MENDEBUR AMERİKALI
30 Ağustos 1964 tarihli Cumhuriyet gazetesinde ibretle seyredilmeğe değer bir fotoğraf yayınlandı. Bu fotoğraf Dumlupınar meydan savaşından sonra tutsak edilen Yunan Başkomutanı Trikopis ile adı açıklanmayan bir Yunan prensinin ve Yunan Ordusu Kurmay Başkanı General Dionis’in Türk Albayı Reşit Bey tarafından götürülüşünü gösteriyordu.
İşin ibretle bakılacak tarafı Dionis’in, sanki seyrana gidiyormuş gibi sigara içmesi ve trene doldurulmuş tutsak Yunan askerlerinin de kendi prensleriyle komutanlarının götürülüşünü gülerek seyretmesiydi. Yalnız, önüne bakarak ve şapkasını elinde tutarak yürüyen prenste bir utanma duygusu olduğu görülüyordu.
Korkunç bir bozguna uğramalarını, düşman eline düşmelerini hiç umursamayan, üstelik komutanlarının tutsaklığına gülen bu askerler şüphe yok ki dünyanın en şerefsiz ve haysiyetsiz insanlarıydı. Banyo içinde küçük çocuklarla analarını öldüren, fakat tepelerinde uçakları görünce beyaz gömlek çıkarıp teslim bayrağı sallayan bugünkü palikaryalar da, yine hiç şüphesiz, dünyanın en haysiyetsiz milletidir.
Fakat yine ibretle görülmesi gerekir ki millî şuuru olan önderler yönetimindeki bu şerefsizler güruhu, adım adım kendi ülkülerine doğru yürümekte, her dayaktan sonra ayağa kalkıp, sanki hiçbir şey olmamış gibi, gayeye doğru ilerlemektir.
Millî gurur ve şeref bakımından çok üstün olan Türkler ise Yunanlılar’a göre aksi durumdadır. Yâni Türk Milletini yönetenler her şeyden önce dostların hukukunu korumayı, onların gönlünü kırmamayı düşünmektedir. 1953 Mayısında, İstanbul fethinin 500. yıldönümü töreni bu yüzden rezil edilmiştir. Burada sayılmasına lüzum olmayan birçok yanlış davranışlar bu yüzden yapılmıştır.
Dost kayırma prensibi bizi pek uysal insanlar gibi gösterdiği için kayrılan dostlar bizden fedakârlık istemeye alışmıştır. Bunun en acı örneği Kıbrıs olayları dolayısı ile Amerikalılar’ın tutumunda gördük. Dost bilerek lüzumundan pek fazla içimize soktuğumuz Amerikalılar bize en âdi şekilde ihanet ettiler, ihanetlerinde kendi menfaatleri olsa, bir dereceye kadar mazur görülür, ahlâk bakımından olmasa bile mantık bakımından haklı olurlardı, Fakat bize karşı ihanetleriyle kendi menfaatlerini dahi çiğnemeleri onların yalnız hain değil, ahmak olduklarını da göstermektedir.
NATO bir ordu, Amerika bu ordunun komutanıdır. Bu ordu bir sebeple büyücek bir çekiliş ve gerileme yapmaktadır. Böylelikle kuvvetlerinden bir kısmını feda etmek durumu ortaya çıkmıştır. Sağ kanadın en sağındaki 20 tümenle onun solundaki 5 tümen tehlikededir. Komutan bir süre bunların hepsini birden kurtarma yollarını denedikten sonra bunun imkânsız olduğunu anlamıştır, ister istemez ya sağ uçtaki 20 tümeni, ya da onun solundaki 5 tümeni feda edecektir. Aklı başında olan bir komutan için yapılacak şey 5 tümeni feda ederek 20 tümeni kurtarmaktır. Çünkü yirmi tümen, sayı üstünlüğü bir tarafa, savaş kabiliyeti, disiplini ve sadakati bakımından ötekine göre çok üstündür. O kadar üstündür ki kaptırılacak 5 tümenin cephesini dahi savunacak güçtedir.
Şimdi, bu şartlar içinde komutan 5 tümenlik birliği değil de 20 tümenlik orduyu feda ederse siz ona ne dersiniz?
Ne dersiniz deyin!., İşte Amerika budur.
***
Amerika bugün dünyanın birinci devletidir. Geniş ve zengin toprakları, 200 milyona yakın nüfusu, atom gücü ağır endüstri ve ticaretiyle birincidir. Fakat fertler arasındaki münasebetlerde olduğu gibi milletler arasındaki dengede de birinci olmak, mutlaka “değerleriyle ve hakkı ile birinci olmak” anlamına gelmez. Sosyal ve dev bir büyüteçle Finlandiya’yı 200 milyonluk yapıp Amerika’nın yanına getirerek ikisini ölçüştürünüz. Yahut bunun aksini yapınız: Sosyal ve dev bir dürbünün tersiyle bakıp Amerika’yı, 4.5 milyonluk bir ülke haline getirerek Finlandiya’yı komşu yapınız. Ne kadar güdük kalır!
Çünkü milletleri büyük yapan erdemlerden hiçbirisi Amerika’da yoktur.
Siyasî ahlâkları sıfırdır. Hem demokrasi havarisi geçinir, bütün milletlerin demokrat olmasını ister, Zenci devletlerinde seçim yaptırmak için yırtınır, faşizm ve komünizme karşı cephe alır, hem de kendi vatandaşları olan, savaşlarda Amerika için kan akıtıp Olimpiyatlarda birincilikler sağlayan Zencilere köle muamelesi yapar.
Hem seçim yapar, hem de türlü şaklabanlıklarla Zencileri seçtirmez.
Kennedy’nin öldürülmesi ve meselenin esrarlı şekilde örtbas edilmesi, cumhurbaşkanlarının daima ölümle korkutulması siyasî ahlâkın derecesini gösterir.
Amerika’da cinsi ahlâk da yoktur. Evli kadınlardan hemen hepsinin zina yaptığı Doktor Kinsey’in raporu ile ortaya çıkmıştır.
Ticarî ahlâk da yoktur. At yarışları ve boks maçlarındaki müşterek bahisler üzerinde yapılan gangsterlikler, vergi kaçırmak için yapılan hilekârlıklar, geri milletlere silâh satmak için oynanan oyunlar ortadadır.
Atom sırlarının Ruslar’a satılış şekli ise millî ve vatanî ahlâklarının örneğidir.
Sözün kısası Amerika bir rezaletler ülkesidir. Banka soygunculuğu illeti oradan dünyaya yayıldı. Klâsik müzik yerine iptidaî Zenci müziğini dünya piyasasına süren Amerika’dır. Seks kepazelikleri, Holivut fuhuşları hep Amerikan icadıdır. Cinsî terbiye veriyoruz diye kız okullarında flört dersleri gösterilen tek ülke Amerika’dır. En çok sabun kullanan milletlerden biri Amerikalılar olduğu halde pislik ve murdarlıktan doğan çocuk felci hastalığını Amerikalılar dünyaya yaydı. Milyonlarca akıl ve sinir hastası, milyonlarca şişmanlık hastası, milyonlarca homoseksüel hep oradadır.
Amerika’da olup da başka yerde olmayan şeyler yalnız rezaletle cıvıklıktır.
Neden böyle? Çünkü henüz millet olamadılar. Amerika büyük değil, iridir. Avrupa’dan giden maceracı, serseri, katil, hırsız güruhu ile bu güruhun kadın ihtiyacı için idhal olunan malûm seviyedeki dişilerin neslinden geldikleri için böyledirler. Onları parlak gösteren şey sonsuz servetleridir. Bu servetle dünyanın en büyük ve en iyi bilginlerini, uzmanlarını kendi memleketlerine toplayabiliyorlar.
Amerika’daki bilim ve teknik hayatını yürütenler Yahudilerle Avrupalılardır. Avrupalı diyerek kendisi veya babası Avrupa’dan gelmiş ve henüz Amerikalı olamamış kimseleri anlatmak istiyorum. Bir numaralı atom bilgini Von Braun bile Alman’dır. Gerçek Amerikalı bilim, teknik ve kültüre değil, yalnız para kazanmaya önem veren bir yaratıktır. Onlarda zahirî bir cilanın altında iptidaî ve kaba bir insan gizlidir. Amerika’nın yerlileri olan ve kendilerine göre oldukça gelişmiş kültürleri bulunan Kızılderililerin yok edilmiş olması Amerikalılar’ın vahşetinin söz götürmez tanığıdır.
Ruslar fezaya ilk füzeyi atıp içine Laika adlı bir köpek koydukları zaman, hayvana böyle işkence yapılır mı diye Amerika’da kıyametler kopmuştu. Oysa ki Laika dünyaya sağ salim dönmüştü. Aynı Amerikalılar kendi vatandaşları olan Zencileri öldürürken soğukkanlı idiler. Hele Kıbrıs’ta Türkler’in ölmesi, öldürülmesi, açlığa mahkûm edilmesi kıllarını kıpırdatmamıştı. Demek ki Laika’yı kanları çekmişti.
***
Mantık ve muhakemeleri tersine işleyen bazı kimseler bu son durum dolayısı ile suçlu olanın onlar değil, biz olduğumuzu ileri sürüyorlar. Peki ama, önündeki koca çukuru göremeyerek düştüğü için kendisiyle alay edilen Nasrettin Hoca’nın: “Bu çukuru buraya kazanda hiç suç yok mu?” diye sorması gibi biz de şöyle soramaz mıyız?
Bizim iyi niyetimizi sömüren, vefakârlığımızı kendi çıkarlarına alet eden yabancıların, yani Rum’un ve Amerikalı’nın hiç mi suçu yok? Birkaç günde başarabileceğimiz Kıbrıs çözümüne engel olarak onu cihan çapında bir mesele haline getiren, binlerce Türk’ün acı ve sefalet çekmesine sebep olan ve kendisi de bir çözüm yolu bulamayan Amerika bizim dostumuz mu?
Kızıl Moskofları Avrupa’nın ortasına kadar getirerek cihanın başına belâ eden; Almanya ve Kora’yı ikiye bölerek Avrupa ve Asya’da yıllarca kanayacak yaralar açan ve o zamanki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye Rusya ile anlaşmasını tavsiye eden adam, yani Amerikalıların geleneğe aykırı olarak dört defa üst üste başkan seçtikleri, insanlık tarihinin bir numaralı budalası Roosevelt değil miydi?
Öldürüldüğü zaman bir kısım Amerikalılar sevindiği halde Türkiye’de herkesin acı duyduğu Kennedy, Küba için Ruslar’la pazarlık ederken, Küba’nın Rus füzelerinden temizlenmesi karşılığında Türkiye’deki Amerikan füzelerini, modası geçmiştir bahanesiyle kaldırtmadı mı?
Bütün bunlar, dostumuzun vefa derecesini göstermektedir. Böyle bir dosta karşı hükümet siyasî alanda gerekeni yapsın. Biz de millet olarak onun bir mendebur olduğunu bilelim, şimdilik yeter.
3 Eylül 1964
***
3 Eylül 1964’te yazılıp Ötüken’in 12 Eylül 1964 tarihli 9. sayısında yayınlanan yukarıdaki yazı sanki günümüz için kaleme alınmışa benziyor. Bugün için, bu yazıya eklenecek pek bir şey yoksa da iki gazete haberini de koyarak Amerikalı’nın ne biçim yaratık olduğunu anlatmakta fayda vardır.
Milliyetin 2 Ağustos 1975 tarihli sayısında Anadolu Ajansı’nın Washington’dan alarak verdiği şöyle bir haber vardı:
Her On Amerikalı’dan Biri Akıl Hastası
Amerikan “Ruh Sağlığı Ulusal Enstitüsü’nün Washington’da yayınlanan bir raporuna göre, Amerika Birleşik Devletleri’nde 20 milyon kişi akıl hastasıdır ve bunlardan yalnızca üç milyonu tedavi görmüştür.
Raporda, “Amerika Birleşik Devletleri nüfusunun en az onda biri, yani 20 milyon kadarı çeşitli akıl hastalıklarından muzdariptir” demekte ve hükümetin son 25 yıl içinde psikiyatrik araştırmalar alanında bir milyar dolar harcadığı belirtilmektedir.
Rapora göre 7 hastadan yalnız biri tedavi görmektedir ve akıl hastaları ülkeye her yıl 21 milyar dolara mal olmaktadır. Alkolizmin ve uyuşturucu maddelerin verdiği zarar ise 15 ve 10 milyar dolar dolaylarındadır.
Nüfusunun “en az” onda biri akıl hastası olan bir toplum, dünya üzerinde bir açık hava müzesi demektir. En az onda biri hasta olan milletin yarın onda ikisi de hasta olunca siz artık bu devlete istediğiniz kadar süper devlet deyin. Demek ki bize ambargo koyan Amerikan Meclisi’nde en aşağı 45 deli var. Bu delilere ahmakları; Rum ve Yahudi asıllıları da eklerseniz koca devletin mukadderatının kimlerin elinde olduğu ve bu devlete güvenmekle eski Türk hükümetlerinin ne büyük bir millî hatâ işlediği ortaya çıkar. Amerikalıların nasıl sıvama aptal olduklarının bir delili de, ülkelerindeki zehirli madde kullanışının, Türkiye’de haşhaş ekimini yasaklatmakla biteceğine inanmalarıdır, inanırlar.
Çünkü onlar dünyada haşhaş üreten bir İran, Afgan ve Uzak Doğu olduğundan habersiz yaşayacak kadar kızıl cahildirler, İstanbul’a gelip Boğaz’a bakarak “bu hangi nehir” diye soran coğrafya öğretmeni yalnız Amerikalılar’dan çıkar.
Memleketimizdeki “özgürlük” havarilerine bir sözüm var: Amerika’yı bu duruma düşüren sebep aşırı hürriyettir. Aşırı hürriyeti kötüye kullanmayacak insan pek azdır. Çağımızın maddeci, keyifçi gençlerine aşırı hürriyet verilince ondan hippi, gangster, zehir müptelâsı, ahlâksız, sözün kısası insanlıktan soyunup hayvanlaşmış bir nesil çıkar. Bizim de böyle olmamız istenmiyorsa hürriyetlerin sınırlı olduğu beyinlere işlenmeli, bunun avukatlığı ve propagandası yapılmamalıdır.
İkinci gazete haberi, birincisinden iki gün önce, 31 Temmuz 1975’te ve yine Milliyet’te çıkmıştır. Anadolu Ajansı’nın Kaliforniya’dan verdiği bir haberdir. Haber şöyle:
Kaliforniya’da Kadınlar İçin Genelev Açılıyor
Dört çocuk annesi Anne Meyers, erkeklerin çalışacağı ve kadınların müşteri olacağı ilk genelevi açmak üzere resmî makamlara başvurmuştur. Bayan Meyers, kocası ile birlikte işlettiği bir barın üstündeki iki katı bu iş için kullanmak istediğini belirterek işletme ruhsatı verilmesini talep etmiştir.
Resmî makamlar, böyle bir ev için işletme ruhsatı verilmesinin çok güç olduğunu, zira Kaliforniya kanunlarının fuhşu ne şekilde olursa olsun cezalandırdığını belirtmişlerdir.
Şu Amerikalı kadının yüzsüzlüğüne, kocasının şerefsizliğine, resmî makamların hödüklüğüne şaştınız, değil mi? Demek ki Kaliforniya’da kanunların fuhşu yasak etmesine rağmen bu genelev için resmî izin verilecek ve Amerika bir işte daha birinci olacak.
Dört çocuklu ana(!), meyhanecilikten kazandığını az görerek bu rezaleti de sırf kazanç için göze almaktan haya duymamıştır. Bu iş gerçekleşseydi, Bayan Meyers’in dört çocuğunun ne muhteşem bir ahlâk ve erdem dekoru içinde yetişeceğini ve ilerde nasıl afetler olacağını artık tahmin edin.
Şimdi sonuca gelelim: Amerika bir gergedandır. Gergedan gibi kuvvetli ve ahmaktır. Fakat bir fil veya çevik bir pars onu her an öldürebilir. Ancak, buna lüzum kalmayacaktır. Çünkü o, hakikî gergedanların başına sık sık geldiği gibi, hamakatı dolayısıyla er-geç bir batağa saplanıp boğularak ölecektir. Batağın kıyısında olduğunu son davranışlarıyla göstermiştir.
Türkiye, millî savunması için millî endüstrisini kuruncaya kadar Avrupa’nın taraflı ve İsveç gibi tarafsız ülkelerine başvurarak savunmasına gerekli her şeyi almalı, fakat millî endüstri işini sözden fiile geçirecek tedbirlerde artık zaman kaybetmemelidir. Amerika’ya peşin olarak ödediğimiz 180 milyon dolarlık malzeme de ambargoya tâbi tutulduğu için bu para Türkiye’deki Amerikan mallarına (okul, hastane v.b.) el konularak ödetilmeli ve Amerika’ya olan borçlarımızda moratoryum uygulanmalıdır.
Savaş endüstrisinin şakaya gelir yeri yoktur. Milletçe fedakârlık yapılmalı, gerekirse beş on yıl için kemerler sıkılmalı, vergiler konmalıdır.
Amerika ile ittifak yapılınca, o zamanki Demokrat Parti hükümeti, bütün silâhlarımızı nasıl olsa Amerika verecek gerekçesiyle, Kırıkkale ve Kayseri’deki askerî fabrikaları traktör fabrikası haline getirmiş, böylece iktisadî kalkınmaya katkıda bulunuyoruz diye tarihin affetmeyeceği bir hatâ yapmıştı.
Amerika bir mendeburdur. Köksüz bir haydut topluluğudur. Belâsını bulacaktır. Biz ise 30 yüzyıllık tarihin hâsılası olan ve birçok insanî erdemleri bulunan bir millet olarak bu aşağılıklarla her türlü ilişiğimizi kesmeliyiz.