Sevgili Aydın
Asena Kınacı MORAL
Caddede, sokakta, kahvehanede, iş yerinde, her yerde bildiğini de bilmediğini de, üzerine vazife olanı da olmayanı da sürekli, boş ve gereksiz konuşanlar için Türkçemizde bir cümle icat etmişiz. Herkes ve her şey hakkında bilerek- bilmeyerek, anlamlı-anlamsız konuşanlar için söylenen “Ağzı olan konuşuyor.” cümlesi “halk felsefesi(!)”ne ait güzel bir söz olarak lügatimizi süslüyor.
Ağzı olup konuşanlara oturdukları ve konuştukları yerde siyasi önyargılarla, ideolojik dogmalarla, fikri saplantılarla hükümeti yıkıp, yeni devlet kurmak vazifedir. Böyleleri siyah-beyaz; iyi-kötü; doğru-yanlış gibi iki kutuptan birini seçerek ağzına geleni konuşmayı marifet sayar. Şartlarını yaşamadıkları ve hatta bilmedikleri zamanları ve durumları konuşmaktan öteye geçerek o zamanı, durumu ve kişileri yargılamaya başlarlar. “Dedelerimiz şunu iyi yapmamışlar, şu zamanda iyi düşünmemişler, şunu doğru hayal etmemişler.” Üstelik bunları konuşanlar bir bardak suyu bir susamışa nasip olmayanlardır. Bu çok bilmişler bir saatini ihtiyacı olandan, bir damla terini vatandan esirgeyenlerdir. “Gel, bir adım at güzelliklere, iyiliklere, yeniliklere…” dediğinizde bu sürekli konuşanlar arkasını dönüp ilk gidenlerdir. Konuşup konuşup hiçbir şeyden hiç memnun olmayanlar da yine onlardır. Onlar için herkesin, her şeyin, eskilerin, yenilerin illaki bir eksiği vardır. Bu çok bilmiş entellektüellerimiz(!) her olaya, her duruma, her kişiye dudak büküp küçümseyecek bir neden de bulurlar tabii olarak…
Ağzı olup konuşanlar her zaman her yerde her şeyi biliyor, her konuda konuşuyor. Onlar için günlük konuları konuşup tartışmak yetmiyor bir süre sonra derinlere(!) iniyorlar. “Fatih neden gemileri havadan değil de karadan yüzdürmüş mirim?” diye başlayan ateşli tartışma konuları açılıyor. “Milli mücadele kazanılmış büyük bir mücadele değil. Bilmem hangi milletin hangi milletle yaptığı savaş siz bilmezsiniz muazzamdır.” “Tarihimizde imzalanan şu anlaşma kazanç olacakken iyi pazarlık yapamadığımız için kayıp oldu.” “Baklava bizim mi ki?” ”Türkçe bilim dili miymiş? O kadar zengin bir dil değil ki…” “Hatay’ı anavatana bağlamak çok zor da değildi de neyse…” Bu çok bilmişlerin(!) aydın(!) kafaları ile dillerine yansıttıkları entelektüel(!) sohbetleri, konuşmaları uzayıp gider … Bitmez…
“Ben Türk edebiyatı sevmiyorum azizim, Türk edebiyatında yazar mı var?” Sen ne yazdın?
“Kimse okumuyor bizim memlekette, aydın mı var?” Sen ne okudun? Kime bilginden, birikiminden fayda sağladın, kime yeteneklerinden aktardın, anlattın, kimi aydınlattın? Kime yardım ettin?
“Milletçe tembeliz efendim, Avrupalılar öyle mi?” Sen günde kaç saat çalıştın? Gündüz oturmayıp, gece uyumayan atalarını hatırlayarak bir gündüz ve gece geçirdin mi?
Herkes kötü? Siz iyisiniz! Hep konuşun, hiç susmayın! Konuşurken de fazla düşünmeyin, yormayın kendinizi: “Ahh o başbakan var ya; taş taş üstüne koymadı; ah o komutan var ya hangi savaşı kazandı ki? Ahhh o tarihçiler, edebiyatçılar hep yanlış yazdı, çizdi. Bu köprüleri yapanda da hayır yok. Gelmişi geçmişi at gitsin çöpe. Bugüne de bu hiçliklerle gelindi.” Bütün göçüp gitmişler hep boşa yaşamış bu fani dünyada. Yanlış yapmış, yanlış yaşamış. Siz dosdoğrusunuz! Her şeyi biliyorsunuz. Bildiklerinizle dolu dolu yaşıyorsunuz.
Benim çocukluğumda bakkal, tuhafiye gibi yerlerde üzerinde “Bugün Allah için ne yaptın?” yazan çerçeveli yazılar asılırdı duvarlara. Çerçeveli yazıdaki bu soru çoğunuzu gülümsetebilir ama insan-kul için çevrede ki bu yazı manidar gerçek ve güzel bir hatırlatma sorusudur bana göre. İnsanlara hayatı dolu dolu yaşarken mezarlıkları da arada sırada ziyaret etmeleri gerektiğinin hatırlatılması kadar elzem bir hatırlatmadır. Hayatı nefes kadar da ölüm kadar da yakın olarak bize hatırlatan Yüce Allah’ın hatırlatması da böyle değil midir?
Üniversite öğrenciliğim yıllarında bir gün hocalarımızdan biri derse geç kalınca herkes sınıfı terk etmişti. Bense hocamı beklemeye devam ettim. Kıymetli hocamız derse Beytepe’den geldiği için geciktiğini belirterek özür diledi. Sınıfta birkaç kişi kalmıştı ve benim hiç unutmayacağım bir söz söyleyerek dersine devam etti. “Bir öğretmen için bir öğrenci çoktur.” Sevgili hocamın anlamlı cümlesini hayatımda şiar edindim. Bir kişi benim için her zaman çoktu. Attila, Bilge Kağan, Fatih, Yavuz, İbn-i Sina, Cezeri, Uluğ Bey, Yesevi, Kaşgarlı Mahmut, Piri Reis, Mimar Sinan, Yusuf Has Hacib, bir kişi değil mi? “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın.” diyen Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed bir kişi değil miydi?
Sevgili Aydın!
Türk milli kimliği ve tarihi bir bütündür. Bu nedenle milli şuur ile geçmişe sahip çıkmalıyız, milli duruş ile bugünü süze süze yaşamalıyız, geleceğe milli kimliği bize emanet edildiği gibi bırakmalıyız. Milli kimliği oluştururken Yavuz’u atalım da Gazi’yi tutalım; halıyı dokuyalım da kilimi bırakalım diyemezsiniz. Türk milletinin bütün değerlerine sahip çıkılarak eksikler tamamlanarak, hatalar araştırılarak, güzellikler emanet alınarak bugünü yaratma iradesi bugünün insanının yani sizlerin- bizlerin elindedir. Bugünün insanı olarak ne yaptığının ne yapacağının herkes farkında olmalıdır. Geçmişi çok överek de geçmişe küfrederek de bugünü güzelleştiremezsiniz ve yarına güzellikler emanet edemezsiniz. Geçmişi çok iyi bilmek, ders almak, bugün o günkülerden daha çok milli şuurla çalışarak yarını-geleceği-inşa etmek gereklidir bize.
İnsanlık için, milletimiz için atılmış tek adım kıymetlidir. Allah rızası gözeterek uzatılan her el kıymetlidir. Bu nedenle Allah’ın bize verdiği ağzı sürekli boş konuşarak kullanmak yerine beynimizi, elimizi, kolumuzu, yeteneklerimizi, Allah’ın bize verdiği her türlü nimeti hak ve hakikat yolunda kullanalım. Geçmişte ve bugünde hak ve hakikat yolunda sarf edilen emeklere saygı duyalım.
Nefes alırken, yaşarken, imkânlar elindeyken, aklın varken, elin-ayağın tutarken sen ne yapıyorsun kardeşim? Bir tuğla da sen koyabilirsin. Bu tek adım senin adımın olabilir: Haydi!