Devlet BAHÇELİ: “Kaynağımız Ötüken, kökümüz Söğüt, ülkümüz Turan, gövdemiz Türkiye”

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
30 Mart 2021
“MHP 52 yıldır pek çok badireyi aşarak bugünlere ulaştı.”

Değerli Milletvekilleri,

Sayın Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis Grup Toplantımızın başında sizleri hürmet ve muhabbetle selamlıyor, hepinize başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Her nerede yaşıyorsa yaşasın, kökeni, yöresi, mezhebi ve anasının dili ne olursa olsun, Türk milletine mensubiyet onuruyla bağlı tüm vatandaşlarıma şükranlarımı sunuyorum.

Gurbetteki gönül elçilerimize, inanç ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan kardeşlerimize yürekten selamlarımı iletiyorum.

Parti grubumuzu en son 2 Mart 2021 tarihinde toplamış, arkasından 13.Olağan Büyük Kurultayımızın hazırlıklarını gerçekleştirmek maksadıyla toplantılarımıza ara vermiştik.

Çanakkale Deniz Zaferi’nin 106. yıldönümü olan 18 Mart’ta tarihi buluşmamızı, örnek gösterilecek demokratik şölenimizi aziz dava arkadaşlarımızın irade ve iştirakiyle icra ettik.

KOVİD-19 salgını nedeniyle katılımı sınırlı tutmaya, maske ve sosyal mesafe tedbirlerine azami riayet etmeye dikkat ve titizlikle özen gösterdik.

Elbette salonlara sığmayıp taşmayı isterdik.

Elbette dileyen, isteyen, heves eden her insanımızla, her dava arkadaşımızla görüşmeyi, ortak bir heyecanda birleşmeyi arzu ederdik.

Fakat salgının yol açacağı tehlikeleri düşünerek davetli sayımızı mümkün mertebe kısıtlı tuttuk.

Buna rağmen 13.Olağan Büyük Kurultayı’mız muhteşem bir atmosferde gerçekleşmiştir.

Disiplin, düzen, tertip ve hazırlıklardaki denge açısından göz kamaştırmış, taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanmıştır.

Partimiz çok mühim bir demokratik etabı yüz akıyla geride bırakmıştır.

9 Ağustos 2020 tarihinde başlayan il ve ilçe kongrelerimizin son halkası Büyük Kurultayımız olmuştur.

Siyasi partiler demokrasi hayatımızın vazgeçilmez ögeleridir.

Parti kongreleri hem geçmişin mütalaa ve muhasebesine, hem de gelecek hedeflerin mukavele, muhakeme ve muhtevasının tezahürüne bir fırsat, bir ortam, bir vesiledir.

Aynı zamanda kongreler tazelenmeyle birlikte vaki tefekkürün daha derinlikli tezekkürüne, hatta tekamülüne imkan sağlamaktadır.

13. Olağan Büyük Kurultayımız Türkiye’nin kritik bir dönemecinde; siyasi, ekonomik ve diplomatik zorlukların çetrefilleştiği bir kavşak noktasında vuku bulmuştur.

18 Mart 2021 tarihinde;

Anadolu’muzun sazıyla, sözüyle, ruhuyla kenetlendik.

Şehitlerimizin haysiyetiyle, hatırasıyla, hamiyetiyle sözleştik.

Yurdumuzun oyunuyla, onuruyla, oğul vermiş haşmetiyle bütünleştik.

Toprağımızın acısıyla, hüznüyle, sevinciyle birleştik.

Milletimizin iradesiyle, itibarıyla, varoluş kıvancıyla bilendik.

Semahın hasretiyle, semanın huzuruyla, sevginin engin ufkuyla kaynaştık.

Beşeriyeti zelzele gibi sallayan salgın hastalığa rağmen; yüreğimizdeki heyecanla, gönlümüzdeki kızıl elma ülküsüyle, aklımızda Türkiye sevdasıyla istiklal için birlik dedik.

Küresel senaryolara, zalim planlara, iç ve dış husumet cephesine meydan okuyarak istikbal için dirlik dedik.

Türklüğün boynunu bükmek, Türk milletini boyunduruk altına almak için vaziyet kollayanlara, ortam yoklayanlara sarsılmaz bir inançla seslenerek kazananın Türkiye olacağını haykırdık.

Demem odur ki, istiklal için birlik, istikbal için dirlik, kazanan Türkiye olacak.

Gayemiz daha güçlü bir Türkiye’dir.

Gayemiz daha müreffeh bir millettir.

Gayemiz daha kudretli bir devlettir.

Bu mücadelede, üç hilal mücevher gibi parlayan şuurumuzun ziyneti, Bozkurt ise kutlu ülkülerimize giden yolun Ergenekon’dan beri kılavuzudur.

Yaşanmış geçmişin yazılmış sayfaları nereden gelip nereye gitmek istediğimizin her yönüyle belgesi niteliğindedir.

Çile çeksek de, ilkelerimize çizik çekmedik.

Mahkûm olsak da, irademize mahcubiyet lekesi düşürmedik.

Zindana girdik, vatan sağ olsun dedik.

Şehit olduk, vatan bölünmez dedik.

Gözyaşlarını içimize akıtıp, Allah bes baki heves dedik.

Satanlardan, kaçanlardan, korkanlardan, dönenlerden, yılanlardan, yorulanlardan, ilk sallantıda yoldan sapanlardan olmadık, bundan sonra da olmayacağız.

Ülkücü yaşadık, ülkülerimizi fazilet ve fedakârlık ruhuyla yaşattık.

Milliyetçi Hareket Partisi 52 uzun yıldır pek çok badireyi aşarak bugünlere ulaştı.

Kimileri devrilmemizi bekledi, kimileri aramızdan devşirildi.

Bazıları düşmemizi bekledi, bazıları da yakamızdan düşüp gitti.

Nefsine esir olanlar, nefesi yetişmeyenler, çıkar ve ikbal peşinde niyetini kirletenler zaman içinde ya kendiliğinden ayrıldılar, ya da gerçek yüzleri netleştiğinden kararlılıkla ayıklandılar.

Lafa geldi mi, büyük dava adamı rolüne bürünenlerin, süreç içinde ne kadar küçüldüğünü, ne kadar bayağılaştığını, başkalarının dolduruşuna gelerek nasıl kişiliklerini kaybettiklerini üzülerek gördük ve yaşadık.

Bunların, Milliyetçi Hareket Partisi’ne karşı yapılan karanlık operasyonlarda figüranlığa nasıl da teşne olduklarını ibretle seyrettik.

Çok şükür ayrık otlarından arına arına kabuğun içinde saklı duran özü çıkardık, öz değerlerimizle, özgüven içinde geleceği kucaklamak için atılganlık ve cesaret gösterdik.

Her dem yeniden doğarak, her gün bir başka açarak, tuzakları bozarak, iftiraları yenerek, kumpas duvarlarını berhava ederek kutlu davamızı onun bunun doymaz kursağına bırakmadık, ona bunun melun emeline peşkeş çekmedik, çektirmedik.

İnancı kalmayanların, iradesi kaybolanların balmumundan kanat takıp güneşe doğru havalanmalarını hayretle takip ettik.

13.Olağan Büyük Kurultayımız 106 yıl önce Çanakkale’de devleşen imanın ve mücadele dirayetinin aynısıyla hayat bulmuştur.

Özellikle ifade ediyorum ki, milliyetçiler için kahramanlıklarla dolu Türk tarihi, tekerrür eden bir vakıalar zinciridir.

Karşılaşılan yer ve zaman, çatışan unsur ve düşmanlar değişse bile hedefler aynı, yöntemler benzer, işbirlikçiler tanıdıktır.

“Su uyur, düşman uyumaz” sözünü binlerce yıldır sosyal hafızasında taşıyan büyük Türk milleti, bu tarihi gerçeği vurgulamaktan öte, gelecek nesilleri teyakkuz halinde bulunmaları için devamlı uyarmaktadır.

Bir başka açıdan Kurultayımız, Cumhuriyetimizin yüzüncü yıl dönümünü anlayacak, anlatacak, özümseyecek, önceliğine alacak, buna fikren, ruhen, ahlaken hazırlık yapacak bir kararlılığa sahne olmuştur.

Biz, 2023 yılını kafasında cem etmiş, ondan sonraki yılların yol haritasını belirlemiş bir anlayış, bir arayış, bir amaç eşliğinde yolumuza devam edeceğiz.

Büyük Kurultayımızda, geleceğe dönük beş aşamalı stratejik hedeflerimizle rotamızı çizmiş durumdayız.

Tekraren ifade ediyorum ki;

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, 2023 ve takip eden on yılları kapsayan stratejik hedeflerimizin ilki, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne, daha yerinde bir ifadeyle, Türk Tipi Başkanlık Modeli’ne sahip çıkmak; ilke, kural ve kurumlarıyla yaşamasına, daha doğrusu kökleşmesine hizmet etmektir.

Sivil, geniş katılımlı, herkesi kapsayan, yeni yönetim sisteminin ruhuna ve dokusuna müzahir bir anayasa hazırlığı ikinci stratejik hedefimizdir.

Çalışan, üreten, ruh kökümüzden beslenen, manevi ve moral değerlerimizle eklemlenen yeni, yerli ve milli bir ekonomik sistemin ihyası ve inşası üçüncü stratejik hedefimizdir.

Cumhur İttifakı’nın varlığı içinde terörle amansız mücadeleye, son terörist, son kanlı silahıyla ele geçirilesiye kadar destek vermek, Türk milletini bu şiddet ve dehşet sarmalından çekip çıkarmak dördüncü stratejik hedefimizdir.

Hem ülkemizde, hem de küresel ve bölgesel zeminde diyalog, barış, huzur, sükûnet ve istikrabeşinci stratejik hedefimizdir.

 

Yenilenmiş kadrolarımızla, vatan ve millet sevgisiyle çarpan kalplerimizle, ilkeli ve milliyetçi siyaset yapımızla istiklal içinde ulaşılacak parlak bir istikbale varız, hazırız, bu uğurda ne gerekiyorsa yapmaya da kararlıyız.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.

Biz Türk ve Türkiye sevdalısıyız.

Cumhur İttifakı’nın munzam ve muazzam varlığıyla Türkiye’mize sahip çıkacağız.

Al bayrağımızın solmasına, aziz milletimize zincir vurmaya çalışan yerli ve yabancı ahmaklara izin vermeyeceğiz, müsaade etmeyeceğiz.

Kurultayımızı müteakiben Milliyetçi-Ülkücü irade tarafından seçilmiş Merkez Yönetim Kurulu, Merkez Disiplin Kurulu asil ve yedek üyelerimizle bir araya gelerek ilk toplantımızı da yapmış olduk.

Bu toplantıda Başkanlık Divanı’nda görev alacak değerli arkadaşlarımızın seçimi yapılmıştır.

13.Olağan Büyük Kurultayı’mıza katılan, tecelli eden iradenin sahibi aziz dava arkadaşlarıma ve bütün teşkilatlarımıza,

Ayrıca teşrifleriyle bizleri ziyadesiyle memnun eden saygıdeğer misafirlerimize bir kez daha teşekkür ediyorum.

Bunun yanında Merkez Yönetim Kurulu ve Merkez Disiplin Kurulu üyeliklerine seçilen, yeni dönemde Başkanlık Divanımızda görev alan değerli arkadaşlarımıza da üstün başarılar diliyorum.

Aziz şehitlerimizi, partimizin kurucu Genel Başkanı Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’i rahmetle ve özlemle anıyorum.

İstiklal için birlik, istikbal için dirlik, kazanan Türkiye olacak.

Diyorum ki, gönül verdik bir ülküye, ömür verdik bu ülkeye.

Baş koyduk davamıza, baş verdik vatanımıza, baş eğmeyiz mendebur üçkâğıtçılara.

Muhterem Arkadaşlarım,

Son bin yılın dünya tarihine damgasını vurmuş olan ve bir elin parmakları ile ancak sayılacak kadar az, büyük milletler arasında kuşkusuz ki en önemli yeri Türk milleti almaktadır.

Ancak tarih, her millet için olduğu gibi Türk milleti için de hep zaferlerle ve başarılarla dolu değildir.

Bizim için tarihin önemi de, değeri de bu gerçekçi analizde yatmaktadır.

Bize göre, bin yıldır yaşadığımız Anadolu coğrafyası üzerindeki doğal ve stratejik tehditleri bilmek, bu topraklarda binlerce yıl daha var olabilmenin sırrını yakalamak demektir.

Bugün, Türk milletinin üzerinde oynanan oyunların başlangıcı, yirminci asrın başında Çanakkale’ye çarpıp dönen zalim senaryolarda saklıdır.

Günümüzde gerçekleşenler, Milli Mücadele kahramanlarının Lozan’da durdurduğu emperyalist sürecin, yeniden ve farklı formatlarla Türk milletine dayatılmasından başka bir şey değildir.

Lozan’dan önceki son durak Sevr, son ders ise Çanakkale Savaşları’dır.

Çanakkale ile başarılamayan, ancak Sevr ile yapılmak istenen, Türk milleti için ayrılıştır, bölünüştür, parçalanıştır, yok oluştur.

Bugün karşımıza tekrar çıkanlar, dün Çanakkale’den def edilenlerdir.

Bugün karşımıza yeniden çıkanlar, dün İzmir’den denize dökülenlerdir.

Bugün karşımıza bir kez daha çıkanlar, ana karnındaki bebekleri süngü ile deşenlerdir.

Şunu herkes bilmelidir ki, zillete asla katlanamayız.

Milli bekamızın yağmalanmasına asla göz yumamayız.

Rengini şehitlerimizin kanından almış al bayrağımızın düşmesini,

Bağımsızlığımızın haykırışı olan İstiklal Marşımızın susmasını,

İnancımızın mukaddes çağrısı olan  ezanımızın kesilmesini,

Nifak ile bin yıllık kardeşliğimizin bozulmasını,  sineye çekemeyiz, bilinsin ki kesinlikle çekmeyeceğiz.

Türklüğün özellikle Balkan bozgunu ile kırılan gururu 1915’te Çanakkale’de tamir edilmiş ve nihayetinde 1921’in Sakarya’sında gerçek benliğini bulmuştur.

Bildiğiniz gibi, Çanakkale Boğazı’nda püskürtülmüş emperyalist zihniyetin yarım kalmış hevesleri birkaç yıl sonra Sevr ile yeniden hortlamış, fakat Türk milleti Cumhuriyetimizle sonuçlanacak şerefli bir mücadeleyle istiklal ve istikbal haklarını güvence altına almıştır.

Lozan Anlaşması, bin yıllık vatan toprağımız olan Anadolu’nun nihai senedi olmuş, Türk milleti sınırları ve milli kimliği ile ilgili son sözünü o tarihlerde söylemiştir.

Varlığımız, 1915 Çanakkale’sinden 1922 İzmir’ine kadar adım adım, karış karış savunulan vatan toprakları ve dökülen şehit kanları ile tescil edilmiş ve bedeli ödenmiştir.

Alnı açık, bahtı açık, namus ve cesaret timsali Türk milliyetçileri için bu konu ilelebet kapanmıştır.

Bugünkü şartlarda bölücülerle, terör örgütleriyle, Türkiye düşmanı çevrelerle emel ve hedef birlikteliği içinde olanlar geçmişten mutlaka ders çıkarmalıdırlar.

İçine düştükleri yanlış hesaptan dönmelidirler.

Kaynağımız Ötüken, kökümüz Söğüt, ülkümüz Turan, gövdemiz Türkiye’dir.

Türk milleti bu coğrafyanın kınına sığmayan kılıcı, tarihin bağrına saplanan okun keskin ucudur.

Üç kıtada hatıralarımızın ayak izleri, kutlu eserlerimizin tüten dumanı hala görmesini bilenler için vardır ve ortadadır.

Özellikle hiç kimse bize Türklük konusunda söz söyleyemez.

Hiç kimse bize, mesela esir Türkler hakkında istikamet gösteremez, ikazen hatırlatma yapamaz.

Uygur Türkleri’nin hüznü yüreğimizdedir.

Türkmeneli’nin sevdası iliklerimizdedir.

Akmescit’in dramı vicdanımızda, Kıbrıs Türklüğünün davası iffetimizde mahfuzdur.

Lütfen dikkat buyurunuz, Türk milletiyle gönül bağı kopmuş kim varsa bize Uygur Türkleri konusunda laf ediyor, ileri geri konuşuyor.

Bölücüsünden kozmopolitine, işbirlikçisinden ilkesizine, haininden hayasızına kadar hepsi ağız birliği etmişçesine fikriyatımızın kilit taşları hakkında bilirkişilik taslıyor, gevşek gevşek atıp tutuyor.

Be hey gafiller, Türklük ne zamandır sizin ana meselesiniz oldu?

Bayram değil seyran değil, hangi ara Türklüğe bu kadar sempati beslediniz?

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Limasol kentinde, cami duvarlarına Türklere ölüm yazan faşist ırkçılarla sizin aranızda esasen ne fark vardır?

Merhum Ziya Gökalp bakınız böylelerine nasıl sesleniyordu:

Türk olsan, olmasan sen Türk düşmanısın!

Çünkü benim gayem Türk’ü yaşatmak,

Seninki öldürmek her yaşatanı.

Niyet sahiplerinin derdi başkadır.

Biz bunu biliyor, kötürüm maksatları isabetle tefrik ediyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi, Uygur Türkleri’nin kanayan yarasına yabancı başkentlerin prizmasından bakmaz, bakamaz.

Washington’un gözüyle Pekin’i şekillendiremez, Pekin’in gözüyle de Washington’u kavrayamaz.

Türkmeneli davasına Barzani küstahlığıyla yaklaşmaz, yaklaşamaz.

Kıbrıs Türklüğü’nün hak ve çıkarlarını Rum palikaryasının veya küresel baskı gruplarının dayatmalarıyla ele almaz, alamaz, almayacaktır.

İnançlarımız, ilkelerimiz ve ülkülerimiz ne diyorsa ona göre hareket ederiz, ona göre duruş sergileriz.

Herkes haddini bilsin, atacağımız taşı da biliriz, yiyeceğimiz aşı da biz seçeriz.

CHP böyle demiş, İP şöyle demiş, HDP şunu söylemiş bizim için sadece gürültü kirliliğidir.

Türkmeneli’ne Kürdistan diyenler tarihin çöplüğüne atılmış çürükler, küresel emperyalizme maşalık yapan çarpık zihniyetlerdir.

Türkmeneli Türk’tür, Türk’ün ta kendisidir, ebedi öz yurdudur.

Türk’ün Şii’si, Sünni’si, yani mezhepsel ayrımı değil; bayraklaşmış tarihi kimliği, yüksek milli şuuru her şeyin önünde, her mevzunun üstündedir.

Bu uğurda samimi mücadele veren, Türkmen kardeşlerimizin haklı davasının sesi olan, ne var ki aldığı bir kararla görevinden istifa eden Sayın Erşat Salihi’ye teşekkür ediyor, kendisini her zaman muhabbetle kucaklayacağımızı, çalışmalarını hiç unutmayacağımızı ifade ediyorum.

Türk, Türk’tür, başka bir ayrım ve kategori tefrikadır, fitnedir.

Karabağ Savaşı’nda, Ermeni propagandasına nefes olan CHP’nin bir gün de çıkıp Türkmeneli’deki gözyaşlarından; Kerkük, Musul, Telafer, Tuzhurmatu’nun çiğnenmiş haklarından bahsettiğini duyanınız oldu mu?

28 Mart 1991’de yaşanan Altınköprü katliamına ses çıkardığını, 1821 Mora soykırımını nefretle kınadığını bir Allah’ın kulu işitti mi?

Peki, bu ayın ilk haftasında alay-ı valayla Irak’ı ziyaret eden Papa’nın Türkmenlerin haklarıyla ilgili tek bir kelam ettiğine şahit olundu mu?

Küresel sömürü ve köleleştirme ablukasına en ufak itiraz, eleştiri, tepki gösterebildi mi?

Defalarca söyledik, yine söylüyoruz; Türk’ün Türk’ten başka dostu da seveni de yoktur.

Dün böyleydi, bugün de aynıdır.

Batı’nın, Müslüman denildiğinde anladığı Türk’tür.

Bu nedenle Limasol’da cami duvarlarına nefret boyasıyla haç resmi çizilmiş ve Türklere ölüm yazılmıştır.

Bizim Türk milletine bağlılığımız bir siyasetin konusu değil, bir sevdanın, bir sadakatin, bir vefanın, bir varoluş bilincinin sonucudur.

Andımızı istismar edenler, Türklüğü kirli projelerine malzeme yapmak için kuyruğa girenler bu sevdadan ilelebet mahrum olan kimliksizlerdir.

İnancımız odur ki, muzaffer milletimizin başaramayacağı hiç bir şey yoktur.

Mazide yaptıkları hem kefilimiz, hem de umudumuzdur.

İstersek yine yaparız, yine başarırız, yine her müşkülatın üstesinden geliriz.

Bu yürek bizde var, bu irade bizde var, bu inanç bizde var, bu azim bizde var, bu kahraman ruh milletimizde sonuna kadar vardır.

Artık keşkelerle ve pişmanlıklarla oyalanacak vaktimiz kalmamıştır.

Yapmıştım, yapacaktım değil, yaparım ve yapacağım kararlılığıyla Türk milletinin tekrar cihan ruhuna sahip olması mümkündür ve hedefimiz de budur.

Değerli Arkadaşlarım,

İstanbul Sözleşmesi etrafında yürütülen tartışmalar esef verici boyutlara tırmanmıştır.

Öyle bir istismar kampanyası devrededir ki, kadına şiddet sanki cezasız ve yaptırımsız kalacak; taciz, tecavüz ve saldırıların önü açılacaktır.

Bu sakat, sorumsuz ve sinsi propagandanın sistematik şekilde körüklendiği açıktır.

Şu hususun da altını kalın bir şekilde çizmek isterim:

Milliyetçi Hareket Partisi kadına yönelik şiddeti önşartsız reddetmektedir.

Canilerin hak ettiği cezayı bulması insanlık onuruna saygının bir gereğidir.

Ancak sabahtan akşama kadar televizyon ekranlarından şiddeti teşvik eden program, haber ve dizileri de aynı oranda kınadığımızı söylemek boynumuzun borcudur.

Bilhassa televizyon dizilerinden kadınlara uygulanan şiddet sahnelerinin kesilmesi, aynı şekilde toplumsal duyarlılığın ve farkındalığın tahkimi bize göre çok acil bir ihtiyaçtır.

İstanbul Sözleşmesi beklentileri karşılayamamış, sadra şifa olamamıştır.

Dahası mezkur sözleşmenin toplumsal cinsiyet kimliğine ilişkin hükümleri aileyi, manevi değerleri, toplumsal düzen ve dengeyi tehdit etmiştir.

Sözleşmeyi imzalayıp taraf olmak kadar, çekilmek de imzacı bir ülke adına haktır, hukuki bir tasarruftur.

Bu itibarla, İstanbul Sözleşmesi’nin yayınlanmış bir Cumhurbaşkanlığı Kararıyla feshi doğru ve yerinde bir uygulamadır.

Kadın haklarını yalnızca sözleşmeye bağlı görmek, bahse konu feshin arkasından feci sonuçların doğacağını iddia etmek cehalet olduğu kadar bilinçli bir saptırmadır.

İstanbul Sözleşmesi’nin bir maddesini bile okumayanların, bu kapsamda tahrik ve tahrip diline saplanması acıklı ve ahlaksız bir halin varlığına delildir, vahim bir işarettir.

CHP yönetimi, parti teşkilatlarını saran taciz vakalarını unutmuş gibi davranarak kasten suyu bulandırmaktadır.

Ve Danıştay’ın kapısına dayanmıştır.

İP aynı havadadır.

HDP deseniz aynı tavdadır.

Zillet ittifakı sürekli krize oynamaktadır.

Her tartışmadan nemalanma çabasındadır.

Fakat her seferinde de baltayı taşa vurmaktadır.

Harp Okulları Yönetmeliği’nde düzenlenen giriş kriterleri arasından, irticai görüşleri benimsememiş olma halinin Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak düzenlenmediğinden çıkarılması bildik ezberleri tekrar alevlendirmiştir.

Bunun yerine de, terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı ya da bunlarla irtibatı olmamak şartı getirilmiştir.

Asker ocağı Peygamber ocağıdır.

Düşmanın üzerine Allah Allah nidasıyla yürüyen kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimizin töhmet altında bırakılması, irticai tehditlerin odağı haline geleceğinin yüzsüzce ifade edilmesi tepeden tırnağa kara propagandadır.

Bu konuda duyarlı olduğunu iddia eden herkese soruyorum:

15 Temmuz’da yaşanan ve bu hunhar işgal girişiminin tarafı olan terör örgütünün, TSK’ya nasıl yuvalandığına dair bir fikri ve kanaatleri var mıdır?

Madem irticai faaliyetlere karşı bu kadar hassastınız, o zaman FETÖ’nün 1980’li yılların başından itibaren askeri okullara nasıl sızdığını, örgüt üyelerinin nasıl kamufle olduklarını ne çabuk hafıza kayıtlarınızdan çıkardınız?

CHP’nin isnatları, bazı kiralık kalemlerin yorumları, bazı gazetelerin yayınları sanaldır, yavandır, gerçeklerle bağdaşmamaktadır.

Bu zillet cephesine soruyorum; Müslüman Türk milletinin inançlarından ne istiyorsunuz?

Türkiye’yi inanan-inanmayan, laik-anti laik diye kamplara ayırdığınız yetmedi mi?

Camilerin bombalanacağını şerefsizce gündeme taşıyan FETÖ’cülerin peşine takılmaktan, onların piyonu olmaktan utanmadınız mı?

Türkiye laik, sosyal, demokratik ve hukuk devletidir.

Ancak irtica tehlikesini kılıf yaparak estirilen İslam düşmanlığına tahammülümüz da söz konusu olamayacaktır.

Ne gariptir ki, milli ve manevi her meselede muhalif tavrını gösteren CHP; konu HDP oldu mu, sıra egemenlik haklarımıza ve terörle mücadeleye geldi mi kahredici bir üslup takınmaktadır.

Kılıçdaroğlu diyor ki, HDP’ye dokundurmam.

Kılıçdaroğlu diyor ki, HDP’nin yanlışı olursa söyleriz.

Bu durumda akla gelen ilk ihtimal, HDP’nin CHP’ye iltihak hazırlığı içinde olması, sonuçta PKK’nın siyasi ayağının CHP’de tecellisidir.

Kılıçdaroğlu, anlaşılan HDP’yle süren yasak ve kanun dışı ilişkiyi resmileştirme arzusundadır.

Yeni isim olarak da “Cumhuriyet Halk ve Halkın Partisi”ni tercih etmesi hiç kimseyi şaşırtmamalıdır.

Kılıçdaroğlu’nun kollarını açarak HDP’nin önünde zırh olması hiçbir gerçeği değiştirmeyecek, işleyen hukuki süreci durdurmaya kafi gelmeyecektir.

Biz PKK eşittir HDP diyorduk, meğer kanlı denkleme CHP de bodoslama girmiştir.

Kılıçdaroğlu’nun HDP’nin yanlışı olursa söyleriz ifadesi tam bir hezeyan, tam bir aymazlık, tam bir sefillik örneğidir.

Sayın Kılıçdaroğlu, HDP’nin ihanet ve yanlışlarını herkes gördü de bir tek sen mi görmedin?

Yazık sana, yuh olsun senin zihniyetine.

Dokundurmam dediğin HDP, kuklası olduğu PKK’yla vatanımıza dokundu, evlatlarımıza dokundu, huzurumuza dokundu, milli birlik ve beraberliğimize dokundu. Haberin oldu mu? Bundan dolayı vicdanın sızladı mı?

Dokundurmam diyorsan, ihanete ortaksın demektir.

Dökülen kanlarda, alınan canlarda payın var demektir.

Ve sorulacak hesap da Allah şahittir, namusumuza emanettir.

Sonbaharda seçim olur diyenler, rüyalarında darı ambarı dişliyorlar.

Kılıçdaroğlu ve İP’e dolanmış yoldaşları, boşuna heveslenmesin, boş yere umutlanmasın, seçim zamanında yapılacak, bu millet ufkunu karartan zilleti önüne kattığı gibi kaçtığı yere kadar kovalayacaktır.

Süveyş Kanalı’nda bir tanker nasıl karaya oturmuşsa, zillet ittifakı da öyle sandığa çöküp kalacak, Allah’ın inayetiyle, milletimizin emsalsiz iradesiyle boyunun ölçüsünü alacaktır.

Bu çıkar ittifakı dünyanın kaç bucak olduğunu  2023 Haziranı’nda inşallah görecektir.

Zafer Cumhur İttifakı’nın olacak, Cumhuriyet’in yüzüncü yıldönümünde yeni bir tarih yazılacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, hepinizi bir kez daha hürmet ve muhabbetle selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.