir gazeliyle ilgili olarak “Eğer fırsatım olsaydı Fars ve Türk dillerinde yazdığım 10-12 bin
mısralık şiirlerimi bu gazelle değişirdim” demiştir. Nevâî, kendi döneminin tüm şairlerini etkileyen bir
kalem ustası olarak otuz civarı eser kaleme almıştır.
ESERLERİ
Ali Şîr Nevâî‟nin tarih, mesnevi, tezkire, dil, musiki, aruz gibi tür ve konularda 29 adet eseri
vardır. Nevâî bu kadar farklı tür ve konularda eser vererek döneminin bilimlerine hakimiyetini gösteren
Serdar Bulut
Bulut, S. (2017). Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk
Dili‟ne Katkıları. Asya Studies-Academic Social Studies/Akademik Sosyal Araştırmalar, Number:1,
Autumn, p.23-41.
28
çok kültürlü bir şahsiyettir. Nevâî‟nin eserlerini TDK‟nın hazırladığı Ali Şîr Nevâî Külliyatı‟na göre
bölümlere ayırarak vermeye çalışacağız. Eserler aşağıdaki gibidir:
I. Divanları
Daha çocuk denecek bir yaşta şiirler kaleme almaya başlayan ve bunları daha da geliştirerek
yazmaya devem eden Ali Şîr Nevâî, bu şiirlerini birbirinden farklı yedi divanında toplamıştır. İlk gençlik
yıllarındaki şiirleri ise başkaları tarafından bir divanda toplanmıştır. Nevâî‟nin bir adet de Farsça divanı
vardır. Tüm bunların hepsi bir araya geldiği zaman Nevâî‟nin toplamda dokuz divanı vardır diyebiliriz.
Nevâî‟nin Garâibü‟s-Sigâr, Nevâdirü‟ş-Şebâb, Bedâyiu‟l-Vasat, Fevâidü‟l-Kiber isimli
divanlarının yazılış dönemleri tam olarak Nevâî‟nin belirttiği dönemlerle sınırlı değildir. Çünkü Nevâî ilk
iki divanı ile sonra yazdığı şiirleri birlikte harmanlamıştır. Ayrıca Nevâî‟nin bu dört divanında 28 değil
“p, ç, j” ve “lam-elif”in eklenmesiyle 32 harf gazellerde kafiyelenmiştir.
İlk Divan
Nevâyî‟nin 24 yaşından önce yazdığı çocukluk ve gençlik yıllarına ait şiirler, halk tarafından çok
beğenilmiştir. Şiirleri elden ele dolaşmış, şehzadeler aracılığıyla her tarafa yayılmıştır. Kendisi bir divan
tertip etmeden önce, şiirlerinin başkaları tarafından bir araya toplanarak divan tertip ettiklerini Hutbe-i
Devain‟de ifade etmektedir. Meşhur hattat Sultan Ali Meşhedî tarafından H.870 / M.1465-1466 yazılmış
olan bir yazma nüshası, İlk Divan adıyla ve tıpkıbasım olarak Hamit Süleyman tarafından 1968‟de
Taşkent‟te yayınlanmıştır. İlk Divan‟da 391 gazel, 1 müstezat, 1 muhammes ve 41 rubai yer almaktadır.
Bu eserin en eski nüshası bugün Leningrat‟ta M.E. Saltıkova Şçedrina Saltıkof Kütüphanesi‟nde 546
numarada kayıtlıdır (Kaya, 2007: 49).
Nevâî‟nin bu eseri birçok kaynak tarafından ismi telaffuz edilmediği için bilinmeyen bir
çalışmadır. Nevâî‟nin kendisinin oluşturduğu ilk divanı olmaması sebebiyle de ilk divanı olarak da
bilinmez. Bu eser Nevâî‟nin şiirlerinden yararlanılarak başkaları tarafından oluşturulmuştur.
Bedâyiu’l-Bidâye
Bedâyiu‟l-Bidâye, Ali Şîr Nevâî‟nin şiirlerini bir eserde topladığı ilk divanıdır. Nevâî, bu
şiirlerini Hüseyin Baykara‟nın sultanlığı zamanında (1470-1476) bizzat onun isteği üzerine bir araya
getirmiştir ve böylece ilk divan meydana gelmiştir.
Bu divan için yazdığı dibace, Hutbe-i Devain adıyla Garâibü‟s-Sigâr nüshalarının başına
alınmıştır. Bu dibacenin 1484 yılından önce yazıldığı tahmin edilmektedir (Kaya, 2007: 49).
Bedâyiu‟l-Bidâye‟nin günümüzde bilinen dört nüshası vardır: Paris-Bibliotheque Nationale;
Londra-British Müseum; Bakü-Azerbaycan İlimler Akademisi Cumhuriyet El Yazmaları Fonu; TaşkentÖzbekistan İlimler Akademisi‟nin Edebiyat Müzesi.
Bedâyiu‟l-Bidâye‟de Dibace (Fasāḥat), 585 gazel, 3 müstezat, 4 muhammes, 2 müseddes, 3 tercii bend, 50 kıta, 78 rubai, 10 lugaz, 52 muamma, 10 tuyug, 46 ferd bulunmaktadır (Kaya, 2007: 49).
Nevâdirü’n-Nihâye
Ali Şîr Nevâî‟nin ikinci divanıdır. Nevâî bu eserinde de yine Hüseyin Baykara döneminde
yazdığı şiirleri biraraya getirmiştir. Şiirleri 1476-1486 yıllarını içine alır. Nevâî‟nin Sultan Ali Meşhedî
hattıyla Hüseyin Baykara‟nın hazinesi için yazdığı bu divanının günümüzde bilinen tek nüshası vardır:
Taşkent-Özbekistan İlimler Akademisi, Birûnî Şark-Şinaslık Enstitüsü. Nevâî‟nin bu divanı için
hazırlamış olduğu dibâcesi bugün ortalıkta yoktur.
Garâibü’s-Sigâr
Hüseyin Baykara‟nın şiir yazmada durgunlaştığı sırada Nevâî‟ye iki ayrı divan daha tertip ederek
bunların sayısını dörde çıkarmasını söylemesi üzerine, Nevâî ilk tertiplediği iki divanı ile daha sonra
yazdıklarını bir sınıflamaya tâbi tutmuş ve divanlarının sayısını dörde çıkararak ilkine, kendi deyimiyle
“tufûliyyette vâki bolgan garib mânalara” Garâibü‟s-sigar adını vermiştir (Kut, 1989: 450). Ali Şîr
Nevâî, ilk divanı Bedâyiu‟l-Bidâye için yazdığı önsözünü hiç değiştirmeden aynı şekilde bu divanına da
koymuştur. Ayrıca Nevâî, yirmili yaşlara kadar olan şiirlerini de bu divanına almıştır.
Nevâî‟nin Garâibü‟s-Sigâr‟ının birçok nüshası olmakla birlikte en önemlileri şunlardır:
Paris-Bibliotheque Nationale ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi‟dir.
Nevâdirü’ş-Şebâb
Ali Şîr Nevâî‟nin yirmi ile otuz beşli yaşlar arasında kaleme aldığı şiirlerinden oluşan divanıdır.
Nevâî bu eseri için kendi deyimiyle “yigitlikde zâhir bolgan nâdir terkibler” demektedir. Yani bu divanı
Nevâî‟nin yiğitlik eseridir.
Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk Dili‟ne
Katkıları
Araştırma Makalesi / Research Article
29
Bedâyiu’l-Vasat
Ali Şîr Nevâî‟nin otuz beş ile kırk beşli yaşlar arasında kaleme aldığı şiirlerinin yer aldığı
divanıdır.
Fevâidü’l-Kiber
Nevâî‟nin ömrünün son zamanları olarak tabir edilen kırk beş ile altmışlı yaşlar arasındaki
şiirlerini topladığı eseridir. Nevâî, bu eseri için “ömrning âhırıga yakın nazmga kirgen fayideler” yani
„ömrümün sonuna doğru yazdığım şiirleri ihtiva eder‟ demektedir.
Hazâinü’l-Meânî
Nevâî‟nin Garâibü‟s-Sigâr, Nevâdirü‟ş-Şebâb, Bedâyiu‟l-Vasat, Fevâidü‟l-Kiber isimli
divanlarında yer alan şiirleri ile sonradan kaleme aldığı şiirlerini harmanlayarak meydana getirdiği son
divanına verdiği isimdir.
Külliyyât-ı Devâvîn adıyla da tanınan bu eser Hamid Süleyman tarafından Kiril harfleriyle
Özbekistan Fenler Akademisi‟nce yayımlanmıştır (Taşkent 1959, Ali Şîr Nevâî, Hazâinü‟l Meânî, I. Cilt:
Garâîbü‟s-Sıgar). 1959-1960 yılları arasında diğer üç cilt de basılmıştır. Nevâî bu son divanı için 905
(1500)‟te ötekilerden ayrı bir ön söz kaleme almıştır. Divan‟ın Türkiye‟deki beş nüshasında yer almayan
bu ön sözün memleketimizdeki tek nüshası Nuruosmaniye Kütüphanesi‟nde 3999 numaralı Şerhu‟lHamâse adlı yazmanın 21b
– 29a yapraklarının arasında bulunmaktadır. Bu divan 55.000 mısra
tutmaktadır (Kut, 1989: 451).
Farsça Divan
Ali Şîr Nevâî‟nin diğer eserlerinden farklı olarak Fânî mahlasıyla kaleme aldığı şiirlerinin yer
aldığı divanıdır. Nevâî‟nin Muhakemetü‟l Lügateyn‟de bildirdiğine göre bu divanı 6000 beyitten
oluşmaktadır. Ayrıca Nevâî‟nin Tuhfetü‟l-Efkâr, Nesîmü‟l-Huld, Aynü‟l-Hayât, Minhâcü‟n-Necât ve
Kütü‟l-Kulûb isimli Farsça kasideleri de bu divanda yer almaktadır. Bu divanın günümüzde bilinen üç
nüshası vardır: Nuruosmaniye Kütüphanesi, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Süleymaniye Kütüphanesi.
II. Mesneviler
Ali Şîr Nevâî, kaleme aldığı beş mesnevisiyle beraber bir hamse sahibi olmuştur. Nevâî,
hamsesinden sonra yazdığı altıncı mesnevisiyle beraber bu sahada toplam altı eser oluşturmuştur.
Nevâî‟nin ilk olarak hamsesini oluşturan beş eserini ve arkasından da bu sahadaki en son eseri olan son
mesnevisini sırasıyla anlatacağız. Bu eserler aşağıdaki gibidir:
Hayretü’l-Ebrâr
Ali Şîr Nevâî, bu eserini Nizâmî‟nin Mahzenü‟l-Esrâr isimli eseri, Emir Hüsrev‟in Matla„u‟lEnvâr isimli eseri ve Câmî‟nin de Tuhfetü‟l-Ahrâr isimli eserine nazire olarak 1483 (888) yılında kaleme
almıştır. Nevâî eserini aruz kalıbının “müfteilün müfteilün fâilün” kalıbıyla yazmıştır. 4000 civarı
beyitten oluşan mesnevi, iki kısım olarak altmış dörder bab şeklinde dizayn edilmiştir. Eserin ana merkezi
yirmi makaleden oluşan ikinci kısmıdır. Hayretü‟l-Ebrâr, Parsa Şemsiyev tarafından 1958-1960 yılları
arasında Taşkent‟te yayımlanmıştır.
Ferhâd ü Şîrîn
Ali Şîr Nevâî, Nizâmi ve Hüsrev-i Dihlevî‟nin Ferhâd ü Şîrîn isimli eserini kendisine ilham
kaynağı edinerek 1484 (889) yılında bu mesneviyi kaleme almıştır. Nevâî eserini aruzun “mefâîlün
mefâîlün feülün” kalıbıyla yazmıştır. Bu mesneviyi diğer “Hüsrev ü Şirin”lerden ayıran en önemli özellik
ise hikayenin Hüsrev üzerinde geçmeyip, hikayede Çin hakanının oğlu olan Ferhad‟ın üzerinde
geçmesidir. 5780 beyitlik eseri Parsa Şemsiyev ve Hâdî Zarif 1963‟te Taşkent‟te Arap harfleriyle beraber
yayımlamışlardır. Eseri Ayrıca Türkiye‟den Gönül Alpay da incelemiş ve üzerinde edisyon kritik yaparak
1965 yılında Ankara‟da yayımlamıştır.
Leylâ vü Mecnûn
Nevâî‟nin Leylâ vü Mecnûn‟u Nizami ile Hüsrev-i Dehlevi‟nin aynı addaki eserlerinden
hareketle yazılmıştır. 38 bölümden oluşan eser, 3622 beyittir (Alili, 2013; 5). Nevâî bu eserini
oluştururken konuyu İran edebiyatında ilk defa ele alan Nizami‟den ve de konuyu ikinci kez ele alan
Hüsrev-i Dehlevi‟den aynı oranda faydalanmıştır. Eser aruzun “mef‟ûlü mefâilün feûlün” kalıbıyla
kaleme alınmıştır.
Nevâî, sonradan rivayete göre efsâneye dönüştürülen bu aşk hikâyesini, yüksek bir sanat ve
zevkle Türkçe ve Türk ruhuyla işlemiştir
(http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/12051,alisirnevaipdf.pdf?0). Nevâî, bu eseri Türkçeye ve Türk
30
kültürüne dönüştürerek dil milliyetçiliğini ve Türk dilinin gücünü bir kez daha göstermiş büyük bir dil
edibidir.
Seb‘a-i Seyyâre
Ali Şîr Nevâî tarafından 1484 (889) yılında aruzun feilâtün mefâilün feilün kalıbıyla yazılan
5000 beyitlik bu mesnevi elli babtan oluşmuştur. Bu hikâyeyi ilk olarak Firdevsi, Şehnâmesi‟nde
işlemiştir. Firdevsi‟den sonra aynı eseri Nizâmi, Heft Peyker adıyla kaleme alırken, Emîr Hüsrev de Heşt
Bihişt adıyla kaleme almıştır. Eser, Parsa Şemsiyev tarafından yayımlandıktan sonra Taşkent‟te Hâdi
Zarif tarafından Ali Şîr Nevâî, Seb‟a-i Seyyâre ismiyle Özbekistan Fenler Akademisi yayını olarak 1956
yılında yayımlanmıştır. Eseri Hamid Araslı da Bakü‟de Yedi Seyyâre ismiyle 1947‟de yayımlamıştır.
Eserin konusu Behram‟ın güzel cariyesi ile olan maceralarıdır.
Sedd-i İskenderî
Ali Şîr Nevâî bu mesnevisini 1485 (890) yılında aruzun “feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla
kaleme almıştır. Eser 7000 beyiti aşmaktadır.
Sedd-i İskenderî, hamsenin Hayretü‟l-Ebrâr, Ferhâd ü Şîrîn, Mecnûn u Leylî, Seb„a-i
Seyyâre‟den sonra gelen beşinci mesnevisidir. Nevâyî bu mesnevinin son bölümünde hamsenin bütün
hikâyeleri hakkında sırayla şu bilgileri vermektedir:
çü ḥayretin
çü ferhādġa boldum endîşe-ver
tüzettim bes┬ taġ olup t┬şe-ver
çü mecnūn ḥad┬╩iga tüzdüm fünūn
bes┬ ḥalḳını ḳıldı şeydā cünūn
yana seb‘aġa ▀ab‘ım olġaç ḳar┬n
işittim yiti çarḫdın āfer┬n
skenderge til tartıp āzer kibi
didim anı sedd-i skender kibi
Nevâî, beşinci mesnevisinin adı ile ilgili olarak da şu beyiti söylemektedir:
Tenāsüb bile ‘akl-ı nām-āverį
Didi atını sedd-iskenderį (Tören, 2001: 8).
Yukarıdaki ilk beş beyit bize Nevâî‟nin hamsesinin son eseri olan Sedd-i İskenderî‟de sırasıyla
tüm mesnevilerinden bahsettiğini gösterir. Ayrıca son beyitte de son mesnevisinin ismini Sedd-i İskenderî
koyduğunu beyan ettiğini açıkça ortaya koyar.
Buradaki konu Nevâî‟den önce Firdevsî, Nizâmî ve Hüsrev tarafından işlenmiş, Câmî tarafından
da ⌡ırednâme-i İskenderî adıyla kaleme alınmıştır. Ancak Câmî eserini, Nevâî‟nin eserini
tamamlamasından sonra bitirmiştir (Kut, 1989: 451).
Sedd-i İskenderi‟nin konusu ünlü İran efsanesi Şehnâme‟ye dayanıyor gibi gözükse de Nevâî bu
eserinde Nizâmi‟yi esas almıştır.
Nizâmî konuyu Şeref-nâme ve İkbâl-nâme olarak iki bölüme ayırmış ve İskender‟i Şerefnâme‟de efsânevî bir kahraman, İkbâl-nâme‟de hakîm ve peygamber olarak göstermiştir. Nevâî‟de ise
İskender, âdil bir hükümdar ve bilge kişi olarak ele alınmış ve ona peygamberlik vasfı yüklenmemiştir
(Tören, 2001: 9). Nevâî‟nin aslında eserinde İskender‟i bir Türk hükümdarı olarak anlattığı
görülmektedir. Kısacası Nevâî bu eserinde aslında Hüseyin Baykara ve oğlu Bedîüzzaman‟ı İskender‟in
şahsında ele almıştır. Nevâî‟nin İskender‟inin Nizâmî‟nin İskender‟inden en büyük farkı Nevâî‟nin
İskender‟inin tarihî özellikleriyle daha fazla ön plana çıkarılmasıdır.
Sedd‟-İskenderî‟yi Dr. Hatice Tören Türk Dil Kurumu yayını olarak 2001 yılında Ankara‟da
yayımlamıştır. Yazar bu çalışmasında metin kısmını ve metnin dil özelliklerini de vermiştir.
Lisânü’t-Tayr
Ferîdü‟d-din Attâr‟ın Mantıku‟t-tayr adlı eserinin bazı ilaveler ve kısaltmalarla yapılmış bir
çevirisidir (Tören, 2001: 5). Nevâî, konuyu Attâr‟ın eserinden almış olsa da eser üzerinde birçok
Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk Dili‟ne
Katkıları
Araştırma Makalesi / Research Article
31
değişiklik yapmıştır. Bu yüzden sadece konu benzerliği vardır. İçerik olarak eser tamamen Nevâî‟nin
kendi süzgecinden geçmiş bir çalışmadır. Nevâî‟nin eserinde Attâr‟dan farklı olarak on dört kuş vardır.
Lisânü‟t-Tayr, Nevâî‟nin hamse dışında kalan mesnevilerindendir. Nevâî 3553 beyitlik
mesnevisinde Farsça şiirlerini vücuda getirirken kullandığı Fânî mahlasını kullanmıştır. Nevâî eserinin
ilk bölümünde bu çalışmayı çok küçük yaşlardan beri Türkçe‟ye çevirmek istediğini de yazmıştır.
Nevâî‟nin burada Türk diliyle eser vücuda getirmeye verdiği kıymeti de anlamaktayız.
Topkapı Saray Kütüphanesi, Revan 803‟teki nüshada (vr. 53b
) dört divan yazdıktan başka pek
çok eser vücuda getirdiği halde Man▀ıku’t-▀ayr adlı eserin tercümesini aklından bir türlü çıkaramadığını,
nihayet altmış yaşına girdiğinde bu eserin tercümesine başladığını ve her gece kırk-elli beyit yazdığını
anlatır. Yaşı ile ilgili ifadesinden eserin 904 (1499) tarihinde yazıldığı anlaşılmaktadır (Kut, 1989: 451).
Şair, yaşı altmışa bastığı sırada bu eseri yazmağa koyulduğunu söyleyerek Şeyh‟in ruhunun yardımıyla
kitabı tamamladığını anlatmaktadır (Levend, 1968: 182). Agah Sırrı Levend‟in de eserinde belirttiği gibi
kitabın yazılış tarihi doğru telaffuz edilmektedir. Levend eserinde Lisânü‟t-Tayr‟daki beyitleri de ele
almıştır.
Nevâî‟nin bu mesnevisi 1965 yılında Taşkent‟te Özbekistan Fenler Akademisi tarafından
yayımlanmıştır.
III. Tezkireler
Nesâ‘imü’l-Mahabbe
Eser Câmî‟nin 883 (1478)‟te yazdığı Nefeḥâtü‟l-üns min ḥażarâti‟l-ḳuds adlı, velîlerin hayat
hikâyelerini ihtiva eden Farsça eserinin Çağatay Türkçesi‟ne tercümesidir (Kut, 1989: 451). Eserin tam
adı Nesâ„imü‟l-mahabbe min şemâyimi‟l-fütüvve (Tören, 2001: 5 ; Kut, 1989: 451)‟dir. Eserin ilk
bölümünde kimin eserinden hangi ölçütlere bağlı kalınarak kaç yılında tercüme edildiğine dair bilgi
Levend‟in eserinde (Levend, 1968: 127) hem Arap harfli olarak hem de latinize edilmiş şekliyle
verilmiştir.
Ali Şîr Nevâî, eseri Çağatay Türkçesine tercüme etme sebebi olarak Türk okuyucuların eserden
faydalanmaları gerektiğini göstermektedir. Esere kendine has eklemeler de yapan Ali Şîr Navâî,
Nesâ„imü‟l-Mahabbe adlı eseriyle kendi zamanına kadar yaşamış olan yüzlerce Türk sufisini Türk kültür
dünyasına kazandırmıştır (Eraslan, 1996: XLIV). Nevâî‟nin eserindek, bu Türk sufilerin büyük
çoğunluğu Orta Asya‟da yetişen sufilerdir. Eserde Anadolu sufileriyle ilgili bilgiler çok azdır.
Nevâî‟nin bu eserinde toplam 770 sufinin hayat hikayesine yer verilmiştir. Nevâî‟nin eserindeki
bu velilerden 34 tanesi de kadındır.
Nevâî, Şeyh Üveys-i Karenî‟den başlayarak tanınmış büyük şeyhlerin hayatlarını, hallerini ve
kerametlerini derecelerine göre uzun ya da kısa anlatmaktadır. Eserlerinin en uzunu olan ve Topkapı
nüshasına göre 120 varak tutan kitapta, başka hiçbir başlık bulunmadan, şeyhler sıralanmış bulunmaktadır
(Levend, 1968: 129).
Ali Şîr Nevâî, Câmî‟nin eserinden tercüme ettiği bu eserine ayrıyeten Attâr‟ın Tezkiretü‟l-Evliya
isimli çalışmasından da hal tercümeleri ilave etmiştir. Ayrıca Nevâî, Câmî ve Attâr‟ın eserinden farklı
olarak Hoca Ahmed Yesevî zamanından kendi zamanına kadar yaşamış birçok Türk şeyhe de eserinde yer
vermiştir. Bu şekilde eserine orijinallik de katmıştır diyebiliriz.
Eser, Kemal Eraslan tarafından Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi (Revan, nr. 808) nüshası
esas alınmak suretiyle Bibliothéque Nationale (Suppl. Turc. 316-317), Süleymaniye Kütüphanesi (Fatih,
nr. 4056), İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi (TY, nr. 4149) ve British Müseum‟daki (Or. 402) nüshalar
üzerinden edisyon kritik (karşılaştırmalı çalışma) yapılarak bir indeks ilavesiyle yayımlanmıştır (Kut,
1989: 451). İlk olarak 1979 yılında İstanbul‟da yayımlanan eser daha sonra 1996 yılında da Ankara‟da
yayımlanmıştır (Eraslan, 1996). Ayrıca Fuad Köprülü, Bibliothéque Nationale (Suppl. Turc. 316-
317)‟daki nüshaya bağlı kalarak eser içinde Hoca Ahmed Yesevi çevresine ait velilerle ilgili bir çalışma
yapmıştır. Köprülü, “Orta-Asya Türk Dervişliği Hakkında Bazı Notlar” isimli bu çalışmasını 1965 yılında
yayımlamıştır.
Mecâlisü’n-Nefâis
Türk dili alanında yazılan ilk şuara tezkiresi olması hususuyla önem kazanan eser, 1491-1492
(897) yıllarında kaleme alınmıştır. Nevâî bu eserini Câmî‟nin Bahâristân ve Devletşah‟ın Tezkiretü‟şŞu„arâ isimli tezkirelerini örnek alarak oluşturmuştur. Nevâî, onlar gibi eserini 8 bölüme ayırmıştır ve her
bölüme de “meclis” ismini koymuştur. Nevâî bu eserinde son meclis olan sekizinci meclisi tamamen
Sultan Hüseyin Baykara‟ya ayırmıştır. Nevâî bu mecliste Sultan‟ın sadece şiirlerine yer vereceğini
belirtmiştir. Ayrıca Nevâî eserinde meclislere göre Türkçe yazan şairlere de yer vermiştir. Eser
Serdar Bulut
Bulut, S. (2017). Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk
Dili‟ne Katkıları. Asya Studies-Academic Social Studies/Akademik Sosyal Araştırmalar, Number:1,
Autumn, p.23-41.
32
incelendiği zaman Türkçe yazan şairlerin sayısı azken, Farsça yazan şairlerin sayısının fazla olduğu
görülmektedir.
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi (Revan, nr.808) nüshasına göre Mecâlis‟te 451 şair
bulunmakta ve bunlardan sadece kırk birinin Türkçe şiir yazdığı görülmektedir (Kut, 1989: 452). Bu
durum yine o dönemde Türk diline hak ettiği kıymetin verilmediğini açıkça ortaya koyar.
Mecâlisü‟n-Nefayis‟te adları geçen şairler çoğunlukla Herat, Türkistan ve Azerbaycan
alanlarında yetişenlerdir. Bunlar daha çok Farsça yazmışlardır (Levend, 1968: 71). Levend, Ali Şîr
Nevâî‟yle ilgili oluşturmuş olduğu 4 ciltlik külliyatında bu şairlerin hepsinin ismini meclislere göre
vermiştir (Levend, 1968: 65-84).
Mecâlisü‟n-Nefayis üç kişi tarafından ayrı ayrı Farsçaya çevrilmiştir. Bunlardan biri Hakim Şah
Muhammed b. Mübarek Kazvinî tarafından Yavuz Sultan Selim adına, H. 927-929=M. 1520-1522‟de
İstanbul‟da yayımlanmıştır. (Topkapı, Revan Ktp. No.1453; Süleymaniye Ktp. Esat Ef. No. 3877) Bu
çevirinin bir nüshası da İran‟da Akay-i Said-i Nefisî‟nin kitaplığındadır (Levend, 1968: 84).
Mecâlisü‟n-Nefayis‟in başka bir çevirisi de Fahri-i Heratî (Fahri b. Sultan Muhammed Emirî)
tarafından, Şah İsmail-i Safevi adına yapılmış ve esere Letaif-name adı verilmiştir. Bu çevirinin bir
nüshası Tebrizli Hacı Muhammed Akay-i Nehcevanî‟nin kitaplığındadır. Bir nüshası da Londra‟dadır
(Rieu, British Müseum, Farsça Yazmalar Kataloğu, c.I, s. 365, Add. 7669) (Levend, 1968: 84). Ayrıca
Heratlı Fahri eserine Nevâî‟den farklı olarak dokuzuncu bir bölüm eklemiş ve başta Nevâî olmak üzere
ekstra 239 şaire daha yer vermiştir.
Mecâlisü‟n-Nefayis‟in üçüncü çevirisi de, Şah Ali b. Abdü‟l-Ali tarafından yapılmıştır. Bu
çevirinin bir nüshası Londra‟dadır (Rieu, British Müseum, Farsça Yazmalar Kataloğu,c. Suppl; s.71,
No.104). Şah Ali eserine eklediği kısa bir önsözle, yazarlar tarafından gerek yazıda, gerek konuşmada
daha az işlenmiş olan Türkçe ihmal edildiği için, özellikle devrin hükümdarı olan Sultan Din Muhammed
zamanında Farsçanın Türkçeye eklendiğini kaydederek, dostlarının isteğiyle Mecâlisü‟n-Nefayis‟i
Farsçaya çevirdiğini söylemektedir (Levend, 1968: 84). Bu üç çeviri de Ali Şîr Nevâî ve onun eserlerinin
kendi sınırlarını aşmış birer sanat eseri olduklarını açıkça ortaya koyar. Genel olarak Farsçadan Türkçeye
çevirilerin yapıldığı bir dönemde Türkçeden Farsçaya çevirilerin de yapılmış olması Türk dili adına yüz
güldüren olaylardandır.
Fahrî ile Kazvîni‟nin tercümelerini Ali Asgar Hikmet bir önsözle yayımlamıştır (Tahran
1323/1944) (Kut, 1989: 452). Ayrıca eser 1961 yılında da Taşkent‟te Özbekistan Fenler Akademisi
tarafından yayımlanmıştır.
IV. Biyografik Eserler
Hamsetü’l-Mütehayyirîn
Câmî‟nin ölümü üzerine kaleme alınmış, Câmî‟nin hayatı ve eserlerini anlatan bir eserdir
(TÖREN, 2001: 5). Nevâî bu eseriyle kendinde büyük izler bırakan ve asla yerini kimsenin
dolduramayacağı aziz dostuna ölümünün arkasından yazdığı bu eserle büyük bir jest yapmıştır. Çünkü
Câmî, Nevâî için büyük bir üstattır.
Nevâî‟nin bu eseri üç karşılıklı konuşma bölümü ile bir son deyiş (hâtime) bölümünden
oluşmaktadır. Eserde Câmî‟nin soy bağı, doğumu ve eğitimi ile Nevâî‟nin onun yanına geldiği dönem ele
alınmaktadır.
Eserin ilk karşılıklı konuşma bölümü Câmî ile Nevâî‟nin dostluğu üzerine kurulmuştur.
Nevaî, Camî‟nin genç yaştaki öğrenimini, şiire olan hevesini, tasavvufa olan merakını,
Nakşbendiyye tarikatındaki mürşidlerini tarikattaki hallerini anlattıktan sonra, Şahruh zamanı ortasından
Ebu Said Mirza zamanı başlarına dek şehirde oturduğunu, ondan sonra Hıyaban başına geldiğini ve şehrin
bütün bilginleri ve büyüklerinin onun ziyaretine geldiklerini, bu padişah zamanında herkesin, hattâ
padişahın onu ziyarete gittiğini söyleyerek mukaddimeyi bitirir (Levend, 196: 105-106). Ayrıca Nevâî bu
ilk bölümde fıkralar ve hikâyeler de anlatmıştır. Bu fıkralardan birinden temsili olarak Nevâî‟nin
Sultan‟ın hizmetinden ayrılmasından dolayı Câmî‟nin memnuniyetsizliğini de anlamaktayız.
Eserin ikinci karşılıklı konuşma bölümü Câmî ile Nevâî‟nin Merv şehrinde mektuplaşmaları
üzerine kurulmuştur.
Nevâî bu bölümde Camî ile mektuplaşmalarını anlatmaktadır. Ve Camî‟nin kasideleri üzerine
arada geçen konuşmaları anlatmaktadır (Levend, 1968: 106).
Eserin üçüncü karşılıklı konuşma kısmında Nevâî‟nin isteği üzerine Câmî‟nin kaleme aldığı
eserlerle ilgili anıları anlatılmaktadır.
Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk Dili‟ne
Katkıları
Araştırma Makalesi / Research Article
33
Nevâî, yazılmasına sebep olduğu şu eserler hakkındaki anılarını anlatmaktadır: Nefeḥātü’l-Üns
min ⌐ażarātü’l-╦uds, Şevāhidü’n-Nübüvve, Eşi‘atü’l-Leme‘āt, Mu‘ammā Risālesi, ⌡atime. Nevâî, eserin
devamında Camî’nin kendisi, kendisinin Camî hakkında, mesnevilerde geçen beyitleri aktarmaktadır ki
şunlardır: 1-Sübḥatü’l-Ebrār’ın sonunda Camî’nin Nevâî için söyledikleri, 2-⌐ayretü’l-Ebrār’da
Nevaî’nin Camî için söyledikleri, 3-Yūsuf u Züleyḫā’nın sonunda pâdişaha duanın zeyli olarak Camî’nin
Nevaî için söyledikleri, 4-Ferhād ü Ş┬r┬n’de söz tarifi bahsinde Nevaî’nin Nizamî ile Emir Husrev’den
sonra Camî’yi öven beyitleri, 5-Leyl┬ vü Mecnūn’da Camî’nin Nevaî için söyledikleri, 6-⌡amse’nin
birinci defterinde Nevaî’nin Camî için yazdıkları, 7-⌡ıred-nāme-i İskender┬’nin sonunda Camî’nin Nevaî
için söyledikleri, 8-Sedd-i İskender┬’nin başında Nevaî’nin Camî hakkında yazdıkları (Levend ,1968:
109).
Hâtimede ise ona ait son hatıraları ile Câmî‟nin son anları ve ölümü, ölümünden sonraki matem
merasimleri anlatılmaktadır. Nevâî‟nin bir tarih kıtası ve uzun bir mersiyesiyle son bulan eser mensurdur.
İçinde aralara serpiştirilmiş bazı şiirler de bulunmaktadır (Kut, 1989: 452).
Hâlât-ı Seyyid Hasan Erdeşîr
Nevâî‟nin babası gibi sayıp sevdiği, şahsına çok bağlılık duyduğu mürşidi Seyyid Hasan‟ın
ölümü üzerine onun hayatını ve meziyetlerini, kendisiyle olan hatıralarını anlattığı mensur ve manzum
olarak kaleme alınmış risâlesidir (Kut, 1989: 452). Eserin tam ismi “Hâlât-ı Seyyid Hasan Erdeşîr
Big‟”tir.
Nevâî, Hasan Erdeşir‟in Türk şairlerinden Lütfi ile Mukimî’nin; Fars şairlerinden Hafız, Sadî,
Attar’ın şiirlerini, Gazalî’nin Kimya-yı Saadet ile Şeyh Aziz-i Nesef┬‟nin risalelerini okuyup sevdiğini
söylemektedir (Levend, 1968: 58). Ayrıca Nevâî eserinde Seyyid Hasan‟ın yumuşak kalpli, şefkatli iyi bir
insan olduğunu ve evinde gençleri barındırdığını da eserinde belirtmektedir. Yine Nevâî‟nin eserinden
Sultan‟ın, Seyyid Hasan‟ın istifasını kabul etmediğini ve Seyyid Hasan‟ın iki yıl kadar derviş elbisesiyle
ücret almadan görevine devam ettiğini anlamaktayız. 14 yaşında oğlu ölen Seyyid Hasan daha sonra
Hacca gitmek istemişse de bu emeline ulaşamamıştır ve 894 yılında 73 yaşındayken Herat‟ta ölmüştür.
Eseri 1971 yılında Kemal Eraslan mevcut bulunan dört nüshasından da faydalanmak koşuluyla
edisyon kritikli şekilde yayımlamıştır.
Hâlât-ı Pehlevân Muhammed
Nevâî, çok yakın dostu, şair bestekâr ve tabip Pehlevân Muhammed‟in ölümü üzerine kaleme
aldığı bu risâlede onun hayatını ve kendisine dair hatıralarını anlatır; aynı zamanda sûfî yanı üzerinde de
durur (Kut, 1989: 452).
Nevaî, Pehlevan‟ın musikiden başka şiirde ve muammada hüner sahibi olduğunu, güzel şiirleri
bulunduğunu, “sanayi, aruz, kafiye” fenninde, nücumda, tıp ve hikmette, fıkıhta bilgili olduğunu
söyleyerek onun ahlâkını övmektedir. Sonra cömertliğini hikâye edip, anılarını anlatmaktadır (Levend,
1968: 122). Ayrıca Nevâî eserinde Pehlevan‟la aralarında geçen ilginç anılarını ve diyaloglarını da
okuyucularla paylaşmaktadır.
Nevâî‟nin eserinde belirttiğine göre bir gün Nevâî ile Pehlevân sohbet ederlerken konu şiire
gelmiştir ve Nevâî‟nin yazdığı Türkçe şiirler üzerine konuşmuşlardır. Bu konuşma esnasında Pehlevân,
Nevâî‟nin daha önce kimseye okumadığı şiirini ezbere okumuştur. Nevâî bu duruma çok şaşırmıştır.
Pehlevân bir de taç beyitteki Nevâî kısmını Nesimî yapınca Nevâî‟nin şaşkınlığı iyice artmıştır. Nevâî
acaba müsvedde kâğıdı mı gördüler diye elini cebine atar ve kağıdın yerinde olduğunu görünce
Pehlevan‟a bu şiiri nerden bildiğini sormuştur. Pehlevan da şiiri on iki yıldır bildiğini ve ilk olarak Babür
Mirza‟nın meclisinde duyunca çok sevip ezberlediğini söylemiştir. Pehlevân, Nevâî‟ye bir şey
söylemeden evine gitmiştir. Fakat Nevâî bir gün sonra Pehlevân‟ın yanına gelip işin özünü sormuştur.
Pehlevân şiiri pehlevanlarının da ezbere bildiğini söylemiştir. Pehlevân‟ın birkaç pehlevanı da şiire
ezbere okuyunca Nevâî şaşkınlıktan ne diyeceğini bilememiştir. Fakat en sonunda işin özü anlaşılmıştır.
Pehlevân o gün Nevâî‟nin cebinden ucu dışarı sarkan kağıdı görmüştür ve cebinden çekip ezberlemiş ve
kağıdı aynı yerine koymuştur. Evine döndüğü zaman pehlevanlarına da bu şiiri ezberletmiştir. Nevâî,
Pehlevân‟la başından geçen bu güzel anısını eserinde dile getirmiştir.
Nevâî anılarını bitirdikten sonra Pehlevan‟ın ölümü ile ilgili şu son anıyı yazmıştır: Nevaî bir
gün Sultan‟ın meclisinde bulunurken pehlevanlardan biri içeriye girmiştir. Nevaî‟nin karşısına gelerek
ağlamış ve Pehlevan‟ın birdenbire kendini kaybedip fenalaştığını söylemiştir. Mecliste bulunan iki
hekimi hemen göndermişlerdir. Hekimler gidinceye kadar Pehlevan ölmüştür (Levend, 1968: 123).
Nevâî‟nin Pehlevân‟la ilgili daha birçok anısı vardır ve bunların içinden en ilginç birkaç tanesini
yukarıda anlatmaya çalıştık. Pehlevân Muhammed‟le ilgili bu biyografinin İstanbul‟da üç, Paris‟te de
Serdar Bulut
Bulut, S. (2017). Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk
Dili‟ne Katkıları. Asya Studies-Academic Social Studies/Akademik Sosyal Araştırmalar, Number:1,
Autumn, p.23-41.
34
bilinen bir nüshası olmak üzere toplamda dört nüshası mevcuttur. Kemal Eraslan bu dört nüshayı da
incelemiş ve edisyon kritikli çalışmasını 1980 yılında yayımlamıştır.
V. Dini Eserler
Çihil Hadis
Ali Şîr Nevâî, bu eserini Câmî‟nin “Erbâin Hadis” isimli eserinden dörder mısralık kıtalar
halinde 1481 (886) yılında Türk diline tercüme etmiştir. Nevâî bu eserini Sultan Hüseyin Baykara‟ya
ithaf etmiştir.
Çihil Hadis’ten birkaç mısralık örnek:
⌐ -ı ḫayr-me‘āl
╦ıldı ilge Resūl’idin irsāl
Ol Resūl┬ ki hem kelām-ı fa╩┬ḥ
İlgeyitkürdi hem ḥad┬╫-i ╩aḥ┬ḥ
Tā ulus cehldin ḫalā╩ bolup
‘İlm ḫalvet-gehige ḫā╩ bolup
Çǖn tamuġdın necāt tapḳaylar
Uçmaḳ içre ḥayāt tapḳaylar
Eser bu şekilde devam ettiği gibi bunun devamında dörder mısralık kıtalar halinde olan kısımları
da mevcuttur:
Mü‘min irmestür ol ki ┬māndın
Rüz-gārıda yüz ╩afā körgey
Tā ki ḳardaşıġa revā körmez
Ni kim öz nefsiġa revā körgey.
Çihil Hadis, Necip Asım tarafından 1913 (1331) yılında “Erbaîn Hadis Tercemeleri” adı altında
yayımlanmıştır. Eser Milli Tetebbûlar Mecmuası‟nda yayımlanmıştır. ț
Sirâcü’l-Müslimîn
Nevâî‟nin külliyatı içinde yer alan bu eser, Nevâî‟nin kitabın 206. beyitinde belirttiğine göre
1500 (905) yılında kaleme alınmış olan ve Allah‟ın varlığından sıfatlarından söz eden bir çeşit akaid
ilmiyle alakalı kitaptır. Nevâî bu eserinde yaratıcının sekiz sıfatını ve İslam dininin esaslarını şairane bir
üslupla manzum olarak ele almıştır. Nevâî, bu eseri çok önceleri yazmayı tasarlamıştır fakat yazacak
fırsat bulamamıştır. Nevâî Semerkand‟da Hoca Ubeydullah‟la görüştükten sonra onun emriyle bu eseri
yazmaya başladığını eserinde dile getirmektedir. Eser aruzun mefā„îlün mefā„îlün feülün fa„lün kalıbıyla
Türk milletine faydalı olsun diye yazılmıştır.
Nevayi eserin adını şu beyitte açıklamaktadır:
Çü rūşen eyler islām ehli zātın,
Sirācü‟l-müslimîn ḳoymış mén atın
Müslümanları aydınlatması için (kitabın) adını “Sirācü‟l-Müslimîn koydum, demektedir
(Seyhan, 2005: 94).
Nevaî ayrı birer başlık altında kabir azabını, iki meleğin sorusunu, sırat ile mizanı, cehennem ile
cenneti, peygamberlerin şefaatini, Hazret-i Peygamber‟in bunların başı olduğunu, evliyanın kerametini
özetledikten sonra şair temizlenmenin farzlarını ve sünnetlerini, abdest almanın beğenilen ve eksik kalan
yönlerini, yıkanmayı gerektiren nedenleri, yıkanmanın farzlarını ve sünnetlerini, su bulunmadığı yerde
toprakla abdest almanın farzlarını ve eksikliklerini anlattıktan sonra namaza geçmektedir. Namazın
farzlarını, vaciplerini, sünnetlerini, bunların “rek„at” sayısını anlattıktan sonra, İslam dininin üçüncü
rüknü olan zekât ve dördüncü rüknü olan oruç ile beşinci rüknü olan haccı açıklayarak eserini
tamamlamaktadır (Levend, 1968: 225).
Eser, 2005 yılında Tanju Oral Seyhan‟ın Süleymaniye Kütüphanesi Fatih Bölümü‟ndeki nüshayı
esas alması sonucu “Giriş” ve “Karşılaştırmalı Metin” bölümleriyle “Modern Türklük Araştırmaları
Dergisi”nde yayımlamıştır.
Münâcât
Mensur olarak kaleme alınan eserin yazılış tarihi net olarak bilinmemektedir. Eser Ali Şîr
Nevâî‟nin “Külliyat” nüshalarının başında yer almaktadır. Nevâî‟nin eseri Tanrıya yakarışı işlemesi
Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk Dili‟ne
Katkıları
Araştırma Makalesi / Research Article
35
yönüyle Sinan Paşa‟nın “Tazarru-nâme”sine benzemektedir. Secilerden oluşan eser kısa cümleler
şeklindedir. Agah Sırrı Levend Ali Şîr Nevâî‟yle ilgili hazırlamış olduğu külliyatın dördüncü cildinde
Münâcât‟tan (Levend, 1968: 9-13) bazı bölümleri Arap Alfabesinden Latin Alfabesine aktarılmış şekilde
vermiştir.
Eserin Topkapı Saray Müzesi ve Fatih Kütüphanesinde nüshaları vardır.
Mahbûbü’l-Kulûb
Nevâî, bu eserini 1500-1501 (906) yılları arasında kaleme almıştır. Nevâî‟nin dini-ahlâki konular
üzerine yazdığı güzel çalışmalarındandır.
Sadî‟nin Gülistan‟ı ile Câmî‟nin Bahâristan‟ını hatırlatan bu eser Nevâî‟nin şahsiyetiyle ilgili
bilgiler vermesi bakımından önemlidir (Kut, 1989: 453).
Bu eser üç kısımdan oluşmaktadır ve birinci kısım zamanın farklı tabakaları ile çeşitli kesimden
insanlarıyla alakalı toplam kırk bölüme ayrılmıştır. On bölümden oluşan ikinci bölümde ise iyi
davranışlar övülürken kötü davranışlar yerilmektedir. Nevâî, üçüncü kısımda “Tenbih” başlıkları altında
öğütlerde bulunmaktadır. Nevâî bu kısımda ayrıca dönemin durumundan da dert yanmaktadır. Bu bölüm
tamamen ahlâki konularla alakalıdır.
Nevâî eserinde mensur bölümlerin arasına beyitler de eklemiştir. Nevâî, bundan sonra “tenbih”
başlıkları altında öğütlerine ve uyarmalarına devam etmektedir. Bunların kiminde, üzerinde durulan
konular ayrı adlarla açıklanmaktadır: Sehavet babıda”, “kerem ve fütüvvet tarikıda”, “mürüvvet babıda”,
“vefa babıda”, “hilm zikride” vb. gibi. Kiminde ise, yalnız “tenbih” başlığı vardır. Bahislerin çoğu,
yukarıda olduğu gibi, beyitler, kıt‟alar ve rubaîlerle süslenmiştir (Levend, 1968: 265).
Eser 1872-1873 yıllarında İstanbul‟da, 1907 yılında Buhara‟da, 1948 yılında da Taşkent ve
Moskova‟da yayımlanmıştır (Kut, 1989: 453).
Nazmü’l-Cevâhir
Baykara‟nın Nevâyî‟yi öven Risâlesi‟ne karşı yazılmış, Halife Ali‟nin “Nesru‟l-Leâl” adlı
sözlerinin rubâiler halinde bir çevirisidir (Tören, 2001: 4). Eser 1485 (890) yılında Hz. Ali‟ye atfedilen
“Nesru‟l-Leâl” adlı çalışmadan, her Arapça özdeyiş için bir rubâi yazılarak oluşturulmuş dini-ahlâki
eserlerdendir.
Nevâî, eserine Tanrı‟ya ve Peygamber‟e sena ve dualar ederek başlamaktadır. Ayrıca Nevâî,
eserin başında Hz. Ali‟nin sözlerinin Farsça nazmedildiğini bildirmektedir. Nevâî, eserin ilerleyen
kısımlarında Sultan Hüseyin Baykara‟yı ve onun kaleme aldığı risalesini de övmektedir.
Nevâî eserinin önsözünü şu kıtalarla bitirmektedir:
Söz birle Nevāyį itme bįdād imdi
Pür-ma‘rifet evrāḳını ber-bād imdi
Şeh nüktesidin ḫalḳını ḳıl şād imdi
Maḳsūdnı ya‘nį eyle bünyād imdi
Nevâî bundan sonra Hz. Ali‟nin 266 sözünü rubaî ile Türkçeye çevirmiştir. Eserin son bölümü
“El-Hatime” isimli bölümdür (Levend, 1968: 42). Bu bölümde de mensur bölümlere ek olarak rubâiler
bulunmaktadır.
VI. Tarihi Eserleri
Târih-i Enbiyâ ve Hükemâ
Nevâî, bu eserini 1485 (890)‟ten sonra kaleme almıştır. Eser Hz. Adem peygamberden Hz.
Muhammed‟e kadar yaşamış olan peygamberler ve bazı bilginler hakkında bilgi vermektedir. Nevâî,
peygamberlerin zamanlarındaki olaylar ile onların kişiliklerini de anlatmaktadır. Bu peygamberlerin
isimlerini Agah Sırrı Levend “AliŞîr Nevâî Külliyatı”nın IV. cildinde vermiştir. Ayrıca bu eserde adları
geçen âbidler ve hakîmler de verilmiştir. Nevâî‟nin bu çalışması mensur bir çalışmadır.
Târîh-i Mülûk-i ‘Acem
Ali Şîr Nevâî, bu tarihi eserini 1485 (890) yılından sonra mensur olarak kaleme almıştır. Eser
içinde mesnevi tarzında yazılmaya çalışılan şiirler de bulunmaktadır.
Dört tabakaya ayrılan İran şahlarının sırasıyla özetlendiği bir eserdir (Tören, 2001: 4). İran‟ın
efsanevi tarihini anlatan bu kitabında Nevâî, İran hükümdarlarını dört hânedana göre sınıflandırmıştır
(Kut, 1989: 453). Nevâî eserinde birinci tabaka olarak “Pişdadiler”i onbir kişi olarak vermektedir. Nevâî
eserinde ikinci tabaka olan “Keyānįler”den dokuz kişinin adını vermektedir. Nevâî, üçüncü tabaka olan
“Eşkâniyanlılar”dan on altı kişinin adını vermektedir. Nevâî, dördüncü tabaka olan “Sâsânîler”den yirmi
kişinin adını vermekle birlikte en çok Erdeşir‟in üzerinde durmuştur. Bu dört tabakaya ait isimler
Levend‟in “Külliyat”ında verilmiştir (Levend, 1968: 49-53). Nevâî eserinin sonuna Sultan Hüseyin
Serdar Bulut
Bulut, S. (2017). Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk
Dili‟ne Katkıları. Asya Studies-Academic Social Studies/Akademik Sosyal Araştırmalar, Number:1,
Autumn, p.23-41.
36
Baykara‟yı övdüğü ve onun adına yazdığı eserleri sıraladığı elli beyitlik bir mesnevi eklemiştir. Eser dini
ve tarihi mitoloji hakkında verdiği bilgiler dolayısıyla büyük bir önem arz etmektedir.
Nevâî, bu eseri hazırlarken İslâm dünyasının “Câmi„u‟t-tevârîh”, Taberî‟nin “Târîḫ”i,
Na╩îḫatü‟l-mülûk”, Güzîde ve bilhassa Beyzâvî‟nin “Nizâmü‟t-tevârîḫ”i gibi önemli kaynak eserlerinden
faydalanmıştır (Kut, 1989: 453). Eserin Osmanlı Türkçesi‟ne aktarımı 1872 yılında Viyana‟da “Târîh-i
Fenâî” adıyla yapılmıştır.
Nevâî sonunda Şah‟a dua ederek şu beyitle eserin sonundaki mesneviyi bitirmektedir:
╦ıyāmetḳaça ḥ
ḳılıp şāhlar ve’s-selām (Levend, 1968: 53).
Zübdetü’t-Tevârîh
Nevâî‟nin bu eserinin varlığı kaynaklardan tesbit edilmiş olsa da elimizde böyle bir eser mevcut
değildir. Bu tarihi eserle ilgili kaynaklarda da yeterince bilgi yoktur. Bu kitabın akıbetiyle ilgili küçük de
olsa bazı görüşler mevcuttur.
Zübdetü‟t-tevârîh için bazı kaynaklar “Târîh-i Enbiyâ ve Hükemâ” ile “Târîḫ-i Mülûk-i „Acem”
adlı eserin birleşmiş biçimine verilen ad olabileceğini söylemektedirler (Kut, 1989: 453).
Taşkent‟te 1977‟de yayımlanan Özbek Edebiyatı Tarihi‟nde ise Zübdetü‟t-Tevârîh‟in “Târîh-i
Enbiyâ ve Hükemâ” ile “Târîḫ-i Mülûk-i „Acem” in birlikte adlandırılması olduğuna itiraz edilmektedir.
Rus ve Özbek araştırmacılar genellikle „Zübdetü‟t-tevârîh‟i Nevâî‟nin elimizdeki iki tarihi tek bir adla
adlandırması olarak değerlendirmektedirler. Bu fikirde olan Rus araştırmacı Volin‟i kuşkuya düşüren
nokta, Handemir‟in Nevâyî‟nin iki tarih eserinden daha söz eden kaydıdır (Abik, 1996: 3). Ayrıca
Nevâî‟nin bütün eserlerinin adını diğer eserlerinde değişik şekilde anarken bu iki eserinin adını hiçbir
yerde dile getirmemiş olması „Zübdetü‟t-Tevârîh‟in bu iki eserin bütünü olduğu fikrini destekleyici
olaylardandır. Ayşehan Deniz Abik, Nevâî‟nin bu eseriyle ilgili yapmış olduğu çalışmanın sonucunda bu
eserle ilgili bilgilerin net sonuçlar içermediğini bildirmektedir.
Zeki Velidi Togan bu eserin İlhanlı ve Timurlu sultanları tarihi olduğunu söylerken, Ayşehan
Deniz Abik ise Nevâî‟nin Türkçe olarak özet bir tarih yazmak istediğini, nebiler ve hâkimler kısmı ile İran
tarihine ilişkin kısmını tamamladığını, Sultan Hüseyin Baykara soyunun ve çağının tarihini yazmaya
niyet ettiğini fakat dile getirdiği bu arzusunu gerçekleştiremediğini beyan etmektedir. Abik ayrıca
„Zübdetü‟t-Tevârîh‟ ile diğer iki tarih eserinin yazılış zamanlarının aynı tarihe tekabül ettiğini bu nedenle
„Zübdetü‟t-Tevârîh‟ adını bu genel tarihin bütünü için düşündüğünü belirtmektedir.
VII. Belgeler
Vakfiyye
Mensur bir çalışma olan ve ara ara şiirlerin de yer aldığı eser, 1481 (886) yılında kaleme
alınmıştır. Nevâî eserinin ilk bölümlerinde Sultan Hüseyin Baykara‟ya methiyeler düzmüş ve onun
yaptığı işleri övmüştür. Onu uzunca övdükten sonra kendi yaptığı vakıfları anlatmıştır. Bu eser sayesinde
Nevâî‟nin yaptırdığı vakıfları kolaylıkla öğrenebiliriz. Yine eserden Sultan Hüseyin Baykara‟nın
Nevâî‟ye vakıf işlerinde kullanmak üzere Herat‟ın kuzeyinde tahsis ettiği ve Nevâî‟nin de bu araziye
mescid, medrese, saray, bahçe vb. gibi halka yönelik alanlar yaptığını öğrenmekteyiz.
Nevâî eserinin ilk bölümlerinde “gönül mülkünde devlet tahtını kurmak” (Levend, 1968: 27)
istediğini bildiren bir mesnevi ile bir rubaiden sonra kendisinin hizmete çağrıldığını beyan etmektedir.
Nevâî‟nin bu bölümlerden devlet hizmetini her şeyin üstünde tuttuğunu ve başarılı işler yaptığını
anlayabiliriz. Nevâî‟nin yine eserinin devamında eski yapıları yerdiğini ve onların yerlerine yenilerini
yaptırmak istediğini, Sultan‟dan gördüğü nimetleri ve Sultan‟ın medreselerini övdüğünü görmekteyiz.
Nevâî, vakfiyesini önce Farsça kaleme alarak, istediklerini ayrıntılarıyla göstermiş, daha sonra
Türkçe vakfiyesini özet olarak yazmıştır (Levend, 1968: 33).
Bu eser 1926 yılında Bakü‟de Âzer-Neşir tarafından neşredilmiştir (Kut, 1989: 453). Fakat bu
eserde yanlışlıklar fazladır.
Münşe’at
Nevâî‟nin mektuplarının toplanmasıyla oluşturulan bu eserinin 1492 (897)‟den sonra kaleme
alındığı düşünülmektedir. Bu mektupların içerisinde Nevâî‟nin Sultan Hüseyin Baykara ile Baykara‟nın
oğlu Bedîüzzaman‟a yazmış olduğu mektupları da bulunmaktadır. Eserde yer alan diğer mektupların ise
kime yazıldıkları net değildir. Sultan Hüseyin Baykara ile oğlu Bedîüzzaman‟a yazılan mektuplar ise
deyişlerden anlaşılmaktadır. Bu mektupların en büyük özellikleri ise bize Nevâî‟nin yaşadığı devir
hakkında net bilgiler içermeleridir.
Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk Dili‟ne
Katkıları
Araştırma Makalesi / Research Article
37
Bu mektuplar çağın iç yüzünü göstermesi bakımından çok önemlidir. Önemli oldukları için
oldukları gibi alınmışlardır. Mektuplardan önce mevsimleri tasvir eden dört parça bulunmaktadır. Nevaî,
bu dört yazıda çok özentili görünmektedir. Münşeat Bakû‟da 1926‟da “Azer-Neşir” tarafından
bastırılmıştır; ancak oldukça yanlış ve eksiktir (Levend, 1968: 2).
VIII. Dil ve Edebiyat Eserleri
Risâle-i Muammâ
Bu eser Nevâî‟nin dil ve edebiyat alanında yazdığı düşünülen çalışmasıdır. Bu eser elimizde
olmayan fakat kaynaklar yardımıyla Nevâî tarafından yazıldığını düşündüğümüz çalışmalardandır.
Muamma türü Divan Edebiyatımızda üzerinde fazlaca durulan konulardandır. Eserin konusu insan ismine
dayanan bir çeşit manzum bilmecelerdir. Bu eserle ilgili çalışmalar arttıkça veya eser bulunduğu zaman
eserle ilgili daha net bilgiler verilebilir.
Mîzânü’l-Evzân
Nevâî‟nin o dönem şairleri arasında fazlasıyla kullanılan aruz kalıpları hakkında genel bilgiler
vermek amacıyla 1492 (898) yılından sonra kaleme aldığı düşünülen üç bölümlük küçük risalesidir.
Nevâî, eserini üç bölüme ayırdıktan sonra, birincide türlü vezinlerdeki “zihaf”ları, açıklamakta,
ikincide bahirlerini dairelere ayırarak bunları şekiller içinde gösterdikten sonra her birini örneklerle
anlatmakta, üçüncüde ise “takti” üzerinde durduktan sonra, rubaî vezinlerini ele almaktadır. Nevaî, daha
sonra Türk vezinlerine geçerek bunları “tuyug, koşuk, çenge, mahabbet-name, müstezat, azervari” olarak
ayırmakta ve örneklerle belirtmektedir (Levend, 1968: 3). Aslında eserin en önemli noktalarından birisi
de yukarıda isimlerini saydığımız milli şekilleri ele alarak tanıtmasıdır.
Bu eser 1949 yılında Özbekistan Fenler Akademisi tarafından Taşkent‟te yayımlanmıştır.
Muhâkemetü’l-Lügateyn
Muhâkemetü‟l-Lügateyn, Ali Şîr Nevâî tarafından 4 Aralık 1499 (905) yılında Türkçe ile
Farsça‟nın dil imkanları yönünden karşılaştırılması amacıyla yazılan ve Türkçenin Farsça‟dan daha üstün
bir dil olduğunu gösteren eseridir. Nevâî, eserini 58 yaşında olgun bir şair ve devlet adamı olarak
yazmıştır. Eserin ana konusu bazı bakımlardan Türkçenin Farsça‟dan daha üstün bir dil olduğunu
göstermektir. Bu eser Nevâî‟nin milli dil bilincine sahip şuurlu bir Türk milliyetçisi olduğunu gösterir.
Ayrıca bu eseri Nevâî gibi iki dili de kullanmış, iki dille de eserler vermiş bir şairin objektif bir bakış
açısıyla oluşturmuş olması eserin değerini daha da artırmaktadır. Çünkü Nevâî bu eseri ömrünün
sonlarına doğru usta bir şair olarak oluşturmuştur. Nevâî‟nin eserini değerlendirirken, kanı kaynayan genç
bir milliyetçinin kaleme aldığı eser olarak değil, iki dilin de tüm imkanlarını, edebi sınırlılıklarını iyi bilen
olgun bir sanatçının kaleme aldığı bir eser olarak değerlendirmek gerekmektedir. Nevâî, kuru bir dil
milliyetçiliği yapmayacak kadar kendini iyi yetiştirmiş bir şairdir. Onun müsvedde kâğıdı olarak
hazırladığı notları bile günümüzde kolaylıkla edebiyat ödülleri alabilecek kalitede ve başarıdadır.
“İki dilin muhakemesi” esasına dayanan eser Divânü Lügâti‟t-Türk‟ün aksine Arapça-Türkçe
çevresinde değil, Türkçenin karşısında Farsça göz önünde tutularak yazılmıştır. Yine Divânü Lügâti‟tTürk‟ün yazılış gayesi olan Türkçenin Arapçayla „at başı gittiğini‟ ispatlamak için değil, çok daha iddialı
olarak dillik delillerle Türkçenin Farsçaya üstünlüğünü gözler önüne sermek için kaleme alınmıştır
(Barutçu Özönder, 1996: 4). Bu durum gösteriyor ki Divânü Lügâti‟t-Türk, Türk dilinin diğer dillere denk
olduğunu göstermek amacıyla yazılan bir eserken, Muhâkemetü‟l-Lügateyn, Türk dilinin diğer dilleri
geride bıraktığını göstermek için yazılan bir eserdir.
Şair bu denli zengin bir dil kurarken, ana dilini bırakıp Farsça yazan bunu marifet sayan gençlere
çıkışmaktadır. Önceleri kendisinin de bu akıma katıldığını, ama sonradan uyanarak doğru yolu bulduğunu
anlatmaktadır. O çağlarda edebi dilin Farsça olduğu, aydın çevrelerde Farsça konuşanların bulunduğu
düşünülürse, öyle bir devirde bu gibi düşüncelerin ileri sürülmesindeki önem ve değer kendiliğinden
meydana çıkmaktadır (Levend, 1968: 4).
Kitabın yazılma amacı hiç de yadırganmayacak sosyal bir çelişkidir. Nevâî, bu eseri oluşturma
sebebini şu şekilde anlatmaktadır: “Farsların binde biri bile Türkçe bilmemekte, konuşmamakta, konuşsa
bile acemiliği hemen ortaya çıkmaktadır.” (Akar, 2012: 190). Nevâî, ML‟de gelenek olarak Fars diliyle
yazmasını, Türk dilinin büyüklüğünü anlayınca Fars dilini bırakıp nasıl Türk diline geçtiğini de
anlatmaktadır. Nevâî, eserinde ayrıca birlikte yaşamanın bir sonucu olan iki dilliliğe de değinmekte ve
“Turkî-gûy” dediği şairlerin nezdinde iki dil bilen ve şiir söylemede Farsçayı tercih eden şairlerin nasıl
bir yanılgıya düştüklerini de beyan etmektedir.
O, bir dil işçisi önemli bir sanatçı olarak gramer ve kelime hazinesi bakımından da Türkçenin
zenginliklerini ortaya koymaktadır:
Serdar Bulut
Bulut, S. (2017). Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk
Dili‟ne Katkıları. Asya Studies-Academic Social Studies/Akademik Sosyal Araştırmalar, Number:1,
Autumn, p.23-41.
38
-Türkçenin kelime hazinesi çok geniştir. Mesela “ağlama” birçok kelime ile ifade edilir
(ağlamak=sıḳtamaḳ, singremek, inçkirmek, ingrenmek, ingremek, ökürmek, yıġlamsınmaḳ, hay hay
yıġlamak, boḫsamaḳ).
-Türkçe cinaslı bir dildir. (Buna örnek olarak at, at-; it, it-; bar, bar- „git‟…).
-Şiir sanatları bakımından elverişli kafiye imkanları sunan bir dildir.
-Her kavram için ayrı bir kelime vardır. Büyük, küçük, kız ve erkek kardeşleri karşılamak için
ayrı ayrı kelimeler kullanılır.
-Türkçe eklerle yeni kelimeler yapmaya elverişli bir dildir. Arapçadaki “mufaale” babı,
Türkçede “ş” ekiyle karşılanır: kucuşmak, öpüşmek gibi. Yine kelimelerin sonuna “cı” eklenerek, mevki
ve sanat sahipleri belirtilir: suçı, kuşçı, tamgaçı…
-Kelimelerin sonuna dik “gibi” edatı getirilerek anlama farklılık verilir (Akar, 2012: 190-191).
Bu dillik delillerle ilgili olarak daha ayrıntılı bilgiye Sema Barutçu Özönder‟in Muḥākemetü‟l-Lüġateyn
isimli eserinden ulaşılabilir (Barutçu Özönder, 1996: 15-16).
Klasik Türk edebiyatının Doğu Türklüğündeki temsilcisi „Ali Şîr Nevāyî‟nin Muhâkemetü‟lLügateyn‟i dil tarihi araştırmalarında olduğu kadar, edebiyat tarihi araştırmalarına da çeşitli noktalarda
ışık veren bir belge değerindedir (Barutçu Özönder, 1996: 17). Edebiyat tarihi yönünden eser klasik Türk
şiirinin aşk ve âşıklıkla alakalı türlerini bünyesinde barındırmaktadır. Buna ek olarak edebi sanatlar
yönünden, şiir tekniği yönünden ve nazım-nesir ilişkisi yönünden de sağlam bilgiler içermektedir. Eser
ayrıca kültürel tarihimiz açısından da araştırmacılara yararlı kaynaklar verecektir.
XIX. yüzyılda Türkiye‟de aydınların ilgisini çeken Muhâkemetü‟l-Lügateyn, Bursa‟da Nilüfer
dergisinin 37-40. sayılarında Osmanlı Türkçesi‟yle tefrika edilmiş (1889), 1897‟de de İkdam Külliyatı
içinde İstanbul‟da kitap hâlinde yayımlanmıştır. Bu yayının başında Belin tarafından Ali Şîr Nevâî‟nin
hayatı hakkında yazılan “Notice biographique et littéraire sur Mir Ali-Chir-Névâii” adlı makalenin Necip
Asım tarafından yapılan tercümesini Veled Çelebi‟nin Osmanlı Türkçesi‟ne yaptığı tercüme ile Çağatay
Türkçesiyle olan metin takip etmektedir. 1941‟de de Türk Dil Kurumu tarafından Rafet Işıtman‟ın yeni
tercümesi yayımlanmıştır. Muhâkemetü‟l-Lügateyn‟i T. Genceî Farsça‟ya (Tahran 1327/1948), R.
Deverux da İngilizce‟ye (Leiden 1966) çevirmişlerdir. Eser ayrıca M. Yâkup Vâhidî tarafından Kâbil‟de
basılmıştır (1984) (Kut, 1989: 452-453). Sema Barutçu Özönder 1996 yılında eseri metin ve edisyon
kritikli bölümleriyle beraber yayımlamıştır. Ayrıca diğer eserleriyle beraber bu eserin de yer aldığı Nevayî
Külliyatı “Mükemmel Eserler Toplamı” adıyla 1987-2000 yılları arasında Taşkent‟te 16 cilt halinde
neşredilmiştir.
TÜRK DİLİ’NE KATKILARI
Nevâî‟nin Türkçeye yapmış olduğu en büyük katkı dilin yapıcı gücünden faydalanarak, milli
birliği kurmaya çalışmasıdır. Bu milli birliğin ilk halkası da milli dil bilincini oluşturmak olduğu için,
Nevâî, insanların kalplerine milli bir dokunuş yapmıştır.
Nevâî, “Fars dil ve edebiyatının o devir Türkleri üzerindeki müthiş manevi nufuzunu görmekle
beraber, yapmak istediği işin büyüklüğünden ve zorluğundan korkmamış, her mevzua, her nev‟e ve her
şekle ait zengin ve kıymetli örnekler vermek suretiyle, Çağatayca‟nın Farsça ile muvaffakiyetle rekabet
edeceğini anlatmıştır.” Ve yine Nevâî “devamlı ve müthiş bir edebî faaliyet sayesinde, Çağataycanın sade
bir klasik şiir dili değil, nazım ve nesrin her nev‟ini, her şeklini ifade kudretine malik ve Farsça ile her
hususta rekabete muktedir bir kültür dili olduğunu parlak misaller ile” göstermiştir (Ercilasun, 2007:
409).
Ona göre Türkçe, kelime hazinesi ve gramer bakımından Farsçadan imkanları daha iyi olan bir
dildir. Farsça ise ilim ve sanat kavramlarının zenginliği bakımından Türkçeden daha çok işlenmiştir.
Bunun yanı sıra Türkçe, eklerden isim ve fiil üretilmesi yönüyle işlek ve hareketli bir dildir. Nevâî
Türkçenin bu imkanlarına rağmen ana dili ile yazmayan Türk şair ve yazarlarına sitemler göndermekte ve
şöyle demektedir: “Türkün beceriksiz ve değersiz gençleri, kolaydır diye, Farsça şiir söylemeye
özeniyorlar… Türk dilinin genişliği bu kadar tanıklarla anlaşıldıktan sonra, yetenekli Türk gençlerinin
kendi dilleri dururken başka dille şiirlerini yazmamaları gerekirdi. Eğer her iki dilde eser verebilecek
yetenekteyseler, kendi dillerinde daha çok eser vermeliydiler. Doğrusu şudur ki bunlar, Türkçe şiir
söyleyecek güçte değildirler” (Akar, 2012: 190). Nevâî, bu iki görüşüyle beraber Türkçenin Farsçadan
daha üstün bir dil olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca bu görüşleriyle Türkçe yazmayan şairlerin Türkçe
yazmadıkları sürece gerçek şair olamayacaklarını söylemiş ve bunun sonunda Türk dilinin, Türkçe şiirler
yazan birçok kullanıcısı olmuştur. Türkçe yazıp söylemeyen şairler ve Türkçe okumayan okuyucularda da
Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk Dili‟ne
Katkıları
Araştırma Makalesi / Research Article
39
Nevâî sayesinde dil bilinci artmıştır. Diyebiliriz ki Nevâî sayesinde Türkçe en az yüz, yüz elli yıl ömrünü
uzatmış ve günümüze yok olmadan gelebilmiştir.
Nevâî, Fars dilinin etkin olduğu bir dönemde zoru başarmıştır ve Türkçe ile edebiyat yapmanın
bir Türk için ne kadar değerli olduğunu göstermiştir. Nevâî sayesinde Türkçe düşünen, Türkçe yazan,
Türkçe okuyan kesim artarak devam etmiştir. Nevâî etrafında toplanan bu güç sayesinde kendi dönemine
kadar diğer dünya edebiyatları karşısında tutunamayan Türk edebiyatını parlatmıştır.
Bütün Türk edebiyatı tarihinde hiç şüphesiz ki başta gelen kurucu sanatçı Ali Şir Nevâî‟dir.
Çağatay Edebiyatı‟nın kurucusu kabul edilen Ali Şir Nevâî (1441- 1501), yalnız Doğu Türk Edebiyatının
değil bütün Türk edebiyatının en büyük şahsiyetidir. Sanatkâr, bu haklı sıfatı hem yazmış olduğu
eserlerle, hem de kendisinden sonraki devirlere uzanan etkisiyle hak etmiştir. Nevâî, yazdığı eserlerle
“kuruculuk” vasfını da lâyıkıyla hak etmiş bir kişidir (Türk, 2010: 397). Bu ifade Nevâî‟nin Türkçeye en
büyük katkısının edebiyat yapılabilecek bir dil, bir ortam oluşturduğunu ve en önemlisi de edebiyatın
kendisini kuran kişi olduğunu gösterir. Nevâî, “Çağataycayı klasik bir şiir ve nesir dili haline getirmiştir
(Eraslan, 1996: XL).” ve Türk Edebiyatının ilk temellerini atmıştır.
Çağatay Türkçesi, Nevâî‟den sonra büyük bir kültür dili haline gelmiştir. Nevâî‟nin eserleri
yalnız Orta Asya Türkleri arasında değil Kaşgar‟dan Tuna ötelerine ve Basra‟dan Volga kıyılarına kadar
Türk kültürünün hâkim olduğu geniş sahalarda asırlarca okutulmuş ve taklit edilmiştir. Bu bakımdan, onu
sadece Çağatay Edebiyatının değil bütüm Türk edebiyatının büyük bir siması, bütün Türk kültürünün
müstesna bir şahsiyeti olarak tescil etmek gerekmektedir.
Geçmişten günümüze birçok şair ve yazar onun kaleminden ve düşüncelerinden etkilenmiş,
Azerbaycan Türkçesi ile eserler veren Fuzuli‟den, büyük divan şairi Nedim‟e kadar birçok şair Ali Şîr
Nevâî‟nin açtığı yoldan yürümeyi sürdürmüştür. Sadece edebiyat dünyası değil, Doğulu ve Batılı birçok
bilim adamı da Nevâî‟nin eserleri üzerinde önemli araştırmalar yapmışlardır. Bugün Türk Dünyası
kütüphanelerinin ortak eserleri arasında onun yapıtları ön sıralarda yer almaktadır. Aradan geçen asırlar
onun eserlerinin değerinin ve öneminin daha net anlaşılmasını sağlamıştır. Nevâî, sanatçı kişiliği, Türk
dili sevgisi, Türklük şuuruyla, Türklüğe bağlılık ve duyarlığıyla kendisinden sonraki bütün Türk Dünyası
şair ve yazarlarına örnek olmaya devam etmiştir (Can, 2014: http://www.altayli.net/turkistanda-turklukve-ali-sir-nevai.html). Ali Şîr Nevâî, Türk dünyasını Türk dilinde birleştiren önemli bir şair ve devlet
adamıdır. Bütün Türk edebiyatı onun şiirleri ve eserleri etrafında toplanmıştır.
Çağatay Edebiyatı‟nın ve Türk Edebiyatının ilk kurucusu kabul edilen Ali Şîr Nevâî‟yi E.
Blochet ve W. Barthold gibi bazı şahsiyetler İran Edebiyatı‟nın taklitçisi saymaktadırlar. Fakat Bertels
gibi şahsiyetler Nevâî‟nin orijinalliğini ortaya koymaya çalışmışlardır. Bertels, Nevâî‟nin Çağatay
Edebiyatı‟nın kültür ve gelişmesinde en büyük rolü oynayan şahsiyet olduğunu kabul etmektedir
(Eraslan, 1996: XXXIX). Nevâî‟nin Fars Edebiyatı ürünlerini Türkçeye tercüme etme gayretleri onun
Fars Edebiyatı taklitçisi gibi düşünülmesine sebep olmuştur. Fakat onun asıl amacı Fars Edebiyatı‟nın
kaliteli ürünlerini halkın kendi öz dilinde okumasını sağlamaktır. Bu sayede halkın Farsça okuyup yazma
gayretinin önünü de kapatmıştır. Nevâî‟nin Fars dilinden yaptığı çevirilere bakılacak olunursa bu eserlere
Türk dilinden yaptığı eklemelerle orijinallik kazandırdığı rahatlıkla görülebilir. Ali Şîr Nevâî kesinlikle
bir taklitçi değil, Puşkin, Cervantes ve Shakespeare gibi dünya edebiyatçılarını eserlerinde kullandığı
kelime sayısıyla geride bırakmış bir dünya şairidir. Özbekistan İstanbul Başkonsolosu Abror
Gulyamov‟un verdiği bilgilere göre: “Puşkin kendi eserlerinde 21 bin, Shakespeare yaklaşık 20 bin,
Cervantes 18 bin kadar, Ali Şîr Nevâî ise tüm eserlerinde 1 milyon 328 bin kelime kullanmıştır.
Bunlardan yaklaşık 26 bini tekrarlanmayan kelimedir (Kara, 2012:
https://groups.google.com/forum/#!topic/turk-tarihciler/KniJHL8Ys7A).” Nevâî‟nin eserlerinde
kullandığı bu kelimelerin büyük çoğunluğu öz Türkçe kelimelerdir. Özellikle eserlerinde kullandığı
Türkçe kökenli olan isimler, sıfatlar, zarflar, edatlar, bağlaçlar, zamirler, ikilemeler, kalıp sözler, deyimler
ve atasözlerinden oluşan söz varlığı, geçmişten günümüze şairlerin eserlerinde kendine yer bulmuş ve
halk arasında kullanılagelmiştir. Bu dil malzemeleri özellikle Çağatay Türkçesinin devamı olan Özbek
Türkçesi başta olmak üzere günümüz Türk dili lehçe ve şivelerinde kullanılmaya devam etmektedir. Türk
diline söz varlığı noktasında önemli katkılar sağlayan ve dünya şairi olduğu eserleriyle bir kez daha
gözler önüne serilen Ali Şîr Nevâî, eserlerinde kullandığı sade ve anlaşılır dille de Türk diline olumlu
katkılar sağlamıştır.
Ali Şîr Nevâî‟nin Fars Edebiyatı‟ndan yaptığı çevirilerden birisi Nesâ„imü‟l-Mahabbe isimli
tezkiredir. Nevâî bu eserinde pek tanınmayan birçok Türk sufiyi Türk kültürüne kazandırmıştır. Bu
sufiler Ali Şîr Nevâî‟nin esere bizzat kendisinin dahil ettiği sufilerdir. Bu sufilerin menkıbelerine ve
Serdar Bulut
Bulut, S. (2017). Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk
Dili‟ne Katkıları. Asya Studies-Academic Social Studies/Akademik Sosyal Araştırmalar, Number:1,
Autumn, p.23-41.
40
günlük haytalarına geniş ölçüde yer veren Nevâî, esere birçok Türkçe kelime de eklemiştir. “Büyük bir
hacim tutan eser, Çağatay yazı dili bakımından oldukça ehemmiyet taşımaktadır. Muhtevası icabı sade bir
dille kaleme alınan eser, Nevâî‟nin diğer eserleri arasında ayrı bir yer işgal etmektedir. Nevâî‟nin diğer
eserlerinde görülen sanatkârane üsluba ve süslü terkiplere bu eserde nisbeten az yer verilmiştir (Eraslan,
1996: XLV).” Eserde zengin Türkçe kelime kadrosu yanında belli başlı Türkçe gramer yapılarının ve
Çağatay yazı dilinin fonetik ve morfolojik özelliklerinin bulunması esere Türk dili açısından ayrı bir
değer katmaktadır. Bu çeviri eser Ali Şîr Nevâî‟nin bir taklitçi değil kendi dilinin inceliklerini iyi bilen ve
farklı dillerdeki eserleri yoğurarak kendi diline uyarlayabilen bir dil milliyetçisi olduğunu gösterir. Nevâî
bu eserinde görüldüğü üzere Türk dili açısından önemli özellikleri eserlerinde kullanarak Türk diline
katkı sağlamıştır.
Ali Şîr Nevâî‟nin Türk diline sağlamış olduğu en büyük katkı hiç şüphesiz Muhakemetü‟lLigâteyn isimli ünlü eseridir. Nevâî‟nin bu eserinde Türkçe ile Farsçayı karşılaştırmasının ve Türkçenin
üstünlüğünü ortaya koymasının siyasi sonuçları da olmuştur. O dönemde Fars dilinin akımına kapılan bir
topluluğa kendi dillerinin, peşine düştükleri Fars dilinden daha üstün olduğunu göstermek büyük bir
olaydır. Bunu gören ve anlayan halk tekrar dört elle Türk diline sarılmıştır ve Türk dili belki de yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı bir dönemi alnının akıyla sorunsuz bir şekilde atlatmıştır. Yetiştirdiği
şairlerin de çalışmalarıyla Türk dili dünya dilleriyle kendini kıyaslama imkânı bulmuştur. Kendini dünya
dilleriyle kıyaslama imkanı bulan Türk Dili, Ali Şîr Nevâî‟nin katkılarıyla beraber dünya dillerinden daha
üstün bir dil olduğunu fark etmiştir.
Ali Şîr Nevâî, Muhakemetü‟l Lügâteyn isimli ünlü eserinin dışında diğer eselerinde de Türk
diline katkılar sağlamıştır. O, Türk şiir diline yaptığı hizmetleri, bu hizmetlerin büyüklüğünü ve
ideallerini bizzat eserlerinde dile getirmiştir. Mesela Lisânü‟t-Tayr isimli eserinde Türk memleketlerini
yazdığı dört divan, beş mesnevi ve düzyazılarla fethettiğini söylemektedir. O, Türkçeyi şiir dili hâline
getirdiğini ve bütün Türk illerini bir kalem altında topladığını söylemek suretiyle idealini de deşifre
etmektedir. Nevâî, Sedd-i İskenderî isimli mesnevisinde kendisini İskender gibi büyük bir hakan,
eserlerini de askerler olarak değerlendirmekte ve ülkeler fethettiğini söylemektedir. Leylâ vü Mecnûn‟da
yeryüzünde Türklerin çok olması. onların da şiirden ve iir zevkinden nasibini alması için Türkçeyi tercih
ettiğini dile getirmektedir. Seb„a-i Seyyâre‟de dünyada padişahlarının Türk ve dillerinin de Türkçe
olduğunu, buna rağmen Türk şairlerinin Farsçayı tercih ettiğini söyleyerek rahatsızlığını beyan
etmektedir. Ancak kendisinin eserlerinde Türk dilini kullanmasının Türk milletini çok sevindirdiğini ve
rahatlattığını vurgulamaktadır. Ayrıca Sedd-i İskenderî‟de Türkçenin henüz işlenmemiş bir dil olduğıınu
belirterek Türkçeyi “taşı sert, yolu bozuk bir dağ yolu”na benzetmektedir. Bu kadar kıvrırnlı ve sıkıntılı
yoldan yürümek, yeryüzünde ancak birkaç kişiye nasip olmuştur. Nevâî, bu yolu çok çalışarak aştığını,
çok çalıştığı için böylesine sert olan bir yolun ipek gibi yumuşadığını söylemektedir. Son olarak da Sedd-i
İskenderî‟de kurguladığı ilginç senaryo bulunmaktadır: Buna göre esere başlamadan önce büyük bir
yorgunluk ve ümitsizlik içinde iken gaipten bir ses duyar. Bu ses kutlu bir meleğe aittir, melek söze: “Ey
güzel şiirleriyle ve tatlı nağmeleriyle inleyen bülbül” şeklinde girmektedir. Bu sesin sahibi birkaç övgü
beyitinden sonra, onun yaptığı işin büyüklüğünü, Türk şiirini yaygınlaştırdığını, Türk memleketlerinde
kalem birliği sağladığını, bir kahraman ve sahibkıran olduğunu dile getirmektedir. Nevâî, kurguladığı bu
hayali senaryo ile kendisini Türk iklimlerinde söz padişahı ilan etmiştir (Çetindağ, 2005: 227-228).
Nevâî‟nin Türk diline yapmış olduğu bu katkılarından başka bir de tezkireler alanında katkısı
olmuştur. Nevâî‟nin Mecâlisü‟n-Nefâis isimli tezkiresi Türk dili alanında yazılan ilk şuara tezkiresi
olması hususuyla önem kazanmıştır. Türk diline seviye atlatan ve Türk diliyle edebiyat yapmanın
önemini çağdaşlarına ve kendinden sonrakilere aşılayan Nevâî aynı zamanda Türk Edebiyatındaki şuara
tezkirelerinin de babasıdır.
SONUÇ
Çalışmamız Ali Şîr Nevâî‟yi Türk Kültür ve Edebiyatına tanıtmak adına önemlidir. Özellikle Ali
Şîr Nevâî‟nin Türk diline yaptığı katkılar ortaya konmaya çalışılmıştır. Çağatay Edebiyatının ve bütün
Türk Edebiyatının kurucusu kabul edilen Ali Şîr Nevâî‟nin eserlerinde Türk diline verdiği önem ve
Türkçenin başta Farsça, Arapça olmak üzere tüm dünya dilleri ile mücadele etmesinde Ali Şîr Nevâî‟nin
sağlamış olduğu katkılar ortaya konmuştur. Ali Şîr Nevâî‟nin Türk dili açısından çok önemli bir edibtir.
Bu sebeple Türkiye‟de daha fazla tanınmalı ve Türk diline katkıları bilinmelidir.
Türk diline önemli katkılar sağlayan Ali Şîr Nevâî‟nin burada görüldüğü üzere toplam 29 eseri
mevcuttur. Bir çok alanda eserler kaleme aldığı görülen Nevâî‟nin bu eserleri ilgili oldukları alanlara göre
Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk Dili‟ne
Katkıları
Araştırma Makalesi / Research Article
41
gruplandırılmıştır. Bu gruplandırmaya gore Nevâî‟nin 9 adet Divan, 6 adet Mesnevi, 2 adet Tezkire, 3 aet
Biyografik eser, 5 adet Dini eser, 3 adet Tarihi eser, 2 adet Belge ve 3 adet de Dil ve Edebiyat türünde
eseri mevcuttur.
KAYNAKÇA
A. Ü. TÖMER (1997). Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Dergisi, Ali Şîr Nevaî Özel Sayısı, Sayı 13, Haziran.
Abik, Ayşehan Deniz, Ali Şîr Nevâyî‟nin Zübdetü‟t-Tevârîh‟i Üzerine,
http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20DILI/1996_1_Abik.pdf, s. 1-6.
Akar, Ali (2001). Ölümünün 500. Yılında Ali Şîr Nevaî, Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 338, Yıl 29, Aralık, s. 62-64.
Akar, Ali (2012). Türk Dili Tarihi,5.Baskı, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Alili, Abdullah (?). Ali Şir Nevâî‟nin Edebi Kişiliği ve Eserleri, Üsküp, s.5-35.
Alpay, Gönül (1975). Ali Şir Nevaî, Ferhad u Şîrîn, İnceleme-Metin, Ankara.
Barutçu Özönder, Sema (1996). Muḥākemetü‟l-Lüġateyn İki Dilin Karşılaştırılması, Ankara: TDK.
Borokov, K. (1988). Özbek Yazı Dilinin Kurucusu Ali Şir Nevaî, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1954, 2.
Baskı, Ankara.
Can, Turan (2014). Türkistan‟da Türklük ve Ali Şir Nevai, http://www.altayli.net/turkistanda-turkluk-ve-ali-sirnevai.html.
Canım, Rıdvan (2002). Türk Kültür ve Edebiyatında Ali Şîr Nevâyî ve Türkiye‟de Ali Şîr Nevâyî Çalışmaları, A. Ü.
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı:19, s.137-146.
Canpolat, Mustafa (1995). Ali Şir Nevayî, Lisânü‟t-Tayr, Ankara: TDK Yayınları.
Çelik Şavk, Ülkü (2011). Ali Şir Nevayi, Leylî vü Mecnun, Ankara:TDK Yayınları.
Çetindağ, Yusuf (2005). Ali Şîr Nevâî‟nin Osmanlı Şiirine ve Kanuni Sultan Süleyman‟a Tesiri ve Sebepleri Üzerine,
Osmanlı Araştırmaları, XXVI, ss. 223-235.
Ekiz, Osman Nuri (2004). Çağatay Edebiyatı ve Ali Şir Nevai, 100 Büyük Edip Şair Dizisi, İstanbul.
Eraslan, Kemal (1993). Mîzânu‟l-Evzân, Ankara:TDK Yayınları.
Eraslan, Kemal (1996). Alî-şîr Nevâyî, Nesâyimü‟l-Mahabbe Min Şemâyimi‟l-Fütüvve I Metin, Ankara: TDK
Yayınları.
Ercilasun, Ahmet Bican (2007). Türk Dili Tarihi, 4.Baskı, Ankara:Akçağ Yayınları.
Kara, Abdulvahap (2012). Türk Dünyasını Kalemiyle Birleştiren Şair Ali Şir Nevai (1441-1501),
https://groups.google.com/forum/#!topic/turk-tarihciler/KniJHL8Ys7A.
Karaörs, Metin (1994). Ali Şîr Nevâyî‟nin İkinci Divanı Nevâdirü‟ş-Şebâb, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Sayı:5, s.219-230.
Karaörs, Metin (2006). Nevâdirü‟ş-Şebâb, Ankara:Türk Dil Kurumu Yayınları.
Kartal, Ahmet (2013). Ali Şîr Nevâî‟de İrfan, Eskişehir Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi.
Kaya, Önal (1996). „Alî Şîr Nevâyî, Fevâdiyü‟l-Kiber, Ankara:TDK Yayınları.
Kaya, Önal (2007). „Ali Şîr Nevāyî‟nin Divanları, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, Mart, s. 46-
56.
Kut, Günay (1989). Ali Şîr Nevâî, İslam Ansiklopedisi, s. 449-453.
Levend, Agâh Sırrı (1965). Ali Şir Nevaî-Hayatı, Sanatı ve Kişiliği, I. Cilt, Ankara:Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Levend, Agâh Sırrı (1968). Ali Şir Nevaî-Divanlar ile Hamse Dışındaki Eserler, IV. Cilt, Ankara:Türk Tarih Kurumu
Basımevi.
Maden, Sedat (Editör) vd. (2016). Türkçeye Hizmet Edenler 1, Ankara: Nobel Yayınları.
Ölmez, Zühal (2007). Çağatay Edebiyatı ve Çağatay Edebiyatı Üzerine Notlar, Türkiye Araştırmaları Literatür
Dergisi, Cilt:5, Sayı:9, ss.173-219.
Özcan, Hüseyin, Türk Dünyasının Bilgesi Ali Şir Nevâî, Ölümünün 500. Yılında Ali Şir Nevâî Sempozyumu,
Özbekistan.
Seyhan, Tanju Oral (2005). Ali Şir Nevayi – Sirācü‟l-Müslimin, (Giriş-Karşılaştırmalı Metin), Modern Türklük
Araştırmaları Dergisi, Cilt 2, Sayı 4, Aralık.
Şen, Yasin (2014). Bâbürnâme‟ye Göre Ali Şir Nevâyî, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı:37, Bahar, ss.41-
49.
Tarlan, Ali Nihat (1942). Ali Şîr Nevâî, İstanbul: Doğu Türkistan Cem Yayınları.
Tekin, Feridun (2011). Hanlıklar Dönemi Çağatay Edebiyatı, Turkish Studies-International Periodical For The
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/1 Winter 2011, p. 1843-1850,
TURKEY.
Togan, Zeki Velidi (?). Ali Şir, İslam Ansiklopedisi, C.I, s. 349-357.
Tören, Hatice (2001). Alî Şîr Nevâyî-Sedd-i İskenderî, Ankara: TDK Yayınları.
Türk, Vahit (2010). Lehçeler Arası İlişkiler ve Oğuz Türkçesinde Bir Nevâî Eseri, TÜBAR-XXVIII, Güz, s.395-408.
Yıldırım, Talip (2006). Ali Şir Nevâyî‟nin Eserlerinde Yakın Dostu Hüseyin Baykara, Modern Türklük Araştırmaları
Dergisi, Cilt:3, Sayı:3, Eylül, ss.100-107.
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/12051,alisirnevaipdf.pdf?0
**
Bulut, S. (2017). Asya Coğrafyası‟nın Büyük Edibi Ali Şîr Nevâî‟nin Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Türk
Dili‟ne Katkıları. Asya Studies-Academic Social Studies/Akademik Sosyal Araştırmalar, Number:1,
Autumn, p.23-41.