HASTANE PENCERESİ
-Bir Korona Hastasının Güncesi-
Asena Kınacı Moral
Bu yüzyılın vebası olan koronaya ben de yakalandım Bir süredir şifa bulabilmek için hastanede yatarak tedavi görüyorum. Bir hastane odasında pencere kenarındaki yatağımdan dışarıyı seyrediyorum. İki akasya ağacı dallarıyla birlikte iki kardeş gibi el ele yan yana gökyüzüne doğru uzanıyor. Akasya ağaçlarının yaprakları dökülmüş. Akasya ağacının dallarına üzerinde tutunmaya çalışan birkaç sararmış yaprak hafif rüzgârla titreşiyor. O titreşen yapraklar da dökülecek, biliyorum. Sonbahar geldi de gidiyor. Artık kış pencerelerden selam veriyor hepimize.
Hastane odasındaki penceremden sadece sonbahar rüzgârında dökülmemiş son yaprakları titreşen akasya ağaçlarını ve masmavi gökyüzünü görüyorum. Dışarıda görebileceklerimi artırmak için yatağımdan pencereye doğru boynumu eğerek uzatıyorum. Kolumdaki serum iğnesi ve burnumdaki oksijen tüpüne bağlı kablolar beni kendine doğru çekerek benimle konuşurmuş gibi “Dur!” diyor. Kolumdaki serumun ve oksijen tüpünün kabloları hasta olduğumu yeniden hatırlatıyor bana. Bu hastane penceresinden görebildiğim akasya ağaçları ve masmavi gökyüzü için Allah’a şükrediyorum. Nefes almamı kolaylaştırsın diye ağzımı burnumu kaplayan ve ağzıma burnuma sürekli oksijen veren makineye sevgiyle bakıp gönderdiği tüm oksijeni içime çekiyorum.
Ahh…Şimdi evde olsaydım oğluma sımsıkı sarılırdım. Mutfakta olurdum muhakkak, mutlak. Onların sevdiği yemeklerden yapardım. Önce hepimizin en çok sevdiği, kokusu evimizin her köşesini kaplayan ve evimizin bereketinin temsili olan tarhana çorbasından yapardım. Elimin lezzetini, yüreğimin sevgisini kattığım köftelerim ve tane tane dağılan pirinç pilavımla süslü bir akşam sofrası hazırlardım. Salatayı belki sevgili eşim yapardı. Hep birlikte akşam yemeği yemenin huzuruyla evimizde geçirdiğimiz akşamın keyfini çıkarırdık. Ne yediler onlar acaba akşam yemeğinde?
Ahh…Şimdi bensiz ne yapıyorlar? Bilmem ki… Birden kafamda bir şimşek çakıyor. Ya hiç dönmezsem ne yaparlar? Eşim bensiz yapayalnız kalır. O bensiz yarım kalır. Yürüyüşe çıkamayız akşamları, yağmurlarda yürüyemeyiz el ele. Bir daha onun gözlerine bakarak şiirler okuyamam. Oysa… İkimiz birlikte emekli olacaktık. Biz emekli olduğumuzda birlikte kutsal topraklara gidecektik. Mekke’yi Medine’yi birlikte ziyaret edecektik. Peygamberimizin havasını kokladığı suyunu içtiği o diyarlarda gezecektik. Türkistan’a da birlikte gidecektik. Atalarımızdan kalan taş mektuplara dokunacaktık ve atalarımızın ruhu ile oralarda buluşacaktık. Atalarımızın at koşturduğu Altay Dağlarının mis gibi havasını içimize çekecektik. Ötüken Yaylası’nda atalarımın ayak izlerinin olduğu topraklarda çimenlerin üzerinde oturup birlikte dinlenecektik. Sonra ölsek de gam değil bize, kalsak da …
Bu kötü düşünceleri ve düşüncelerle beraber hayalimde yaşattığım dramatik senaryo sahnelerini kafamdan silip atıyorum. Buradan çıktığımda ailemle birlikte yaşayacağımız güzel günlerin hayalini kurmalıyım. Bu benim bedenime de yüreğime de güç verir de çabucak iyileşirim, muhakkak…
Oğlum her sabah beni öpüp okuluna gidecek, okulundan geldiğinde çantasını vestiyere atıp tuvalete koşacaktır. Elini yüzünü yıkayıp odasına gidecek, bense “Ne yemek istersin?” diyerek peşinde gezip dolaşıp sorup öğrenip onları hazırlamak için koşturacağım. Bu günlük sıradanlığı yaşamak ne kadar büyük bir nimetmiş diyorum şimdi kendi kendime. Oğlum beni öperek okuluna gitsin, beni öperek evine gelsin. İşte! En büyük mutluluk bu imiş! Bu tek kişilik odada yalnız ve çaresizce bedenim de ruhum şifa beklerken felsefi(!) olarak mutluluğun ne demek olduğunu keşfettim diye gülümsüyorum.
Akşam işten eve döndükten sonra eşimle yeniden karşılıklı çay içmenin keyfine varabilecek miyiz bir daha? Onun sevdiği kekten yapabilecek miyim? Eline sağlık diyebilecek mi bana? Ah! Tanrım! Ne kadar güzelmiş her şey, ne kadar büyük mutluluklarımız varmış da farkında değilmişim diyerek kızıyorum kendime. Oğluma odanı toplamana yardım edebilir miyim? Diyebilecek miyim bir kez daha? Oğlumla birlikte kitap okuyabilecek miyiz? Onunla sevdiğimiz şarkıları birlikte mırıldanabilecek miyiz? Oğlumun her gün biraz daha büyüyüp delikanlı olduğunu görebilecek miyim? Oğlumun okulundan mezun olduğunu, asker olduğunu, damat olduğunu, hatta …hatta…baba olduğu görebilecek miyim?
Bu kaygılı düşünceler, acabalar nefes almamı güçleştiriyor. Nefes almakta zorlanırken korku ve endişe ile bu hastane odasında bana neyin iyi geleceğini düşünüyorum yeniden. Sevgi… Onları sevmek… Onlar tarafından sevilmek. Onları ne çok sevdiğimi düşünüyorum. Yüreğim yumuşacık oluyor. Onlar da beni seviyor, bunu biliyorum. Sevgili eşimin elimi avucunun içine alıp “İyileşeceksin!” dediğini hayal ediyorum. Oğlumun boynuma sarılıp beni öptüğünü, bana “Anneciğim!” dediğini hayal ediyorum. Nefes alıp vermem biraz daha normale dönüyor. “Eşimi ve oğlumu çok seviyorum, Tanrım!” diyorum. Sonra sakin ve derin bir nefes alıyorum. Ferahlıyorum.
Çocukluğumda evimizin karşısındaki küçük tepenin yamacından aşağıya kendimi bırakır, deli gibi koşardım. Rüzgâr yüzüme vurur, saçlarımı uçuştururdu. İşte o küçük çocuğum şimdi. Yamaçtan aşağıya inerken aldığım rüzgârla karışık kekik kokulu dağ havasını içime çekiyorum. Nefes almam normale dönüyor. Şükrediyorum. Bir kez daha sevginin bir mucize olduğuna şahitlik ediyorum.
NOT: Maske, mesafe ve temizlik kurallarına uyalım. Bilim insanlarının öğütlerine kulak verelim. Aşımızı olalım. Bu hastalık can yakamasın, can alamasın.