SÜMBÜL KOKUSU
Asena Kınacı MORAL
-Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve “Çağlayanlar”ının kahramanlarına saygıyla-
Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun kısa hikâyelerinden oluşan “Çağlayanlar” isimli kitabındaki hikâyelerden biridir “Sümbül Kokusu”. İlk anda, adıyla dikkatimizi çeken hikaye çiçek kokusunu hissetmenin güzelliği ile devam ediyor. Sanki hikâyenin her satırında bizler sümbül çiçeği kokluyoruz. Bu gün kullanmayı unuttuğumuz fakat o gün daha fazla kullanılan Türkçe kelimelerin zenginliği hikâyeye ayrı bir tat veriyor. Sözlüğe bakmadan anlamını bulan dost kelimeler. Yazar kişileri ve yerleri öyle gerçekçi anlatıyor ki, kişiler yıllardır tanıdığımızı sandığımız arkadaşımız olurken, İstanbul sokakları da bedenimiz ve ruhumuzun gezdiği sokaklara dönüşüyor. 1915’lerin İstanbul’unda biz de kahramanımızın İstanbul sevgisiyle dolaşıyoruz. İstanbul tüm güzellikleriyle gözümüzün önünde canlanıveriyor. Yazarın kalemine, diline gıpta ediyoruz.
Hikayenin kahramanı Hüseyin Arif, Budapeşte Üniversitesinde okuyan bir öğrencidir. Metruk bir apartmanda fakirane bir öğrenci odasında kalmaktadır. Odasında önceki günden kalan gazeteyi eline alarak yeniden okur. Haberin her satırı hançer, her noktası kurşun gibi bedenine işler. İstanbul zor durumdadır. Romanya silah geçişine izin vermemektedir. Silah ve cephanemiz yoktur. İstanbul’un müdafaasından ümit kesilmiştir. İngiliz ve Fransızlar yerden, gökten, denizden İstanbul’a saldırıya hazırlanmaktadır. Sayamayacakları kadar dretnotları, tayyareleri, tahtelbahirleri vardır. “Bizim neyimiz var? Bizim ise bir göğüs bir bazu. O da dayanır mı düşmana karşı?!” diyor Hüseyin Arif. Gazetede okuduğu bu haberin acısı ve üzüntüsü ile İstanbul’un güzellikleri gözünün önünden geçiyor. İslam’ın gözü, Türkün kalbi olan bu renk ve nur durağı memleketinin güzelliklerini düşünürken memleketini bütün yönleriyle tasvir ederek anlatıyor. Genç Hüseyin Arif, “İstanbul’un yıkık duvarları Avrupa’nın en güzel binalarından daha güzeldir, harap mezarlıklarımız buraların kütüphanelerinden daha düşündürücüdür, İstanbulumun hamalları buraların lordlarından daha civanmerttir” diyerek “bülbülü altın kafese koymuşlar, ille de vatanım demiş” atasözünün gerçekliğini de savunan bir vatansever olarak karşımıza çıkıyor. Hüseyin Arif “Vatanımı çiğnetme!” diyerek Allah’a yalvarıyor. Çaresizlik içinde ağlıyor. Çalışma masasının çekmecesinden revolverini alıp kurşunlarını kontrol ediyor. Aile bireylerini gözünün önünden geçirip sanki hepsiyle vedalaşıyor. Eline kâğıt kalem alıyor. O sırada o kadar bunalmış ki rahat nefes almak için pencereyi açıyor. Ev sahibinin hediyesi sümbül saksısını görüp kokluyor. Ne oluyorsa işte o sırada oluveriyor. Evinin kapısı da o anda çalınıyor. Gelen, Mehmet Siyavuşgil isimli arkadaşıdır. Penceredeki sümbül saksısı ve sümbül kokusu Hüseyin Arif’i Budapeşte’den alıp İstanbul’a götürüveriyor.
Yazar İstanbul’u, vatanı öyle güzel anlatıyor ki, onunla birlikte bizde 1915’in İstanbul’unun sokaklarında geziyoruz. “Ah! Vatan!” diye iç çekerken devletimizin ve milletimizin o gün ki çaresizliği ve kuşatılmışlığını biz de yüreğimizde hissediyoruz. İki genç arkadaş Çanakkale geçilirse İstanbul’un düşmanın eline geçeceği kaygısını paylaşıyorlar. Sümbülü koklayıp hem duygu hem de fikir âleminde yolculuk yapıyorlar. Hüseyin Arif bu düşüncelerle revolverini başına dayayıp “böyle yaşamak alçaklıktır” diyor. Siyavuş ise “ hayır, bu odada bu şekilde ölmek alçaklıktır” diyerek Çanakkale’de olmaları gerektiğini ifade ediyor. Siyavuş o heyecanla “ben gidiyorum” diyor. Hüseyin Arif de arkadaşının fikrine katılıyor. Aynı duygu ve düşüncede olmanın mutluluğu ile birbirlerinin elini sıkıyorlar. Birkaç gün içinde eşyalarını satıyorlar. Elçiliğe giderek askerlik görevi için İstanbul’a dönmek istediklerini, vize işlemlerinin yapılmasını isterler. Öğrenci oldukları için askerliklerinin tecil edildiği bilgisi üzerine; “Olsun biz gönüllü gidiyoruz” diyerek heyecan, ümit ve iman ile kararlarını uyguluyorlar.
Çanakkale Yüce Türk Milletinin binlerce yıllık şerefli tarihinde kazanılmış büyük bir zaferdir. Hüseyin Arif’lerin vatan millet aşkı ile kazanılmıştır. Çanakkale büyük bir destandır. Türk milletinin tüm dünyaya “Çanakkale geçilmez!“ dediği ve dedirttiği destandır. Bu destan Mehmet Siyavusgillerin iman ve ümidi ile yazılmıştır. Ahmet Hikmet Müftüoğlu bu zaferi kazanan, bu destanı yazan büyük Türk Milletinin ruhunu küçük bir hikaye ile muhteşem şekilde anlatmıştır. Bu hikâye ile Ahmet Hikmet Müftüoğlu hem kendisinin hem de tüm Türk Milliyetçilerinin anadan, yardan, serden geçerek Türklüğe adanmış ömürlerinin özetini estetikle buluşturup bize sunmuştur. Bu hikâyenin özü vatan sevgisi ve Çanakkale ruhudur. Türk Milletinin kalbindeki Çanakkale ruhu ve vatan sevgisi ile ilgili öyküler, destanlar, romanlar, mektuplar, anılar….Türk var oldukça dünya durdukça yazmakla bitmeyecektir. Ancak “Sümbül Kokusu” edebiyatımızda değerini ve yerini hep koruyacaktır. Çanakkale’nin destansı ruhunun ve tarihinin bu kadar kısa ve anlamlı bir hikâyeye sığdırılabilmesi Ahmet Hikmet Müftüoğlu tarafından yaratılan bir edebiyat mucizesidir.
Yazar, bir sümbül ile Türk’ün yüksek ruhunu, vatan ve millet sevgisini, değerlerini ve hatta tarihini de bu mucize hikâyeye sığdırabilmiştir. “Sümbül Kokusu” hikayesi ile edebiyata olan sevgimizi tazelemiş kendisine duyulan hayranlığımızı artırmıştır.
Dileğim odur ki; yeni kalemler, yeni Çanakkale şaheserleri ile Türk edebiyatını buluşturup yüreğimizi coştursun. Tarihe ve edebiyata yazının gücü ile Türk’ün mührünü vursun.