“Türkistan Rüyası”
Bülent KESKİN
Her insanın rüya gördüğü doğrudur; lâkin rüyasında neyi gördüğü ve esasında bu rüyayı neden gördüğü ehemmiyet arz eder. Kimi insan hiç aklına gelmeyecek konularda, büyük çoğunlukla siyah beyaz ve çok kısa rüyalar görürken, müstesna sayılabilecek bazı insanlar da sanki renkli sinemaskop film seyreder gibidirler. Öyle ki her ayrıntının akıllarında iz bıraktığı ve uyanıp tekrar uyuduklarında bile rüyanın kaldığı yerden devam ettiği hissine de kapılabilirler. Hayatta bu his sanırım nadir olarak görülür. Söylerken bile çok uygun olmadığı belli olan Orta Asya tabiri yerine kadim Türk Yurdu olduğunun işareti manasındaki Türkistan’dan, dünyanın batısına doğru yol alan Türklerin torunlarının rüya olmuş gerçeklerini, belki de gerçek olmuş rüyalarını, neredeyse bin dört yüz yıl sonra yeniden görüyormuşum gibi hissettim, “Türkistan Rüyası”nın birçok yerinde…
Hayati Bice’nin; “Türkistan Rüyası” isimli kıymetli eserini geçen hafta yeniden büyük keyif alarak okudum. Sanırım beş-altı yıl kadar geçti ilk okumamın üzerinden. Okurken yeniden hatırlamak, o zaman gözümden kaçmış olan bazı bilgileri öğrenmek oldukça güzeldi. Bazı kitaplar, bir kere okunduğunda anlatılmak istenenlerin birçoğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Buna karşın bazı kitapları okurken de her okuduğunuzda fark edemediklerinizi, dikkatinizden kaçanları da görüp, şaşırabilirsiniz. Her ne kadar tanımlanırken biyografik roman olarak ifade edilse de romanın başkahramanı Oğuz Karaçay’ın yanında, yakınında kendinizi de buluyorsunuz. Sizi sıkmayan, bilakis meraklandıran didaktik öğeler öylesine güzel yerleştirilmiş ki cümlelerin sonunda bazen durup kısa süreli düşünme gereği hissediyorsunuz. Anayurt’a dair içinizden geçenleri, görmek istediğiniz yerleri hatta dağları, düzlükleri, nehirleri bile en ince ayrıntıları ile karşınızda görüyor gibi oluyorsunuz. Bu yerleri görme arzunuz artarken, fotoğrafları gösterilmeden kitapta yapılan tasvirlerle ilk defa karşılaştığınızda bile kolayca neresi olduğunu anlayabileceğinizi düşünüyorsunuz. Merakınız çok daha fazla artıyor. Hoca Ahmed Yesevî Türbesinin çinilerini, Isık Göl’ün durgunluğunu, yerle yeksan olsa da Otrar’ın harabeleri arasındaki yüzyıllar öncesinde yaşamış insanlardan kalan birkaç kemik parçasını, Sayram’da Pir’in doğduğunu, Ayşe Bibi türbesindeki gözyaşlarını, Nadir Divan Begi Medresesi taçkapısını, Semerkant’ta Registan Meydanındaki Şir-Dar Medresesi’nin işlemelerini ve daha nice yeri kahramanın yalnızca gözlerinde görmeyip, ruhunda kopan fırtınaların, kaleminde sanki mürekkep olup beyaz sayfalara dökülen kelimelerdeki izlerini okuyorsunuz.
Yazar geçmişin izlerini roman kurgusu ile anlatırken bir yandan da uzun yıllar süren Rus zulmünün nerelere ve ne şekilde uzadığını gözler önüne getirirken, Rusya’nın parçalanmasından sonra bölgede gelişenleri de ayrıntılarıyla ortaya koymuş. Yer altı ve yerüstü kaynakları ne kadar zengin olsa da insanların nasıl ve ne şartlarda yaşamak zorunda kaldıklarını da anlayabiliyorsunuz. Amerika’nın, Çin’in ve birçok farklı ülkenin nasıl da misyonerlik faaliyetleri yaptığını, özellikle orada yaşayan temiz dimağları elde etme gayretlerini de kurgu içerisinde ayrıntılarıyla belirtmiş.
Hoca Ahmed Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’ini Türkiye Türkçesine çeviren Bice’nin bu kıymetli eserle, Divân-ı Hikmet ile Medine-i Münevvere’de nasıl tanıştığını, Kaşgarlı aksakal Uygur tarafından kendisine nasıl emanet edildiğini, yaşadıklarını ve en önemlisi de neler hissettiğini de okurken hayretler içerisinde kalacağınızı düşünüyorum. İnsanoğlu yaşadıklarının gerçek, rüyaların ise gerçek olmadığını düşünür. Belki de rüyalar gerçek, yaşadığımızı sandıklarımız ise sadece kendimizi aldatmacadır; kim bilir?.. İşin bir de hayâl boyutu var ki doğru olan da bence; insanın “âlemde hayâl ettiği müddetçe” yaşayabildiğidir.
Sonuç
Bir kitabı okuduğunuzda, son sayfayı da kapattıktan hemen sonra gözlerinizi kapayıp öğrendiklerinizi, hissettiklerinizi, aklınızda kalanları düşündüğünüz zaman gönlünüzde bıraktığı iz ne kadarsa o kitaptan o kadar etkilenmişsinizdir. Muhakkak ki herhangi bir kitabı okuyan herkes yazılanları ve anlatılmak istenenleri aynı şekilde anlayamayabilir. Bu eseri okumak inanıyorum ki okuyanlara oldukça fazla katkılar sağlayacaktır. Türkistan’ı görme isteğiniz daha da artsa da nasip olup gittiğinizde oraları yalnızca gözle görmenin yanında Türkistan’ın ruhunu da anlamanıza vesile olacağını düşünüyorum.