BİR DÖNÜM NOKTASINDA GELECEĞE BAKMAK…
Dr. Devlet Bahçeli
(2000 Yılı Vesilesiyle Milliyet Gazetesi’nde Yayımlanan Değerlendirme Yazısı)
Yeni bir bin yılın başında, yeni bir yüzyıla girerken ülkemiz ve milletimiz açısından büyük ümitler taşıdığımızı ifade etmek isteriz. Dileğimiz Yüce Allah’tan bu tarihî başlangıcın milletimiz ve insanlık bakımından da iyilik ve güzelliklere açılan bir başlangıç olmasıdır.
Milletimiz için büyük ümitler taşıyoruz; çünkü geçtiğimiz iki yüzyılı geri kalmış veya az gelişmişliğin ağır sorunları altında yaşamış bir milletin evlâtları olarak gelişmeye ve kalkınmaya olan özlemimiz, nihayet 20. yüzyılın sonunda yerini, sosyal ve ekonomik bakımdan büyük bir değişme ve yenilenme çabalarına bırakmış bulunmaktadır.
Sanayi devrimini yakalayamadığı için tarihin gördüğü üç büyük imparatorluktan birisi olan Osmanlı İmparatorluğu’nu kaybeden büyük Türk milletinin, iki yüzyıldan daha uzun süren “endüstri çağı”nın sonunda toplumsal ve ekonomik bakımdan ortaya koyduğu yenilenme çabası fevkalâde önemlidir. Çünkü Türkiye’nin, önümüzdeki zorlu dönemde hem “kendisi” olarak kalabilmesi hem de küresel dinamikleri yakalayıp küreselleşme sürecine katkı yapabilmesi, büyük ölçüde gelecek on yıl içinde atılacak adımlara bağlıdır.
Daha 20. yüzyıl bitmeden yaşanmaya başlayan çağ değişimi küresel anlamda üç yeni gelişmeyle kendisini ifade etmiştir.
Bunlardan birincisi, endüstri çağını hazırlayan monolitik-pozitivist bilim anlayışından, pülüralist-izafiyetçi bilim anlayışına geçiş; ikincisi, tek doğrulu total ideolojilerden çoğulcu değerlere dayalı demokratik sistemin üstünlüğünün ortaya çıkması; üçüncüsü ise toplumsal-ekonomik örgütlenmede ve üretim sistemlerinde bilgi teknolojilerinin hâkim konuma yükselişi.
20. yüzyıl bitmeden başlayan ve “bilgi çağı” veya “enformatik çağ” diye adlandırılan bu yeni dönemi, her şeyden ve herkesten önce anlamak ve kavramak zorunluluğu içindeyiz. Çağın bilim anlayışını ve zihniyet dünyasını kavrayamazsak, endüstri çağını kaybettiğimiz gibi, bu yeni çağın da dışında yaşamak durumunda kalabiliriz. Böyle bir felâkete düşmemek için, dogmalara, tekrar ve aktarmalara dayalı ilkel-pozitivist anlayıştan, hızla yaratıcı, sorgulayıcı gerçeğin çoğulcu karakterini yakalamaya dönük, yeni bir zihniyet dünyasına yönelmek durumundayız.
Bunun için, bütünüyle eğitim sisteminden üniversiteye kadar bugünkü köhne ve baskıcı anlayış ve yapıları tasfiye ederek köklü bir yeni yaklaşıma geçmek zorundayız.
Türkiye’nin yükselen yeni çağın gerçek değer ve parametrelerinin gerisinde kalmaması için yapması gereken ikinci bir köklü değişim alanı ise, siyasî yapılarla ilgilidir.
Türkiye’de fert, toplum ve devlet ilişkilerinin sağlıklı bir zemine kavuşması açısından siyasî yapının mutlaka demokratikleşmesini sağlayacak en önemli mesele, toplumsal uzlaşmayı ve demokrasiyi esas alan bir “sivil anayasa” yapma meselesidir. Yeni çağın demokratik, özgürlükçü değerlerinin bizim ülkemizde de yerleşik hâle gelmesine hizmet edecek “sivil anayasayı” gerçekleştirmek, bugün siyaset sınıfının önünde duran tarihî bir görevdir.
Bunun yanında, Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik yapısında köklü bir dönüşüm yaparak bilgi teknolojilerine dayalı yeni üretim sistemlerine geçmesi de, içine girilen küresel süreç açısından hayatî bir önem arz etmektedir. Bunun için, hızlı bir şekilde ekonomide Türk insanının dinamik, girişimci ve yaratıcı gücünü harekete geçirecek reformları yapmak zorundayız.
Hantal devletçi yapıyı sürdürmek isteyenler de çıkarları statükonun devamında olanlar da bu yapıyı sosyal politika hassasiyetleri taşımayan bir “vahşî kapitalizme” dönüştürmek isteyenler de Türkiye’nin yolunu tıkamak isteyen anlayışların temsilcileridir. Türkiye, küçük ve orta ölçekli kuruluşlara dayalı bilgi teknolojileriyle donatılmış, gelir dağılımını yeniden düzenleyecek dinamik bir büyüme modeline geçmek zorundadır. Bugünkü ekonomik istikrar tedbirleri, ancak böyle bir yeni yaklaşıma hazırlık olarak anlamlıdır.
Yeni bir yüzyıla girerken sosyal ve ekonomik sorunların yanında, Türkiye’nin dünyada yaşanan uluslar arası gelişmeleri, küresel ölçekte ortaya çıkan yeni olay ve süreçlere de kendisini hazırlaması lâzımdır.
Dünyada bir taraftan “barışı” küresel ölçekte kurumlaştıracak çabalar söz konusu iken, diğer taraftan çıkar kavgalarını ve bölgesel çatışmaları besleyen olaylar yaşanmaktadır. Kafkaslardaki istikrarsızlık, Sovyetlerden sonra bağımsızlık ve özgürlüklerini kazanma yolundaki milletlere karşı girişilen haksız ve vahşî saldırıların sonucudur. En son Çeçenistan’da yaşanan insanlık dramı, maalesef küresel barış iddialarının, kirli çıkarların gerisinde kaldığını ortaya koyan acı örneklerdir.
Mevcut küresel güçler dengesi, özellikle Türk-İslâm coğrafyasında yer alan katliamlar karşısında çıkarlarıyla sınırlı bir hassasiyet sergilemektedir. Bütün bunlar bize mevcut küresel ve bölgesel ittifak yapılarının yetersizliğini ve dolayısıyla yeni bir küresel dayanışma ve iş birliği çabasına olan ihtiyacı göstermektedir. Balkanlar’dan Kafkaslara, Ortadoğu’dan Orta Asya’ya kadar uzanan bu büyük bölgede küresel istikrar ve barışın, ancak Türk-İslâm coğrafyasının sağlam bir iş birliği ve yardımlaşma çabasıyla inşa olabileceğini de akıldan çıkarmamak gerekir.
Bugün, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde geldiği nokta küçümsenemeyecek bir durumu ifade etmektedir. Şurası unutulmamalıdır ki, Türkiye bir büyüme potansiyeli ve dinamizmi taşımasaydı, Türk-İslâm coğ-rafyası gelişme birikimine ve misyonuna sahip olmasaydı, Türkiye’ye Batı’nın vereceği önemden söz etmek bugünkü anlamıyla pek mümkün olmayabilirdi. Ülkemiz için Batı, her şeyden önce bir iş birliği ve gelişme sahasıdır. Ne bir mecburiyet, ne korku kaynağı ne de diğer iş birliği ve gelişme imkânlarını ortadan kaldıracak bir faktördür.
Kısacası 21. yüzyıl ,bütün insanlık için sorunlarla ve sancılarla dolu olan bir yüzyılın mirasçısıdır. Aynı zamanda, teknolojik ve ekonomik gelişmelerin her geçen yıl yeni bir boyut ve hız kazandığı bir evrensel dinamizmin de devamıdır. Böyle bir tablonun insanlığın yararına sonuç vermesi, hiç şüphesiz mevcut birikim ve tecrübelerden nasıl yararlanılacağına bağlıdır.
Türkiye, yeni bir yüzyılda, yeni bir çağa yönelmektedir. Sanayi çağını ve iki yüzyılı büyük ölçüde kaybeden Türk milletinin önünde yeni bir çağ ve yeni bir gelecek bulunmaktadır. Türkiye’nin, önünü kesecek hiçbir şeye, hiçbir engele tahammülü yoktur. Bu büyük yönelişte en büyük gücümüz, şüphesiz milletimizin tarihsel birikimi, güzel bir gelecek yaratma azmi ve zengin insan kaynağımızdır.