Asena Kınacı MORAL: Yesevî Ata’dan Öyküler’i Okumak

YESEVÎ ATA’DAN ÖYKÜLER

Türklüğün kadim zamanlar geleneğinde, uzun kış gecelerinde dost meclislerinde anlatılan menkıbeler sözlü edebiyatımızın önemli bir kısmını oluşturur. Sözlü edebiyat Türk tarihinin  köklerini de barındırdığı için de çok önemlidir. Yesevî Ata’dan Öyküler, Hayati Bice tarafından yazılmış bir çocuk kitabı. Yazar, sözlü edebiyat geleneğinden yola çıkarak Türk-İslam dünyası için önemi kelimelere sığmayacak Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî’yi   nesilden nesile, dilden dile aktarılarak bugüne gelebilmiş menkıbeleri ile çocuklarla tanıştırmayı amaçlamıştır. Kitapta Yesevî Ata ile ilgili menkıbeler günümüz çocuklarının anlayacağı dile uyarlanarak ve dili sadeleştirerek anlatmıştır. Bu kitaptaki kahramanların gerçek hayatta yaşamış olması yani  kişi ve tarihi gerçekliği nedeniyle Türk tarihini merak edecek çocuklarımız iyilik, doğruluk, sevgi, merhamet, sadakat, vefa, fedakarlık, çalışkanlık, sözünde durma gibi nice erdemlerin var olduğu gerçek kahramanlarla kendilerini özdeşleştirebileceklerdir.

Yazar kitabına oğlu ve iki kızına ithaf-dua ile başlıyor. Bu çocuk kitabının yazar tarafından kendi çocuklarına hediye edilmiş olması hem onun çocuklarına hem tüm dünya çocuklarına ve bizlere -çocukların örselendiği bu dünyada- çocukların ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Ahmed Alp-Erkin, Fatıma Dila ve Uluş Nur kitabın her sayfasında tüm çocukların arkadaşı olurken bizim de onlara karşı duyduğumuz muhabbet yüreğimizde artıyor, katlanıyor. Çoban Ata’yı can kulağı ile dinleyen bu güzel huylu evlatlara kocaman sarılmak istiyoruz. Kitabı okurken kitabın her bölümünde onlarla arkadaşlığımız ve gönül bağımız kopmadan sürüyor. Bu kitabı okuyan çocukların üç yeni arkadaşı olurken bizim gibi büyüklerin de böyle çocuklarımız olduğu sürece Türk töresi, değerleri ilelebet yaşayacaktır umudu yüreğimizi kıpır kıpır ediyor. Örnek bir baba olan Çoban Ata’yı ve evin annesini de takdir etmeden geçemiyoruz.

Kitaptaki Öyküler

Yesevî Ata’dan Öyküler eserindeki menkıbelerin anlatımına aracı yapılan Karaçay  ailesi, üç çocuğu ile sade, bizden, bizim gibi bir Türk ailesidir. Peygamberimizin “Hepiniz çobansınız ve sürünüzden sorumlusunuz.” hadisinden yola çıkarak evin babasına ailesi tarafından “Çoban Ata” denilmektedir. Eşi ve çocukları tarafından yakıştırılan bu ismi benimseyen evin babası da bu durumdan memnundur. Taşkent’te gördükleri Çoban Ata Türbesi’nin hatırasının da böylece hep yaşayacak olması evin babasını mutlu etmektedir. Üç güzel çocuk ile birlikte babaları Çoban Ata da kitabın son sayfasına kadar hatta kitabı okuyup bitirdikten kapağını kapattıktan sonra da bizim kahramanımızdır.

Yesevî Ata’dan Öyküler Hoca Ahmed Yesevî ile ilgili yedi öyküden oluşmaktadır.

Bu öyküler sırasıyla:

Arslan Babanın Hurması

Yesevî’nin Gevher Ablası

Sultan Sencer’e Dua

Yesevî’nin Sarı Öküzü

Hakîm Ata’nın Hikmeti

Zengî Ata’nın Sürüsü

Hazinî’nin Hazin Öyküsü’dür.

Yesevî Ata’dan Öyküler’deki anlatım bir kış akşamında elektriklerin kesilmesi ile başlar. Ailenin okumaya meraklı olan, ortanca çocuğu Fatıma Dila, bir akşam elektriklerin kesilmesini fırsat bilerek babasından Arslan Baba’nın Hurması’nın öyküsünü anlatmasını ister. Dila, Peygamberimizin Arslan Baba’ya emanet ettiği hurmayı beş yüz otuz dört yıl sonra Ahmed’e vermesini Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde okuduğu günden bu yana bu gizemi çok merak etmektedir. Böylece Yesevî menkıbeleri ile tanışmaya başlarız.

Cend şehrinde yaşayan Arslan Baba gördüğü hikmetli bir rüya üzerine Ahmed’in emanetini vermek için ipuçlarını takip ederek Sayram’a gider. Ahmed’i ve ailesini bulur. Ahmed’teki olağanüstülüğü fark ederek ona dersler vermeye başlar. O sırada Ahmed yedi yaşında küçük bir çocuktur. Babası İbrahim Ata, ablası Gevher Şehnaz ve abisi Sadreddin ile birlikte yaşamaktadır. Anneleri ölmüş, öksüz kalmışlardır. Küçük Ahmed’in Arslan Baba ile dersleri devam ederken babası da vefat eder. Babası İbrahim Ata, ölmeden önce  kızı Gevher Şehnaz’a Ahmed’e verilmek üzere sır dolu bir bohça emanet etmiştir. O sırada tüccar olan Selman Amca’sı Yesi’den gelerek yetim çocukların bakımını üstlenir ve çocukları yanına götürür. Ahmed’in hocası  Arslan Baba da onlarla birlikte Yesi’ye Selman Amca’nın yanına taşınır. Çocuklar Yesi’de amcaları ile mutlu yaşamaya devam eder. Sadreddin evlenir. Hatta  adı Muhammed Danişmend olan bir çocuğu olur.

Çocuklar bir gün Arslan Baba ile tanışma günlerini kutlarken Arslan Baba bohçadaki emanetler hakkında Ahmed’e bilgi verir. Arslan Baba bu öğüt dolu konuşmadan sonra son nefesini verir. Arslan Baba’nın  öğütleri gereği Gevher Şehnaz o akşam Ahmed’e bohçayı açarak emanetlerini teslim eder. Bu bohçadan çıkan sırrı burada açıklamayacağım. Bu güzel kitabı okudukça sırrı keşfetmek en güzeli…

Ahmed Yesevî ilim ve irfanda başarısı ile Buhara Medreseleri’nden Yusuf Hemedanî’den  davet alır. Semerkand’a gelir ve Yusuf Hemedanî’nin  ruhani eğitimi altına girer.Ahmed Yesevî’nin manevi yöndeki çalışmaları hiç durmadan burada da  devam eder. Bu çalışmaların sonucu olarak Bağdat, Nişabur, Merv, Buhara, Herat, Semerkand ilim, bilim, iman, irfan yuvası haline gelir.

Ahmed Yesevî’nin hocası Yusuf Hemedanî de çok çalışkan iyi kalpli imanlı biriymiş. Yusuf Hemedani Herat ve Merv arasında öğretebileceği her şeyi herkese öğreterek gezici üniversite görevini görmüş. İyiliği güzelliği tavsiye etmiş. Cömertlik, hayırseverlik, tevazu, helal yaşamak, haramdan uzak durmak,  Peygamberimizin sünnetlerine bağlılık, herkese karşı saygı, sevgi,  iltifat, nezaket, merhamet gibi erdemlerle donanmış kendisi gibi yüzlerce öğrenci yetiştirmiş. Orta Asya’da yüzlerce kişinin İslam ile şereflenmesine vesile olmuştur.

Sultan Sencer’e Dua öyküsüne gelindiğinde yazar tarafından yine gerçekler üzerinden Alp Arslan’ın torunu Sencer ile Yusuf Hemedani arasında bir gönül köprüsüne vurgu yapılır. Fatih ile Akşemseddin arasında da gördüğümüz gibi Türk Sultanlar bilim adamlarına, ilim irfan sahibi kişilere çok hürmetlidir. Bu nedenle Türk Medeniyeti üç kıtada varlığını sürdürmüş ve tarihe, insanlığa maddi- manevi eserler bırakmıştır.

Sultan Sencer tasavvuf ehline hürmet göstererek bilimi de daima teşvik etmiştir. Onun zamanında Horasan bilim merkezi olmuştur. Sencer, Yusuf Hemedani’ye bağlılığını her zaman sözleri ve davranışları ile göstermiştir. Bir hatıraları da bu kitapta yazar tarafından çocukların anlayacağı dil ile anlatılmaktadır. Sencer, bir savaş öncesi  Yusuf Hemadani’nin duasını isteyen bir mektup, altın ve elçi gönderir. Hemadani “Ben de hatadan gayrı ne var ki?” diyerek  alçak gönüllülükle duayı hediye eder Sultan Sencer’e.

Çoban Ata Yesevî’nin Sarı Öküzü öyküsünü ise dördüncü cuma çocuklara anlatır. Ahmed Yesevî gördüğü bir rüya nedeniyle hocasının da vasiyeti üzerine Yesi’ye gider. Yesi’de  medreseyi büyütür. Çalışır, çabalar, mescit ve hamam yaptırır. Gelen konuklar için ikram edilmek üzere daima hazır olan çorba kaynatılması geleneğini başlatır. Pîr-i Türkistan Yesevî tahta kaşık-kepçe yontup kazandığı para ile geçinmektedir. Hoca, imal ettiği kaşık kepçe ve keşkülleri sarı öküzünün heybesine bırakır, sarı öküz bütün gün çarşı-pazar dolaşır, almak isteyenler kaşıkları alıp parasını heybeye bırakırdı. Sarı Öküz akşam da evine dönerdi. Emir Timur zamanında bile Ahmed Yesevî’nin Sarı Öküzü’nün görüldüğü rivayet edilir. Arslan Baba ve Ahmed Yesevî’in türbesi yapılırken işçiler tarafından her gece inşaatın yıkıldığı görülür. Ustalar sebebini bulmak için gizlice gece nöbet tutarlar. Anlarlar ki bir sarı öküz boynuz darbeleriyle kerpiçleri yıkmaktadır. Sır bu ya, Arslan Baba’nın kabri yapılmadan Yesevî Ata kendi kabrinin yapılmasını istemezmiş. Yesevî’nin sarı öküzü de akşamları gizli gizli çıkıp gelerek bu durumu işçilere ve Emir Timur’a bu şekilde işaret edermiş. Bundan ders çıkaran Emir Timur ve işçiler inşaatı vasiyet üzerine devam ettirmişler ve sarı öküz bir daha hiç görünmemiş.

Ahmed Yesevî dergahta çocukların eğitimine büyük önem veriyordu. Öğrencilerinden yetim Harezmli Süleyman, Karacık Dağı’ndan odun getirirken odunları yağmurdan korumak için kıyafeti ile sarmış. Bu davranışı  Buharalı bir derviş tarafından fark edilerek Yesevî’ye sorulmuş. Süleyman’ı yanına çağıran Yesevî nedenini sorunca “Odunlar ıslanırsa yemek hemen olmaz, ateş iyi yanmaz, misafir aç bekler.” diye fedakarca düşünmesi, hakimane davranışı hocasının takdirini kazanmış. Ahmed Yesevî, Süleyman adlı öğrencisine Hakîm Ata adını vermiş Hakîm Ata Karahanlı Buğrahanlar soyundan Anber Hanım ile evlenimiş, üç cocuğu olmuş.

Zengî Ata’nın Sürüsü öyküsü ise Ahmed Yesevî’nin öğrencisi Zengî Ata’nın kerametlerini anlatmaktadır. Zengî Ata bir çobanmış.  Çoban Ata koyun çobanlarının pirî, Zengî Ata ise sığır çobanlarının pirî sayılırmış. Zengî Ata çok esmer hatta zenci imiş. Bazen insanlar tarafından bu özelliğinden dolayı önyargı ile karşılanmış. Gönül gözüyle bu önyargıyı görebildiği için de önyargılı kişilere  kerameti gereği bazı dersler vermiş. Onun kerametlerinin sırrıyla kimseye önyargılı davranmamak gerektiğini anlatan şu söz Türkistan’da pek meşhur olmuş: “Her geceyi Kadir bil…Her gördüğünü Hızır bil.”

Son öykü olarak anlatılan Hazinî’nin Hazin Öyküsü Kanuni Sultan Süleyman zamanında Yesevî Dervişlerinden biri olan Hazinî’nin  İstanbul’a gelişini ve İstanbul serüvenini anlatır.Tacikistan’dan  İstanbul’a gelen bu dervişin  Denizlerin Kaynağı ve İyilerin İncileri isimli iki paha biçilmez tasavvuf bilgileri içeren kitabı da vardır. Hazinî, Aziz Mahmut Hüdayi’nin yardımı ile Osmanlı Sultanı ile görüşmüş. Sultan,  sadrazama, sadrazam da işi başka birine havale edince Hazinî’nin Yesevî tekkesi projesi yaşam bulamamış. Hazinî tekkeyi kuramayınca  Hacc’a gitmek için yola çıkmış. Hicaz’da iken Sultan Selim’in vefat haberini almış. Hicaz’da Üçüncü Murat’ın tahta geçtiğini duyunca yeniden kalkmış,  İstanbul’a gelmiş ve Yesevî Tekkesi ile ilgili görüşmüş ama yine aradığını bulamadan eli boş olarak geldiği kasabası Hisar’a dönmüş.

Hazinî’nin Hazin Öyküsü ile düne bugüne ve yarına ilişkin konuşup İstanbul’da Yesevî tekkesinin yapılmamasının ve Türkistan ile güçlü bağ kurulmamasının nedenlerini sonuçlarını  çocuklar, Çoban Ata ile konuşurken ve tartışırken  biz de bugüne dair kıssadan hisse çıkarıyoruz.

Sonuç

Çoban Ata öykülerdeki kahramanlarımız gibi çocuklarına öykülerin sonunda  bir emanet bırakıyor. Bu emanet Çoban Ata’dan çocukları ile birlikte aslında hepimize bırakılan manevi bir emanet. Bu emanet, kutlu atalarımızın maddi ve manevi değerleriyle yoğurdukları bu güzel arifane öyküleri çocuklarımıza, torunlarımıza anlatarak onların hep anılmasını, yaşatılmasını, öğrenilmesini sağlamak. Bu öyküleri anlatana, dinleyene, okuyana bu emanete hakkıyla sahip çıkmak, yaşamak, yaşatmak nasip olsun.

“Çoban Ata’dan Çocuklara Armağan” edilen bu öyküler pek çok Türk çocuğunun doğum günü, mezuniyet günü,  başarılarının ödüllendirilmesi gibi özel günlerinde sahip olduğu ve ona Türk-İslam davasının kapılarını açacak bir eser olarak kitaplıklarda yer bulacak; bulmalı…

Yesevî Ata’dan Öyküler kıymetli, hatırası olan, Türk çocuklarına kardeş sevgisi, merhamet, iyilik, doğruluk, dürüstlük, sabır gibi kalıcı erdemler kazandıran bir kitap olarak önce kitaplıklarında sonra hayatları boyunca gönüllerinde daima yer bulacak. Yazarımız kitaba “Bismillah” ile başlayıp İhlas ve Fatihalarla bitiriyor. Ben de hocamız Hayati Bice’ye bu kitaba verdiği emek için şükranlarımı sunarken öncelikle geçmişlerine ve tüm geçmişlerimizin ruhuna Fatiha ve İhlaslar hediye ederek bu kitabı sadece çocukların değil büyüklerin de -herkesin- okumasını tavsiye ederken bir dua ile noktalıyorum:

Türklerin manevî dünyasına yön veren güzel insanları okurken güzelleşecek çocuklarımız, torunlarımız asırlar boyu kutlu emanete sahip çıkan insanlar olsunlar…

İnternetten Temin: https://www.kitapyurdu.com/kitap/yesevi-atadan-oykuler/544364.html