ATSIZ RÜZGÂRI
Hasan TÜLKAY
“Yüz paralık kurşunla gider hayat dediğin;
Tanrı yolu uzaktır; erken kalk, sıkı giyin…”
“Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz.”
“Kahramanlık saldırıp bir daha dönmemektir.”
“Kahramanlar can verir, Yurdu yaşatmak için…”
Askere uğurlanan gençlerimizin arabalarını, terörle amansız bir mücadele veren asker polis güvenlik güçlerimizin mektuplarını, hatıra defterlerini, internet sayfalarını süsleyen ölüme şairane meydan okuyan mısralardan, beyitlerden sadece birkaçı… İmza: ATSIZ…
Tam adıyla Hüseyin Nihal ATSIZ…
Ziya Gökalp’in soğukkanlı sosyolog nazarıyla ilim çerçevesine oturttuğu Türkçülük ülküsünü Türk Milliyetçiliğinin özel adı ve adeta bir hayat tarzı haline getiren Atsız hoca sağlığında kıymeti bilin(e)memiş çok önemli bir değerimiz… Tarihçi, şair, romancı, araştırmacı, kütüphaneci, yayıncı, eğitimci ve hepsinden önemlisi eserleri, yazıları, üslûbu ile aynîleşmiş yüksek şahsiyetli bir dava adamı… İnandığı doğruların tavizsiz savunucusu, ikbal ve şahsî çıkar için tek cümle yazmamış, konuşmamış, içi-dışı bir olan, Türk’çe heyecanlarla yüreği çarpan Atsız yay gibi gergin, ok gibi dosdoğru yaşadı. Nefsine itimadı tam, özgüveni yüksek olduğu için zaman zaman kendisiyle bile dalga geçen mizahi bir cephesi de vardı. Ahmet Kaplan’ın orijinal teşhisiyle “Atsız naturel Türk, organik Türkçüdür.”
Atsız’ın ismini ve resmini öne çıkaran bazı marjinal siyasî gençlik gruplarının O’nu eksik ve yanlış anladıkları kanaatindeyim. Atsız Osmanlı’ya son derece hürmetkârdır. Tertemiz ırkçı Türkçü olduğunu açıkça 1944 Türkçülük Turancılık davasında mahkeme huzurunda bile ilan etmekten çekinmeyen Atsız Osmanlı padişahlarının Türklüğüne lâf ettirmez: Fırat ırmağına bir mikroplu su karışsa, Fırat bozulur mu? Bozulmaz. Osmanlı padişahları Türk padişahlarıdır.
Atsız’ı yakından tanıyanların hepsi O’nun dürüstlüğüne, yüksek ahlâkî seviye ve seciyesine kefildirler. Atsız hoca Türk tarihine ve Türkçülüğe dair özgün fikirleri ve duruşu kadar, bir ahlâk kahramanı olarak da yeni nesillere rol model takdim edilmesi gerekir. Keskin Türkçülüğü sebebiyle Atsız ismini ilk ve orta öğretim müfredatlarına bulaştırmak istemeyenler nasıl bir yanılgıya yuvarlandıklarını bugün fark etmeseler de yarın mutlaka anlayacaklardır.
Atsız; “Yolların Sonu”na girişte
“Anlamayız hayatı felsefeyle ilimle
Hayat çelik ellerle atılan zar olmalı”
demesine rağmen; bilhassa tarihçiliğinde asla ilim ve hakikatten taviz vermemiştir.
Tek parti döneminin konjoktürel resmî Türkçülüğünün yanlışlarına cesurca karşı çıkmıştır. Zeki Velidi Togan gibi üniversal çapta kendini kabul ettirmiş bir tarihçiye devrin Maarif Vekili Reşid Galib’in yaptığı hakaretamiz açıklamaya rağmen eşi Bedriye hanım da dahil sekiz arkadaşıyla birlikte “Biz de Zeki Velidi’nin talebesi olmaktan iftihar ederiz” diye telgraf çekmese, Fuat Köprülü’nün asistanı olarak kalabilse, Çankaya’daki “Büyük Gazi”ye yakın olabilse daha ne büyük eserlere imza atacaktı kim bilir?.. Atsız’ın Türk tarihinin sürekliliğine, Türk devletinin birliğine; hanedan ve rejim değişikliklerinin ayrı devletler gibi anlaşılmamasına dair görüşleri bugün bile özgünlüğünü korumaktadır. Hititlerle soy akrabalığı, Orta Asya’dan büyük kuraklık yüzünden göç ettiğimiz gibi görüşlerin yanlışlığını çağdaş tarihçiler de kabul ediyorlar. Velhasıl Türk tarihine gerçekçi bakış konusunda, tarih Atsız’ı haklı ve doğru çıkardı.
Birçok meslekte tartışılan alaylı-mektepli ayrımı sahasında kendini isbat edenler için önemli değildir. Devrinde Dede Korkut hakkında en yetkin çalışmayı yapan Orhan Şaik Gökyay’ın, halen edebiyat öğretmenlerinin el-kitabı değerindeki Türk Edebiyatı Tarihi’ni hazırlayan Ahmet Kabaklı’nın, İlber Ortaylı hocanın televizyon ekranlarında övgüsüne mazhar olan “”Türk Tarihinde Meseleler”i, liseler için Tarih dersi kitapları yazan Atsız’ın akademik unvan ve kariyerleri yoktur. Sıradan birer lise öğretmeni, kütüphane memuru sıfatıyla ömürlerini tamamlayıp geçseler de, bugün üniversite camiası bile onları ihtiramla anıyor.
Atsız’ın Türkçülük yönü sosyologlar, siyaset bilimciler; şairliği, romancılığı da edebiyat araştırmacıları tarafından adeta yeniden keşfediliyor, değerlendiriliyor. Küreselleşme ve Postmodernizm kavramlarının henüz hayatımıza girmediği yıllarda Ruh Adam gibi hali-geçmişi-geleceği adeta helezonik halkalar gibi iç-içe geçiren, zaman mefhumunu postmodern bir anlayışla eserine, kahramanlarına işleyen Atsız “Yüzde yüz Türk”(çü) değil de, beynelminel ideoloji sahiplerinden olsaydı dünya çapında şöhretliğe taşınırdı. Şiirden anlayanlar ise Atsız’ın şairliğine lâf edemezler. Bir ülkü uğruna ölümü kutsayan, dünya denen mezelleti beş paraya almayan kılıç gibi keskin mısralarından dolayı Nihat Genç’in “ölüm manyağı” sıfatını yakıştırdığı Atsız ve Necip Fazıl’a bu tanımlama övgü müdür, yergi mi; ben bilemedim… Aruzla da millî veznimiz hece ölçüsü ile yazdığı kadar pırıl pırıl tertemiz Türkçe şiirler kaleme alan Atsız, huzurlu bir şiir ikliminde kim bilir daha nice engin ve derin mısralar armağan edecekti…
“Baht utansın!..”
İbnülemin Mahmut Kemal İnal bey Atsız’ın Türkçesine, üslûbuna şöyle dikkatimizi çeker: “Hiçbir imlâ hatası yapmadan dilin bütün özellik ve sihirli güzelliklerini kullanmasını bilerek çok açık net ve hatta bazı hallerde, bazı tartışmalarında polemiklerinde diyelim, atlıyı atından indirecek kadar keskin ifadelerle hakaret etmeden, küfür ve avamdan galat ifadeler kullanmadan şimşek gibi yazılar yazardı.”
3 Ağustos 2018 günü 86 yaşında rahmet katına uğurladığımız gazeteci Nurettin Pakyürek; “…bütün şiirleri duru, berrak bir su gibidir. İnsan ve hayvan eli ayağı değmemiş olan, ormanların gizli köşelerinde kalmış bir bulakın pırıl pırıl suları gibi tertemizdir” dediği Atsız hakkında şu önemli tespiti de yapar: “Atsız bey 20.yüzyılın hiç şüphe götürmez en büyük Türkçüsüdür. İnançlarından asla taviz vermedi. Bazılarının bir kara katran lekesi sürer gibi mürekkep bir iftira ile Hoca’yı ateist göstermelerine rağmen Atsız İslâm’a inanan, İslâm’a saldırılarda, meselâ Mehmet Âkif’e komünistlerin saldırdığı zamanlarda Kızılelma’da yazdığı makalelerde daima dinî ve millî mukaddesatı savunmuş bir insandır.”
Atsız’ın kendini anlattığı otobiyografik eseri ve son yıllarında bütün enerjisini verdiği bir Türk Tarihi çalışmasından bahsediliyor. Birçok yakın dostlarının varlığından emin, akıbetinden meçhul diye bahsettikleri bu eserler gün ışığına çıkarsa acaba manevî babası Rıza Nur’un “Hayat ve Hatıratım”ı gibi ortalığı karıştırır mı, bilinmez… Bilinen şu ki; Atsız iyice araştırıp soruşturmadan ve hele inanmadan tek satır yazmamıştır.
Prof.Dr. Ali Fuat Başgil ile kamuoyuna yansıyan “Türklük” tartışmasında Başgil’i destekleyen bir yazısı üzerine –yanlış hatırlamıyorsam- henüz bir lise talebesi olan Kayserili Ahmet Kaplan’a yazdığı kısacık mektupta; “Azizim Ahmet Beğ; lütfen hocanızın ve benim yazılarımı dikkatlice okuyunuz, kim haklı kim haksız ondan sonra karar veriniz” diyecek kadar ince dikkatli, müeddep bir insandı Atsız.(Haddeden geçmiş nezaket timsali, yüksek özgüven misâli bu mektubu gözümle görmüştüm. Rahmetli Kaplan’ın kayıp ve bir kısmı sağlığında yakılmış mektup ve yazılarının arasında giden bu mektubun terekeden çıkmayışına, ve sağlığında fotoğraflarını çekmeyişime yanarım.)
Evet; televizyonlarda modalaşan terörle mücadele dizilerine, sinema filmlerine, araba ve hatta duvar yazılarına yansıyan Atsız sözleri, dizeleri popüler kültürün bir parçası gibi yükseliyor. Güneydoğu’da, Irak’ta, Suriye’de gözü kapalı şehadete koşan Özel Kuvvet yiğitlerin profillerini, vasiyetlerini süsleyen Atsız’da sembolleşen millî ruh hayatımızı büyük ölçüde etkiliyor. Atsız şiirleri besteleniyor, müzik oluyor. Çağatay Demirel’in kaleminden, çağdaş siyasal-askerî kurgu tarzında yeniden “Bozkurtların Dirilişi” yaşanıyor.
“Genç Atsızlar”dan Zeynel Abidin Polat’ın fedakârca gayretleri ile “Atsızlı Söyleşiler”de “Bozkurtlar Konuşuyor.” Güzel şeyler oluyor. Devletin ve milletin varlığı, birliği, dirliği konusunda tereddüt doğunca, “Beka Sorunu” söz konusu olunca bir millî müdafaa insiyakı olarak genlerimizde yaşayan milliyetçi ruh Atsız rüzgârı olur; üniversitelerden meydanlara taşar; haykırarak yurdumun dağlarına çıkar; bölücü-yıkıcı fitneyi kökünden silip kazıyıp atan amansız bir fırtınaya, kasırgaya, boraya dönüşür. Millî bekamızın teminatı bu heyecan fırtınasına hürmet eder, saygı duyarız. Ancak coşkulu duyguların ilim, akıl ve bediiyatla (estetikle) beslenmesi, işlenmesi gerekir. Son zamanlarda Atsız hakkında soğukkanlı ilmî, edebî, tarihî araştırmaların çoğalması, ciddî bir süreli yayının (Millî Mecmua) “Geçmişin Erkek Sesi ATSIZ” özel sayısıyla yayın hayatına atılması umutlandırıcı gelişmeler olarak kayda geçmeli…
Dergimizin yayın politikasında bize gelen kitaplarla ilgili yazı yazmak yok. Dolayısıyla bu yazı da bir kitap tanıtım yazısı değildir. Ancak sağlığında Atsız’ın yakınında bulunmuş koca çınar Türkçülerden ve en sadık Nevzuhur okuyucularından Hasan Şahmaran abimizin tavassutu ile tanıştığımız bir kitap bu yazının yazılmasına vesile oldu. Kitap Şuuru hareketiyle Türkiye çapında kitaplarla yeniden dostluk başlatan eğitimci Oğuzhan Saygılı, Gaziantep TÜRKAV; Hasan Şahmaran, Yrd.Doç.Dr. Yaşar Büyükoğlu, Hasan Sami Bolak, Sevgi Kafalı, Nurettin Pakyürek, Prof.Dr.Necmeddin Sefercioğlu, Prof.Dr.Mustafa Kafalı, Prof.Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Yücel Hacaloğlu, Fehiman Tokluoğlu, Hayrani Ilgar, Yaşar Emen, Prof.Dr. Gülçin Çandarlıoğlu, Aydil Erol, Muhiddin Nalbantoğlu, Prof.Dr. Osman Fikri Sertkaya, Erk Yurtsever, Nezih Saruhanoğlu, Gündoğdu Saruhanoğlu, Prof.Dr. Dursun Yıldırım gibi Atsız’ın sohbet halkasında bulunmuş önemli kişilerle bizi de buluşturan Zeynel Abidin Polat’a teşekkür ederiz.
Kaynaklara dayalı sağlıklı bilgiler, tanıklar ve tanıklıklara dair kayıtlar gün ışığına çıktıkça doğruları yanlışları ile Atsız hoca daha iyi anlaşılacak, belki bir gün gelecek Türkiye’de Türkçülük yapmak tertip ve kışkırtmalara açık marjinal grupların macera hobisi konumundan tamamen kurtulacaktır. Türk dünyasının “Dilde-Fikirde-İşte Birlik” ülküsünde birleşerek; aydınlık bir gelecekte buluşması ümidimizi diri tutan Gökalplere, Atsızlara, Sançarlara, Serdengeçtilere saygı ile…
08.08.2018 / Antalya
(Bu yazı NEVZUHUR dergisi Eylül 2018 sayısı için hazırlandı.)