“SANCI”YI OKUMAK
Asena Kınacı MORAL
“Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi”
Yunus Emre
Emine Işınsu tarafından yazılan Sancı romanını ilk olarak ortaokulu bitirdiğim yıl yaz tatilinde okumuştum On üç, on dört yaşlarında büyümeye çalışan küçük bir kız çocuğu idim. Kitabın sonuna geldiğimde ben “ağabeyini kaybeden bir çocuğun üzüntüsünü” yüreğimde keskin bir bıçak gibi hissettim. Kitabın son cümlesini de okuyup kapağını kapattığımda gözyaşlarımı tamamen serbest bırakıp küçücük yüreğimle, hakkı güçlünün elinden alıp haklıya vermek için ant içtim.
Aradan yıllar geçti çocukluğumu özlediğim bir gün, Emine Işınsu’nun Sancı romanını kitaplığımdan alıp yine okudum. O sırada yirmi yaşında genç bir kızdım. Kitabın son sayfalarına geldiğimde pembe hayallerle baş başayken, “sevgilisi öldürülen genç bir kızın” yürek yangını ve çaresizliğiyle sarsıldım. Şimdi kırklı yaşlarımı geçmiş bir anneyim. Bu dünyada yegâne amacı üniversite okuyup vatana millete hizmet etmek olan, arı, duru, saf, masum bir evladın kalleşçe türlü işkenceler ve eziyetler edilerek, okulunun dördüncü katından atılıp şehit edilmesini düşündüğümde bir annenin yüreği, takâti kaldırabilir mi? bilemedim. Sancı’yı anlatmak, Ertuğrul Dursun Önkuzu’nun hatırasını yaşatmak mazlumlar adına, zalimlere karşı üzerimde bir vebal olarak da durmakta… diye düşünüyorum.
Romanda olaylar 1970 yılında Ankara’da geçiyor. Ankara Yüksek Öğretmen Okulu komünist militanlar tarafından ele geçirilmiştir. Okulda komünistlerle aynı görüşte olmayan, boykot eylemlerine katılmayan bu nedenle de dersliklerden dışarıya çıkmalarına izin verilmeyen, rehin alınmış öğrenciler de vardır. Süleyman Özmen, rehin alındıkları için yetmiş iki saattir aç-susuz kalan arkadaşlarına ekmek getirmiştir. Komünist militanlar Süleyman’ı silahla vurur. Romanın kahramanı Dursun, tanımadan sevdiği-ülküdaşlık hukukuyla bağlı olduğu- yaralı arkadaşı Süleyman’ı dizine yatırır, ona yardım etmeye çalışır. Dursun, Süleyman Özmen’i ölmeden önce son kez görenler ve yüreği bununla yananlar arasındadır.
Roman 23 Mart 1970 tarihinde Süleyman Özmen’in sol görüşlü öğrenciler tarafından şehit edildiği günün acı dolu hikâyesi ile başlar. Türkiye’de o günlerde üniversitelerde yaşanan gerçek olayların anlatılmasıyla devam eder. Romanın kahramanı Dursun’un 23 Kasım 1970’te şehadeti ile de son bulur. Dursun tanımadan sevdiği ülküdaşı Süleyman’ın şehitliğine şahitlik etmiş ve sekiz ay sonra aynı kaderi yaşamıştır.
Yazar Romanda, Dursun’un gözünden, yüreğinden, dilinden milleti sağ-sol diye ayırarak 1970’e getiren olayların nedenlerini anlatır, 1970 Türkiye’sini anlatır. Yarınların için de Dursun’un ülkülerini dillendirir. Ülkücü hareketin “Büyük ve Güçlü Türkiye” sevdası ile Marksist sol örgütlerin ideolojilerini karşılaştırarak anlatır. Devrimci gençliğin militarist yaklaşımı, devrim için her yolu mubah gören anlayışı ve eylemlerine karşılık Anadolu’nun uzak köylerinden, kasabalarından memlekete faydalı olma hayaliyle Ankara’ya okumaya gelmiş gençlerin, kendilerini müdafaa haklarını kullanmaları, Ülkü Ocaklarında ve Devlet dergisi bünyesinde organize olarak hayallerini gerçekleştirme çabaları sade, arı, duru bir Türkçeyle anlatılır.
Romanda geçen kahramanlar 1970’lerde yaşayan gerçek kişilerdir. Romanın kahramanı kadar romandaki tüm kişilerinin seçiminde, canlandırılmasında, hayat tarzlarının anlatılmasında ve fikirlerinin yani ideolojilerinin bir ayna gücüyle romanın sayfalarına yansıtılmasında yazar kaleminin gücünü bir kez daha gözler önüne serer. Devrimci gençliği temsil eden Leyla, Turgut, Seyhan ve diğer arkadaşlarının gözünden onların kurmaya çalıştıkları dünya düzeni ve ideolojileri yazar tarafından gerçekçi ve tarafsız bir yaklaşımla anlatılır. O günün ekonomik, sosyal, siyasal şartlarında bir gazi dedenin, annenin, hemşirenin, işçinin, profesörün ve hatta bir çocuğun gözünden ideolojilerin sosyal hayata yansıması, evi, okulu, sokağı, iş çevrelerini, siyaseti etkilemesi herkesin anlayacağı bir dille anlatılmıştır. romanın kahramanı Dursun ile arkadaşları ülkücüdür. Leyla ve arkadaşları ise devrimci gençlerdir. Leyla’nın babası ortada tarafsız kalmayı tercih eden bir profesördür. “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi” ile karşı görüş devrim anlatılırken Saadettin Bey ile bir ev hanımı olan eşi ve oğulları Ali de olayların örgüsünde duygusal ve fikirsel olarak yer alır. Ali, Ülkücü Dursun ağabeyine özenirken, Leyla, prensesleri andıran hayatın içinden çıkıp devrimci komünist bir militan olmayı tercih etmiştir.
Emine Işınsu’nun kalemi, bize Türkiye’nin o gün içinde bulunduğu sokak olaylarından, üniversite olaylarından etkilenme biçimini, geniş ve gerçekçi bir şekilde anlatıyor. Devrimciler “ Taş ne kadar büyük atılırsa sudaki halkalar o kadar büyük olur.” sloganıyla devrime ulaşmak için her yol mubah tarz-ı siyasetiyle memleketi kan, gözyaşı ve ateş çemberi içerisinde bırakıyorlar. Caddeler, sokaklar, okullar güvensiz. Okullarda öğretmenlerin can güvenliği yok, herkes tedirgin… Kitabı okurken o günün Türkiye resmini de görmüş, yaşamış oluyorsunuz. Devlet, hükümet, kanunlar, kolluk kuvvetleri varken memleketin böyle bir manzaraya bürünmesini aklınız almıyor olsa da gerçekler yüzünüze tokat gibi çarpıyor. Bizi üzen bu olaylar zincirinin içerisinde toplumun bu halinden keyif alan ve bu durumdan nemalanan çevrelerin varlığı hatta olayları alevlendirmeye çalışmaları da dost-düşman üzerine okuyucuyu düşündürmektedir. Ayrıca siyasilerin, iş çevrelerinin, ordunun, kolluk kuvvetlerinin olaylara seyirci kalarak bir nesli adım adım nasıl felakete sürüklediği anlatılıyor. Basının yalan yanlış haberleriyle, taraflılığı ve Ülkücülerin kamuoyundaki yalnızlığı da bir kez daha romanda gözler önüne seriliyor.
Dursun ve ailesi Tokat Zilelidir. Dursun, Gazi Üniversitesinde öğrencidir. Okulunu bitirip ailesinin yanına gitmek, sevdikleriyle güzel bir dünya kurmak istemektedir. Ailesinin tek erkek evladı olması nedeniyle anne-babası ve kız kardeşlerinin ona ihtiyacı olduğunu düşünmektedir. Büyüklerine saygılı, küçüklerine karşı şefkatlidir. Alçakgönüllü ve yumuşak başlıdır. Erdemli ve ahlaklı bir gençtir. Dursun hem gerçek hem de ideal insan tipi ile herkes için semboldür. Dursun’un saf, temiz ve güzel hayalleri vardır. İnsanca yaşamak ister. Tüm insanların da insanca yaşamasını…Onun dünyası hem küçük hem de çok büyüktür. Ankara’nın Kızılay’ında yaşayan da Zile’nin bir köyünde yaşayan da imkânlar bakımından eşit olsun ister. Her türlü kamu hizmetinden herkes eşit faydalanabilsin ister. Analar, babalar, çocuklar mutlu olsun, ocaklar tütsün, herkes evine ekmek götürsün, ister. Kan ve gözyaşı olmasın ister. Öyle ki çocukluğunda bir kaza nedeniyle hastanede tedavi olurken hastanenin bazı olumsuz şartlarını çocuk gözüyle değerlendirip olumsuz şartların ortadan kaldırıldığı şifa dağıtan, herkesin sevgiyle tedavi edilebildiği bir hastane yaptırmak hayalleri kurar. Yüreği memleket ve millet aşkı ile doludur. Ve tüm insanlara karşı şefkatlidir. Tüm ülkücüler gibi… Ahlaklı, sevgi dolu ama mahcuptur. İnandığı değerlerin yaşamasında ve yaşatılmasında ne kadar gözü kara ise Leyla ile selamlaşırken de o kadar mahcuptur. Tüm ülkücüler gibi… Küçük yüreğine kocaman sevgiler, sonsuz iman sığdırmıştır. Tüm ülkücüler gibi… Dursun’un kişiliğinde ülkücülüğü ve ülkücüleri de tanımış oluyor okur. Roman sayfaları ilerledikçe bu gerçek ama ideal kişilik, okurun kâh ağabeyi, kâh sevgilisi, kâh evladı ya da kardeşi oluveriyor.
Sancı romanını değerli kılan önemli bir husus da sağ-sol olaylarının gerçek ve yaşanmış olması, olayların da gerçek kahramanlar üzerinden anlatılmasıdır. Ülkücüler köylerden, kasabalardan, büyük şehirlerdeki okullara okumaya gelen fakir fukara çocukları iken, devrimci gençler zengin ve mutlu hayatları olduğu hâlde açlık, emek, devrim çığırtkanlığı ile yabancı özentisi arasında sıkışmış gençlerdir. İman, bilgi eksikliği ile gençlerin kendi tarih ve kültürünü bilmemesi de Türk gençliğini 1970’lerdeki sıkıntılı günlere taşımıştır.
Romanda Türk milliyetçiliği, aksiyoner bir fikir sistemi olmasına karşın, o günün koşullarında, güçlü taraf karşısında; ezilen, dövülen, vurulan, ötelenen taraf olarak kendilerini savunma içgüdüsü ile reaksiyoner hareket olmak zorunda kalmıştır. Ülkücüler, Devlet dergisinde Dündar ağabeylerinin seminerlerini, sohbetlerini dinlemek isterler. Ama sokakta yolları kesilir, okulda önlerine çıkılır, bir kişi on kişi tarafından dövülür, bu çaresizlik onları kavgaya zorlar… Ülkücüler de kardeşin kardeşi vurduğunun bilincinde olmakla birlikte olaylara dur diyemeyeceklerdir. Sancı romanı bu yönüyle ülkücü gençlerin nasıl kavgaya çekildiğini, aslında etki hareketi olmakla birlikte, komünizme karşı tepki hareketi olmak zorunda kalmışlığını açık yüreklilikle anlatan bir romandır. Buna mecburiyet sosyal olarak bir gerçektir. Hak kuvvetlinin, devrimcinin, güçlünün şiarını “Hak haklınındır!” diyerek değiştirmek isterken şehadete giden ülkücü gençler bu mecburiyeti bu yolda canlarını feda ederek ispatlamışlardır. Ve özenti halinde tüm dünyayı kasıp kavuran komünizm fikri Türk milletinin, ülkücü Türk gençlerinin genetiğine çarpıp komünist ülkelerin demir perdesini yıkıvermiştir.
…
Emine Işınsu, Türk milletinin derdiyle dertlenen, sevinciyle sevinen bir yazardır. Yazarın pek çok romanı vardır. Romanlarında Türk milletinin sevdasını, acılarını, töresini göz yaşını, ülkülerini dile getirir. “Çiçekler Büyür” de Bulgaristan Türklüğünün çilelerini anlatır. “Ak Topraklar” Anadolu’nun vatan oluşunu anlatır. Azap Toprakları Batı Trakya Türklerinin acılarını anlatır. Tutsak Kerkük sevdası ve hasreti üzerinedir. Velhasıl kahramanları biziz ve hep bizden biridir. Dursun’un Gazi dedesi gibi, dedelerimiz gibi…Oğlunun kavgalara karışmasından endişelenen ve “Sen de ortadan oluver oğlum Dursun” diyen annesi gibi…Annelerimiz gibi… Ve her kitabını okurken Emine Işınsu ülkücü olmasa idi o da herkes tarafından övülen, popüler bir yazar olurdu diye de düşünmeden edemem. Sancı romanında; Emine Işınsu’nun erkek gözüyle görüp yazması ve kadın kimliğini gizlemesi de beni çok etkileyen özgün bir yaklaşımıdır. Romanının sağlam kurgusu, olay örgüsü, kişileri ile kitabı yaşarsınız. Her romanını olduğu gibi Sancı’yı da başlayıp bitirdiğinizde hem öğrenmiş hem anlamış hem yorumlamış hem de vatan millet aşkı ile duygulanmış, mensubiyet fikriyle millet yolunda çalışmaya adanmış bir şahsiyete dönüşürsünüz.
Sancı romanı, Devlet dergisi, Dündar Taşer, Erol Güngör, Emine Işınsu, Galip Erdem gibi kıymetli değerleri de bize hatırlatır. Onların anılarına, Devlet dergisinin yayın hayatına şahitlik eder. Ülkü Ocaklarına ve Devlet dergisine duyulan sevgi ve saygı, ocağın söndürülmemesinin gerekliliği romanın her sayfasına işlemiştir. Ülkü Ocaklarının bir bina, daire, olmaktan çok manevi bir okul olduğu ve köklü “ Milliyetçi Hareket” fikri inanmışlıkla anlatılmıştır. Örneğin 9 Mayıs 1970 Tandoğan Mitingi “9 Işık Yürüyüşü“ etkinliği adı altında organize edilmiş ve yine bu hareketin önemli tarihi bir günü olmuştur. Emine Işınsu o günü yaşayan olarak bize yaşatarak anlatmıştır. Bizler bugünde yaşarken o güne tanıklık edebiliyorsak, bu edebiyatın özelliği ve yazarın bize güzel bir hediyesidir.
1977 Töre-Devlet dergisi 7.baskısı olan elimdeki bu kitapta bazı baskı, dizgi ve yazım hataları da göze çarpıyor. Ancak kitabın beni sürüklediği duygularla ve bizimkilerin zor şartları gözümün önüne gelince görmezden geliyorum bu hataları.
Sevgili okur; gelin, Sancı romanını tüm siyasi kimliklerinizi masanın bir kenarına bırakarak okuyalım. Sancı’yı, edebiyata, dar bir çerçeveden bakarak okumak yerine gerçek bir aydın gibi önyargısız okuyalım. Ertuğrul Dursun Önkuzu bu vatanın öz evladıydı. Bu toprakların ruhunu taşıyan gerçek bir Türk yiğidiydi. O bir bozkurt’tu. O sessiz, sakin, mazlum kişiliği ile birlikte korkusuz bir Türk genciydi. İpeğe sarılmış çelikti. Ve yirmili yaşında yitti, gitti.
Dursun’un sınavına girebilmek için gittiği ilim-irfan yuvası okulunda komünist gençler tarafından yakalanıp, rehin alınarak günlerce değişik işkencelere maruz bırakılarak öldürülmesi bıçak kesiği bir yaraymış gibi Türk milletinin vicdanını daima kanatacak. Kimseye karşı kötü niyet beslemeyen mazlum bir evladın yine bu toprakların çocukları tarafından şehid edilmesinin sızısı millî birlik ve beraberliği, kardeşliği perçinleyecek. Sancı okundukça, Dursun’un bisiklet pompasıyla şişirilip patlatılan sönmüş ciğerleri, her zaman yeni nesillere kocaman derin bir nefes olacak. Fikirleri, hatırası ve adı ilelebet yaşayacak. Sancı kitaplığımda, kapağını daima sevgiyle ve inançla açtığım bir kitap olarak kalacak!
Ne diyordu Dursun : ”Erenler ölmez, suret değiştirirler!”…
Vesselam!
ONLINE SİPARİŞ: https://www.kitapyurdu.com/kitap/sanci/278435.html