BİZİM YİĞİTLER VE TÜRK MİLLETİNİN BULUŞMA NOKTASI- Gazi KARABULUT
Mayıs ayı içerisinde gönlü vatan için atan Türk Milliyetçilerinin daveti üzerine Mardin’e bir konferans için gitmiştik.
Ertesi gün Nusaybin ziyaretimiz de olmuştu.
Nusaybin’de bizi rehberlik eden yiğitlerden biri de Özel Harekat Daire Başkan Yardımcısı rahmetli Meriç Alemdar Müdürümüzdü. Dev cüssesinin yanında nezaketli sözleri ile yüreğimizde kalıcı bir iz bırakmıştı. FETÖ tarafından hunharca gerçekleştirilen saldırıda kalleşçe şehit edilen yiğitlerin arasında, her biri diğerinden değerli kahramanların içinde onun ismi de vardı. Yüreğimiz dağlandı. Acı katmerleştikçe katmerleşti.
…
O programımızın ardından “Mardin’in Bozkurtları, Nusaybin’in Yiğitleri ve İstikbalimizin İstiklali” başlıklı yazıda Özel Harekat ile ilgili bölümlerde şu minvalde görüşlere yer vermiştim:
“1994 yılında Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinde kendinden emin halleri, sarkık bıyıkları, heybetli adımları ve silahlarındaki bozkurtlu, bayraklı çıkartmaları ile tanımıştım ilk özel harekat polislerini…
Özel Harekât Polisleri o heybetli görüntülerinin yanında, kimse bilmezdi ama bizlerin veya kendilerinin tespit ettikleri yardıma muhtaç ailelere, öğrencilere gizlice yardım eder, kol kanat gererlerdi.
Söz konusu terör olduğunda da Alparslan’ın ordusundaki kahramanlar gibi, Fatih’in fethindeki Ulubatlı Hasanlar gibi, Çanakkale’deki Seyit Onbaşılar gibi kahramanca çarpışır ve terör odakları Özel Harekât adını duyduğunda kaçacak delik arardı.
O zamanlarda yeni yeni piyasaya çıkan özel radyolarda birileri cesaret edip “Dağlara gel dağlara” istek parçasını talep ettiğinde; daha parça bitmeden “Dağlar seni delik delik delerim” türküsü çalardı o yiğitlerin isteği olarak ve o dağlar delik delik delinirdi en çok da bölgede yaşayan insanların huzuru için.
Allah biliyor ve tarih şahit ki o dönemde vazife yapan özel harekât polisleri ülkü şuuru ile hareket eder, hayatlarını o ölçüye göre tanzim eder ve ölüme abdestlerini alıp helalleşerek gözlerini kırpmadan giderlerdi. Ama her operasyondan yüz akı ile döner, mehter marşları ile karargâhlarını inletir, dualarla gönderilen yiğitler dualarla karşılanırdı.
Pek şehit de vermezdi Özel Harekât. Zaten bir arkadaşları şehit düşse, ne yapar eder onu şehit eden terör odaklarını yer ile yeksan ederlerdi. Teröre ve teröriste karşı böylesine katı bir tutum sergileyen özel harekât polisleri sivil vatandaşla da alabildiğine sade, samimi ve içten bir bağa kurardı.
…
Ardından Doğu ve Güneydoğu’da bölücü bir isyan, ülkenin her yerinde kalkışma hareketine dönüştü.
Ve yeniden…
Vatan görev bekler, diyerek; 1990lı yıllarda 25- 30 yaşında olan Özel Harekât polisleri bir kez daha vazife başına geçtiler. Üstelik pek çoğu çocukları ile ya da çocukları yaşındaki meslektaşları ile beraber mücadeleye başladılar.
İşte Sur, Lice, Cizre, Silopi, Nusaybin gibi yerlerde bomba tuzaklı hendekler kazan PKK’lı teröristler yıllarca kendilerine “kâbus” yaşatan özel harekâtçılar ile çatışmaya girmekten korktu. Özel tim mensupları yol ve sokaklara döşenen mayın ve EYP’ler ile keskin nişancılar tarafından maalesef “kalleşçe” şehit edildiler.
İlginçtir, görüntüler, operasyona çıkışlar, silahlardaki çıkartmalar, bıyıklar, operasyondan dönüşler 1990lı yıllardaki ile bire bir örtüşüyor.
Yine seferde vatan için şehit düşmek kaderini milletinin kaderine bağlamış yiğitlere düştü.
Bölgede gözünü kırpmadan çarpışan polis, asker, korucu, özel birlik hangisi olura olsun bir kez daha tarihe geçecek büyük kahramanlıklar sergilediler…”
15 Temmuzdaki Fetö isyanında bir kez daha bu yiğitlerin otağları hedef seçildi ve elliden fazla şehit verildi. Hain kalkışmanın neticesinde sivil veya güvenlikçi şehitlerimiz, yarılılarımız oldu, yüreğimizi dağlayan bombalamalar yaşandı. Ancak topyekun inşa edilen birlik ruhu, yaraların sarılması adına bir duruşun sergilenmesine vesile oldu.
Fakat bugün görev yeri kuraları çekilen bıyığı yeni terlemiş özel harekat polisleri yine dosta güven, düşmana korku vermeye hazırlanıyor.
Çünkü yirmili yaşlarda görev bekleyen bu yiğitlerden öyleleri var ki; İstanbul ataması için üzülüyor ve ardından ekliyor “Ama olsun bir yıl sonra Güney Doğu’ya gidebiliyormuşuz” diyor.
Kim hangi tuzağı kurarsa kursun bu milletin evlatlarının yüreğinden vatan sevgisini silmeye gücü yetmez. Yine daha görev yeri yeni belli olan bir yiğit “ o elbiseyi giydikten sonra abdestsiz yere basmak olmaz” diyor.
Bu memleketi karşılıksız seven her yiğit, gah Meriç Alemdar olur dağlarda bir aslan, gah Ömer Halisdemir olur hainin alnında bir kurşun, gah Enver Paşa olur Pamir eteklerinde bir Bozkurt.
İşte kim ne yaparsa yapsın bu ülkenin birliğini bozamayacak ve yüce Türk milleti bin yıldır yaşadığı bu kutsal topraklarda kıyamete kadar kalacaktır.
Tabi bu yiğitlere çok şey borçlu olduğumuzu unutmadan memleketin diğer ahvalinde vazifeli olanlar da buluşma noktasını iyi tespit etmelidir. Onu, Türklüğün son Başbuğ’u şöyle ifade ediyor, başka da söze gerek bırakmamacasına:
“Türk aydınları, Türk gençliği, buluşma yerimiz, BÜYÜK TÜRKİYE’DİR. Buluşma noktamız imanlı Türk ferdinin kafası, kalbi ve cevher-i aslisidir. Bu güne kadar olduğu gibi Türk milletini yalnız kendi yazdığımız kitabı okumaya, yalnız kendi söylediklerinizi dinlemeye çağırmayınız. Siz de onun söylediklerini dinlemeye, onun okuduğu kitabı okumaya, onu tanımaya, anlamaya koşunuz.
O zaman buluşma yeri ve noktasında asgari müştereklerde değil, azami müştereklerde birleşeceğiz.
Türk milletini iktidarları için bir basamak, demokrasiyi de sadece bir rey düzeni olarak kabul eden görüş bizim görüşümüz değildir.
Saflarımız, Türk milletinin ve devletinin ebedi hayatını düşünen milliyetçilerin, vatanseverlerin meydana getirdiği saftır.
Anadolu’nun dağlarında, ovalarında bir Eyüp Peygamber sabrı ile dolaşan, çalışan, kahırkeş, çilekeş çiftçi, işçi topyekun yurt çocuklarını bu manevi davamıza davet ediyoruz.
Vazifemiz; “Allah, taşıyamayacağımızdan daha fazla yük yüklemez” inancı içinde çalışan, yürüyen bu insanların inançları ile istihza ve istiskal değildir. Onların yükünü omuzlamaktır, onların haklarını çalanlarla; rızklarına, emeklerine el uzatanlarla mücadeledir.
Bu mücadelemiz içte ve dışta yılmadan devam edecek ve bu yolda Allah’ın izni ile mutlaka muvaffak olacağız. Çünkü yolumuz hak ve hakikat yoludur. Bu ülkede teknik üniversitelerin, fen fakültelerinin laboratuarları ile yüksek ilahiyat akademilerinin koridorları birleştirilmelidir. Bugün “madde” ve “mana” felsefesi insanlığı bir çıkmaza doğru sürüklemektedir. Oysa madde ve mana ne birbirleriyle aynı, ne de birbirlerinden gayrıdır. İnsanlığı ve milletleri gerçek mutluluğa götürecek yol, mutlaka ilmin ve ahlakın basamaklarından geçmektedir.
Türk milleti bu yolda birçok örnekler vermiş, insanlığa önderlik etmiştir. Bugün yine milletimizin ve insanlığın mutluluk tohumları bu topraklarda gizlidir.
Türkiye ve Türk milletinin karakteri içerden ve dışardan çok iyi kıymetlendirilmektedir. Kore yaylasından kopan bir fırtına, kendi sahillerinde söner. Vietnam’da kopan bir fırtına, ancak kendi sahillerini yalar; Himalayalar’da kopan bir fırtına dahi Hint Okyanusu’nda kırılabilir. Fakat, Anadolu yaylasında kopan bir fırtına bütün dünyayı tesiri altına alabilir. Bunun böylece bilinmesi ve değerlendirilmesi gerekir.”