Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin “Ülkücü Şehitleri Anma Günü” münasebetiyle yapmış oldukları konuşma.
27 Mayıs 2014
Muhterem Ülküdaşlarım,
Aziz Dava Arkadaşlarım,
Bugün manevi bir görevi saygı, şükran ve duayla yerine getirmek üzere toplanmış bulunuyoruz.
Türk tarihine mühür vuran, Türkiye’nin bir dönemine mübarek mücadeleleriyle imza atan kahraman şehitlerimizi Fatihalarla, Yasin-i Şeriflerle anıyoruz.
27 Mayıs 2011 yılından beri Kızılcahamam Ülkücü Şehitler Anıtı’nda buluşuyor, tüm şehitlerimizin muhterem hatıralarını hep birlikte paylaşıyoruz.
Burası bir hilal uğruna can veren, ülküleri için ölüme meydan okuyan, dünyevi ve nefsani arzulara ödün vermeyen Ülkücü şehitlerimizin anıtlaştığı kutlu bir mekândır.
Vatanımızın her köşesinde sere serpe yatan dava şehitlerimizin aziz ruhları, aziz emanetleri, yüksek erdem ve mirasları burada simgeleşmekte, burada toplanmaktadır.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket şehidine ve şühedasına, geçmişine ve geleneğine, köküne ve öz değerlerine sıkı sıkıya bağlı ve saygılıdır.
Bizi biz yapan hasletlerden birisi de maziye duyduğumuz vefadır.
Geçmişini unutan, geçmişine yüz çeviren, geçmişle yollarını ayıran insan ya da toplumların geleceği belirsiz, iddiaları bulanıktır.
Dün, bugünün temeli ve çimentosudur.
Bugün ise geleceğin yeşerdiği vahadır.
Biz umutla ileriye, özlemle de geriye bakıyoruz.
Çok şükür, kendi yönünü tayin edemeyip rüzgârla birlikte sürüklenen rotasız bir geminin durumuna hiç düşmedik.
Zamanın ve şartların değişkenliğine kapılarak heyecan ve hedeflerimizden ayrılmadık, ilke ve ülkülerimizden taviz vermedik.
Her biri bir anıt olan, her biri bir destan gibi tarihe mal olan Ülkücü şehitlerimizin ömürleri bu ifadelerime şehadet etmektedir.
Ülkücülük vatan ve millet sevdasında erimektir.
Ülkücülük iman ve ahlak mücadelesinde doruklara tırmanmaktır.
Ülkücülük hak ve hukuk kavgasında öne çıkmak, milli ve manevi değerlere yılmadan, yorulmadan, yüksünmeden bağlanmaktır.
Ülkücü ise; ülküsüyle anlam kazanan, ülküleriyle karmaşa ve kaosa direnen, daha yerinde bir tabirle meselelere çözüm ve teklif getiren sorumluluk şuurudur.
Ülkücü hiçbir zaman çağının kalıplarına sığmamış, hiçbir zaman döneminin kısır döngüsüne hapsolmamıştır.
Çıkar vaatleri bir yana; tehditler, tuzaklar, hain saldırılar, kurulan darağaçları Ülkücüyü yolundan caydıramamış, duruşundan koparamamıştır.
Çünkü Ülkücü hakkın ve haklının hizmetkârıdır.
Çünkü Ülkücü Türk ve İslam’ın gönüllü neferidir.
Çünkü Ülkücü doğrunun ve doğru olanın yanındadır.
Çünkü Ülkücü dürüstlüğün ve düzgün bir hayat tarzının bizatihi kendisidir.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket Türk milletinin ruhunda serpilmiş, sinesinden doğmuştur.
Elbette aziz milletimizin tüm değer ve özellikleri bizim varlık ve anlam kaynağımızdır.
Bu kaynağı kurutmak, bu kaynağı lekelemek, bu kaynağı kesmek isteyen kim olursa olsun 45 yıldır karşımızdadır.
Millet aleyhine sinsi teşebbüs ve tahriklerin bizim nezdimizde geçerliliği, masumiyeti asla yoktur ve olmamıştır.
Türkiye’nin milli bekasını, Türk milletinin milli varlığını aşındıracak, tartışmaya açacak her ideoloji, her siyaset, her önerme, her plan bize yabancı ve aykırıdır.
Bu itibarla yıllardan beri, kötü niyetlilere karşı tutumumuz değişmemiştir.
Türklüğe ve İslam’a kin ve garezle bakan, istismar ve inkârla yaklaşan çevrelere tavrımız başkalaşmamıştır.
Bizim durduğumuz nokta Türk milletiyle aynıdır.
Talep ve beklentilerimiz Türk milletiyle birebir örtüşmektedir.
Zira Milliyetçi-Ülkücü Hareket Türk milletinin aynası ve aynısıyla yansımasıdır.
Biz yarım asra varan mücadelemizi; parlak kavrayışlar, umut dolu dilekler, imanlı haykırışlar ve yürekli çıkışlarla süsledik.
Tutarlılığımızı bozmadık, sözümüzden dönmedik.
İhlaslı ve inançlı Ülkücü hayatlarla Türk-İslam âlemine mesaj verdik.
Vatan, millet ve bayrak hassasiyetimizden en ufak gedik, kafa karışıklığına neden olacak en küçük taviz vermedik, vermeyeceğiz.
Ne mutlu bizlere ki, Türk-İslam ülküsünü kendimize rehber yaptık.
Aslımızdan ve ana fikrimizden ayrılmadan; sürekli değişen, sürekli yenilenen, herkesi kucaklayan, kaynaşmanın ve kardeşliğin önemine inanan bir bakış açısıyla Türk milletini ve Türk devletini kalkındırmaya, büyütmeye, kudretli yapmaya azmettik, çaba sarfettik.
Bilinmelidir ki, Türk-İslam ülküsü; kimlikli ve kişilikli yaşamak amacına dönük bir medeniyet projesi, demokratikleşmeyi özümsemiş bir gelecek tasarımı ve çağdaşlaşmayı hedeflemiş bir diriliş stratejidir.
Bu ülkü 77 milyon Türk vatandaşının ana çatısı, ana harcıdır.
Bu ülkü dünya üzerindeki tüm Türklerin tercümanı, tüm mazlumların sığınağıdır.
Bizim ülkümüz, merhum Ziya Gökalp’in dediği gibi, milletin mazisinden gelip istikbaline iten fikir hamlesidir.
Devlet-i ebede müddet ve millet-i ebed müddet bu sayede gerçekleşecektir.
Değerli Ülküdaşlarım,
Muhterem Dava Arkadaşlarım,
Türk milletinin uzun bir tarihi, derin bir kültürü, devasa bir adı vardır.
Bu emaneti geleceğe taşımak ve payidar olmasına katkı vermek bizler için milli görevdir.
Türk milleti ilelebet var olacak tarihi ve kültürel bir değerin adıdır.
Büyük milletimiz dünyanın en çetin coğrafyasında, bin yıldır bölünmeden, dağılmadan, yıkılmadan ayakta kaldıysa, bu her şeyden önce içinden çıkardığı fedakâr nesiller sayesindedir.
Aynı zamanda bu başarının sırrı kendini feda edebilen, rahata, kolaya, gelip geçici heveslere ve bencilliğe kapalı duran soylu dava insanlarının eseridir.
Bizim için hayat, kendi ömür süremizle sınırlı değildir.
Millete bakışımızın esası ve zemini de budur.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket, Türk milletinin asırları aşan yolcuğunu, üstelik ufuk ötesini gören bir vizyonun sonucu olduğunu gayet iyi bilmekte ve kabul etmektedir.
Her Ülkücü öncelikle bu devamlılığı sağlamayı kendisine misyon ve dava olarak belirlemiştir.
Büyük davaların da büyük hayal ve hedefleri olan fertlerin omuzlarında anlam kazandığı ve yüceldiği bir hakikattir.
Hedefleri büyük olanların zaferleri de büyük olacaktır.
Bize göre, hedefleri sığ ve küçük olanların mensup oldukları toplum ya da millete kılavuzluk yapmaları imkansıza yakındır.
Gündelik hayatın açmazları ve tortuları altında kitlelere güç ve enerji veren, ülkü ve ruh aşılayan, gerekirse inançları uğruna ölümü göze alan büyük isimler tarihin aktığı yatağı değiştirmiştir.
Ülkücü şehitler işte böylesi bir mucizenin, işte böylesi bir insanüstü mücadelenin milli kültür, milli tarih ve maneviyatla yoğrulmuş zirve isimleridir.
Vatan ve milletimizi, küresel hesapların çarkında öğütmek isteyenlere itiraz eden ve teslimiyete asla yanaşmayan millet evlatları bağımsızlığımıza ve bütünlüğümüze can pahasına sahip çıkmışlardır.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in içinden sivrilerek şehitliğe yürüyen cesaret abideleri bu uğurda her şeyi yapmışlardır.
Nereye gideceğini bilmeyenler için hangi yolun seçileceğinin bir önemi yoktur.
Amaçlarını netleştirememiş ve tayin edememişler için fırtınaya tutulmak adeta kader ve kuraldır.
Dününe sadakat gösterenlere, yaşadığı zamanı anlayanlara, gelecekle ilgili büyük hedefleri olanlara tarih ve talih her zaman yol açmış, yol göstermiştir.
Ütopya gibi görünen ülkülerini hemen gerçekleştirecekmiş gibi hazırlık yapan, mücadele veren, çırpınan, didinen yüreği, vicdanı, terbiyesi ve ruhu kocaman olan büyük dava adamları Türk tarihine nam salmış, şan bırakmıştır.
Gururla söyleyebilirim ki, Türk milletinin ülküleriyle ülkülenmiş, dertleriyle dertlenmiş, zaferleriyle gönenmiş sayısız gönül, dava ve inanç insanı hem tarih yapmış, hem tarih yazmıştır.
Ne zaman bir buhran kapımızı çalsa milletin içinden bir ülkü güneşi doğmuş, bir umut ateşi alevlenmiştir.
Ne zaman vatan sıkıntıya düşse, ne zaman millet sorun yaşasa, kahramanlar bellerini doğrultmuşlar, ayağa kalkarak ihanet kervanını dağıtmışlardır.
Hamd olsun, Türk milletinin bahtı bu hususta oldukça açıktır.
Şehitlerimiz Türkiye’nin zorlu bir sürecinde gönüllü olarak vatan nöbeti tutmuşlar, ‘ha ekmeğini yemişim ha kurşununu’ diyerek örnek ve tarihi bir mücadele ahlakı sergilemişlerdir.
Ülkücü şehitlerimiz kendilerinden vazgeçmişlerdir.
Türk milletinin yükselişine, esenliğine, istiklal ve istikbaline varlıklarını hediye etmişlerdir.
Bu tarifsiz bir feragat örneğidir.
Vatan şairimiz Mehmet Akif’in, Çanakkale şehitleri için kaleme aldığı muhteşem dizeleri bir bakıma Ülkücü şehitlerimiz için de yazılmış gibidir.
Gerçekten de “Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın” sözü her bir dava arkadaşımızı, gencecik yaşta kaybettiğimiz ülküdaşlarımızı tarif etmektedir.
Evet, şehitlerimiz tarihe sığmamış, sığmayacaktır.
Onların kabirleri hepimizin yüreğindedir.
Ve onların mezar taşları ülkülerimizle yazılmıştır.
Eğer, millet namına ve millet için gösterilen fedakarlık engellerin birer birer aşılmasını gerektiren güçlü bir iradeyi zorunlu kılıyorsa, bunu Milliyetçi-Ülkücü Hareket başarmıştır.
Bu yüksek iradeye sahip olanlara biz “dava adamı”, bu niteliklerin cümlesine de “dava adamlığı” adını veriyoruz.
Şunu da unutmamalıyız ki; Ülkücü, durağan, atıl, geride kalmış bir zihniyetin takipçisi veya mirasçısı olmamış, olmayacaktır.
Ülkücü, ileriye doğru yol alan millet varlığının devamını ve başarısını hedeflemiş bir vizyonun yaşayan aktif bir temsilcisi olmaya karar vermiş iman ve ülkü kalesidir.
Elbette ki bu meşakkatli, çileli, güç bir süreçtir.
Mücadele, adı üstünde, başa çıkmayı, aşmayı, çatışmayı, uğraşmayı, didişmeyi, çekişmeyi göze alabilmiş yüreklerin harcıdır.
Ülkücü Hareket’in muhteşem geçmişi bu liyakata ulaşmış, alnı açık, başı dik, vicdanı rahat, yüreği sevgiyle yüklü aziz ülkü şehitlerinin ve kahramanlarının hatıraları ile doludur.
Ve onlarla ne kadar övünsek, gurur duysak, sahip çıksak azdır.
Ülkücüler, milletinin kendilerine ihtiyaç duydukları anlarda ortaya çıkarak millet ve vatan sevgisinin imtihanını ölüm ve mahkûmiyet karşısında verebilmişlerdir.
Onları ve mücadelelerini unutmak asla ve asla mümkün değildir.
4 Ocak 1968’de, henüz 22 yaşında bir fidan iken, Ankara’da kaldığı yurdun kantininde silahla vurulan ilk şehidimiz Osmaniyeli Ruhi Kılıçkıran’dan, 26 Ocak 2014 tarihindeEsenyurt’ta şehit edilen Yusufiyeli Cengiz Akyıldız’a kadar verdiğimiz ve acısına katlandığımız şehitlerimizi unutmayız, unutmayacağız, unutturmayacağız.
Şehadet şerbetinden milleti uğruna kana kana içen iftihar isimlerimizi mahcup etmeyeceğiz.
Şehitlerimiz tesadüfün sonucu değildir.
Ve onlar inancımıza göre ölmemiştir.
Yüce Kitabımız’da; “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz” buyruğu şehitlerimizin sadece fiziken aramızda olmadıklarına işaret etmektedir.
Şehitlerimiz, Allah nezdinde hazırdır ve diridir.
Cennetin kapıları onlara ardına kadar açıktır.
İnanıyorum ki, Ülkücü şehitlerimizin hepsi şu an bizimle, duaları üzerimizedir.
Hepsinin ruhu aramızdadır, yanıbaşımızdadır.
Cenab-ı Allah Mahşer Günü her bir şehidimizin yüzüne bakabilmeyi bizlere nasip ve müyesser etsin.
Vatan ve millet yolunda candan geçen cesaret timsallerini hafızalarımızdan ve hatıralarımızdan asla çıkarmasın.
Yine niyazım odur ki, Türk milletine içten ve dıştan ivme kazanan husumet çemberini yarmak için bizlere güç ve azim versin.
Zira karşımızda rüşvetten, yolsuzluktan, nefretten ve bölücülükten niyet ve yüzleri kapkara kesilmiş suçlular ve suç ortakları vardır.
Bunların saçtığı günah tohumları fitne ve bozgunculuk olarak filizlenmektedir.
Kutuplaşmayla, kavgayla, iftirayla, dedikoduyla yabancı güçlerin taşeronluğuna soyunanların oyunlarını bozmak bizlerin namus borcudur.
Kefensiz yatan Ülkücü şehitlerimizin davalarını, sahte kefene sarılıp ölüm edebiyatı yapan şeytani heveslere karşı bayraklaştırmak ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne var gücümüzle sahip çıkmak bizim amacımızdır.
Şehitlerimiz boşuna toprak olmadı.
Analar boşuna ağlamadı.
Evlatlar boşuna yetim kalmadı.
Güvence dün şehitlerimizdi, bugün de biziz.
Allah varlığımızı, birliğimizi ve kardeşliğimizi daim etsin.
Bu duygu ve düşüncelerle, merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’e, Gün Sazak Bey’e ve tüm şehitlerimize, bunun yanında Soma’da kaybettiğimiz 301 madencimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.
Kabirleri nur, mekânları cennet, ruhları şad olsun.
Rabbim hepsinden razı olsun.