Alparslan TÜRKEŞ: “Irkçılık-Turancılık” Dâvasındaki Sorgu Tutanağı / 1944

Alparslan Türkeş’in 1944 yılında “Irkçılık-Turancılık” dâvasındaki sorgusundan bir bölüm:


“Türklerin bir bayrak altında birleşmesi…”

Hâkim — Son tahkikat kararında hakkınızda ileri sürülenleri dinlediniz. Bunlara karşı ne diyeceksiniz?

Türkeş — Efendim, önce beni çok müteessir eden bir nokta hakkında bir iki şey söylememe yüksek mahkemenizin müsaadesini dilerim. Son tahkikat kararında diğer maznunlarla beraber bana da vatan hainliği isnat olunmuştur. Bunu şiddetle reddederim. Ben yeryüzünde milleti ve vatanı her şeyden çok severim. Kelimenin mutlak mânasiyle milletsever, yurtsever bir Türk subayıyım.

Son tahkikat kararında benim hakkımda: “Atsız’ı gölgede bırakacak kadar turancı, ırkçı ve menfi” buyurulmaktadır. Bu mefhumlar hakkındaki kanaatlarımı yüksek mahkemenize sunmak isterim. Ben daima devletimin kabul ettiği prensiplere inandım ve onlara hürmet ve riayetten ayrılmadım. Ben koyu bir milliyetçiyim, fakat zannedildiği mânada ırkçı değilim. Yani memleket içerisinde ayrılıklara ve düşmanlıklara yol açacak hiçbir fikrim yoktur. Yalnız ben Türk milletinin yeryüzünde eşsiz bir yaradılışa sahip olduğuna ve kahramanlıkta bu milletten üstün bir millet bulunmadığına imân ediyorum. Buna en yakın misal olarak da İstiklâl Savaşını gösteriyorum. Dört taraftan sarılmış olduğumuz halde bu kahramanlığımız ve üstün yaradılışımız sayesindedir ki bizden her bakımdan on misli, yirmi misli üstün bir düşmana karşı üstün gelmiş ve istiklâlimizi, yere düşmüş olan bayrağımızı kurtarmış ve onu tekrar yükseltmişizdir. Bu, millî hasletimizden ileri gelmiştir. Ben buna imân ediyorum. Bunu kısaca ve askerce şöyle izah ve hulâsa edebilirim: Bir Türk bölüğü, üç, beş ve daha fazla düşman bölüğünü tepeleyebilir, kolayca tepeleyebilir. Ve tepelemiştir de…

Hâkim — Evvelâ şu noktayı size soralım: Türkiye’de mevcut saf bir soydan gelme ve karışık ırktan olanların bulunmayacağı hakkındaki düşüncenizin ne olduğunu şey etmek istiyoruz.

Türkeş — Bugün devletimizin, kabul ettiği ve üzerinde yürüdüğü prensip bence de en doğru, en makul prensiptir. Yani Türklüğü her şeyden üstün görmekle beraber gayrı-Türk unsurları da gerek kültür, gerek telkin yoluyla çok kısa zamanda temsil etmek… Ben de bunu doğru görürüm. İdare işine gelince: Benim de şahsî kanaatim mühim işlerimizi görecek şahsiyetlerin ya tamamiyle Türk olan, yani temsil olunmuş ve kendisini Türk’ten başka bir şey saymayan veyahut ta Türk ırkından gelen kimseler tarafından idare olunmasını uygun bulurum.

Hâkini — Karışık ırklar hakkında ne olacak?

Türkeş — Arzettim efendim. Madem ki Türkleşmiştir, dedesi veya ninesi şöyledir diye aranmasını doğru bulmam.

Savcı — Efendim; Türkleşmiş ise kabul ederim, diyor.

Hâkim — Demek Türk’üm diyenleri kabul ederim diyorsunuz?

Türkeş — Türklüğü tamamiyle temessül etmiş olanları… Efendim, yalnız demek kâfi gelmez. Bugün bir Yahudi de gelir ben Türk’üm der. Fakat onun dili Türkçe değildir, ananesi Türk değildir. Herşeyi başkadır. Buna Türk denemez. Benim söylediğim ananesi, dili ve her şeyiyle Türk olmasıdır.

Hâkim — Turancılık hakkındaki fikirlerinizi söyleyiniz?

Türkeş — Benim fikrime göre her şeyden mühim olan Türkiye’dir. Memleketimizin ilim, irfan, sanayi, iktisat vesair sahada en ileri dereceye ulaşması için çalışmak lâzımdır… Turan, yani Türk birliği yalnız Asyadakiler değil, bütün Türklerdir. Yani ilmî mânasından başka olarak bütün yeryüzündeki Türklerdir. Yani Türk birliği yalnız Asyadakilerle değil Bulgaristan’daki, Yunanistan’daki vesair yerlerdeki Türkleri de içine alan bir mefhumdur.

Hâkim — Hazırlık tahkikatında: “Küçük nüfuslu milletler tehlikeye maruzdur. Onun için ilk fırsatta bütün Türklerin birleşmesi lâzımdır.” diyorsunuz?

Türkeş — Efendim, izah edeyim: Bunlar benim, istikbale ait temennilerimden ibarettir. Tabiatıyle takdir buyurursunuz ki bir devletin kuvvetini teşkil eden birçok unsurlar vardır. Bunlardan birisi de devletin nüfusudur. Bu, Türk birliğine ait temennilerden birisi olabilir. Ben tahkikatta bunu arzettim. Tavzih etmek istiyorum. Bugün nüfusumuz azdır. Bunu çoğaltmak için hemen kalkıp birliğe doğru yürüyelim demedim. Bu da istikbale ait bir meseledir. Ve devletimiz için bir kuvvet teşkil eder.

Başkan Paşa — Peki, bu fırsattan istifade nasıl şey edebilir?

Türkeş — Efendim, meselâ 1917 de olduğu, gibi 1965’de veya 1999’da Rusya’da bir ihtilâl zuhur edebilir. O zamana kadar Türkiye harp endüstrisi bakımından da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur. Ve Türkiye’nin müzahereti ile bu birliğe doğru yürünebilir. İşte fırsat budur.

Başkan Paşa — Birliğin hududu ne olacak?

Türkeş — Türklerin bir bayrak altında birleşmesi…

Başkan Paşa — Coğrafî hudutları soruyoruz?

Türkeş — Efendim, coğrafî hudutlar, Türklerin kesif olarak bulunduğu yerlerdir.

Başkan Paşa — Demin bütün Türkler dediniz. Bulgaristan’da filânda Türk var. İran’da, İngilizlerin elinde de var?

Türkeş — Efendim, en büyük Türk, kütlesi Rusya’da olduğu gibi, bizim başka sebeplerden, başka âmillerden de en büyük düşmanımız Rusya’dır. Bizi bu hale getiren, bize diş bileyen, imparatorluğumuzu parçalayan da Rusya’dır. Bugünkü coğrafi vaziyetimiz dolayısiyle bizimle dalaşmaya, uğraşmaya mecbur kalacak olan devlet de yine odur. Onun için benim kanaatımca en büyük düşmanımız Rusya’dır. Bulgaristan küçüktür. İran, bizden her bakımdan geridir. İngilizlere gelince onların elinde Kıbrıs vardır. Kıbrıs’ta ise yetmiş seksen bin Türk vardır.

KAYNAK: Alparslan TÜRKEŞ, Temel Görüşler, Dergah Yay., İstanbul-1974