Gazi KARABULUT: AŞIRI ÜLKÜCÜ

AŞIRI ÜLKÜCÜ

 

“Aşırı ülkücüymüş”, diyorlar senin için.

 

Tebessüm etti, acı acı.

 

Öyleydi çünkü.

 

İflah olmaz bir derde düçar olmuştu “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” dediği yaşlardan beri.

 

Halbuki demişlerdi de çevresinden pek çok kez, kendisinin iyiliğini düşünenlerce(!);

 

“Bak çok aşırı gidiyorsun, bu evlilik hayatında da iş hayatında da ömrünün her merhalesinde de karşına çıkar.” diye.

 

İşte çok genç yaşında çıkmıştı karşısına. Yuva kurmayı düşündüğü kişi demişti ilk olarak.

 

Sonra mesleğinde karşısına çıkmıştı.

 

Ya, çok iyi bir … Evet, yılın ….. seçilmeyi hak ediyor ama onu seçemeyiz, o aşırı ülkücü…

 

Başka arkadaşları da aynı durumu defalarca yaşamışlardı.

 

“O iyi biri, dekan da olur, rektör de ama aşırı ülkücü.” Veya “Çok çalışkan biri, aslında şirketimize de büyük katkı sağlar yalnız onun için aşırı ülkücü diyorlar” gibi…

 

Gençliğinin baharından ömrünün son demlerine kadar karşılıksız sevdanın sevdalısı ülkücünün karşısına hep çıkıyor bu “aşırı ülkücü” ifadesi.

 

İyi de hangi mektebin ardından bu “aşırı” unvanı hak ediliyor veya kim veriyor bu sıfatı?

 

Yahut şöyle soralım.

 

Nasıl aşırı ülkücü olunur?

 

 

Sevdalısı olduğun milletine sadakat ile bağlı olup deliler gibi ona aşık olursan mı aşırı ülkücü oluyorsun?

 

Veya dağlarda, ovalarda, şehirlerde, köylerde canhıraş bir feryat ile vatan için yollara düşersen mi aşırı ülkücü oluyorsun?

 

Kürşad gibi Vey ırmağı kenarında yıldızlara bakarak atının üzerinde özgürlük ateşini yakarak uçmağa gitmek mi aşırı ülkücülük?

 

Alparslan gibi beyaz kefen giyip Anadolu’nun, nice bin yıl Türk’e yurt olsun diye kapısını açmak mı aşırı ülkücü olmak?

 

Osman Bey gibi aleme nizam vermeyi düşünmek, Fatih gibi surlara at sürmek yahut Nuri Paşa gibi 28 yaşında Kafkas İslam Ordusu komutanı olarak Bakü’ye girmek, 42 yaşında Enver Paşa gibi Pamir Dağları eteklerinde şehit düşmek mi aşırı ülkücü olmak?

 

Atatürk gibi Samsun’dan yola çıkıp yedi düvele meydan okuyarak vatan kurmak,  Alparslan Türkeş gibi zindanları yararak Turan’a kapı aralamak mı aşırı ülkücülük?

 

Cemil Meriç gibi yazmak, Galip Erdem gibi terk-i dünya etmek, Erol Güngör gibi eser bırakmak, Dündar Taşer gibi tarihe aşık olmak, Aziz Sancar gibi Nobel almak mı aşırı ülkücülük?

 

Ruhi Kılıçkıran gibi dualarla toprağa düşmek, Süleyman Özmen gibi vefalı ölmek, Dursun Önkuzu gibi yürekte sızı bırakmak Fırat gibi dik durmak mı aşırı ülkücülük?

 

Pehlivanoğlu gibi idam sehpalarında tekbir getirmek, Halil gibi Selçuk gibi sehpada kıbleye yönelmek, Ali Bülent gibi son hatmi düşünmek mi aşırı ülkücülük?

 

 

Yazdıkça bitmeyen bitmedikçe destanlara nakş olan bir şuurdur aşırı ülkücülük.

 

Rahmetli Metin Tokdemir’in dediği gibi İslamı ayet ayet yaşamak, Türklüğü nakış nakış işlemektir aşırı ülkücülük.

 

Tarihin derinliklerinden atinin ufuklarına ilim ve ahlak şuuru ile nesil yetiştirmektir aşırı ülkücülük.

 

Yaşadığı ülkenin dertleri ile dertlenmek, varlık sebebi milletini ilmi, içtimai, iktisadi refaha kavuşturmak için ter dökmektir aşırı ülkücülük.

 

Aslında …

 

Kınayanların kınamasına aldırmayan…

 

Sevdasını karşılıksız yaşayan…

 

Yaşatmak için yaşamaktan vazgeçen…

 

Vaz geçmeyi hiç düşünmeyen;

Nihayet öldüğünde de…

 

“Ülkücüydü” denilen bir garip insan olmaktır AŞIRI ÜLKÜCÜLÜK?

 

NE MUTLU AŞIRI ÜLKÜCÜ OLANLARA!…