Ayvaz GÖKDEMİR: ERKEN KİFAYET DUYGUSU

ERKEN KİFAYET DUYGUSU

Ayvaz GÖKDEMİR

Genç arkadaşlarımızı tehdit eden bir tehlike, erken kifayet ve kemal duygusudur. Buna hastalık da diyebiliriz.Tekamülü bir noktada durdurup dondurduğu ve müşterek çalışma, grup çalışması imkanını hemen hemen ortadan kaldırdığı için, halli gereken birinci sıradaki meselelerimiz arasına bu da girmektedir.

Gençler, az çok temayül ettikleri fikriyatı, başlangıçta, en çok heyecana müsait noktaları ile benimserler. Her şey onlara olmuş bitmiş görünür. Birçok şeylerin niçin olmadığına şaşar kalırlar. Onlara kalsa her şey çok kolaydır. Bu demlerde bir heyecan selidir gençlik…

Bu arada beğendikleri, kendi seviyelerinde benimsedikleri fikriyata mensup veya kendilerinin öyle sandıkları büyüklerini ağabeylerini de çok severler! Bu ağabeylerin, büyüklerin bütün söyledikleri teferruatına, dedikodusuna varıncaya kadar haşa hikmet görünür. Telaffuz şekilleri bile ezberlenir, davranışları taklit edilir. Bu ortamda yavaş yavaş da fikre aşinalık kazanır ve gerçekten muayyen bir seviye tutarlar. Daha çok nakli ve kulaktan dolma da olsa kendilerine göre bir bilgi dağarcıkları olmuştur. Ağızları laf yapmaya başlar. Kalemi beğenilip teşvik edileni de vardır. İşte tehlike bu noktadan itibaren başlamaktadır. Şöyle ki : Henüz işin alfabesinde oldukları halde ve pek çok okumaları gerekirken okumazlar. İhtiyaçları kalmamıştır! Çevrelerindeki boşluk ve seviyesizlik de onları bu hususta kışkırtır. Gururlandıkça gözlerini gaflet kapatır. Kendilerini vuracakları asıl mihengi görmezler. Tekamül durur. Bu suretle palavracı, kof bir tip daha sürüye katılır.

Başlangıç heyecanı büyük bir yüzdeyle köpüktür, gurur noktasından itibaren çabuk dağılır. Her sözleri hikmet sayılan, her hareketleri taklit edilen , davranışlarına hayran olunan ağabeylerin- büyüklerin birtakım kusurları, zaafları göze batmaya başlar. Bunlar da başlangıçtaki müsbeti gibi mübalağa edilir. Eski sevimlilikleri kalmamıştır ağabeylerin…

Ayrıca kendileriyle büyükleri arasında da pek bir fark var sayılmaz. Eh! Milliyetçilikse milliyetçilik! Türkiye’nin temel dert ve davalarıysa, bunları en fazla yarım saat içinde, ana noktalarıyla izah edivermek, düzeltmekse o da var! Yarım münevverden şikayet ederdi ağabeyler; bu konuya dair nutuklar da gençlerde daha hızlı. Hasılı, büyüklerle küçüklerin söylediği arasında bir fark kalmamıştır. Bu, gençleri bir gurura ve kemal duygusuna sevkeder. Aşağı bakar, yukarı bakar “ artık ben oldum” derler. Ağabeylerindeki önemin nereden geldiğini anlayamazlar. Dinleme tahammülleri kalmamıştır. Neden kendileri de aynı şeyleri söyledikleri halde aynı önemi, itibarı görmediklerini anlayamaz, sinirlenirler. Oysa ağabeyleriyle benzeştikleri taraf sadece kısmen söylediklerindedir. Gerçek olgunluk ise belli ki söylenenlerin yaşanmasındandır. Ağabeyleri ağabey yapan, bütün zaaflarına , kusurlarına rağmen yaşadıklarıdır. Geçirdikleri imtihanlardır. Söyledikleri her sözün , kendilerine göre çilesini çekmişlerdir. Pek çok ve çeşitli tecrübelerin yorgunluğuyla beraber, olgunluğu da vardır kafalarında. Nice aldanışlardan, yalnızlıklardan, gaddarlıklardan, dalkavukluk ve rüyalardan geçip gelmişlerdir. Söylenen en basit bir sözün icabını yapmanın ne kadar zor olduğunu bilirler. Gençlere sıkıcı gelen ve çok kere “ Anladık işte, ne diye tekrar edip dururlar bilmem ki?” dedirten, bazı konulardaki ısrarı bu yüzdendir. Bunun için, gençler, bu tekrarları her defasında daha uyanık bir dikkatle dinlemelidirler. Ola ki, bu tekrar, kendileri için bir ikaz manası taşımaktadır. Ve eğer dikkatle dinlerlerse, her tekrarda bir yeni incelik, bir kıymetli nüans bulmaları pek mümkündür.

Bir de şahsiyetçilik meselesi var. Gençler müstakil birer şahsiyet olmakta sabırsızdırlar. Aslında bütün iyi niyet, sempati, bilgi, tecrübe ve sabırlarıyla kendilerine tekamül yolunda yardımcı ve rehber olmak isteyen ağabeylerinin de onları mükemmel birer şahsiyet olarak görmekten başka bir emelleri, arzuları yoktur. Ama gençlerin arzusu isyan suretinde tecelli ederken, ağabeyler, büyükler, itaat ve teslimiyet isterler. Karşılıklı arzu edilen neticenin istihsali bakımından gereken de ikincisidir. Çünkü Hak erine itaat, Hakk’a itaattır. Hak dostuna isyan ise şeytanın vasfıdır.

Evet, aziz gençler! Ağabeylerinizde sizden birçok bakımdan farklı değillerdir, yerler, içerler, uyurlar, hastalanırlar, iyileşirler. Şikayet eder, sızlanırlar, neşeli veya kederli olabilirler. Sakın gaflet etmeyin ki onlar size uzanan Hak’ın yardım elidir. Şahsiyetli olmanın anahtarı onlara teslim olmaktır. “Bu, tıpkı koruğun üzümlüğe ibadet etmesi gibidir. Koruğun yüzü üzüme doğrudur ve gayesi üzüm olmaktır. Sonu odur. O halde secde eden koruk, kendisine secde edilen üzümdür.”

Hazreti Ebubekir’in şahsiyetsizliği diye bir problem var mıdır? Aksine, gelmiş ve geçmiş insanların en şahsiyetli olanlarından biridir. Mensup olduğu insan cinsine şeref veren mümtazlardandır. Ebubekir ulu şahsiyetini Hz. Muhammed’e tam teslimiyetle kazanmıştı. “Yemin ederim ki O söylüyorsa doğrudur…” diyordu… Ebucehil de zeki ve kabiliyetli bir insandı ama; eti, kemiği, uykusu, uyanması, yemesi ve içmesi , yorulması… ile kendisi gibi olan birine teslim olmayı bir türlü nefsine yedirememişti. Onun için, Adem’de zahir olan Hak tecellisini görmeyerek isyan eden şeytan gibi, lanetlik oldu.

İsyan kolaydır. Herkes isyan edebilir. Ama teslim olmak zordur elbette. Bu zorluk bile “kemal”in yönünü göstermeye yetmez mi?
Hak dostluğuna inanıyorsak, Hak dostlarımız ve ağabeylerimiz, kardeşlerimiz varsa; bu dostluğun şartlarına, esas ölçülerine, ağabeylik ve kardeşliğin icaplarına hassasiyetle uymak gerekir. Tek tek ve müşterek hayrımız bu yöndedir.

Bütün bunlara nazaran gençlerin unutmamaları gereken şey: Kendilerini her türlü gelişme ve olgunluktan uzaklaştıracak olan bir erken kifayet duygusuna asla kapılmadan ağabeylerin tavsiyelerine, öğütlerine, emirlerine uyarak okumak ve çalışmak, çok dinlemek , az konuşmaktır. Kendilerini gurura sevkederek aldatan o ” yetişmişlik”i andırır hal, demirin ateşte kızarmasına benzer:  “Şayet demiri ateşten ayırırsan müstear olan bu kızıllık, ateşin aksine olarak geçer. Ateş, sıcaklık ve renge kendiliğinden maliktir.”

KAYNAK: Ocak Dergisi, Sayı:11, Kasım 1968.