“ZAMANIN ELİNDEN TUTMAK”
Asena Kınacı MORAL
Yazının önemini hepimiz biliyoruz. İnsanlığın gelişimi için çok önemlidir. Yazıdan önce insanlık tarihinde sözlü edebiyat var olsa da yazı ile yaratıcılık ve estetik olarak gelişip bu haliyle edebiyat “zamanlar üstü” hale gelmiştir. Pek çok edebiyat eseri yüzyıllar ötesinden kalemin kelimelerle dansı ile bugüne ulaşmıştır. Yazar ve şair yazdıklarıyla yaratıcılığın ve hayal gücünün sınırsızlığını, sonsuzluğunu ifade eder. Romanlar, hikâyeler, şiirler insanlığı duygusal ve düşünsel olarak etkiler. Yazılan romanlar, hikâyeler, şiirler insanları ortak hayallerde, umutlarda, aşkta birleştirir. Bir yazar ya da şair bir duyguyu eseri ile işlerken sevenlerinin ruhunda ortak duyguyu yakalayarak o duyguyu yürekten yüreğe, zamandan zamana, mekândan mekâna aktarır. Böylece edebiyat ile “zamanın elinden” tutan yazar ve şairler okuyucuyla buluşur.
Tüm sanat dalları gibi edebiyatında “zamanlar üstü” bir yaratıcılık ve estetik değeri vardır. Edebiyatın yaratıcılık ve estetik ile yoğrulmuş mucize değeri zamanın ne büsbütün içinde ne de büsbütün dışında olduğunu bize kanıtlar. “Alper Tunga Sagusu”nu okuduğumda, Dede Korkut Hikâyelerinin içinde kaybolduğumda, Kutadgu Bilig’ de Odgurmuş, Ögdülmüş ile konuştuğumda Divan-ı Lügat’it Türk’le sözlük okumanın keyfine vardığımda, o yıllarda olduğumu zannedip bu yılda olduğumu anlayınca “zamanın elinden tutmanın” ne demek olduğunu daha iyi anlıyorum.
Yenisey Yazıtları ve Orhun Kitabeleri Türk edebiyatının en eski bilinen somut yazılı kaynağıdır. Yenisey Yazıtları çok sayıda mezar taşı yazılarından oluşur, kısadır ama edebiyatımız için paha biçilmez değerdedir. Orhun Kitabeleri ise içeriğinin anlam genişliği, yazı hacmi, görsel ve edebi derinliği ile gerçek bir edebiyat harikasıdır. Orhun Kitabelerinde Türk milletine seslenen ve “ Ey Türk! Üstte gök çökmedikçe altta yağız yer delinmedikçe senin ilini töreni kim bozabilir?!” diyen Bilge Kağan ölümü öldürmüş ve zamanın elinden tutmuş gerçek bir yazardır.
“Ben gelmedim dava için,benim işim sevi için
Benim işim gönüllerdir, gönüllere yapmaya geldim.”
diyen Yunus Emre hep genç ve her daim aramızda değil midir?
“Esîr-i derd-i aşk u mest-i câm-ı hüsn çok ammâ
Biziz meşhur olan Leyla sana Mecnûn bana derler.”
derken her beytiyle bizi şiirlerinin içine çeken Fuzuli zaman kavramını alt-üst ederek ölümsüzlüğünü ispatlar.
“Karac’oglan Hakk’a yalvar
Verdiğine günah ol dar
Sol alemde eksiksiz yar
Kimse bulup gelmemistir.”
diyen Karacaoğlan dünde, bugünde, yarında olacaktır.
“Cihanı hiçe satmaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk
Elinde sükkeri ayruğa sunup
Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk”
diyen Eşrefoğlu Rumî yüzyıllar sonra da zamanla el ele yürümeye devam edecektir.
“Türküz Türkler yoldaşımız
Hesaba gelmez yaşımız”
diyen Aşık Veysel yüzyıllar öncesine uzanan köklü bir Türk tarihi olduğunu okuma-yazma bilmeden biliyordu. Tüm şiirlerinin her dizesi ruhumuzun derinliklerine işlerken çocuk yaşlarımda babama “okuma yazma bilmeden, gözleri görmeden bu kadar çok şeyi nasıl biliyordu?” diye sormadan edemezdim. Her mısrası filozof söyleyişi olan özel insan Aşık Veysel’de ölümsüzlüğü ile zamanlar üstüdür.
Zamanın elinden tutabilmek için şair ve yazarların önce milli değerlerine hakîm olmaları gerekir. Milli değerlerle örülmüş eserler evrensele doğru yol alır. Türk edebiyatında zamanın elinden tutan yazar ve şairlere baktığımızda Türkçe’yi dantel gibi işledikleri görülür. Bu nedenle bugünün yazar ve şairleri de Türkçe yaşamak, Türkçe okumak, Türkçe yazmak ile işe başlamalıdır. Arı, duru yüreklere işleyen Türkçe’yi kalemin sihriyle buluşturup dantel gibi işleyerek yüzyıllar ötesine kalacak eserler üretebilirler.
Her alanda görüldüğü gibi edebiyatımızda eski-yeni çatışması, kuşaklar arası çatışma da yaşanmaktadır. Bu çatışmaya okurların da katılması ile yazar, şair ve okur olarak önyargıların edebiyatımızın önüne geçmesi, bugünün edebiyatının gelişmesini etkilemektedir. Edebiyatımızın zamanın elinden tutarak ilerlemesi için eski-yeni yazarların, şairlerin önyargılarından arınarak yazması gerekir. Bugünün okur-yazarının zaman ile barışması zamanın elinden tutan eserlerin üretilmesine ufuk açacaktır.
Okuyucu olarak bizlere de görevler düşmektedir. Okuduğumuzda bize ruh katan, değer katan edebiyat eserleri araştırılıp bulunmalı ve okunmalıdır. Şiir, roman, hikâye yani edebiyat cevheri bambaşka bir mucizedir. Yazar ve şairlerimizin edebiyat mucizesinin yansıması olan roman, hikâye ve şiirlerini keşfedebilmek de okuyucunun önemli bir özelliğidir. Okuyucu, yazar ve şairlerimizin Türkçeyi işleyerek yazdıkları eserlerini takdir ve taltif etmelidir. Okuyucu tarafından özüyle, sözüyle, kalemiyle bizim olan bizden olan yazar ve şairlere ve eserlerine kıymet verilmelidir. Edebiyat eserlerine verilen kıymet somut davranışlara dönüşmelidir.
Şairin yazarın eserlerinde bir emek vardır. Romanın, hikâyenin, şiirin ruhu vardır. Okuyucu olarak bu kıymetin farkında olmazsak yazar ve şair öksüz kalır. Roman, hikâye ve şiir kıymetinin ederindeki değerini, anlamını yitirir. Okuyucu, yazarlara ve şairlere maddi ve manevi olarak değer vermezse yeni edebiyatçılar yetişmez. Bir roman yazarı için okunmak ve kitabının baskı sayısının çokluğu önemlidir. Okuyucu da edebiyatı önemsediğini, edebiyatçıları sevdiğini yazar ve şairlere kıymet verdiğini kitaplarını alarak eserlerini okuyarak göstermelidir. Okuyucu günümüzde çok önemli bir hale gelen sosyal medyanın gücünü de arkasına alarak zamanın elinden tutan yazarları keşfederek onların kalemlerini desteklemelidir.
Edebiyatımızda zamanın elinden tutan yazar ve şairlerimizin yetişmesi dileğimiz ve umudumuzdur. Zamanın elinden tutan nice yazar ve şairimiz yetişsin. Türkçe ile yazan, yaşayan Atsızlar, Peyami Safalar, Tarık Buğralar, Emine Işınsular, Necip Fazıllar, Arif Nihatlar hep var olsun.