Dale CARNEİGE
GÜZEL SÖZ SÖYLEYİŞİN SIRRI
Söz söyleyiş tarzı konusunda yığın yığın yazı yazılmış, buna dâir birçok kâideler, hattâ birçok teşrifât icâd edilmiştir. Bugün, bütün bunların bir kıymeti kalmadı. Bugünün dinleyicileri söz söyleyenin konuşur gibi, doğru- dan doğruya söz söylemesini ve konuşma tarzından ayrılmamasını istiyorlar. Aynı tarz güzeldir fakat, aynı tonla konuşulduğu takdirde hatibin sözleri işitilmez. Onun için hatibin tabiiliğini kaybetmemek için bir kişiye değil, fakat kırk kişiye hitâbettiğini hesaplayarak – sesini kâfi derecede kuvvetlendirmesi lâzımdır. Nasıl, bir binânın tepesindeki heykelin, haşmetli ve yoldan geçen insana gâyet tabii görünmesi için heykeli birkaç misli büyüklükte yapmak lâzım geliyorsa, hatibin sesi de tabiiliğini kaybetmemek şartıyle kuvvetlenmelidir.
Mark Twain, Nevada’daki madenciler kampında, bir konferans verdikten sonra, işçilerin biri kendisine .yaklaşmış ve: “Belâgatinizin tabiî tonu bu mu?” diye sormuştu; işte herkese lâzım olan da budur. Yâni, belâgatinin tabii tonundan ayrılmadan onu kâfi derecede büyütmek.
Meselâ, Ticaret Odası üyelerine hitaben mi, söyleyeceksiniz? Bu üyelerden biri ile nasıl konuşuyorsanız, bunların toplu heyetine de aynı şekilde hitâb ediniz. Çünkü, bu topluluk, bu bir tek üyenin sayısı çoğalmış kimselerdir. Bir iki kişi ile muvaffak’ olan hareket tarzının bir heyet ile muvaffak olmaması için sebep yoktur.
Size bir romancının nutkundan bahsetmiştim. Onun söz söylediği yerde, -birkaç gece sonra Sir Oliver Lodge’yi dinlemek şerefine nâil oldum. Konu, “Atom ve Cihanlar”dı. Üstâd, yarım asırlık bir ömrü bu konuyu düşünmek, etüd etmek, araştırmak ve ona dâir tecrübeler yapmakla geçirmişti. Onun kalbinde, kafasında ve hayatında çağlayan ve fışkırmak isteyen bir sözü vardı. Kendisi bir nutuk söylediğini unutmuştu. Onun bunu unutmasına ben de sevinmiştim. Fakat, nutuk söylediğini unutan hatip, dinleyicilere atomları anlatıyor; sözünü itinâ ile doya doya söylüyor, bize kendi gördüklerini göstermek ve hissettiklerini hissettirmek istiyordu…
Netice ne miydi? Harikulade bir konuşma! Bu konuşma hem cazipti, hem kuvvetliydi. Ve herkesin üzerinde derin bir tesir bırakmıştı. Üstadın hitâbındaki hüneri fevkalâdeydi. Halbuki kendisi hatip olarak tanınmamıştır. Ve onu dinleyenler de onu hatip sıfatı ile dinlememişlerdir. Çünkü, hitabet yaptığını hissettirmeden en hünerli hitabeti yapıyor ve kafalara giriyor, gönüllere hâkim oluyordu.
Siz de ey aziz okuyucu, dinleyicilere hitaben söz söylediğiniz zaman dinleyicilerinize benden ders alarak söz söylemeye alıştığınızı hissettirecek olursanız, benim itibarımı yükseltmiş olmazsınız. Sözü o kadar tabiî, o kadar canlı söylemelisiniz ki, dinleyicileriniz sizin ders aldığınızı ve çalıştığınızı katiyyen hissetmesinler, akıllarına getirmesinler. Güzel bir pencere dikkati üzerine çekmez, o yalnız ışığın içeriye girmesine hizmet eder. İyi bir hatip de böyledir. O kadar tabiîdir ki, dinleyiciler o söyleyiş tarzına bakmazlar, yalnız mesele ile alâkadar olurlar.
KAYNAK: Dale Carnegie, (Çev. Ömer Rıza Doğrul), Söz Söylemek ve İş Başarmak Sanatı, (10. Baskı) İst. 1866