Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin Almanya Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu’nun 28. Büyük Kurultay’ındaki konuşması:
16 Kasım 2013
Avrupa Türklüğünün Çok Muhterem Temsilcileri,
Konfederasyonumuzun ve Federasyonumuzun Çok Değerli Yöneticileri,
Aziz Ülküdaşlarım,
Kıymetli Dava Arkadaşlarım,
Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,
Bir kez daha sizlerle kavuşmanın, Batı Avrupa’da kucaklaşmanın ve vuslat günümüzün kıvancını ve gönül huzurunu yaşıyorum.
Sözlerimin başında hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Sizlere Anavatanımızın dua, bereket ve sıcaklıkla perçinlenmiş selamlarını getirdim.
Sizlere köyünüzün, beldenizin, ilçenizin ve ilinizin muhabbetlerini getirdim.
Sizlere yaylarınızın, tarlalarınızın, bağınızın, bahçenizin, bostanınızın tertemiz havasını getirdim.
Ne mutlu bizlere ki, bugün bu salonda; milli değerlerine, milli kimliğine, vatanına, bayrağına ve varlığına sahip çıkmaya hazır kardeşlerimle içiçeyiz.
Bizleri Almanya’da yeniden buluşturan Cenab-ı Allah’a şükrediyorum.
Gurbetteki gönül ve kültür elçilerimiz olan sizler, aynı zamanda Türk milletinin gururu, yüzü dış dünyaya dönük alnı ak, başı dik neferlerisiniz.
√ Yarım asırdır Avrupa’da hilalin umudu oldunuz.
√ Yarım asırdır Avrupa’da Türk milletinin gönüllü temsilciliğini yaptınız.
√ Yarım asırdır Avrupa’da “birim, beraberim, varım ve var olacağım” diyerek ayakta kaldınız.
√ Ve yarım asırdır Avrupa’da Türk-İslam sancağını heyecanla kaldırdınız.
Bunun için sizlerle iftihar ediyorum.
Hepinize takdir, tebrik ve şükranlarımı sunuyor, kurultayımıza hoş geldiniz diyorum.
Aziz Vatandaşlarım,
Değerli Dava Arkadaşlarım,
En son sizlerle yine böylesi muhteşem bir atmosfer altında 19 Kasım 2011 tarihinde Essen’de bir araya gelmiştik.
Almanya Türk Federasyonumuzun 27. Kurultayını muazzam bir katılım ve coşkuyla gerçekleştirmiştik.
İki yıl sonra bu defa da Federasyonu’muzun 28. Kurultayını düzenlemek için toplanmış bulunuyoruz.
Türk kültür hayatında ayrı bir önem ve yeri olan kurultay geleneğinin artan bir heyecanla her geçen sene büyüdüğünü görmekten son derece memnun, son derece mutluyum.
Türk Federasyonu; kurulduğu 1978 yılından beridir varlık ve birlik mücadelesini sürdürmekte, Avrupa Türklüğü’nün sözcüsü olmak, beklentilerini karşılamak için elinden gelen çabayı göstermektedir.
Bu özelliğiyle de hakikaten övgüyü hak etmektedir.
35 yıllık birikim ve tecrübesiyle Avrupa Türklüğünün haklı övüncü olan Federasyonumuz, çalışmaları, fikriyatı, kurumsal yapısı ve mensuplarıyla bu ülkede faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları arasında en mümtaz olanıdır.
2007 yılından itibaren Konfederasyon oluşumuyla süren çabalar Türk-İslam kültürünü, tüm çözücü ve eleyici dışsal etkilere rağmen muhafaza etmiştir.
Elbette bugünlere kolay gelinmemiştir.
Elbette şu günkü görkeme, şu günkü gıpta edilecek teşkilatlanma ve mücadele azmine zahmetsiz ulaşılmamıştır.
Türk Federasyonu’nun kuruluş, büyüme ve gelişme aşamaları davasına düşkün, ülkülerine sadık, inançlarına sımsıkı bağlı nesillerce temin edilmiştir.
Menfaat ve mevkii arayışına girmeden, çıkar ve ikbal kaygısına düşmeden Federasyonumuz Avrupa Türklüğü için samimiyetle, yüreklice, cansiperane bir vaziyette özveride bulunmuş; daha da önemlisi hakkını, hukukunu cesurca savunmuştur.
Bu zamana kadar Türk Federasyonumuz;
√ Uzakları yakın eden ufuk genişliğine,
√ Bağları kuvvetlendiren manevi zenginliğe,
√ Dostlukları derinleştiren sorumluluk bilincine,
√ Milli kimlik ve milli kültürü koruyan çelik gibi iradeye,
√ Sevgi ve saygıyı rehber edinen, kardeşlik ve dayanışmayı ön plana alan insani, vicdani, milli ve İslami bir misyona sahip olmuştur.
Hamd olsun Türk Federasyonu Avrupa Türklüğü’nün yanında ve hizmetindedir.
Ayrımcılığa müsaade etmeden, kimseyi dışlamadan, vatan ve millet ortak paydasında buluşan milletimin her ferdiyle eksiksiz beraberdir.
Milli ve manevi değerlerin korunması ve yaşatılması için üstlendiği faziletli ve ahlakla harmanlanmış görevini en iyi şekilde yerine getirmektedir.
Dilek ve beklentim odur ki, Türk Federasyonu sahip olduklarıyla da yetinmeyecek, kısıtlı imkânlarına rağmen alanını sürekli genişletecektir.
Daha fazla insanımıza ulaşmak, onlarla ilgilenmek, sorunlarına eğilmek, yardım elini uzatmak amacıyla çalışmalarını çeşitlendirip yoğunlaştıracaktır.
Federasyonumuz, Türk kültürünün tüm yönleriyle tanıtılıp, anlaşılıp ve geleceğe taşınması için sorumluluğunun fevkindedir.
Avrupa’da yaşayıp da Türk ve Müslümanım diyen her kardeşimin, milletimin her ferdinin meseleleriyle alakadar olmak, onlarla kalıcı ve kapsayıcı irtibat, diyalog ve işbirliği çatısı kurmak çok önemlidir.
Bu aynı zamanda Federasyonumuzun benimsediği milli görevin ve tarihi misyonun da gereğidir.
Bu vesileyle Türk Federasyonu’nun kurulmasına liderlik eden merhum Başbuğumuz Türkeş Bey’i ve ebediyete intikal etmiş tüm dava arkadaşlarımı rahmetle, minnetle anıyorum.
Halen hayatta olan ve on yıllardır Federasyonumuzun yükünü çeken, karşılık beklemeksizin emeğini ve mesaisini harcayan birinci nesil başta olmak üzere tüm kardeşlerime, tüm ülküdaşlarıma şükranlarımı sunuyor, hepsine sağlıklı ve başarılı bir ömür diliyorum.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Muhterem Misafirler,
Biliyorum, vatandan ayrı kalmak zordur.
Doğduğunuz yerlerden uzakta yaşamanın manevi külfeti, ruhen ızdırabı fazladır.
Sevenlerinizi ve sevdiklerinizi geride bırakarak gurbete çıkmak, geleceğiniz için yabancı diyarlarda iş ve aş peşinde koşmak hafife alınacak bir şey değildir.
Sizleri ülkenizden koparan, sıla-i rahimden ayıran en başta geçim zorlukları, çaresizlik ve gelecek kaygısıdır.
Deyim yerindeyse ekmeğinizi taştan çıkarmak için binlerce kilometreyi kat ederek buralara göç ettiniz.
Umutsuzluğu yenmek için buralara koştunuz.
İlkeli, ahlaklı, vakarlı hayat tarzınızla birbirinize tutundunuz, imanınızdan güç aldınız, birliğinizi koruyarak engelleri aştınız.
Çorbanızı kaynatmak, çocuklarınızı yetiştirebilmek, ona buna muhtaç olmamak için yollara düştünüz, çileleri göğüslediniz.
Yalnızlık çektiniz, yaban ve yabancı görüldünüz; ama yılmadınız.
Üzüldünüz, hüzünlendiniz, sıkıldınız, bunaldınız; ama yorulmadınız.
Suçlandınız, hakir görüldünüz, dışlandınız; ama özgüveninizi kaybetmediniz.
Hiçbir zaman Türk milletinin öz evladı olduğunuzu unutmadınız.
Hiçbir zaman Müslüman Türk olduğunuzu hatırınızdan çıkarmadınız.
Hiçbir zaman nereden geldiğinizi ve kim olduğunuzu ihmal etmediniz.
Sıla özlemi çekseniz de, varlığınızı peşkeş çekmediniz, değerlerinizle çelişmediniz.
Memleket yangınıyla kavrulsanız da, teslim olmadınız, boyun eğmediniz.
Hepiniz bayrak gibi Avrupa semalarında dalgalandınız.
Hepiniz gül goncaları gibi Avrupa’nın her köşesinde açtınız.
Hepiniz Almanya’yı kendinize ikinci yurt yaptınız.
Doyduğunuz bu ülkeye vefalı oldunuz.
Üzerinde yaşadığınız topraklara katkı vermek için her gayreti gösterdiniz.
Almanya’nın büyümesi için payınıza düşen her görevi harfiyen yaptınız ve yapmaya da devam ediyorsunuz.
Her düzeyde, her ortamda, her zeminde Türk milletinin hoşgörüsünü çalışkanlığını ve disiplinini ispatladınız.
Ne olursa olsun;
Bencil olmadınız.
Karamsarlığa kapılmadınız.
Ümitsizliğe fırsat tanımadınız.
Hele ki korkakça yaşamaya asla yüz vermediniz.
İftiharla söylemeliyim ki, Türk milleti budur.
Avrupa Türklüğü bu demektir.
Muhterem Dava Arkadaşlarım,
Değerli Kardeşlerim,
Aziz milletimizin fertleri tarihin akışı içinde, farklı nedenlerle dünyanın birçok ülkesine gitmiştir.
Bunu en iyi sizler biliyorsunuz.
Bugün her coğrafyada, her kıtada, her ülkede soydaşlarımıza tesadüf etmek mümkündür.
Yerkürenin her yerinde yaşayan, çalışan, kazanan, yöneten, okuyan bir Türk’le karşılaşmak imkan dahilindedir.
Bizatihi yaşıyorsunuz ki, gurbette tutunmak amacıyla, milli kimlik ve kültürünüzün kaynağı olan Anadolu’nun bağrından ayrılalı yaklaşık 52 yıl olmuştur.
Nitekim Almanya’ya göçün de 52. yılındayız.
31 Ekim 1961 tarihli bir anlaşmayla hürmetle andığımız birinci nesil anadan, babadan ve yardan ayrılarak buralara gelmiştir.
Onların diktiği fidan bugün kökleşmiş ve meyve vermiştir.
Birinci nesil sonrakilere yol açmış, yön göstermiş, yordam öğretmiştir.
Bugün dördüncü nesil yetişiyorsa bu öncelikle ilk neslin feragat ve fedakâr tutumu sayesindedir.
Halen Avrupa’da yaklaşık 6 milyon Türk hayat ve varlık mücadelesi vermektedir.
Almanya’da ise 2 milyon 900 bin Türk nüfusu yaşamaktadır.
Bunların 1 milyon 800 bini Türk vatandaşıyken, 1 milyon 100 bini de Alman vatandaşı olmuştur.
Çok şükür dünden bugüne çekilen zorluklar, katlanılan zahmetler boşa çıkmamıştır.
Şu an 72 bin kardeşimiz işveren olarak 350 bine yakın kişiye iş imkânı sunmakta ve Almanya ekonomisine hatırı sayılır bir destek vermektedir.
Bu çok önemli bir gelişme, bundan sonrası için ümit verici bir tablodur.
İşçilikten işverenliğe ulaşmak alınan mesafenin boyutunu göstermesi bakımından anlamlıdır.
Ayrıca memnuniyetle görüyorum ki, bu uzun zaman sizleri milli ve manevi değerlerinizden uzaklaştırmamıştır.
Aksine, iftiharla söyleyebilirim ki, kültürümüzün, örf, adet ve geleneklerimizin Türkiye’deki kardeşlerinizden çok daha fazla bilincindesiniz.
Gurbete gelişinizin üzerinden yaklaşık yarım asır geçmiş olmasına rağmen çok şükür ki, Türk ve İslam değerlerinizi korumayı ve yükseltmeyi başardınız.
Gayretleriniz ve mücadeleniz, içinde yaşadığınız yabancı toplumlar ile çatışmadan, hak ve özgürlükler seviyesinde her imkânı kullanarak, milli varlığınızı yaşatma yolunda çok önemli kazanımları getirmiştir.
Sizler, Türk milletinin bu coğrafyalardaki asil temsilcileri olarak değerlere ve inançlara bağlılığın ne demek olduğunu herkese gösteriyorsunuz.
Dününüze, dilinize, dininize yüz çevirmeden hayatlarınızı idame ettirmeye çalışıyorsunuz.
Çünkü siz Müslüman Türk’sünüz, Türk milletisiniz ve Türkiye’siniz.
Almanya, Türklerin gerçek vasıflarını sizinle tanımış, inancımızın safiyetini sizlerde görmüştür.
Almanya size ekonomik imkân sağlarken, sizler de elbette ki Almanya’ya yüksek kültür ve ahlak değerlerinizi kattınız.
Bugün Türklüğe mensubiyeti koruyarak, yaşadığınız ülkelerin saygıdeğer bir unsuru olmayı alın terinizle, irfanınızla, ideallerinizle ve uyumlu tavrınızla gerçekleştirdiniz.
Milli duruşunuzla, modernliği kavrayan geleneksel tutumunuzla varlığınızı demokratik yapı içinde kabul ettirdiniz.
Unutmayınız ki sizler;
Hayme Ana kadar Kütahya, Nene Hatun kadar Erzurum, Makbule Hanım kadar Manisa, Şahin Bey kadar Gaziantep, Sütçü İmam kadar Kahramanmaraş, Hasan Tahsin kadar İzmir’siniz.
Seyit Onbaşı kadar Balıkesir, Ezineli Yahya Çavuş kadar Çanakkale’siniz.
Erciyes kadar Kayseri, Akdağlar kadar Yozgat, Fırat kadar Elazığ, Aras kadar Kars, Çoruh kadar Artvin’siniz.
Mevlana kadar Konya, Yunus kadar Eskişehir, Karacaoğlan kadar Adana, Aşık Veysel kadar Sivas’sınız.
Ziya Gökalp kadar Diyarbakır, Ahmet Arvasi kadar Van, Galip Erdem kadar Rize, Osman Turan kadar Trabzon, Necmettin Hacıeminoğlu kadar Malatya, Mehmet Eröz kadar Aydın, İbrahim Kafesoğlu kadar Burdur’sunuz.
Hacı Bayram’ı Veli kadar Ankara, Ahi Evran kadar Kırşehir, Hacı Bektaş-ı Veli kadar Nevşehir’siniz.
Sizler Süleymaniye Camii kadar İstanbul, Selimiye Camii kadar Edirne’siniz.
Alparslan kadar Muş, Osman Gazi kadar Bilecik, Orhan Gazi kadar Bursa, Mustafa Kemal kadar Türkiye’siniz.
Nerede yaşarsanız yaşayınız, nerede bulunursanız bulununuz; Horon kadar Karadeniz’siniz, zeybek kadar Ege’siniz, karşılama kadar Trakya’sınız.
Bar kadar, semah kadar Doğusunuz, Güneydoğusunuz, Anadolu’nun ta kendisisiniz.
Çünkü siz Türk milletisiniz.
Buralarda olabilirsiniz, buralara yerleşebilirsiniz; fakat sizin mensup olduğunuz bir millet, ait olduğunuz bir vatan, özlemini çektiğiniz de bir ülke vardır ve her daim de sizlerledir.
Delinse yer, çökse gök, kül olsa dört yan; yine de kimliğinden vazgeçmeyen, yine de milli heyecanlarından ayrılmayan, yine de hatıralarından taviz vermeyen soylu millet evlatlarınız.
Aziz Dava Arkadaşlarım,
Muhterem Vatandaşlarım,
Dikkatle takip ediyoruz ki, günümüzde küreselleşme her alanda tesirini göstermektedir.
Bir yanda bilgi, sermaye, teknoloji ve hatta emek küreselleşirken; diğer yanda kültürlerin, farklı medeniyet havzalarının temas ve tanışması da söz konusu olmaktadır.
İnsanlık maddi planda hızla gelişip yeni imkânlara kavuşurken, manevi alanda aynı tempoyu, aynı ölçüyü yakalayamamaktadır.
Küresel ölçekte adalet, yardımlaşma, insanca yaşama ve adil gelir dağılımı henüz arzulanan mertebelerin çok ama çok gerisindedir.
Dünya çok kazananla hiç kazanmayanın; çok tüketenle hiç tüketmeyenin; bolluk içinde yüzenle bir dilim ekmek dahi bulamayanların hazin kutuplaşmasına sahne olmaktadır.
Yapılan son araştırmalar işaret etmektedir ki; 2003 yılından bu tarafa küresel servet yüzde 68 artarak 241 trilyon dolara çıkmıştır.
Maalesef bu servetin yüzde 86’sı Dünya nüfusunun yalnızca yüzde 10’nun elindedir.
Ne hikmetse demokrasi, özgürlük ve insan hakları konusunda bilirkişilik yapan batılı ülkeler bu kabul edilemez anormallikten rahatsız değillerdir.
Şu acımasız gerçeklere bakınız ki, küresel çapta 13 yaşın altında 400 milyon çocuk yoksullukla boğuşmaktadır.
1,2 milyar insan günde sadece 1,25 dolarla, yani günde yaklaşık 2,5, ayda da 75 lirayla geçinmek mecburiyetindedir.
Bir yanda 50 milyon doların üzerindeki bir servete 100 bine yakın küçük bir azınlık sahipken, diğer yanda milyarlarca insan açlıktan, yoksulluktan resmen kırılmaktadır.
Birleşmiş Milletler’in verilerine göre, yeterli sağlık hizmeti alamadıkları, yeterli beslenemedikleri için geçen yıl sayıları 6,6 milyonu bulan çocuk beş yaşına bile ulaşamadan hayatını kaybetmiştir.
Her gün değişik hastalıklardan dolayı ölen yavruların sayısı 6 bine yaklaşmaktadır.
Bunlardan anlaşılacağı üzere, Dünya çok vahşi, çok dengesiz, ahlaken de iflas etmiş bir süreçten geçmektedir.
Yeri gelince insan haklarını, temel hak ve özgürlükleri ağızlarına sakız yapanlar, beşeriyetin sosyal ve ekonomik felaketlerini ısrarla görmezden gelmektedir.
Ufak tefek pansuman tedavilerden, eften püften bazı müdahalelerden başka insanlığın ortak yararı hiç önemsenmemektedir.
Küresel işbirliği, küresel yardımlaşma ve küresel hassasiyet her zaman sözde kalmaktadır.
Şunu açık seçik ifade etmeliyim ki, Kongolu bir çocuk rahat ve zenginlik içinden büyüyen Münihli bir çocuktan daha önemsiz değildir.
Bu ülkedeki herhangi bir göçmenin insani talepleri, Berlin’de ikamet eden bir Alman’dan daha değersiz görülmemelidir.
Hans Mehmet’den, Emma Ayşe’den üstün tutulmamalıdır.
İnsanlar arasına kategorik ayrımlar getirilmemelidir.
Nijeryalı yoksul, Somali’li işsiz, Hindistan’lı topraksız, Pakistan’lı yetim, Irak’lı mahsun; Londra’lıdan, Madrid’liden, Bürüksel’liden, Paris’liden, Prag’lıdan daha önemsiz sayılmamalıdır.
İstemez ve dilemeyiz ama, mesela Frankfurt’ta saldırıya uğrayan birisi için dünyayı ayağa kaldırmaya hazır olanlar, acaba Kerkük’te, Telafer’de ilkokul çağında katledilen küçücük Türkmen çocuklara niçin sessizdir?
Avrupa’da görece huzur ve barış içinde yaşayan milyonlar, binlerce kilometre uzakta operasyon yapan, haritalarla oynayan, rejimleri deviren, sokakları tahrik eden kurnazlıklara, şeytani planlara niçin itiraz etmemektedir?
İnsanlığın müşterek vicdanı sırf Batı ve Batılılar için mi çalışmakta ve duyarlılık göstermektedir?
Bağdat’ın, Trablus’un, Beyrut’un, Tahran’ın, Şam’ın, Sana’nın, Üsküp’ün, Piriştine’nin, Bosna’nın, Musul’un, Tuzhurmatu’nun ve Kaşgar’ın hiç mi dikkate alınmaya hakkı yoktur?
Peki demokrasi imtiyazlı çevrelerin özel kullanımına mı aittir?
Özgürlük denilince akla, bölücü, yıkıcı ve parçalayıcı emeller mi gelmektedir?
Nerededir küresel uzlaşma, nereye gitmiştir insanlığın ortak aklı?
Almanya daha düne kadar bir duvarla ikiye ayrılmanın acısını yaşamıştır.
Berlin Duvarı Almanya’yı coğrafi anlamda bölmekle kalmayıp, aileleri, sevgileri, yakınlıkları da iki ayrı uç noktaya dağıtmıştır.
Böylesi bir deneyimden gelen bir ülkenin, bölünmeyi demokratikleşme olarak kabullendirmeye uğraşan terörist niyetlere hoş görü göstermesi her şeyden evvel kendi geçmişini inkârdır.
Bu kapsamda şunu söyleyebilirim ki, küresel adaletsizlik, kafa karışıklığı, kibir, bencillik had safhadadır.
Bu itibarla insanlığın geleceği açısından küresel vicdanı harekete geçirecek ve herkesin birbirine saygı duymasını temin edecek yeni bir tasarıma ve iradeye ihtiyaç vardır.
Başta savaşlar, ekonomik krizler, yoksulluk ve yolsuzluklar, etnik ve mezhep temelli cepheleşmeler olmak üzere, samimi ve sorumlu çıkışlara, yatıştırıcı ve önleyici hamlelere gereklilik ileri düzeydedir.
Avrupa Birliği’nin, Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın ve diğer uluslararası teşekküllerin buna göre pozisyon alması ve yeni baştan dürüst muhasebe yapması bize göre elzemdir.
Dünya mevcut haliyle, mevcut yaralı ve yozlaşmış şekliyle daha fazla ilerleyemeyecek, bu gidişle küçük ve elit bir zümre dışında hiç kimseye fayda getirmeyecektir.
İnsanlık ortak bir idealde buluşabilmeli, ülkelerin egemenlik hakkını zayıflatmayan, milli prensiplerine zarar vermeyen ittifaklar, irtibatlar hayata geçirilmelidir.
Teoriden pratiğe geçmesi lazım gelen olan küresel ahlak her alana yaygınlaştırabilmelidir.
Özellikle demokrasi, özgürlük ve insan olmaktan kaynaklanan hakların savunulması kimsenin tekelinde görülmemelidir.
Biz parti olarak sahip olduğumuz medeniyet tasavvuruyla bunun şart olduğunu düşünüyoruz.
Kaldı ki bu konuda hiçbir önyargı taşımıyoruz.
Ve bu alanda da peşin hükümlü değiliz.
Karşılıklı hürmet ve anlayışa dayalı, milli güvenlik ve menfaatleri gözeten yaklaşımlara her zaman sıcak bakmaktan ve sempati beslemekten bir an olsun vazgeçmeyeceğiz.
İnsanı merkezine alan, herkesin hayat hakkına, hayat tarzına ve düşünce beyanına saygı duyan, kimseyi aşağılamayan, kimseyi küçük görmeyen bir geleneğin ve siyasetin temsilcileri olarak Türk milletinin ve topyekûn insanlığın meselelerine kafa yormaktan da çekinmeyeceğiz.
Bunları özellikle Avrupa kamuoyunun bilmesi, bizi yanlış yorumlamaktan ve asılsız ithamlarla suçlamaktan acilen dönmeleri geldiğimiz bu aşamada zaruret halini almıştır.
Diğer yandan mutlaka ki, sürekli ivme kazanan yabancı düşmanlığı, ırkçılık, İslam karşıtlığı gibi insanlık dışı eğilim ve yönelimlerle de mücadele edilmelidir.
Bir insanı tercihinden, düşüncesinden, mensubiyetinden, inancından, derisinin renginden ve kimliğinden dolayı ikinci sınıf görmek, ötekileştirmek ve horlamak dünyanın neresinde olursa olsun çağ dışıdır, akıl dışıdır ve barbarlıktır.
Her millet, her devlet, her din, her fikir, bozguncu olmadıktan sonra her ideoloji saygıyı hak etmektedir.
İnsanca yaşamanın, işbirliği içinde var olmanın başka bir çıkar yolu da bulunmamaktadır.
Irkçılığın hangi vahim sonuçlara neden olduğunu bilhassa Almanya çok iyi yaşamıştır.
Şimdilerde popüler olan neo-liberal ırkçılığın hangi hastalıklı zihniyetlere, hangi acımasızlıklara ilham verdiği de malumlarımızdır.
Nazi yönetimi altında; akıl hastanelerinde gaz verilerek katledilen 80 bin hastanın, çingene diyerek kıyılan 500 bin kişinin ve toplama kamplarında adeta soykırıma tabi tutulan milyonlarca farklı inanç grubundaki insanların durumu herkesçe bilinmekte ve acı bir şekilde hatırlanmaktadır.
Üzülerek ve lanetleyerek ifade etmek isterim ki, ırkçı dehşet ve vahşilik yakın zamana kadar Almanya’da yaşayan soydaşlarımızı da kurban listesine almıştır.
29 Mayıs 1993’de Almanya’nın Solingen şehrinde ırkçı bir saldırı sonucu 5 vatandaşımızın canından olması hala unutulmamıştır.
Çiçekçi dükkânına sahip Enver Şimşek 11 Eylül 2000’de, terzilikle uğraşan Abdürrahim Özüdoğru 13 Haziran 2001’de, esnaf Habil Kılıç 15 Haziran 2001’de, büfeci Mehmet Turgut 25 Şubat 2004’de, büfeci İsmail Yalar 5 Haziran 2005’de menfur saldırıyla hayatlarını yitirmişlerdir.
Manav Süleyman Taşköprü 27 Haziran 2001’de, büfeci Mehmet Kubaşık 4 Nisan 2006’da, internet kafe işleticisi Halit Yozgat 6 Nisan 2006’da hunharca katledilmişlerdir.
Şüphesiz bu cinayetlerin insanlığa sığar hiçbir yanı yoktur.
Irkçı suç örgütlerinin, yabancı hasımlığından beslenen katillerin Türkleri ve diğer milletlere mensup masumları hedef alması alçaklıktır, gözü dönmüşlüktür.
Önümüzdeki günlerde kurulması beklenen yeni Alman hükümetinin bunlarla mücadele etmesi insanlık namına zorunludur ve Münih’te devam eden hukuksal sürecin en ahlaklı ve en objektif şekilde neticelenmesi de milletimizin temennisidir.
Nasıl ki, turistlik veya bir başka nedenle ülkemizi ziyaret eden, hatta ikamet eden Alman vatandaşları bizlere ve Türk devletine emanetse, buradaki kardeşlerimiz de Almanya’ya emanettir.
Bu asla hatırdan çıkarılmamalıdır.
Sizlerin huzurunda ırkçı saldırganlarca katledilen kardeşlerime, bu yılın Mart ayında çıkan yangın sonucunda vefat eden birisi kadın, yedisi çocuk olmak üzere sekiz vatandaşımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.
Onların haklarını takip etmek bizler için ihmal edilmeyecek bir görevdir.
Bundan kaçmayacağız, bundan korkmayacağız ve bunu asla sürüncemede bırakmayacağız.
Değerli Kardeşlerim
Aziz Dava Arkadaşlarım,
Eminim Türkiye’yi de yakından takip ediyorsunuzdur.
Ülkemizin bugünkü halinden dolayı üzüldüğünüzü de tahmin ediyorum.
Şu kadarını söylemeliyim ki, ülkemiz çok zor durumdadır.
Başbakan Erdoğan ve hükümeti yangına benzinle gitmekte, Türkiye’yi yönetilemez bir noktaya sürüklemektedir.
Sizler burada Türk olmaktan gurur duyuyorsunuz, ancak Anavatan’da Türklüğü silmeye ve sindirmeye çalışan bir hükümet işbaşındadır.
Sizler burada bayrağınızdan iftihar ediyorsunuz, ancak Türkiye’de bayrağı indirmek için küresel projelerden, Sevr artıklarından, hainlerden, işbirlikçilerden destek ve himaye uman bir yönetim görevdedir.
Hükümet Türk milletiyle adeta hesaplaşmaktadır.
Türklükle adeta savaşmakta, düşmanlık aşılamaktadır.
Başbakan milli ve manevi değerlere üst üste saldırmaktadır.
“Türküm, doğruyum, çalışkanım” diyen başlayan andımızı kaldırmayı çağdaşlık olarak sunan bu zihniyettir.
Vatandaşlarımızın özel hayatını terörize eden, hanelerin mahremiyetini yok sayan, ona buna karışan, herkesi takip eden, muhalif kim varsa susturmaya çalışan bu şahsiyettir.
Gençlerimizi ahlaksızlıkla suçlayan ve Türkiye’yi çok tehlikeli cepheleşmelerle boğan bu kafa yapısıdır.
AKP’yle beraber demokrasi önce durgunluğa, ardından da çöküşe geçmiştir.
Türk milleti AKP’yle birlikte miadı dolmuş, ne var ki şimdilerde tekrar kurulan parçalanma ve paylaşım masasının mezesi yapılmıştır.
Hükümet etnik bölücülüğü palazlandırmış, hayran kitlesini genişletmiş, terör örgütü PKK’yı aklamak için düğmeye basmıştır.
İktidarın İmralı canisiyle pişkince, şirretçe sürdürdüğü ihanet pazarlığının konusu Türk milletidir.
Kandil fitnesine vaadi Türk milletinin def ve imasıdır.
Başbakan şimdi de kardeşi Barzani’yle Diyarbakır’da buluşmuştur.
Türkiye, tarihi olarak yutturulmaya çalışılan kara bir günü yaşamaktadır.
Peşmerge başı, yanına aldığı, bölücülükten sabıkalı sözde bir sanatçıyla Habur’dan Türkiye’ye giriş yapmış ve tezahüratlarla karşılanmıştır.
Bu bize göre ikinci Habur rezaletidir.
Ha PKK’lıların girişi, ha Barzani’nin gelişi arasında hiçbir fark yoktur.
Başbakan , “Türkiye, Kerkük’e karışırsa, bizde Diyarbakır’a karışırız” diyen peşmerge başını Diyarbakır’da ağırlamıştır.
En son olarak geçtiğimiz yıl ki AKP kongresinde onur konuğu olan Barzani bu kez de Diyarbakır’da alkışlanmıştır.
Başbakan Erdoğan Türk vatanı üzerine hesap yapan, Türkmenleri seri şekilde öldüren, PKK’yı silahlandırıp üzerimize saldırtan şarlatanla görüşmekten, hem de hedef yaptığı Diyarbakır’da bir araya gelmekten en ufak rahatsızlık duymamıştır.
Başbakan bir yanda Oslo’dan İmralı’ya kadar canibaşı ve çetesiyle müzakere yaparken, diğer yanda para babası, küresel çevrelerin piyonu Barzani’yle yan yana gelmiş, arzuyla kucaklamıştır.
Geçtiğimiz hafta Salı günü PKK’nın yan kolu PYD’nin Suriye Kamışlı’da düzenlediği Batı Kürdistan Halk Meclisi toplantısının sonucunda kurucu meclis ilan edilmiştir.
Bu sözde kurucu meclisin, Suriye’nin kuzeyinde geçici yönetimin, yani özerkliğin kurumsal alt yapısını hazırlayacağı anlaşılmaktadır.
Şayet hazırlıklar tamamlanırsa, burada üç ay içinde seçimlere gidileceği öngörülmektedir.
AKP, PYD ile görüşe görüşe, liderlerini Türkiye’de ağırlaya ağırlaya yeni bir canavar yaratmıştır.
Irak’ın kuzeyinden sonra Suriye’nin kuzeyinde de yeni bir fitne yönetiminin oluşması Türkiye’nin milli bekasına tamiri ve tahsisi imkansız hasarlar verecektir.
Büyük Kürdistan’ın iki ayağı bu şekilde belirginlik kazanmaktadır.
Başbakanla Barzani’nin Diyarbakır’daki teması üçüncü ayağın, yani sözde kuzey Kürdistan’ın provası, hazırlık aşaması ve nişan merasiminden başka bir şey değildir.
Başbakan Erdoğan, peşmergeyle Diyarbakır’da sahneye çıkmış ve Kürdistan düetini ortaklaşa icra etmiştir.
Türkiye risk altındadır.
Türk milleti büyük bir tehdidin, bizzat Başbakan’ın devrede olduğu çok ciddi yıkım ve dağılmanın arifesindedir.
Ancak buna izin vermeyeceğiz.
Türkiye ve Türk milletine zarar verdirmeyeceğiz.
Varsın Başbakan’ın Barzanisi, Şivan Perveri, Ahmet Kaya’sı, bebek katili, teröristi, BOP’u, küresel destekçileri olsun.
Varsın onlar Türklüğe kin kussunlar, ölüm planları yapsınlar, müzakerelerle Türkiye’yi çözmeyi amaçlasınlar.
Bize, sizler gibi “Ne Mutlu Türküm Diyene” inancıyla destek veren, salonlarımızdan taşan, meydanlarımızı tıklım tıklım dolduran, konvoylarımızı selamlayan, dua eden oldukça her zorluğun üstesinden geliriz.
İnanıyorum ki, Ankara’nın değil de, Erbil’in çıkarlarını gözetenlere, milleti 36’ya ayırmaya çalışanlara Türk milleti fırsat vermeyecek, ortam açmayacaktır.
Meraklanmayınız, biraz daha rahmet yağsın, coşacak milli sel inşallah etnik çetele tutan kalıntıları, bölücü hevesleri, terörist hedefleri temizleyecek, vatanı kötülerden arındıracak ve paklayacaktır.
Herkes, özellikle Başbakan bilsin ki; Türk milleti tekrar zafer arabasına binerse; eline kamçı yerine yıldırımları alır, önüne at diye kasırgaları koşar, başına taç diye de en parlak yıldızı koymaktan asla kaçınmaz.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Muhterem Misafirler,
Bir toplumun paylaştığı ortak değerler ne kadar çoksa, toplum o kadar güçlü, o kadar sağlıklı, o kadar diri olacaktır.
Siyasi varlığın da, toplumsal var oluşun da temeli milli bütünlük, harcı milli tarih, direkleri ise milli ruh ve şuurdur.
Türk milleti doğruda birliğin, kültürde birleşmenin, sosyal, siyasal ve ekonomik dayanışmanın merkezidir.
Ve tarihte dev olan Türk milletinin cüceleşmesini hiçbir fani sağlayamayacaktır.
Sizler buralarda her türlü sorun ve engellemeye rağmen, ceddimizin bütün yükünü omuzlarınızda taşıyan destani bir fedakârlık numunesisiniz.
Bizim gönlümüzde sizlerin itibarını ölçebilecek ne bir tartı, ne bir endaze, ne bir kıyas ve ne de bir mikyas vardır.
Sizdeki sadakat, sizdeki itaat, sizdeki tevekkül, sizdeki tahammül, sizdeki cefakarlık, sizdeki fedakarlık emin olun kimseye nasip olmamıştır.
Her biriniz vatansınız, bayraksınız, milletsiniz.
Tabii olarak uyum ve entegrasyon sorunlarınızın bilincindeyim.
Çifte vatandaşlık konusundaki açmaz ve şikâyetlerin farkındayım.
Avrupa’da doğan ve yaşayan 3. ve 4. neslin Türkçe konusundaki eksiklik ve yetersizliklerini yakından takip ediyor, önlem alınması gerektiğini düşünüyorum.
Okullarda Türkçe derslerindeki azalmanın neden olduğu boşluk ve mahsurlar fazlaca hissedilmektedir.
Bu itibarla dilinize sahip çıkınız, öğrenilmesi ve öğretilmesi için her çabayı sarfediniz.
Türkçe öğretmene duyduğunuz ihtiyacı da Türkiye’de gündeme getireceğimizden ve peşini bırakmayacağımızdan müsterih olunuz.
Samimiyetle vurgulamalıyım ki, Almanya’nın siyasetinden ekonomik hayatına kadar her seviyede daha fazla söz sahibi olmalısınız.
Geçtiğimiz aylarda yapılan seçimlerde 11 kardeşimiz Alman parlamentosuna girmeye hak kazanması bizleri oldukça sevindirse de, bu yeterli görülmemelidir.
Çatışma ve zıtlaşma içinde olmadan, kimliğinizi ve kültürünüzü unutmadan içinde yaşadığınız toplumla bir arada yaşamayı ilerletiniz ve kaynaşınız.
Hafif hafif yan bakanlara, sinsi sinsi dudak bükenlere aldırış etmeyiniz.
Sizler milletimizin göz nuru olduğunuzu asla aklınızdan çıkarmayınız.
Her şey ters giderse geleceğiniz bir ülkeniz, sığınacağınız büyük bir milletiniz vardır ve her zaman sizin yanınızdadır.
9 Mayıs 2012 tarihinde TBMM’de kabul edilen yeni bir düzenlemeyle, önümüzdeki Milletvekilliği Genel Seçimlerinde Büyükelçilikte, konsolosluklarda veya uygun görülecek okul ve spor salonu gibi mahallerde oy kullanabileceksiniz.
Eski uygulamada sadece gümrük kapılarında oy verebilirken, şimdi bu durum değişmiştir.
Artık buradan Türkiye için karar vereceksiniz.
Ülkemizin selameti ve içinde bulunduğu ağır meseleleri için daha etkin ve müdahil bir irade göstereceksiniz.
Avrupa Türklüğü’nün; ahlakın, kardeşliğin, barışın, huzurun, milli kimliğin ve milliyetçiliğin yanında toplanacağından asla kuşku duymuyor, sizlere inanıyor ve güveniyorum.
Konuşmamın sonunda hepinize varlık ve birlik yolunda, gurbet ellerdeki hayatınızda üstün başarılar diliyorum.
Barışmak, kucaklaşmak için fırsat arayan bütün kardeşlerimi, vatanımız, bayrağımız ve Türkçemiz etrafında buluşmaya davet ediyorum.
Ve çok şükür ki, bu inancı, bu güveni ve çağrımın karşılığını sizlerin coşkusunda ve heyecanında fazlasıyla buluyorum.
Bilmelisiniz ki, sizler bu diyarlarda asla yalnız değilsiniz.
√ Arkanızda koskoca bir Türk dünyası,
√ Yanınızda yüreği sizler için çarpan milliyetçi-ülkücü dava arkadaşlarınız,
√ Yanınızda mübarek şehitlerimizin duası, üstünüzde Cenab-ı Allah’ın himayesi vardır.
Bu vesile ile kurultaya katılan vatandaşlarımı, ülküdaşlarımı ve aziz dava arkadaşlarımı bir kere daha en içten duygularımla selamlıyorum.
Almanya Türk Federasyonu’nun 28. Kurultayı’nın Avrupa Türklüğü’ne hayırlı olmasını diliyor, görev alan arkadaşlarımı kutluyorum.
Almanya’da gideceğiniz yörelere, gurbet illerinde karşılaşacağınız aziz milletimizin her ferdine en içten selam ve sevgilerimi götürünüz.
Milletimizin bu coğrafyalardaki temsilcileri olarak sizlere, ailelerinize, tertemiz çocuklarınıza, pırıl pırıl gençlerinize Cenab-ı Allah’tan sağlık, mutluluk ve esenlikler temenni ediyorum.
Yolunuz, bahtınız ve alnınız açık, mücadeleniz kutlu olsun.
Hepiniz sağ olun, var olun, Yüce Allah’a emanet olun.
Ne mutlu Türküm diyene.