MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli:
“Geçmişin tozlu raflarında her derde defa siyaset modelleri, propaganda mekanizmaları aramak, insanları birbirine düşürerek menfaat teminine yönelmek hüsran verici neticelere yol açacaktır.
Hitler’i çıkaran toplumsal zemin çoktan küllenmiştir. Stalin’i, Musolini’yi, Franko’yu, Salazar’ı üreten sosyal ve siyasal kaynak kuruyalı çok olmuştur. Ancak ifadeye çalıştığım bu 20’nci yüzyıl otokratlarına özenen, onları örnek alan, onların izinden gitme merakında olanlar da şüphesiz yok değildir. Ortadoğu’ya, bazı Doğu Asya ve Afrika’nın bir kısım ülkelerine, hatta Türkiye’nin son gelişmelerine bakıldığından ne demek istediğim kolaylıkla anlaşılacaktır.
Sultanlar, tek adamlar, şahlar ve bir tek kişi etrafından dönen rejim ve devlet sistemleri güç bela ayakta dursa da henüz tamamıyla bitmemiştir.
***
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 25 Haziran 2013 tarihli MHP grup toplantı konuşması:
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Sayın Misafirler,
Basınımızın Muhterem Temsilcileri,
Bu haftaki Meclis grup toplantımızın başında hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
İstifhamların izdihama, kuşkuların korkulara, şüphelerin şikayetlere, şaibelerin şok edici hadiselere dönüş gösterdiği bir dönemden geçiyoruz.
Türkiye’nin temel meselelerinin konuşulmadığı, hak ettiği alakayı göremediği bir süreçte bulunuyoruz.
Maalesef sabah akşam üretilen sanal sorun alanlarının esas gündemi perdelediğini ve geriye ittiğini görüyoruz.
Yine görüyor ve yaşıyoruz ki, milletimizin sosyal ve ekonomik problemleri ısrarla ve inatla görmezden gelinmektedir.
Toplumsal doku hücrelerine kadar sirayet etmiş sancı ve sıkıntıyla yüz yüzedir.
Ülkemizin her alanda denge ve düzeni bozulmuştur.
Hükümet kantarın topuzunu kaçırmıştır.
Sosyal bezginlik, ekonomik belirsizlik ve siyasal bilinmezlik çok tehlikeli bir hal almıştır.
Türkiye’nin bu şekliyle daha fazla yol alması, daha çok ayakta kalması gün geçtikçe zorlaşmaktadır.
Bu itibarla konuşulması gereken ve milletimizin gerçek sorunları olduğuna inandığımız sosyal ve ekonomik meseleler durmadan hasıraltı edilmektedir.
Süreç ihanetinden Gezi Parkı olaylarına kadar ortaya çıkan her konu başlığı toplumsal uyum ve işbirliğini biraz daha sarsmaktadır.
Parti olarak bu olumsuzlukların farkındayız ve bu nedenle de sorunlar karşısındaki görüş ve önerilerimizi aziz milletimizle paylaşmayı heves ve heyecanla sürdürüyoruz.
Bu kapsamda “Milli Değerleri Koru ve Yaşat” adı altında 9 bölgede planladığımız açık hava toplantılarımızın 4’ncüsünü, geçtiğimiz cumartesi günü Erzurum’da “Birlik” temasıyla gerçekleştirdik.
Erzurumlu kardeşlerim açık hava toplantımıza muazzam bir ilgi göstermişler ve bizleri heyecanla bağırlarına basmışlardır.
Yiğit Dadaşlar ‘bir olmaya, iri olmaya ve diri durmaya sonuna kadar varız’ diyerek iradelerini sergilemişler ve milli meselelere duyarlılıklarını ispatlamışlardır.
Birlik duygusu, birlik kararı ve birlikteliğin ruhu Erzurum’da bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Erzurum Kongresi’nin ruhu İstasyon Meydanı’nda ayağa kalkmış ve tıpkı bir güneş gibi hem önümüzü ışıtmış, hem de içimizi ısıtmıştır.
Erzurum birliğine sahip çıkmış, bin yıllık derin kardeşlik hukukunu yaşatma konusunda tavizsiz olduğunu samimiyetle, cesaretle ve inançla göstermiştir.
Herkes açıkça anlamış ve görmüştür ki;
√ Erzurum bozgunculara, dedikoduculara ve asılsız haberlerle birlik yağmacılığı yapanlara gözdağı vermiştir.
√ Erzurum bölücüleri, teröristleri, ayrılık bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmıştır.
√ Erzurum Başbakan ve hükümetini en üst seviyeden ikaz ve birliğimizin ilelebet baki kalacağını yeniden tebliğ etmiştir.
Elbette Türk milleti birliğin ve beraberliğin yanındadır, tarafındadır.
Hiç kimse dönemsel gücüne, dönemsel yetkisine ve dönemsel imkanlarına dayanarak birliğimizin kutsallığını mahvedemeyecektir.
Başbakan Erdoğan’ın taşımayla, belediye ve diğer kamu imkanlarını seferber edip, vaat ve menfaatle mitinglerini kalabalıklaştırması bir fayda etmeyecek, akılları çelemeyecektir.
Türk milleti bu zihniyetin gerçek yüzünü görmüştür.
Milli iradeye saygı mitingleri tertip ederek millet huzuruna çıkan, gönül ve görüş ayrılıklarını iyice derinleştirmeyi hedefleyen Başbakan Erdoğan ve PKK’lı müttefiklerinin birliğimizi yıkmaya solukları yetmeyecektir.
Çünkü güvence Milliyetçi Hareket’tir.
Allah’a şükürler olsun ki biz de; mangal gibi yürek, çelik gibi bilek ve yenilmeyecek bir irade vardır.
Arkamızda milletimizin desteği, üstümüzde Cenab-ı Allah’ın himmeti, yanımızda değerli dava arkadaşlarımızın fedakarlığı, önümüzde aziz şehitlerimizin duası, elimizde Üç Hilalimiz bulunmaktadır.
Ve vatan, millet ve bayrak diyerek çarpan tertemiz kalplerimiz vardır.
Milliyetçi Hareket budur, milliyetçi-ülkücü hareket sorumluluğunun idrakindedir.
Bunlardan dolayı yanımızda olan, kucağını açan, elini uzatan bizimle Erzurum İstasyon Meydanı’nda “Birlik” kararında buluşan Dadaşlara en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Açık hava toplantımızın düzenlenmesinde büyük bir özveri ve gayret gösteren partimizin Erzurum İl Başkanı başta olmak üzere, tüm dava arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Buradan mertliğin kitabını yazan, milli ve manevi değerlerin serhat boylardaki kalelerinden olan Erzurumlu kardeşlerimi muhabbetle selamlıyor, hepsine sağlık, esenlik ve mutluluklar diliyorum.
Muhterem Arkadaşlarım,
Sayın Misafirler,
Eski alışkanlık ve usullerle yeniyi kavramak ve yenide kararlaşmak çok zordur.
Bunun için çağı yakalamak hem siyaset kurumu için hem de siyaset yapıcılar açısından oldukça önemli ve öncelikli görülmelidir.
Toplumsal yapının gerisine düşmüş, sosyolojik dip dalganın altında kalmış, hele ki sosyal ve ekonomik talep ve beklentilerin anlam ve ruhuna aykırı duruş sergilemiş yönetimlerin başarısızlıkları bir yana, huzursuzluğun yegane kaynağı haline geleceklerini ciddiyetle not etmek gerekmektedir.
Bu kapsamda iktidar veya iktidara talip partilerin vizyoner olmaları, ufuk ötesini görebilen bir misyonla hareket etmeleri yalnızca siyasetin doğası bakımından değil, zamanın genel kabulleri bağlamında da şarttır.
Bugünkü insanlık aleminde dünya neredeyse her sabah kurulmakta, her akşam bozulmaktadır.
İletişim teknolojilerindeki etkinlik ve yaygınlık, ulaşım ve haberleşme ağındaki şaşırtıcı hızlılık insan ilişkilerine tesir etmek şöyle dursun, kültürel yapıyı ve siyaset yapma biçimini de birinci dereceden şekillendirmektedir.
Bize göre, eski kalıplarla, eski bakışlarla, eski tarz, ilişki ve irtibatlarla; dinamik ve değişen şartlara anında uyum sağlayan bir siyaset ve yönetim paradigmasını buluşturma arayışı imkansıza talip olmakla eşanlamlıdır.
Bu açıdan siyasetin çağın mantığına ters düşmemesi, sosyal ve ekonomik ihtiyaçların karmaşıklaşan çekim alanından çıkmaması, milli ve manevi değerlerden savrulmaması oldukça hayatidir.
Şayet siyaset gerçeklerden kopar, geri bir forma sapar ve sadece kendine odaklanırsa merkez kaç kuvvetlerin de devreye girmesiyle bir aşamadan sonra istikrarsızlık üretmekten kurtulamayacaktır.
Siyasetin her şeyden önce mümkün ve doğru olanı bulma rekabeti, yarışması ve mücadelesi olduğunu görmezden gelen ya da göremeyen siyaset aktörleri çatışma ve kavga imalathaneleri haline anında geleceklerdir.
Kabul edilmelidir ki, düşmanlık ve cepheleşme üstüne kurgulanan 20’nci yüzyılın ilk yarısındaki siyaset tasavvurunu tekrar diriltmek, tekrar ayaklandırmak elbette akıl dışılıktır.
Dünya bir asır evvelki dünya değildir.
Türkiye bir asır evvelki gibi görülmemelidir.
Sosyal ve ekonomik refleksler, sosyolojik ve psikolojik realiteler aynı şekilde eskisi gibi değerlendirilmemelidir.
Bahsetmeye çalıştığım ilkel siyaset anlayışının aklı başında, ne yaptığını bilen, ne istediğini enine boyuna ölçmüş-tartmış taliplisi kalmamıştır.
Geçmişin tozlu raflarında her derde defa siyaset modelleri, propaganda mekanizmaları aramak, insanları birbirine düşürerek menfaat teminine yönelmek hüsran verici neticelere yol açacaktır.
Hitler’i çıkaran toplumsal zemin çoktan küllenmiştir.
Stalin’i, Musolini’yi, Franko’yu, Salazar’ı üreten sosyal ve siyasal kaynak kuruyalı çok olmuştur.
Ancak ifadeye çalıştığım bu 20’nci yüzyıl otokratlarına özenen, onları örnek alan, onların izinden gitme merakında olanlar da şüphesiz yok değildir.
Ortadoğu’ya, bazı Doğu Asya ve Afrika’nın bir kısım ülkelerine, hatta Türkiye’nin son gelişmelerine bakıldığından ne demek istediğim kolaylıkla anlaşılacaktır.
Sultanlar, tek adamlar, şahlar ve bir tek kişi etrafından dönen rejim ve devlet sistemleri güç bela ayakta dursa da henüz tamamıyla bitmemiştir.
Tarihin tekerrür edeceğini entelektüel sohbetlerinde sürekli ifadelendirenlerin eski tip siyaset taktiklerinin ne kadar sorunlu ve ne denli tehlikelere açık olduğunu muhakkak ki itiraf etmeleri ahlaki ve fikri tutarlılıklarının gereği olacaktır.
Bizim artık muhaliflerin Galata Köprüsü üstünde kim vurduya gittiği, sansür ve baskının sıradan görüldüğü, çoğulculuğun dönemin şartları gereğince ötelendiği bir zamana dönmemiz düşünülemeyecektir.
Her şey yaşanmış ve geride kalmıştır.
Önemli olan geçmişteki olaylardan ders alarak geleceğe bakmak, yarınların koordinatlarını şimdiden çizebilmektir.
Ne var ki, Başbakan Erdoğan’ın bunların hiçbirinden gerekli hisseyi almadığı, alamadığı anlaşılmaktadır.
Kendisi otoriter arzuların yakın markajına girmiş, büyüsüne kapılmıştır.
İpini koparmış şamandıra misali nerede duracağı, nerede sakinleşeceği ve nerede akıllanacağı belli değildir.
Yolundan gittiği, çizgisini takip ettiği, rehber tayin ettiği diktatörlere benzemek ve onlar gibi olabilmek için yoğun bir çabanın içerisindedir.
Karşımızda kimseyi dinlemeyen birisi vardır.
Karşımızda kendisini dev aynasında gören birisi görülmektedir.
Karşımızda kendisini herkesten üstün tutan, anlaşmaya, konuşmaya ve uzlaşmaya kapalı birisi durmaktadır.
Başbakan Erdoğan büyüklük taslamış, benlik davası gütmüş, kendini Kaf Dağı’nın tepesinde görmüştür.
Yıllardan beridir Türkiye’de; dışlamanın, ötekileştirmenin ve yabancılaştırmanın tüm örnekleri Başbakan ve hükümeti aracılığıyla yaşatılmıştır.
Türkiye’miz bunlardan kaynaklı vahim meselelerle yüz yüzedir.
Demokrasi karşıtı eğilimler, milli iradeye duyulan alerjiler, kişisel hak ve hürriyetlere gösterilen tahammülsüzlükler Başbakan ve hükümetiyle üstü üste örtüşmüştür.
İleri demokrasi iddialarının kuyruklu yalan olduğu bugünlerde iyice netleşmiştir.
Başbakan sanal medyanın peşine düşmüş, Twitter polisliğine soyunmuş, Facebook’ta iz sürmüş, sanatçıları hedef göstermiş, öğrencileri haşlamış, öğretmenleri azarlamış, çiftçilere sövmüş, gençlerle ters düşmüş, kim itiraz ediyorsa kötülemiştir.
Başbakan Erdoğan yandaş olmayan, ama saygınlığı ve tarafsızlığı da hiç kalmayan medyaya, iş ve sermaye çevrelerine, kendisinden olmayan her canlıya, kendisini benimsemeyen her kesime ateş püskürmüştür.
İşte büyüklenmenin, kendini beğenmişliğin son aşaması budur.
Son günlerdeki olaylar neticesinde; örnek alınan, gıptayla bakılan, hayranlık uyandıran bir ülke haline geldiğimiz söylemlerinin gerçek dışı olduğu gün ışığına çıkmıştır.
AKP’nin tüm politikaları, tüm vaatleri ve tüm sözleri birer birer buharlaşmıştır.
Demokrasiyi içselleştiremeyen, samimi şekilde benimseyemeyen ve siyasetine dahil edemeyen bir partinin artık yapacağı, vereceği ve sağlayacağı bir şey de kalmamış demektir.
Özel hayatlara ters bakışı, herkesi bir kalıba sokma ısrarı, saygısızca insanlarımızı ayırma ve cepheleştirme inadı sabır ve sebat bırakmamıştır.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarda olduğu 10 yıl 7 ayı geçen dönemde;
√ Laik ve anti laik ikilikleri sürekli beslenmiştir.
√ Dün-bugün savaşı, inanan inanmayan çekişmesi siyasi çıkar planları doğrultusunda desteklenmiştir.
√ Cumhuriyet ve demokrasi gibi kavram ve semboller etrafında sahnelenen tartışma ve kavgalar tekrar nüksetmiştir.
√ Başörtüsü takan takmayan, içki içen içmeyen, dindar olan olmayan, kürtaj yaptıran yaptırmayan, üç çocuk yapan yapmayan, bizden olan olmayan gibi cepheleştirici bütün konu başlıkları devamlı gündemde tutulmuştur.
√ Etnik ve mezhep ölçeğinde çok tehlikeli bloklaşmalar teşvik edilmiş, Türk milletinin çözülmesi, vatandaşlarımızın birbirine hasım hale gelmesi için tahrik kampanyaları ara verilmeden sürdürülmüştür.
√ Artan yolsuzluk haberleri, yoksulluğun genişletilerek açılan yardım kanallarıyla siyasi fırsatçılığa dönüştürülmesi, kayırmacılığın kurumsallaşması, sübjektif yargıların öne çıkması; yakınlara, akrabalara ve yandaşlara iltimas gösterilmesi toplumsal huzursuzluğu içten içe kaynatmıştır.
√ Sözde darbe davalarının kontrolsüz genişlemesi, adalete duyulan güvenin azalması, yapılan hukuk cinayetleri, suçlu-suçsuz ayrımını gözetmeyen zorba kararlar toplumsal zeminde tepkiyle karşılanmıştır.
√ Milli kimliğe şaşı ve özürlü yaklaşımlar, İmralı canisi ve çetesinden medet uman sefillikler, Türkiye’nin bölünmesi için alçakça kurulan ittifaklar milli vicdanlarda ters tepmiştir.
Elbette her şey bunlarla sınırlı değildir.
Siyasi alandaki sorunlar, rejim ve sistem endişeleri, bu eksende cereyan eden kavga ve karmaşalar anında toplum bünyesine sirayet ederek ideolojik katılıklara yol açmıştır.
Bunlara ek olarak, sosyal ve ekonomik problemlerin giderek çeşitlenip ağırlaşması, Türkiye’nin önünü tıkamış, görüş açısını daraltmış, insanlarımızın umudunu kapatmıştır.
AKP’nin iktidar yıllarında; itibar ve imajı sarsılan siyaset, değer ve çözüm üretemeyen parlamento, hoşgörü, mutabakat ve dayanışmayı geride tutan siyasi kültür bariz olarak belirmiştir.
Başbakan Erdoğan az önce ifadeye çalıştığım eski tarz ve cepheleşmeye dayalı siyaset modelini kılavuz olarak belirlemiştir.
Gidişat engellenmezse, Türkiye hızla parti devletine doğru ilerleyecek, başkanlık kılıfıyla otoriter bir yapı inşa edilecek, üniter yapı dağılarak federasyona sapacak, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü imha olacaktır.
Tehlike bu kadar yakın ve görünürdür.
Başbakan Erdoğan cambaza bak mealinden hareket ederek, gün gibi meydanda olan beka sorunlarını istismar ve yapay çatışma alanları inşa ederek örtmeye çalışmaktadır.
Bundan dolayı milletimizi kutuplaştırmak, küstürmek için sürekli kin ve nefret aşılamaktadır.
Gezi Parkı bunun için önemli bir saha olmuştur.
Başbakan’ın her sözü germekte, her beyanı kızgınlıkları artırmaktadır.
Başbakan Erdoğan’a göre hak arayan herkes tehdittir.
Demokrasi talebinde bulunan herkes sakıncalı ve mahsurludur.
Sesini duyurmaya, hakkını aramaya, taleplerini sıralamaya kim kalktıysa ya faiz lobisine parasız neferlik yapmakla suçlanmış ya da oynanan oyuna kurban edilmekle itham edilmiştir.
Meselenin daha ilginç tarafı ise, geçmişteki sözleriyle çelişkiye düşmekten de hiç rahatsızlık duymamasıdır.
Altını önemle çizmek isterim ki, Başbakan Erdoğan’ın 1 Şubat 2011 tarihli Meclis grup toplantısında Mısır’ın o zamanki Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’i hedef alarak yaptığı konuşmasıyla, bugünkü tutumu taban taban zıtlıklar içermiştir.
Başbakan; “içindeki sorunları çözemeyen, iç karışıklardan kurtulamayan, kendi arasında uzlaşı sağlayamayan ülkelerin aydınlık bir geleceğe ulaşamayacakları” tespitini unutmuştur.
“Tarihte baskıyla, sindirmeyle, korkutmayla ayakta kalmayı başaran hiçbir yönetim yoktur” dediği günleri aklından çıkarmıştır.
“Hak ve özgürlüklere hiçbir yönetim kayıtsız kalamaz” dediği günleri hafızasından silmiştir.
“Demokrasi; halkın sesine, gönlüne, idaresine, taleplerine sahip çıkmayı, bunları yönetime yansıtmayı gerektirir; halka gözünü, gönlünü, kulağını kapatan yönetimler uzun ömürlü olamazlar” dediği günleri görmezden gelmiştir.
“Halkın haykırışına, son derece insani taleplerine kulak verin, kulak verelim. Halktan gelen değişim arzusunu hiç tereddüt etmeden karşılayın.” tavsiyelerini çoktan gündeminden çıkarmıştır.
Ve daha da ileri giderek; “halkı tatmin edecek adımlar atın diyorum. Bugünün dünyasında özgürlükler artık ertelenemez, göz ardı edilemez.” sözleri hakikaten kayda değerdir.
Başbakan Erdoğan Libya’daki olaylar ekseninde Kaddafi’ye yönelik olarak 22 Şubat 2011 tarihli Meclis grup konuşmasında; “Demokratik taleplerini dile getirenlere karşı insaf dışı müdahalelerin yapılması şiddet sarmalını büyütür” yaklaşımını isabetle dile getirmiş olsa da, malumlarınız olacağı üzere bugün bu sözünü çoktan kulak ardı yapmıştır.
22 Mart 2011 tarihli Meclis grup toplantısında Başbakan’ın şu sözleri herhalde incelenmeye ve üzerinde tahlile layıktır: “Biz demokrasinin, insan haklarının, ifade özgürlüğünün tarafındayız. Biz çatışmanın, baskının, şiddetin, zulmün tarafında değil hakkın, adaletin, uzlaşmanın, kucaklaşmanın yanındayız.”
Yine Başbakan 5 Nisan 2013 tarihli Meclis grup toplantısında; “Libya’da olsun, Suriye’de olsun, Yemen ve Bahreyn’de olsun, daha fazla kan akmadan, daha fazla acı yaşanmadan, halkların hissiyatına, arzu ve taleplerine karşılık gelecek reformların acilen yapılmasını yüksek sesle dile getirdik ve getiriyoruz” açıklamaları da kendisini inkar eden bir nitelik taşımaktadır.
15 Kasım 2011 tarihli Meclis grup toplantısında ise doğrudan Başar Esad’a seslenen Başbakan Erdoğan; “Medeni dünyaya, komşularına ve insanlık değerlerine sırt çeviren hiçbir yönetim başarılı olamaz, ayakta kalamaz. Uluslararası meşruiyetini ve toplumsal desteğini kaybeden hiçbir yönetim uzun ömürlü olamaz” yorumunu yaparak bugünlerdeki duruşuyla tenakuza düşmüştür.
Başbakan Erdoğan’ın daha birçok benzeri görüş ve düşüncesi vardır.
Bu kadar gelgitleri olan, sürekli kendisini yalanlayan ve tekzip eden birisinin siyasi inandırıcılığından bahsetmek mümkün olmayacaktır.
Başbakan Erdoğan Türk milletini kafasında 36’ya bölmeye çalışırken, meğerse yüzünü, karakterini dilimlemiş ve kişiliğini de ayrı ayrı kafeslere yerleştirmiştir.
Canı hangisini isterse, işine hangisi geliyorsa onu almış ve kullanmış; böylece siyasette köşesi olmayan, kenarları silik, sınırları kalkmış birisine dönüşmüştür.
Geçmişte ‘Biz herkes için demokrasi istedik, herkes için daha fazla özgürlük istiyoruz” diyen kişiyle, demokratik beklentilerini şimdilerde dile getirenlere gazlı, coplu, tomalı saldırı emrini bizzat veren; vandallar, şiddetseverler, barbarlar diyerek savaş açan aynı kişidir.
İleri demokrasi diyen kişiyle, ‘Taksim’e çıkanlar işgal kuvvetidir’ diyen kişi aynıdır.
Bu olacak, normal görülecek ve makul bulunacak şey değildir.
Sayın Başbakan gerçek işgalcilerle düşüp kalkan, onlara yakayı kaptıran ve Türkiye’yi ikram eden birisi varsa, bil ki bu senden başkası değildir.
İstanbul’un doğal ve tarihi güzelliği seninle darbe üstüne darbe almıştır.
Yabancılar seninle İstanbul’a konmuş, Arap şeyhleri senin yardım ve ön açmanla boğazı parsellemişlerdir.
Şimdi kalkıp da masum vatandaşlarımızı ve gençlerimizi işgalcilerle bir görmen, aynı kategoriye sokman ayıptır, iftiradır.
Ayrıca Başbakan Erdoğan’a göre genç kardeşlerim çok kötü oyuna gelmiştir.
Birileri gençlerimizi çevre diye aldatmış, yeşil diye aldatmış ve tezgahın içine düşürmüş ve kullanmıştır.
Başbakan Erdoğan bilmelidir ki, masumane ve şiddete varmayan taleplerle kendilerini ifade eden gençlerimizi azarlamak, aldatıldıklarını iddia etmek, küçümsemek kendisine bir şey kazandırmayacaktır.
Sayın Başbakan unutma ki, Türk gençliği aldanmaz, aldatmaz ve kimsenin oyununa da bile bile kapılmaz.
Sen aldatmanın manifestosunu yazmaya devam et, Türk gençliği de seni kara kalemle not etmeyi sürdürecektir.
İnanıyorum ki, Başbakan’ın böylesine aşağılayıcı ve hafife alıcı sözlerine en kat’i cevabı da bizzat Türk gençliği sandıkta verecek, bu zihniyeti silkeleyip, sallayıp koltuğundan yüz üstü düşürecektir.
Değerli Milletvekilleri,
Başbakan Erdoğan milli iradeye saygı mitingleri düzenlemektedir.
Ne var ki kullandığı dil son derece ayırıcıdır.
Konuşmaları son derece istismarcı ve tehdit yüklüdür.
Başbakan Erdoğan özellikle manevi değerlerimizi siyasi malzeme yapmaktan bir an olsun vazgeçmemektedir.
Sanki yüce dinimizi kendi tekeline almış gibi hezeyan içinde açıklamalarda bulunmaktadır.
Şu sözler Başbakan’ın ağzından Samsun’da yapmış olduğu konuşmasında bir bir dökülmüştür:
“Namazda kıyamla direniriz, onlar milyonlarca tweet atsınlar, bizim tek bir besmelemiz oyunları bozar.”
“Onlar yaksınlar yıksınlar, yağmalasınlar, bizim tek bir La Havlemiz bütün tuzağı bozar.”
“Onlar camilere ayakkabılarla girsinler, onlar camilerde içki içsinler, onlar başörtülü kızlarımıza el uzatmaya kalksınlar, bu milletin duası, bu milletin bir kez Ya Allah, Ya Fettah, Ya Sabır demesi onların bütün hesaplarını alt üst eder.”
Bunlar ancak düşmana karşı söylenecek sözlerdir.
Bunlar ancak milleti bölmeye ve iki farklı uca taşımaya çalışan eski tip siyaset çürümüşlüğünün bir yansımasıdır.
Başbakan Erdoğan kendisini ne zannetmektedir?
Besmele çekmesini bir tek şahsı mı bilmektedir?
Yüce dinimizi yalanlarına, riyakarlıklarına, aslı astarı olmayan ifadelerine payanda yapmaktan dolayı hiç mi yüzü kızarmamaktadır?
Bu kafa yapısıyla Türk milleti nereye kadar gidecektir?
Başbakan kimin iyi kimin kötü Müslüman, kimin mümin kimin münkir olduğuna karar verecek ehliyeti kendisinde nasıl görebilmektedir?
Başbakan ulema mıdır, allame midir?
Samimi din alimlerimiz, kamil ve Allah dostu velilerimiz, üniversitelerin ilahiyat fakültelerinde görev yapan muhterem öğretim üyelerimiz Başbakan’ın İslamla aldatmasına, ahkam kesmesine, fetvalar vermesine nereye kadar suskun kalacaklardır?
Besmele çekerek oyunları bozduklarını söyleyen Başbakan, Amerikan askerlerine dua ettiği, küresel kanlı projelere eşbaşkanlık yaptığı zamanları ne çabuk unutmuştur?
İşgalcilere kapılanmak, Müslüman kanını oluk oluk akıtanlara, bölünmemizi ve parçalanmamızı gözleyenlere sarılmak ve dalkavukluk yapmak İslam’ın neresinde yazılıdır?
Bununla birlikte merhamet ve hoşgörü abidesi kutlu dinimizi bölücülüğe bahane bulmak amacıyla insafsızca malzeme yapan Başbakan; akıl, zeka ve gönülle arasındaki bağı koparmış atmıştır.
Bu ayıptır, bu günahtır ve bu kesinlikle şeytani bir eğilimdir.
Teröristbaşına peygamber diyenlerle aynı safta, aynı hedefte ve aynı amaçta bir araya gelen bu zihniyet, yüce dinimizin kutlu mirasına, vahdet çağrısına ve fitneyi def eden yüksek faziletine saygısızca davranmaktadır.
Geçtiğimiz Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin maneviyat yüklü atmosferini, bölücülüğü mazur ve meşru göstermek için kirletme teşebbüsü de hatırımızdadır.
Şu şımarıklığa ve sıskalığa bakınız ki, Başbakan Erdoğan kimin insani, kimin İslami ve kimin Muhammedi yolda olduğunu tespit ve tayin etme mezuniyetini kendisinde görmektedir.
AKP’ye oy veren muhterem ve mütedeyyin kardeşlerim bunları görmeli, art niyetlilerin gerçek yüzünü deşifre ederek hadlerini bildirmelidir.
Bu inançlarımıza sadakatin ve imanımıza hürmetin bir gereğidir.
Başbakan açısından, süreç denilen ihanetin karşısında olanlar, PKK’ya verilen tavizleri şiddetle eleştirenler hak ve hakikat yolunda değildir.
Türk milletinin varlık ve birlik haklarına sahip çıkma konusunda azim ve inanç dolu olanlar İslami davranmamaktadır.
Başbakan için İmralı canisiyle masaya oturmak, PKK’nın taleplerini aşama aşama cevaplamak ve PKK’nın sözde asayiş birlikleri oluşturmasını sessizce izlemek yerinde olup insani ve itikatlarımıza da uygundur.
İşte bu şirkin ta kendisidir.
İşte bu günahın karesidir.
Başbakan Erdoğan; papaz cübbeleri giydiğini, Papa heykelleri altında imzalar attığını, kiliseleri onardığını, misyonerlere ortam açtığını Türk milletinin unuttuğunu mu sanmaktadır?
Bu aralar sıklıkla dile getirdiği camilerde içki içildiği, ayakkabıyla girildiği ve baş örtülü kızlarımıza saldırıldığı iddiaları da geçiştirilecek türden değildir.
Sayın Başbakan camilerden içki içenler kimdir?
Başörtülü kızlarımıza saldıranlar kimlerdir?
Seni uyarıyorum; Müslüman Türk milletini tahrik etme.
Müslüman Türk milletini birbirine düşürmeye çalışma.
Bilmelisin ki, izlediğin bu siyaset toplumsal bölünmeleri, düşmanlıkları, inanan-inanmayan kamplaşmasını geri dönülemeyecek noktalara taşıyacaktır.
Gelişmelerden anlaşıldığı kadarıyla, Başbakan Erdoğan’ın yönetiminde Türkiye belirsizliğe doğru hızla mesafe almaktadır.
Ülkemiz bu bunalımdan ve kısır döngüden çıkmalı ve çıkarılmalıdır.
Çare demokrasi içinde aranmalı, yöntem demokratik mekanizmaların harekete geçirilmesinde bulunmalı ve sandık seçeneği üzerinde ısrarla durulmalıdır.
Taksim’i belirli saatlerde ablukaya alan Başbakan, ülkemizin diğer yörelerini de burası gibi sanmamalıdır.
Şikâyet ve itirazlar gittikçe yoğunlaşmaktadır.
Başbakan Erdoğan sosyal, ekonomik ve siyasal bir afet olmayı başarmıştır.
Dövizi yükselten, borsayı indiren, insanlarımızı ekonomik kayba uğratan bizzat kendisi ve çatışmacı dilidir.
Bu gelişmeler aslında Türkiye ekonomisindeki dengelerin pamuk ipliğine bağlı olduğunu kanıtlamıştır.
Başbakan Erdoğan kendisini ve yaptığı görevini, yeterlilik düzeyini, kapsayıcılığını ve samimiyetini gözden geçirmelidir.
Arap Baharı tipi toplumsal ve siyasal keşmekeşe Türkiye’yi düşürmekten sakınmalı; sorumlu ve hassas davranacak basireti göstermelidir.
Etrafındakiler Başbakan’a doğru bilgi vermeli ve uyarmalıdır.
Şahsına yönelen tepki ve nefretin kaynağına inmeli ve süratle zaman geç olmadan özeleştiri yaparak demokrasinin önünü açmalıdır.
Aziz milletim bilmelidir ki, Başbakan Erdoğan’a Türkiye mecbur değildir.
Yapamıyorsa gitmeli, yapacak olan, derleyici, toplayıcı, bütünleştirici ve herkese hitap eden ve kucaklayan bir siyasi iktidar gelmelidir.
Bu iktidarı da inşallah Milliyetçi Hareket’ten başkası olmayacaktır.
Muhterem Milletvekilleri,
Bir diğer üzerinde durulması gereken konu da Başbakan Erdoğan’ın bayrak asma kampanyasının sözcülüğüne soyunmasıdır.
Daha düne kadar bayrağı tahrik unsuru olarak gören Başbakan, birden bayrak sevdalısı kesilmiştir.
Açık hava toplantılarında sürekli bu konuya vurgu yapmıştır.
Esasen ay yıldızlı al bayrağımızın itibarıyla oynayan bellidir.
Bayrağın haysiyetini gölgeleyen, saygınlığını örseleyen bilinmektedir.
Bayrağı provokasyon aracı olarak gören kişi de hepimizin malumu olup Başbakan’dan başkası değildir.
Biz Türk bayrağına hükümet kaynaklı hakaretleri, tacizleri ve bölücü alçaklarca yapılan küstah müdahaleleri reddettiğimiz için 20 Nisan 2013 günü İzmir’de bayrak temalı açık hava toplantısı yapmıştık.
Ve bağımsızlığımızın, şerefimizin sembolü olan bayrağımızı bağrımıza basmış, hak ettiği yükseklerde, hak ettiği zirvelerde ne pahasına olursa olsun dalgalanacağını dosta da, düşmana da göstermiştik.
Şimdilerde Başbakan Erdoğan sanki rüyasında görmüş gibi, sanki aklı başına yeni gelmiş gibi bayrağa sahip çıkmaya çalışmaktadır.
Sayın Başbakan, İmralı canisiyle pazarlık yapan, PKK paçavralarının meydanlarda sallanmasına onay veren birisinin Türk bayrağını övmesi ve evlere asılmasını hararetle tavsiye etmesi iki yüzlülüktür.
Sen “oyun bozuyorum, tarih yazıyorum” derken en büyük oyunun sayfalarını bölücü teröristlerle, küresel destekçilerinle kanlı mürekkep eşliğinde yazdığını görmeli ve kabullenmelisin.
Hem süreç ihaneti kapsamında sözde Kuzey Kürdistan beyanlarına sessiz kalacaksın, hem de bayrak diyeceksin.
Hem İmralı canisiyle Türk milletini müzakere edecek, ev hapsi için fırsat kollayacak, Türkiye’yi bölmek için PKK’ya kucak açacaksın; hem de Türk bayrağına sahip çıkacaksın.
Hem milliyetçiliği ayaklar altına alacak, Türklüğü silmeye kalkışacak, kimliğimizi sabote etmeye yelteneceksin; hem de bayrak asın diyerek yaygara koparacaksın.
Sen git de İmralı canisinin posterlerini, PKK’nın kanlı paçavralarını sokaklara, meydanlara ve evlere asanlara huşu ve hayranlık içinde bak.
Sana bundan başkası yakışmaz, sana bundan başkası şık düşmez.
Başbakan Erdoğan, bir de üstüne üstlük Erzurum’da Üç Hilalli bayrağımızın asılmasını önermiş ve gururumuz diyerek övmüştür.
Başbakan’ın bugünlerde Üç Hilal hayranlığı dikkat çekicidir.
Bundan sonra; ırkçı, kafatasçı, kovboy, Fatiha bilmeyenler, hayvanlar, morg bekçileri dediği aziz dava arkadaşlarıma iltifatlar yağdırırsa kimse şaşırmamalıdır.
Başbakan Erdoğan’a bildirmek isterim ki, Üç Hilal’in altında kendisine ve emellerine asla yer yoktur ve olmayacaktır.
Muhterem Arkadaşlarım,
Bugünkü toplantımızla partimizin 24’ncü dönem 3’ncü yasama yılındaki çalışmalarını tamamlamış olacağız.
Bu dönem içinde gerek Genel Kurul’da, gerekse de komisyonlarda partimizi en iyi şekilde temsil ettiniz ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin farkını gösterdiniz.
Bundan dolayı hepinizi kutluyorum.
Seçim bölgelerinizde aziz vatandaşlarımız sizleri beklemektedir.
Hepsine ulaşınız, hepsiyle mutlaka temas ve diyalog kurarak partimizin politikalarını, Türkiye’nin sorunlarına yönelik düşüncelerimizi anlatınız.
Ülkemizin ağırlaşan sorunlarını, bu sorunlara neden olan fail ve faktörleri bıkmadan, yorulmadan, tıpkı Meclis çatısı altında göstermiş olduğunuz çalışkanlık gibi, aktarınız ve mutlaka da gönülleri kazanınız.
Seçim bölgelerinizdeki muhterem kardeşlerimize selamlarımı götürünüz.
Ve Milliyetçi Hareket’in başarılı olacağını, sorunlarını çözeceğini, iktidara geleceğini müjdeleyiniz.
Giderek ağırlaşan ekonomik gelişmelerin yaşantılarına nasıl yansıyacağını, sorumlularının kimler olduğunu, olumsuz gelişmelerin nelere yol açacağını ve ailelerini nasıl etkileyeceğini önemle vurgulayınız.
Türkiye’yi bölünme ve parçalanma sürecine sokmaya çalışan çözüm ihanetini her tarafta anlatınız.
Bu konulardaki bütün birikimlerinizi ve tecrübelerinizi aynı zamanda teşkilat mensuplarımızla paylaşınız ve sağlam bir işbirliği içine giriniz.
Konuşmama son verirken, bu zamana kadarki Meclis çalışmalarına büyük katkıları olan siz değerli milletvekili arkadaşlarıma takdirlerimi ve şükranlarımı sunuyor, başarılarınızın devamını diliyorum.
Yaklaşan Mübarek Ramazan ayının aziz milletimize ve İslam dünyasına huzur, bereket ve esenlikler getirmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.
Yapacağınız siyasi çalışmaların ülkemize, demokrasimize ve partimize hayırlı sonuçlar getirmesini diliyorum.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sağ olun, var olun.