Asena Kınacı MORAL: Sümeyye’nin İmanı

SÜMEYYE’NİN İMANI
Asena Kınacı MORAL

Ben milletim uğruna adamışım kendimi
Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir.
Zulüm Azrail olsa, hep Hakk’ı tutacağım
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.

Hayatım boyunca bir kez açık hava sinemasına gittim. Babam Afyon’un Çay ilçesinde Çay Lisesi’nde edebiyat öğretmeniydi. Ben o sırada beş yaşındaydım. Lisenin duvarına asılan koskocaman beyaz perdeye yansıtılan görüntülerin büyüsünde kayboldum. Tüm ilçe halkı ile birlikte o gece lisenin duvarına asılan büyük beyaz perdede Çağrı filmini izledik. Çağrı filminin çoğu sahnesinde gözlerimi ellerimle kapatsam da korkudan titresem de olup biteni de görüp anlayabilmek için can atıyordum. O gün o filmde izlediklerimin benim hayatımda bıraktığı etki çok büyüktü. Tüm dünyada insanlığa peygamberimizin mesajını vermeye çalışan Çağrı filmi açık hava sinemasında izlediğim ilk ve son film oldu.

Çağrı, Mustafa Akkad’ın yönettiği, İslamiyet’in doğuşunu konu alan 1976 yapımı filmdir. Film İslamiyet’in peygamberimiz Hazreti Muhammed’in önderliğinde doğup yayılmasını anlatmaktadır. Çekildiği ve yayınlandığı yıldan beri izleyici için de önemini yitirmeyen hiç eskimeyen bir filmdir. Benim bu yazımda anlatmak, yazmak, paylaşmak istediklerim ise o gün beş yaşındaki küçük bir kızın filmin bir sahnesinden etkilenerek hayatına yön vermesinin hikayesidir.

İslamiyet’in ilk kadın şehidi Hz. Sümeyye’dir. Sümeyye, Ebû Cehil’in amcası Ebû Huzeyfe’nin kölesidir. Sümeyye’nin kocası Yemenli Ans kabilesinden olan Yâsir, kaybolan kardeşini aramak amacıyla kardeşleri Hâris ve Mâlik ile birlikte Mekke’ye gelmiş, buraya yerleşebilmek için bir kişinin himayesini alması gerektiğinden Benî Mahzûm kabilesinden Ebû Huzeyfe’nin himayesine girmiştir. Ebû Huzeyfe bir süre sonra câriyesi Sümeyye’yi Yâsir’le evlendirmiş ve bu evlilikten Ammâr dünyaya gelmiştir.

İslâmiyet’in ilk dönemlerinde dine davet gizlice yürütüldüğünden Müslümanlar kimliklerini açığa vurmamışlardı. Dinin ilân edilmesi emri gelince Müslümanlar Mekke’de yeni dine girdiklerini açıkladılar. Resûl-i Ekrem ile Ebû Bekir dışındakiler kendilerini koruyacak kimseleri bulunmayan köle durumunda olduklarından İslâm’ın ilk dönemlerinde ağır işkenceler gördüler. Sümeyye ve Yasir Ebu Cehil tarafından işkence edilerek evlatları Ammâr’ın gözünün önünde şehit edildi.

Çağrı filminde Peygamberimizin çağrısına icabet eden ilk Müslümanlardan olan Sümeyye ve eşi Yasir ile oğulları Ammâr ile ilgili sahneye sıra geldiğinde sinemada filmi izleyen o küçük kız Ebu Cehil’in işkencesinin şiddetini artıracağını ve hatta Sümeyye’yi işkence ile öldüreceğini anlamıştı. Küçük kızın yüreği Ebu Cehil’in Sümeyye, Yasir ve Ammâr’a yaptığı eziyetlerin ve tehditlerin korkusuyla küt küt atıyordu. Açık hava sinemasında gökyüzünde dolunay ve binlerce yıldızın altında beyaz perdenin büyüsüne kapılmış küçük kız korku ve hüzünle Sümeyye’nin kurtulmasını tüm kalbiyle istiyordu. Ebu Cehil’in Sümeyye’yi öldürmemesi için istenileni yapmasını yani Allah’ı ve Muhammed’i inkar etmesini bekliyordu. Elleriyle gözlerini açtığı bir anda Sümeyye’nin “Lailaheillallah” diyerek silah, zenginlik ve hâkimiyet-güç elinde olan Ebu Cehil’e karşı cevap verdiğini, Allah ve Muhammed’i inkâr etmediğini gördü. Gözleri Sümeyye’nin iman ile çakmak çakmak parlayan gözlerinde takılı kaldı. Sümeyye’ nin gözlerinde korku yoktu. Sümeyye’nin dilinde korku yoktu. Sümeyye’nin kalbinde korku yoktu. Eli kolu bağlanmış, işkence edilen Sümeyye’ydi ama güçlüydü. İmanlıydı. Mağrurdu. Silah, zenginlik, güç-hâkimiyet elinde olan Ebu Cehil’di ama zavallıydı.

Gelelim bugüne… Yeryüzü hak ile batılın mücadele alanıdır. Dünya var olduğu günden yok olacağı güne kadar da daima haklı mazlumların ve batıl zalimlerin savaş meydanı olacaktır. Yüce Allah, hâk ile batıl, mazlum ile zalim mücadelesinin sonsuza kadar devam edeceğini Kur’an-ı Kerim aracılığı ile bize haber veriyor. Ancak mazlum ya da zalim olmak kudretini, tercihini ise insana bırakıyor.

Zalim, bir kişi, bir topluluk veya bir devlet olabilir. Mazlum da bir kişi, topluluk, anlayış ya da devlet olabilir. Tüm dünya nimetleri zalimin kudretini oluşturur. Zalimin sahip olduğu dünya nimetleriyle dolu zenginlikler, çoğunlukla haksızlık ve zulüm ile hak eden mazlumdan çaldığıdır. Zalim elinde tuttuğu bu beşerî kudretin büyüsüne kapılarak mazlumu ezmek için daima çalışır, uğraşır. Bazen mazluma küçük bir tebessümü bile çok görürken bazen de mazlumun yaşam hakkına göz diker. Dünya nimetleriyle var olan kudretini, mazlumun gülümsemesini yüzünden, yaşam hakkını elinden almak için kullanır. Dünya zenginliğinin içinde sevgisizlik ile kalbi katılaşmış, taşlaşmıştır. Zalim mazluma yaptığı kötülüklerle de nefsini doyuramaz. Dünyada mutlu olamaz. Ahireti ise karanlıktır.

Zalimin etrafındakiler beşerî kudretin korkusuyla sessizleştikçe zalim işkencesinin şiddetini artırır. Mazluma yaptığı eziyet ve işkencelerin şekli de şiddeti de can yakmanın zevkiyle artarken kendisi için de çevredekiler için de zamanla normalleşir. Yaptığı zulümlerin başkalarına acı, üzüntü ve ızdırap verdiğini umursamaz. Yaptıklarının bir başkasının hayatının sınırlarını ihlal ettiğini görmezden gelir. Mazluma kendisi karşısında diz çöktürmek ister. Mazlumun da kendi gibi dünya nimetleri karşısında diz çökmesini bekler. Herkese ve her şeye karşı kin ve nefret ile imanını besler. Güzel olan her şeye düşmandır. Hakaret ve küçük düşürücü davranışlar onun silahıdır. Bu silahları kullanarak mazlumun insanlık onurunu çiğner. Dünya nimetlerinin gücüyle zalim mutlaka dünya şartlarında kendi nefsini tatmin edecek bir mazlum bulur. Bu mazlum zalimin zulmüne katlanır, mücadele verir, yaralanır, örselenir, incinir ya da ölür. Ama mazlumun zalim karşısında haklılığı erinde gecin de açığa çıkar.

Zalimin etrafındakiler saltanat menfaatlerine ortak olabilmek için, paylaşabilmek için yada bu menfaatlerden bir miktar nasiplenebilmek için zalimle gezer, dolaşır. Bu menfaatler için zalimin zulmüne ortak olur. Onun yaptıklarına karşı sessiz kalır. Çalıntı ya da emanet dünya nimetlerinin ışıltısı etrafında pervane gibi dönen menfaat kalabalığı ile zalimin gözleri mânâ alemini göremeyecek kadar kördür. Zalimin gerçek dostu yoktur. Zalimi gerçekten seven yoktur. Zalim koltuğundan düştüğü gün hep yalnız, çaresiz ve acizdir. Ve her zalim o saltanat koltuğundan bir gün düşecektir. Belki yarın, belki yarından da yakın…

Ebu Cehil zalim, yetim ve ümmi Muhammed ile sahabesi mazlum değil miydi? Ebu Cehil’e rağmen yetim Muhammed Mekke’nin hâkimi olmadı mı? Mekke’de Sümeyye karşısında soyuna, kabilesine develerine, kervanlarına, altınlarına ipeklerine güvenen Ebu Cehil ölmedi mi? Sümeyye cennetle müjdelenmedi mi?

Açık hava sinemasında gökyüzünde dolunayın ve binlerce parlayan yıldızın altında Sümeyye’nin gözlerindeki cesaret ve iman yüzyıllar sonra beş yaşındaki bir çocuğun gözünde can buluyorsa zalimler hep kaybedecek ve mazlumlar daima kazanacaktır.