“Sessiz denizlere benzer renksiz bakışları
Sonbahar bahçesinde biraz daha tenhalaşır
Şimdiki ihtiyarlar beklemeden kışları
Yazın bulutlarla yağmurlarla vedalaşır
Pencerelerde unutulmuş rüzgâr kuşları
Bu kıyıdan öteye eskimiş insan taşır”
(İhtiyarlar sokağı, Sefa Kaplan)
O gün işime kestirme yoldan gitmek istedim. Bu yol üzerinde sahipleri çoktan göçmüş, artık anılarının bile silinmeye yüz tuttuğu eski evler vardır. Kapılarına kilit vurulmuş, pencereleri kırılmış, bazı yerleri yıkılmış, bir kaç tahta veya teneke ile kapatılmış, neredeyse viraneye dönmüş eski evler…
İşte bu evlerden birinin önünde iki kız kardeş evcilik oyuyordu. Minicik elleriyle oyuncak tenceresi içine biraz toprak doldurup, üzerini kopardığı çimenlerle süslüyorlardı. O an aklımdan Tagore’nin “Her doğan çocuk Allah’ın insanlardan hala ümidini kesmediğinin işaretidir.” sözü geçiverdi. Biraz ilerlediğimde ise bastonu elinde, merhameti yüreğinde, sevapları eğninde olan bir teyze ile karşılaştık. Yüzüme dikkatle bakarak kimlerden olduğumu çıkarmaya çalışırken, bir yandan da “hayırlı günlerin olsun, Allah işini gücünü rast getirsin kızım” diye dualarda bulundu. “Âmin. Çok sağol teyzeciğim” dedim ve yoluma koşar adımlarla – işime geç kalmıştım – devam ettim. Hayatın başı ve sonu ne kadar da birbirine yakın diye düşündüm. Bir yandan da aklım akşam yapacağım yolculukta idi.
Ne de olsa “Gün akşamlıdır.” Birden akşam oldu. Otobüsün hareket saati yaklaştığında otogara geçtim, valizim bagaja yerleştirildikten sonra otobüsteki yerimi aldım. Yolculardan kimisi çoktan yerini almış kimisi de elinde bileti, oturacağı koltuğu arıyordu.
Otobüsün ön kapısını görebiliyordum. Belli ki, gençliğinde “ömrün uzun olsun” duasını fazlasıyla almış, oldukça yaşlı, zar zor yürüyebilen bir amca ön kapıdan otobüse binmek üzereydi. O iki basamağı güçlükle çıkmaya çalışıyordu ki yardımına muavin yetişti. Muavin “Amca elini ver, korkma ben seni tutuyorum, sen çık” dedi. Evet korkuyordu. Hem de çok korkuyordu, ya dengesini kaybeder de düşüverirse, bir yerine bir şey olursa, ne yapardı? Zaten bu haliyle bile yük olduğu mahcubiyeti üzerine sinmişti. Otobüsün bir an önce hareket etmesini istercesine huzura daveti ister gibiydi. “Tahammülün azap olduğu yerde vedaın vaktiydi artık” Kim bilir, belki de bu yolculuk onun için sonsuza bir yolculuktu.
Muavinin yaşlı amcaya “Amca koltuk numaran kaç” diye sorunca merdivenleri çıkan bir bey “Baba 8 numaralı koltuk” dedi ve muavin gel amca yerin şurası diyerek amcayı güçlükle yerine oturttu.
Hitap tarzından amcanın oğlu olduğunu tahmin ettiğim bey, amcanın yanında oturan yolcuya “Yolda yardımcı oluver, molalarda ihtiyacını gidersin” diye ricada bulunuyordu. Amcanın yoldaşı genç ise “Tamam abi sen merak etme, ben amcayla ilgilenirim”dedi.
Amcanın oğlu kaptana da “Harem otogarında inecek, ağabeyim almaya gelecek, sen göz kulak oluver abi, aman yanlış yerde inmesin. Harem otogarında inecek” diye iki iki tembihledi. Otobüsten indi. Evet, otobüsten indi ve otobüsün hareketini bile beklemeden – görevini yapmıştı ne de olsa! – otogardan uzaklaştı. Bu hüzündü, elemdi, kederdi, bana bile öylesine dokundu ki yaşlı amcaya kim bilir nasıl bir dert oldu.
Kaptan emaneti teslim almış, artık hareket saati gelmişti. Muavin yolcu listesiyle koltukları kontrol etti ve yolculuk başladı.
“Cümleten hayırlı yolculuklar.”
Uzun bir yolculuk olacaktı. Bu tür uğurlamalarda ben hep hüzünlenirim. Belki de bu derece beni içlendiren benim büyüklerimin de emanet olarak otobüse bindirilip gönderilmelerine çocukluğumda şahit olmamdı.
Bir yolculuğum sırasında ben de yanımda oturan teyzenin emanetçisi olmuştum. Bu teyze sohbetimiz sırasında “Ah be kızım yaşlılık zor, bir yere sığmıyon. Çocukların evinde çok kalamıyon, bir süre sonra suratları eğiliyor, üstüne alınıyon, ama mecburen gidiyon işte, biraz orda biraz burada, artık emanetini almasını bekliyoz.” diye konuşmuştu.
Teyze anlatırken rahmetli babaannemin “Oğul! Ben öldüğümde arkamdan, aşağı geldi tok sandım ebem, yukarı gitti tok sandım ebem diye sagu kur” tembihleri kulaklarımda çınladı, boğazımda koca bir düğüm oluverdi.
Hatta rahmetlinin anneme “Aklına bişey gelmesin de gelin, oğlunun evi de olsa, kızının evi de olsa kendi ocağını tutmuyo, evlatlarının ocağına misafir olduğunda beni anlarsın” diye söyledikleri de o an aklımdan geçiverdi. Annem galiba babaannemi anladı, çünkü artık onun gibi konuşuyor. Belli ki hayat vakti geldiğinde söyletiyor.
……
Artık gün ağarıyordu. Yolculuğumuz tamamlanmak üzereydi. Muavin yaşlı amcaya yaklaştı; “Amca hazırlan. Oğlun burada ineceğini söylemişti. Harem otogarına girmek üzereyiz. Seni almaya gelmişlerdir değil mi?”