ATTİLA
Asena Kınacı MORAL
Edebiyata olan merakım nedeniyle bir edebiyat kursuna devam ediyorum. Son dersimizde büyük Türk Hakanı Attila’yı konuştuk. Büyük Türk Hakanı atam Attila ile ilgili bir kurgu hikâye yazmayı düşünerek kalemi elime aldım. Onun savaşlarını mı yazayım? Aşklarına mı vurgu yapayım? Avrupa’yı korkudan titreten büyük komutanın sevebildiğini anlatmak güzel olmaz mı? Yoksa askeri dehası üzerine mi bir hikâye yazayım? Zeki bir devlet adamı olarak mı ondan bahsedeyim derken adından öteye hiçbir şey yazamadım. Peşinde atlarının nalları çelikten ordusu; dağlar, ovalar aşıyor, kaleler kuşatıyordu gözlerimin önünde. Dilimde o en sevdiğim marş: “ Delmiş Roma’nın kalbini mızrak gibi Hunlar.” Ama ben bir cümle olsun yazamıyordum.
Büyük Türk Hakanı Attila Avrupa’yı dize getirdi. Tüm Avrupa’yı vergiye bağladı. Hem Doğu Roma hem Batı Roma İmparatorluğunun korkulu rüyası oldu. İstanbul’u kuşattı. Onun her isteği Bizans tarafından kabul edildi. Attila İtalya üzerine sefer düzenledi. Roma’yı almak üzereyken kuşatmayı kaldırıp otağına döndü.
Attila hem güçlü hem de çok zekiydi. Güç ve gücün getirdiği sorumluluktan hiç korkmazdı. Yüksek bir askeri dehaya sahip olması büyük bir komutan olmasını sağladı. Onun ordusunun ihtişamı, etkileyici komutanlığı, korkusuzluğu Avrupa’yı korkutup titretmeye yetiyordu. Avrupalılar Attila’dan öyle çok korkuyorlardı ki; Tanrının kendilerini cezalandırmak için gönderdiğine inanıyor ve Attila’ya “Tanrının Kırbacı” diye sesleniyorlardı.
Attila, halkıyla birlikte “Tanrının Kırbacı” “Tanrının Kılıcı”ydı. Attila ve Hunlar sadece askeri alanda ve savaşta üstün değildiler. Yaşayışları, giysileri, eşyaları, gelenekleri ile yüksek bir medeniyetin kurucusu ve kullanıcısı oldular. Türklerin kadim kültürünü Attila halkıyla birlikte yaşayarak Avrupa’ya taşıdı. Medeniyet alanında da üstünlüklerini tarihe ve Avrupa’ya ispat etmiş oldu.
Doğu Roma elçilerine “ Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar her yeri fethederim.” demişti. Türk devletleri ve hakanları için bu söz Oğuz Kağan’dan mirastı. Türkler gelenek olarak daima güneşin doğduğu yerden battığı yere doğru akınlar yaptılar. Türkler Kızılelma’yı güneşin battığı yerde aradı. Türkler güneşin doğduğu yerden battığı yere doğru otağ kurdu, yurt tuttu. Onların bu ülküsü batıyı daima korkuttu ve korkutacak.
Tarih okurken, atalarımızı tanımaya çalışırken başka dünyaların kapıları açılıveriyor önümüze. Kapılarla beraber pencereler de çoğalıyor. Bugün koronavirüs salgını ile yaşamaya çalışırken, geçmişte atalarımızın da başka salgın hastalıklarla mücadele ettiklerini öğreniyoruz. Mücadele ettikleri salgın hastalık bir savaşın nedeni olabiliyorken sonucunu etkileyen önemli bir durum haline de gelebiliyor.
Attila, Avrupa’da var olan ve yayılan, ölümlere neden olan kara vebadan korunmanın yolu olarak “Kazana yakın olma, karası bulaşır.” atasözüne kulak verdi. Roma’dan uzaklaşarak kendini ve halkını kara veba tehlikesinden korudu.
Attila, kadınlar tarafından da çok beğenilen güçlü bir hakan, başarılı bir komutandı. Son eşi İldiko ile evlendiği gece hastalanarak genç denebilecek yaşta öldü. Ya da öldürüldü.
Onun hakkındaki tarihi bilgilere Avrupalı tarihçilerin kaynaklarından ulaşılabiliyor. Avrupalılar da ondan çok korktukları için korkunç bir komutan olarak anlatıyorlar. Attila hakkında Türk edebiyatında yazılmış eser yok denecek kadar az. Ben de bu konuda eksiklik ve vefasızlık ararken genç kalemlerin bu eksikliği gidermesi için de dua ediyorum.
Şöyle bir gözlerimi kapatıp hayal ediyorum. Attila’yı hafızamda canlandırıyorum. Kadim Türk kültürü ile yoğrulmuş tunçtan bir heykel gibi atının üzerinde karşımda duruyor. Kara gözleri çakmak çakmak bana bakıyor. Gülümsüyor. Kurt başlı kılıcını havaya kaldırıyor. Uzun saçları rüzgârda savruluyor. Atıyla birlikte yeni zaferlere koşuyor. Oğuz Kağan gibi, Bilge Kağan gibi, Alparslan gibi, Mustafa Kemal gibi damarlarımdaki asil Türk kanı onu bana, beni ona bağlıyor.