Alparslan Türkeş ve Dokuz Işık
Ahmet B. ERCİLASUN
Türkeş’i 04 Nisan 1997’de kaybettik. 23 yıl geçmiş ama daha dün gibi. Milyonların yürüdüğü o karlı günde konvoya ben de katılmıştım. Kırgızların ak kalpağı başımda, Millî Kütüphane önünden konvoyu bir süre seyretmiş, sonra da arka sıralardan yürümeye başlamıştım. Eski Türk kağanlarının yoğ töreni aklımdan çıkmıyordu. Tam bir yas günü idi. Milyonların gizli açık hıçkırıklarından yayılan, görünmez fakat yürekleri paralayacak kadar şiddetli bir akım, havanın karlı beyaz atmosferine karışıyordu.
Türkeş’i hatırlamak, 1944’leri, 1960’ları ve 1980’leri hatırlamak demektir. Türk milliyetçilik tarihine damga vurmuş bir siyaset ve ülkü adamını hatırlamak demektir. 18-20, hatta bazen 14-15 yaşlarındaki gençlerin, Anadolu’nun küçük şehir ve kasabalarındaki orta yaşlı insanların heyecan ve ümitlerini hatırlamak demektir. Milliyetçilik fikrinin dernek odalarından ve dergi sayfalarından çıkıp şehir ve köy meydanlarına kadar yayılmasını hatırlamak demektir.
Türkeş bunu nasıl yaptı? Azmiyle, iradesiyle ve fikir kuvvetiyle bunları başardı. 12 Eylül’de öldü zannedilen bir hareketi, sıfırdan başlatıp yeniden dirilten azim ve kararlılık sayesinde bugün milliyetçilik duygusu insanlarımızın büyük çoğunluğunun yüreklerine sinmiş durumdadır.
Alparslan Türkeş bir ülkü adamı idi. Türkiye’yi çağlar üstünden sıçratıp bütün ülkelerin en önüne koymak istiyordu. Tarihte Türk nice kez dünyayı yönetmişti, bugün de yönetebilirdi, yönetmeliydi. Bunun için ortaya millî bir doktrin koydu: Dokuz Işık.
Milliyetçilik, Ülkücülük, Ahlakçılık, Toplumculuk, İlimcilik, Hürriyetçilik, Köycülük, Gelişmecilik ve Halkçılık, Endüstricilik ve Teknikçilik.
Dönem, sosyalist ve komünist doktrinleri işleyen dergilerin, kitapların, yazıların havada uçuştuğu bir dönemdi. Aydın olmak için sosyalist olmak gerektiği düşüncesinin zihinlere kazındığı bir dönemdi. Gençlerin ellerine silah alıp banka soyduğu, adam kaçırdığı, üniversite öğrencilerinin, hatta köylerin ve kasabaların örgütlendiği bir dönemdi. Silahlı bir devrim, millî demokratik devrim yapılacaktı. Mitinglerde, sokak yürüyüşlerinde Marks’ın, Lenin’in posterleri taşınıyordu. Devrimci duvar yazılarına orak çekiç imzası konuyordu. Latin Amerika’daki komünist devrimcilerin gerilla kitapları tercüme ediliyor, kaldırımlarda satılıyordu. O kitaplardaki gerilla taktiklerine göre kurtarılmış bölgeler oluşturuluyor ve aynı taktiklerle, mesela arabalar devrilerek sokaklar korunuyordu.
Gençleri ve aydınları, hiç olmazsa onların bir kısmını, dış güçlere bağlı bu akımdan kurtarmak gerekiyordu. İnsanlarımıza millî bir doktrin lazımdı. Türk tarihinde ve Türk düzeninde zaten var olan özellikleri millî bir doktrin hâlinde gençlerimize ve aydınlarımıza sunmak gerekiyordu.
Türklerin destanları ve tarihleri, milliyetçilik ve ülkücülük örnekleriyle doluydu. Türk, ahlaklı idi; komşusu açken rahat uyuyamayan bir vicdana sahipti; yani ahlakçı ve toplumcu idi. Tarihimizin yükseliş dönemlerinde bilimi, gelişme ve ilerleme dileğini baş tacı ediyorduk. İlimci, gelişmeci ve teknikçi idik. Esarete tahammülümüz yoktu, hürriyetçi idik. Ve köylerimiz doktorsuz, öğretmensiz, geri bir vaziyette kalamazdı, üstelik Atatürk’ün dediği gibi köylü milletin efendisi idi; köycü idik.
Meydan nutuklarıyla, salon toplantılarıyla, parti merkezlerinde, öğrenci yurtlarında ve ülkü ocakları binalarında birer dershane hâline getirdiği odalardaki seminerlerle bu fikirleri işledi, yaydı. Gerektiği zaman üç kişiye, beş kişiye seminer verdi, bu düşünceleri işleyip yaydı. Eğitimciler topluluğu oluşturdu; eğitimciler başka eğitimcileri yetiştirdi, yeni yetişen eğitimciler Türkiye sathına yayıldı; bu fikirler işlendi, yüreklere, beyinlere kazındı.
Devlet gibi haftalık gazeteler, Töre gibi aylık dergiler çıkarılmasını destekledi; eli kalem tutanları, genç bilim adamlarını yazı yazmaya yönlendirdi. Gençler için Bozkurt dergisinin çıkarılmasını istedi; gençlerin düşünmesini, yazmasını, fikir üretmesini sağlamaya çalıştı.
Alparslan Türkeş hareketi içinde şu veya bu seviyede yer almış her milliyetçi, ülkücü bunları hatırlar ve kendisinin de mutlaka bu faaliyetlerin en az birinin içinde bulunduğunu bilir.
Türk siyasi tarihinde, arada kısa kesintiler ve farklı isimlendirmeler olsa da, 1965-1997 yılları arasında 32 yıllık bir Milliyetçi Hareket Partisi dönemi vardır. Bu dönemde Türk milliyetçiliği vatanın en ücra köşelerine kadar ulaşmıştır. Bugün parça parça görünse de Türk milliyetçiliği Türkiye’nin kurtuluş ümidi olmaya devam etmektedir.