Ş. Adnan Şenel’in Belgesel Romanı:
ELMA VE BIÇAK
Cevriye Asena MORAL
Ş. Adnan Şenel tarafından yazılan “Secdeden Sehpaya Elma ve Bıçak”*, “ismiyle müsemma” diyebileceğimiz bir roman: Yüreği imanlı alnı secdede bir gençliğin sehpalarda, işkencelerde, falakalarda, Filistin askılarında umutlarının ellerinden alınışını anlatmış ve adına da yakışmış. Ak alınlarıyla secdeden sehpaya gidenleri en güzel anlatan romanlardan birini okuduğumu düşünüyorum. Olgunlaştırılan ve sonrasında bilenen bıçaklarla doğranan elmaların hazin, hüzünlü ama bir o kadar da gerçek hikâyesi.
11 Eylül 1979’da ordu komutanlarının bir toplantısı ile başlayan roman, 12 Eylül 1980 ve sonrasında yaşanan ya da yaşanması muhtemel gerçek olaylar anlatılarak tamamlanıyor. Yazarın, 12 Eylül’ü siyasi yönleriyle tahlil etmiş olarak okurun önüne sunması, romanın değerini artırıyor.
Yazar, 12 Eylül darbesini planlayan ve uygulayan zihniyetin “Elmalar olgunlaşmadan yere düşmez. Olgunlaşmayan elmayı dalından koparıp yersek boğazımıza takılabilir. Bekleyip göreceğiz, bakalım elmalar nasıl olgunlaşacak” ana fikrinden-felsefesinden yola çıkarak romanı iki bölümden oluşturmuş. Romanın “Elma” bölümünde olayların olgunlaşmasını okuyoruz. “Bıçak” bölümünde ise cuntacıların elmaları kesmesi anlatılmış.
Secdeden Sehpaya Elma ve Bıçak romanını okuyup bitirdikten sonra kapağını kapattım. Gözlerimi de kapatarak derin bir nefes çektim içime. Bir dönem ve olay romanı olarak hatırımda, hafızamda, belleğimde hep kalacak diye içimden geçirdim. Romanın baştan sona kadar anlatımındaki akıcılık romanı okumayı da anlamayı da kolaylaştırıyor. Romanda kişilerin, yerlerin kesiştiği olayların sonu ne olacak heyecanı, romanın sayfalarını okundukça okunur yaparak bir çırpıda okuyup bitirmeye neden oluyor. Yazarın kahramanların seçiminde gösterdiği başarı, romanı okurken “Ömer hücrede ne yapıyor?”, “Öğretmen Sevda, Nedret Neşe ile görüşebildi mi?”, “Galip Abi mahkemeden hayırlı bir haber getirir mi?” diye okuyucuyu düşündürürken kahramanlarla birlikte okuyucuya kitabın içinde sayfa sayfa her olayı yaşamış hissini de veriyor.
Elma ve Bıçak, Ömer’in talihsiz bir kaza ile değişen ve Mamak Cezaevi’nde devam eden günlerini tüm gerçekliği ile anlatıyor. Ömer’in Nedret Abisi, Sevda Öğretmeni, amcasının oğlu Osman, yengesi Nezahat Hanım, amcasının kızı Zeynep etrafında örülen ve kurgulanan olaylar, yazar tarafından gerçekçi şekilde anlatılırken biz de bu satırları okurken “İşte bizim mahalle!” diyoruz. Polis Mustafa ve Taksici Hayati ile canlanan Abidinpaşa semtinde, aynı mahallenin aynı kaderi yaşayan insanları etrafında şekillenen olaylar, yazar tarafından okuyucuya gerçekçi tarafsız bir göz, yürek ve dil ile aktarılmış.
Yaşanan olayların gerçek ve gerçeğe yakın olması nedeniyle romanda istatistikî, bilgilere de yer verilmiş. Türkiye’yi 12 Eylül’e getiren olayları, acı bilançoları, 12 Eylül sonrası Türk milletinin ödemek zorunda kaldığı bedelleri maddi ve manevi olarak da açıklayan, ortaya koyan verileri içeren bu romanı tarihi ve bilimsel bir makaleyi -zevkle- okur gibi de okumuş olduğumu vurgulamak isterim.
Romanda Ömer’in masumiyetine rağmen her gün işkencelerle geçen bir yılı, İsmail’in her gün işkencelerle ölen karaciğeri, Bekir Bağ’ın çıplak halde dövülerek öldürülmesi, Hasan’ın yediği dayaklarla tükenişi, Mustafa’nın ve Necdet’in asılması gibi olaylar anlatılırken biz de insanlığımızdan utanıyoruz. Bir neslin haklı-haksız demeden kurban seçilmesini insan gözü ve yüreğinin çaresizliği ile okuyoruz. Bir ondan bir bundan diyerek bazılarının kişisel ebelemece keyfine bu masum gençliğin göz göre göre kurban edilmesine engel olamamanın vicdan sızısı yüreğimize saplanıyor. O günlerin nedeni olan aktörlerin insanlık suçu işlemiş oldukları gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Yazar insanlık onurunu yok sayan o günlerin sorumlularının haksız ve hukuksuz davranışlarına da vurgu yaparak o günün kurbanlarının, yakınlarının ve bu kırgın milletin haklı sesi oluyor. Yazar o günlerin haksızlıklarına, işkencelerine, karanlık cezaevlerine okuyucunun bakışını yönlendirirken kendisi de tarafsız insani bir duruş sergiliyor. Yazar romanın bütününde insanlığa karşı haktan yana, insan haklarının, özgürlüklerin de sesi olduğu için kitabıyla bir kez daha takdiri hak ediyor.
Ömer’in gözlerinde gördüğümüz masumiyeti, Osman’ın çocukça yaptığı bir hatanın pişmanlığı ve vicdan azabı ile ölmeden ölmesi, Nedret Neşe ile Sevda’nın aşkı, Osman ile Nurgül’ün yıkılıp giden gelecek planları, Ersagun ve Rafet’in memleket hasreti, gurbette çektikleri acılar, Hayati’nin yeni doğacak bebeğiyle yeşerteceği umutlar gibi duyguların hem gerçek oluşu hem de bu duyguların yüreklerimize işleyen derinliği bu kitabın sayfalarca yazılı görsel değeri ile birlikte görünmeyen manevi değerini de kat kat artırıyor.
Benim de gerçek bir Ankaralı olmam, çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın Abidinpaşa’da geçmesi, hâlâ da Abidinpaşa’da ikamet etmem romanı okurken mekan yakınlığını da beraberinde getirdi. Nedret Neşe ile Cebeci’de dolaştım. Kurtuluş Parkı’nda yürüdüm. Ömer ile Dikimevi durağında otobüse bindim, otobüsten indim. Öğretmen Sevda ile Başkent Lisesi’ni hatırladım. Tıp Fakültesi Caddesi’nin yokuşundan tırmandım. Ulucanlar Cezaevi ile Mamak Cezaevi’ni ise unutmak istedim.
Bu roman bir milletin evlatlarının umutlarının çalınışı, hayallerinin katledilişi, bedenlerinin yok edilişini anlatmaktadır. Acıdır ki… gerçektir. Kahramanımız Ömer’in kimliğinde can bulan 12 Eylül kurbanlarıyla empati kurarken yüreğimizi kızgın bir demir dağlıyor. Bu romanın en kötü tarafı kurgu değil gerçek olması. O günleri yaşamış, dinlemiş, etkilenmiş, herkesin bu romanı okuduğunda kendinden ya da yakınlarından bir hatıra bulacağından eminim.
Bu romanda 12 Eylül’ün hep acıları içinde kaybolduğumuzu zannetmeyin. Bu kitabın en büyük özelliği ve belki de kitabı özel kılan ögesi aşkı da güzel anlatmasıdır. Acılar olsa da gözyaşı olsa da şiddet, zulüm, işkence de olsa aşkın yazıldığı satırları okurken Leyla ile Mecnun’a, Aslı ile Kerem’e, Ferhat ile Şirin’e ulaşıyorsunuz. Nedret Neşe ile Sevda, Osman ile Nurgül aşkın ideolojiler üstü olduğunu ve her türlü engele karşı aşkın kaçınılmaz güzelliğini bize bir kez daha hayatlarıyla anlatıyor, hatırlatıyor.
Secdeden Sehpaya Elma ve Bıçak romanını okuduğumuzda her şeyden önce insanı ve insanlığı hatırlıyoruz bir kez daha. Bütün insani değerleri romanın içinde yaşarken insanlık onuru elinden alınmış bir neslin, bahar bekleyen bir milletin yıllarca yalnızca hazana mahkûm edilmesi bize “Sözün bittiği yer…”, “Anlatılmaz-yaşanır.” dedirtiyor. Son söz; bu roman benim içimdeki sese, her şeyi ile “Okunur, yaşanır.” “Ama anlatılmaz….” “Okuyun!” dedirtiyor.
_______________________________________________________
* “Elma ve Bıçak” ilk olarak Kurgan Edebiyat Yayınları (Ankara 2012), ikinci olarak da “Secdeden Sehpaya Elma ve Bıçak” adıyla Kamer Yayınları (İstanbul 2017) tarafından yayınlandı.
KAYNAK: Kurgan Edebiyat Kültür Dergisi – Sayı: 61 / Mayıs-Haziran 2021