Ben Hiç İdama Mahkum Olmadım Anne / Abdullah KILAVUZ

462013184641

Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’ın yiğit hatıralarına;

“Derviş oğlu Muhammed” dedi hâkim, “Gereği düşünüldü!”
Ağabeyim ayağa kalktı, ben kalkamadım
İnfazım okundu yüzüme, anam çok ağladı
Ahdim vardı babama, ben hiç ağlamadım
Karşıma oturan beyler ve efendiler vermişti kararımı
Dinlemedi beni kimse, mecalimi anlatamadım
Otuz beş yıl hükmümü koydular cebime
Apar topar bindirdiler ringe
Babama son bir kez olsun sarılamadım…

Buca Askeri Cezaevi, on birinci bölüm
Haritada göster deseler, Buca’yı bilemezdim
Verseler azığımı, biletimi
Erzincan’dan buraya gelemezdim…

Dağları aştık, ovaları, yaylaları
Kaç istasyon geçtik inan ki sayamadım
Gitmedi anamın yüzü gözümden
Bir saniye olsun uyuyamadım
Kırk saatten uzun sürdü Kemah’tan İzmir
Şimendiferle geldim Allah’tan, fazla hırpalanmadım…
Geldik cezaevi önüne
Siyah, ütüsüz ceketimi omuzladım
Girdi iki koluma jandarma
Topuklarımı vura vura koridorları adımladım
Sabah ezanı henüz okundu, açıldı demir parmaklıklar bir bir
Yıllar geçti ancak bu karanlığa bir türlü alışamadım!

Bıraktılar beni koğuşuma, abdestli yüzler sardı etrafımı
Sanki hepsini tanıyor gibiydim ama bir türlü çıkaramadım
Ufakça birisi kaptı hemen bavulumu
Bir çay getirdiler, tek şekerliydi, ağır ağır yudumladım.
“Soluklandıysan namaza geçelim mi?” dediler
Çeşme başına geçtim, kollarımı sıvadım.
Davudi bir kamet getirdi sakalı uzunca biri
İmama uydum ben de, gözlerimi kapadım.
Bir çay daha verdiler namazın ardından
Bu defa şeker koymadım
Ellerim cebime gitti
Gümüş tabakamı aradım
Tütün sararken başladık konuşmaya
Kaç sigara küllendirdik, sayamadım
Tanıştık birer birer, dinlediler beni uzun uzun
Düğümlendi her şey birden boğazıma, konuşamadım
“Uyu kardeşim, dinlen” dediler omzumu sıkıp
Yatağıma uzandım, yorulmuştum, ağır ağır daldım…
Babamı gördüm rüyamda, sonra ağabeyimi
Kan ter içinde, çığlık çığlığa uyandım
Dadaş Ömer su getirdi hemen
Başıma toplandı herkes, soluklandım…

Kalktım ranzamdan, pencereye doğru yürüdüm
Koğuşun içerisinde üç tur dolandım
Ben uyurken iki kişiyi götürmüşler koğuştan
Neler olduğunu anlayamadım
Selçuk ve Halil’miş isimleri
Düşündüm, simalarını hatırladım
Tecrite götürmüşler, idamlıklarmış
Ürperdim…
Ben daha önce hiç idamlık birini tanımadım!

Buca Askeri Cezaevi, on birinci bölüm
Haritada göster deseler, Buca’yı bilemezdim
Verseler azığımı, biletimi
Erzincan’dan buraya gelemezdim…

O gün akşam çabuk geldi, koğuşta ölüm sükûtu
Hemen yatağıma geçtim, kimseyle konuşmadım…
“Benim işim kolay” dedim. Otuz beş yıldı altı üstü
Çıktığımda elli üç yaşında olacaktım
Ya Selçuk ve Halil? Daha yirmi ikisinde Selçuk, Halil yirmi bir…
Onların ruhaniyetine bürünmeye çabaladım:
On sekiz yaşındaydım
ve ben hiç idama mahkûm olmadım
Otuz beş yıldı altı üstü
Tecrite atılmadım…
Küçükte olsa vardı penceremiz
Güneş girmez zindanlara kapatılmadım
O yüzden hiç özlemedim kırk kişilik koğuşları
Soğuktan sızlamadı diz kapaklarım…
Çıktığımda elli üç yaşında olacaktım
Hem belki af çıkardı!
Bir vapur ile yurt dışına kaçma hayalleri kurmadım
Bileklerim morarmadı zincirlerden
Geceler bitmesin diye yakarmadım
Hiç üç numara tıraş olmadı saçlarım…
Kimse ıslak meşeler kırmadı sırtımda
Elektrik nedir bilmedi göz kapaklarım
Ve hiç yatağından sökülmedi tırnaklarım
Ben hiç idama mahkûm olmadım…
Otuz beş yıldı altı üstü
Çıktığımda elli üç yaşımda olacaktım…

Derken ezan okundu
Usulca uyandık
Durduk kıbleye karşı
Buca’dan ötelere doğru uzandık
Adeta Kabe’de aldık tekbiri
Kubbet-üs Sahra’da soluklandık
Namazdan sonra oturduk öylece seccadelerimizde
Gidemedik yataklarımıza, toplandık
Halil Abi’nin son isteğiymiş bizden
Kefen almak için para topladık
Garipti herkes.. Garibandık…
Yetiremedik iki tane almaya
Yirmi iki kişiydik, çok utandık…
Yorgan kılıfı vardı İsmail’in, beyaz
Cezaevi terzisine yollattık
Orada diktiler kefenleri…
Biz iki kefen alamadık
Yirmi iki kişiydik
Çok utandık..

Günlerce nurdan ipliklerle
Onlara dualar nakışladım
“Bir mucize ya Rabbim”
Diye her geceyi sabahladım
Günlerden bir Pazar
Seksen üçün beş haziranındaydım
Cezaevi terzisi yumrukladı kapıyı
Kapıya doğru fırladım
“Bu gece Halil ile Selçuk’u asacaklar” dedi
Şaşkındım, hiçbir şey anlamadım
İrfan Abi geldi hemen, o konuştu uzun uzun
Neler olduğunu çok sonradan anladım
Aklımı yitirmiş gibiydim
Hüseyin Abi’nin yakasına yapıştım.
“Böyle duracak mıyız?” diye bağırıyordum
“İsyan edelim! Gerekirse Buca’yı yakalım!”
Gözleri dolmuştu herkesin
Yavaşça çekti ellerimi, ölesiye sarıldım
On sekiz yaşındaydım ve öyle korkuyordum ki
Ben hiç idama mahkûm olmadım…

Saat dokuza geliyordu
İrfan Abi Koğuş Penceresine doğru yürüdü
Yağmur hafif çiseliyordu

“Es Salatu ve’s-Selamu” diye başladı selâ okumaya
“Aleyke ya Resulallah” diye yere kapaklandım
Ben! Ben Demirci Derviş’in oğlu Muhammed!
Ben ömrümde ilk defa orada ağladım…

Abdullah Kılavuz
28 Aralık 2013 / Elazığ