+++Dr. Hayati BİCE: “Bahçesaray Çeşmesi” Üzerine…

07BAHÇESARAY ÇEŞMESİ

Dr. Hayati BİCE

Aradığım bir kitabı temin etmek için uğradığım Bilkent D&R Kitabevi’nde Endülüs’ü anlatan bir kitap görünce aklımdan bugün Kırım’ın adı konulmamış, ağıdı yakılmamış “İkinci bir Endülüs” olduğunu geçirmiştim.
Bu fikirle ofisime gelip bilgisayarı açınca “Endülüs/Kırım benzerliği için bir şey yazılmış mı?” diye araştırdığımda genç yaşında aramızdan ayrılan Akif Emre’nin Kırım’ı Rusya’ya bağlayan sözde referandumdan 15 gün önce 1 Mart 2014 tarihinde yayınlanan “Kırım: İkinci Endülüs” başlıklı aşağıdaki yazısı ile karşılaştım. Bu yazıyı paylaştıktan sonra sosyal medyada yapılan yorumlar ve bana iletilen sorular konuyu genişletmem gereğini ortaya çıkardı. Sonuçta bir araştırma makalesi hacminde bir metine ulaşan yorumlarımın kalıcılaşması için buradan yayınını uygun buldum.
Öncelikle Akif Emre için rahmet vesilesi olması duası ile 2014 yılında yazdığı yazıyı paylaşıyorum:
***
Kırım: İkinci Endülüs / Akif EMRE
Yeni Şafak, 01 Mar 2014, Cumartesi
Gırnata”nın düşüşünden yaklaşık 300 yıl sonra başka bir İslam toprağı ehlisalibin eline düşecektir. 1784 yılında Kırım, Çariçe İkinci Katerina”nın emriyle Ruslar tarafından işgal edilecektir.
Osmanlı’ya bağlanmadan çok önce de bir İslam toprağı olan Kırım’ın kaybı, Avrupa’daki toprak kayıplarından daha başka anlam taşıyordu. Kırım’ın kaybı her şeyden önce zaten Müslümanların olan bir bölgenin kaybedilmesi olarak bir ilktir. Daha önce Avrupa’da kaybedilen topraklar, fetihle ele geçirilmiş, nüfusunun önemli kısmı hala gayrimüslim kalmış topraklardı.
Kırım ise çok daha farklı bir konumda, çok daha farklı anlamlara sahipti. Kırım’ın jeo-stratejik konumu bir yana, jeo-kültürel açıdan önemi, herhangi bir toprak kaybı olmaktan öte katmanları olan, bugüne bile yansıyan anlamlara sahip.
Kırım’ın düşüşünün ”ikinci Endülüs” nitelemesini hak edişinin arkasında, bu iki bölgenin Doğu ve Batı ilişkileri açısından uç bölge olmalarından çok İslam’ın bölgelerindeki temsiliyeti açısından merkezi konuma sahip olmaları yatmaktadır. Sanatta, bilimde göz kamaştırıcı gelişiminden dolayı Endülüs medeniyetini Kırım’la karşılaştırmak zor olabilir. Ancak Güney-Kuzey aksı ile Orta Avrupa -Doğu Avrupa arasındaki merkezi yeri, Kırım’ı herhangi bir serhat eyaleti olmaktan çıkarır. Ayrıca Osmanlı’nın kurucu unsuru olan Oğuz boyları ile Kuzeyden ilerleyen, Altınordu Devleti’nin de bakiyesi sayılan, Müslüman-Türk boylarının siyasi, kültürel olarak aynı medeniyet havzasına akmalarını sağlar. Kırım Tatarları olarak bilinen Kuzeyden Doğu Avrupa’ya sarkan Müslüman-Türk boylarının temsilcileri, hala bu jeo-kültürel varlığı bugüne taşır.
Etkileri Avrupa içlerine uzanan, Doğu Karadeniz’i kontrollerinde tutan Kırım Girayları, Osmanlı’nın stratejik konumu açısından vazgeçilmez bir önemdeydi.
Kırım’da neşvü nema bulan kültür ise Orta Asya içlerine, Sibirya’ya, bugünkü Polonya’dan Finlandiya’ya kadar uzanan bir etki alanı oluşturmuştu.
İber Yarımadası’nda Gırnata’nın düşmesi Müslümanların Batı Avrupa’daki kaderini nasıl belirlediyse, Kırım Yarımadası’nda Bahçesaray’ın düşmesi de Kuzey Batı Asya ve Doğu Avrupa’daki İslam’ın geleceğini belirledi. Bu anlamda Kırım’ın düşüşünün ”ikinci Endülüs” vakası olduğu tanımlaması uygun düşer.
Rusların Kırım’ı işgali sonrası gelişmeler, pek çok anlamda Endülüs’ün düşüşüyle hayata geçirilen uygulamaları hatırlatır. Her şeyden önce büyük göçler, sürgünler bu benzerliğin en göze batan unsurları. Mesela işgalin başladığı 1784’ten 1800 yılına kadar geçen sürede 500 bin kişi vatanını terk etmek zorunda kalır. 19. yüzyılın ilk yarısında 200 bin, 1860 sonrası ise 230 bin Müslüman anavatanlarını terk etmek zorunda kalacaktır. Rus kolonyalizminin uygulamalarını genelde görmezden gelen antiemperyalist söylem, Çarlık Rusyasının yanı sıra Sovyet dönemi uygulamalarını da yok sayar. İkinci Dünya Savaşı sonrasında tüm Kırım Tatarları bir gecede Kırım’dan sürülerek ölüm yolculuğuna çıkarılırlar.
Bahçesaray”ı Kurtaran Şair Puşkin
Rus sömürgeciliğinin yaptığı en korkunç uygulamaların başında kültürel kimliğin, aidiyetin izlerinin kazınması olacaktır. Şehirlerin, kasabaların, dağların, nehirlerin isimleri değiştirilmeye, hafızadan silinmeye çalışılır.
Bunun tek istisnası var: Bahçesaray… Vadinin içindeki zarif Han Sarayı ve ayakta kalan tarihi eserlerle Kırım’ın geçmişinden izler taşıyan Bahçesaray, İslam şehri olma özelliklerini bünyesinde barındırır. Topkapı Sarayı’nı hatırlatan mimarisi ve farklı çözümlemelerle kendine özgü bir estetik boyut kazanan Han Sarayı…
Han Sarayı’nın içinde destansı bir çeşme: ”Gözyaşı çeşmesi”… Hala tüm şiirselliği ile bir köşede durmaktadır. Mermer işçiliğinin tüm inceliklerinin sergilendiği çeşme hala sessiz sessiz ağlar gibidir. Her ne kadar yeri değiştirilmiş olsa da, damla damla gözyaşlarını akıtırken çıkardığı akustikten eser kalmasa da dünya edebiyatının en ünlü şiirlerinden biri bu çeşme için kaleme alınmıştır. Çar’a başkaldırarak sürgün yıllarını Bahçesaray’da geçiren Puşkin, Han Sarayı’nın bir köşesinde kalırken ”Bahçesaray Çeşmesi” şiirini yazacaktır. Bu şiirde Bahçesaray ismini kullandığı için Ruslar Bahçesaray ismini değiştirmeye cesaret edemeyecektir. Akyar’ın Sivastopol, Akmescid’in Simferopol olmasının aksine… Bahçesaray tıpkı mermer çeşmenin gözyaşı dökmesi gibi içten içe gözyaşı dökerken ismini bu gözyaşları sayesinde koruyacaktır.
Tatar atlılarının cesur akınlarının nal seslerini hatırlatan dizelerinde Han Sarayı’ndaki hüzünlü bir öyküyü anlatacaktır Puşkin. Aslında şair, Bahçesaray Çeşmesi’nin hüznünde kendi Afrikalı köklerini de bulur. Puşkin’inki daha farklı bir hüzündür. Şairin, çeşmenin ve Bahçesaray’ın hüznü, Kırım hanlarının akınlarındaki uğultulardan süzülen şiirsel bir ahenge dönüşür.
Puşkin’in Bahçesaray çeşmesi şiirinin Kırım Tatar lehçesiyle çevirisinde atlarıyla uçarcasına baskına giden süvariler şöyle anlatılır:
”Han sarayı titislenip, boşap kaldı;
Kırım-Giray kene ketti onı taşlap;
Tümen-tümen askerinen yat illerge,
Yat illerge yolga çıktı sefer başlap.
O kene de kasırgalı soguşlarda
Küskünlenip, kanga suvsap at oynata,
Lakin hannın yureginde başka türlü
Duygularnın alevleri gizli yata.”
***
Akif Emre’nin “Kırım: İkinci Endülüs” yazısının yazdırdığıdır.
“Bahçesaray Çeşmesi” bir şiir olarak Puşkin ile özdeşleşmiş, fakat Kırım coğrafyasının Rus egemenliğinde oluşunun bir kanıtına dönüştürülmüştür. Akif Emre’nin bile Kırım’ın hüznünü dile getiren yazısında aynı konuya temas etmesi bunun anlamlı bir kanıtıdır. Bunu sağlayan şiirin gücü olduğu kadar Rus aklının Puşkin’in Kırım sürgününde yaşadığı evi koruması ve önüne bir de büstünü dikmiş olmasıdır. Bahçesaray Çeşmesi ile ilgili araştırma yaptığımda Kırım kültürel kimliğinin “Rus kültür havzasının parçası” haline dönüştüğünü üzülerek gördüm. Öyle ki Türkiye’den kültür gezisi için Kırım’a gidenler bile Puşkin evini ve Bahçesaray şiirini ballandıra ballandıra anlatmışlar. Kırım tarihinin muhasebesini yapan, bu kapsamda Bahçesaray Han Sarayı’nın durumuna değinen ise neredeyse yok.
Puşkin’in Bahçesaray Çeşmesi
Puşkin Bahçesaray Çeşmesi şiirini Kırım sürgünündeki ziyaretinde işittiği öyküsünden ilham alarak kaleme aldı. Ünlü Rus yazarı Bahçesaray’da yer alan Kırım’daki Han Sarayı’nı gezerken “Gözyaşı Çeşmesi”ni görür ve çeşmenin hikâyesinden etkilenir.
“Gözyaşı Çeşmesi”nin öyküsü şöyle: Kırım Hanlarından Kırım Giray Han (1758-1769), 1763 yılında Polonya’yı fethederken ele geçen ve sarayına alıp “Dilara Bikeç” ismini vereceği bir köle kadına âşık olur. Ne var ki, Dilara çok geçmeden zehirlenerek öldürülür. Dilara’nın ölümünden sonra kedere boğulan han bu çeşmeyi inşa ettirir.(1)
Puşkin’in Bahçesaray Çeşmesi şiirini bu hüzünlü bir aşk anlatısı üzerinde inşa eder. Şiirde önce Han sarayında hüzünlü bir seven kimliği ile karşımıza çıkan Kırım Tatarı Giray Han, Leh güzeli prenses Mariya Potocka’yı haremine cariye olarak alır. Mariya’dan çok etkilenen Giray Han haremin sıkı kurallarını bile bu genç sevgili için değiştirir. Fakat Mariya, Giray Han’ın aşkına karşılık vermediğinden Han hüzne boğulmuştur. Haremin eski gözdesi Gürcü asıllı Zarema ise, Polonyalı rakibi Mariya’nın saraya gelişiyle ikinci plana atılmanın kıskançlığı ile tutuşup yanmaktadır. Bir gece yarısı harem ağasını uyandırmadan gizlice Mariya’nın yanına gider. Mariya o gece ölü bulunur. Mariya’yı Zarema’nın öldürdüğünü düşünen Giray Han Zarema’yı da denize attırıp öldürtür ve Mariya’nın anısına Puşkin’i hayran bırakan öykünün konusu olan çeşmeyi inşa ettirir. Adına çeşme yaptırılan, şiirler yazılan Dilara Bikeç’in türbesi Bahçesaray’da Hansaray’ın duvarına bitişiktir.

1822 yılında ünlü Rus şair ve yazar Puşkin, sürgünde iken gezdiği Hansaray’dan ve çeşmenin hikayesinden çok etkilenmiş ve “Bahçesaray Çeşmesi” (Bahçisarayskiy Fontan) adlı eserini kaleme almıştır. Şiir, o dönemde Çarlık Rusya’sında ve Avrupa’da meşhur olmuştur. (2)

Puşkin’in “Bahçesaray Çeşmesi” Şiirinin İlk Bölümü/ 

“Han döndü Kırım toprağına / Ve anısına bahtsız Mariya’nın

Mermerden bir çeşme yaptırdı, / Sarayın köşesinde yalnız başına.

Haç ile çatılmış üzerinde / Müslümanların hilali

(Kuşkusuz, atılgan bir simge, / Acıklı kusuru bilgisizliğin).

Bir yazıt: Yılların kemirmesiyle / Henüz silinmemiş yazısı.

Yazıtın yabancı hatları ötesinde / Mermerde şırıldıyor su.

Ve soğuk gözyaşlarının çisesiyle / Damlıyor asla susmaksızın.

Böyle ağlar yas günlerinde / Bir ana savaşta düşen oğlu için.

Genç kızları bu ülkenin / Eskinin söylencesini öğrendiler,

Ve kederli anıtına o devrin / Gözyaşı Çeşmesi dediler”

Tatar Türkçesi
Onı şay tez mezarına ne kirsetti?
Bu ümitsiz esirliknin kaygısı mı?
Hastalık mı, yoksa diğer bir illet mi?
Kim bile? O bu dünyanı tez terk etti.
Han sarayı titislenip, boşap kaldı;
Kırım-Giray kene ketti onı taşlap;
Tümen-tümen askerinen yat illerge,
Yat illerge yolga çıktı sefer başlap.
O kene de kasırgalı soguşlarda
Küskünlenip, kanga suvsap at oynata,
Lakin hannın yüreginde başka türlü
Duygularnın alevleri gizli yata.
O ekseri kızgınlaşkan uruşlarda
Kılıçını birden siltep, tars toktala
Pek çok vakıt şaytıp taşday katıp kala,
Çevresine şaşkın-şaşkın bakıp tura.
Bir şeyden korkkan kibi benzi ata,
Öz başına söylene ve ara sıra
Köz yaşını tohtamadan akıttıra.
Şiirden: Mariya’nın hareme getirilme süreci ve haremde yaşadıkları / Aktaran: Sevgi ILICA
“Esaretin, refahın ve tutsaklığın kızı
Gönlünü yavura mı kaptırdı?
Hayır, Giray’ın ürkek eşleri,
Ne düşünmeye ne de arzu etmeye cüret ederek,
İç karartıcı sessizlikte filizlenmektedirler;
Uyanık ve soğuk muhafızların gözetimi altında
…İhanet nedir bilmezler.
…/ Genç eşler,
Kendilerini avutmak istercesine
Görkemli kıyafetlerini değiştirirler,
Sohbet eder, oyunlar oynarlar.
…/ İpek halıların üzerinde
Toplanıp otururlar,
…/ Güzel kokulu şerbetleri taşırlar.”
***
“Aralarında kötü kalpli harem ağası gezmektedir,
Ondan kaçmak nafiledir:
Kıskanç bakışları ve kulağı
Her zaman hepsini takip eder.
…/ Hanın emri
Tek bildiği kanundur;
Kuran’ın kutsal buyruklarını
Pek de sıkı bir şekilde takip etmez.
…/ Gecenin karanlığında haremde
Sessiz adımlarla dolaşır;
…/ Geceleri konuşmaları dinler.”
***
“Kır saçlı babası onunla gurur duyardı
…/ Yaşlı adam emir sayardı
Kızının çocuksu isteklerini.
…/ Her şeyi büyüleyiciydi: Sakin mizacı,
Ölçülü hareketleri,
…/ Fakat ruhunun derinlerinde
Aşkın ne olduğunu bilmiyordu
Ve bir başına kaldığı boş zamanlarını
Babasının kalesinde kız arkadaşlarının arasında
Yalnızca eğlenceye ayırıyordu.
Polonya’ya akın etti Tatarın karanlığı
…/ Babası mezara girdi, kızı esir düştü.
…/ Mariya ağlıyor ve üzülüyor.
Giray bu talihsize kıyamıyor, acıyor:
Onun derin üzüntüsü, gözyaşları ve sızlayışları
Hanın rüyalarını endişelendiriyor.”

***

Mariya’nın Kuma Getirilmesiyle Zarema’nın Durumu / Aktaran: Sevgi ILICA
“Giray Zarema’yı sevmez oldu.
O ihanet etti!
Ancak kim senin güzelliğine denktir ki Gürcü kadın?
…/ Kimin ihtiraslı öpücüğü senin
büyüleyici dokunuşlarından daha hayat doludur?
…/ Giray senin güzelliğini hor gördü
Ve gecenin soğuk saatlerini
İçi kararmış ve yalnız başına geçiriyor
Polonyalı prenses haremine
Hapsedildiğinden beri.”

***

Bahçesaray Sarayının Çeşmesine / Çeviri: Ataol Behramoğlu

Aşk fıskiyesi, ölümsüz çeşme!
Sana armağan olarak iki gül getirdim.
Seviyorum bitimsiz konuşmanı
Ve şiirsel gözyaşlarını senin.

Çiseyen gümüşsü tozların
Serin çiğlerle kaplıyor beni:
Ak, ak durmaksızın sevinçli pınar!
Anlat, anlat bana bildiklerini…

Aşk fıskiyesi, kederli çeşme!
Okudum ben de mermerinde senin
Uzak bir ülkenin övgüsünü;
Fakat Mariya’dan söz etmedin…

Ey, solgun yıldızı haremin!
Burada mı unutuldun yoksa?
Yoksa sadece mutlu düşler miydi
Mariya ve Zarema*

Ya da sadece imgelemin uykusu mu
Tenha bir alacakaranlıkta resimledi
Kendi bir anlık sanrılarını,
Ruhumun bir anlık idealini?

Aleksander Sergeyeviç Puşkin

***

Ünlü Türkoloji bilgini  Prof. Dr. Şükrü Elçin de “Bahçesaray Çeşmesi” için yazmaktan geri duramamış, yazdığı uzun şiiri ile adeta tam tekmil bir Kırım Destanı’nı dile getirmiştir:

“Bahçesaray’da bir “Gözyaşı Çeşmesi” vardı, Akyar mermerinden yapılmış,
Bu çeşme Kırım Giray’ın gönül ikliminde açan nilüferdi.
Bu çeşme Kerem’di, bu çeşme Aslı’ydı, bu çeşme Dilârâ Bikeç selsebiliydi,
Bu çeşme gazilerle, erenlerle, şehitlerle beraberdi.
Gaspıralı İsmâil bu çeşme başında duydu, sesini tarihin;
Bu çeşmede uyandırdı Cemiller’i geçmiş zaman hüzniyle hâtıralar.
Kuru dallar, bu çeşme akar iken sevinçle yapraklanırdı,
Bu çeşme akar iken akmaz oldu göç etti Anadolu’ya kuşlar.
Sen, Yayla Dağları’nın rahmeti, sen sevdâlara nakış çeşme;
Sen, Sibirya yollarında sürgün onbinlerin, yüzbinlerin yürek acısı.
Sen, Akmescit câmiinde Karahisârîce bir sülüs,
Sen, Mengli Giray divânında ta’lik yazısı.
Bu gece, tûğa dil bağladı Gazi Giray, kâkül-i hoşbû yerine,
Bu gece, Cenevizli tavşan, Gedik Ahmed Paşa Karadeniz’de şahin;
Bu gece, şimşeklere el sallayan süvariler Tuna’dan geçti,
Bu gece, denizi yara yara yaklaştı Kefe’ye gemileri Fâtih’in.

Gözleve’de Âşık Ömer’in sazı asılı kalmış duvarda,
Kefe’nin Kızlar Kulesi’nde baykuşlar ötmektedir.
Ay bir sarı gül Çadır Dağı’nda bu gece, donmuş, garip;
Bahçesaray’da Gözyaşı Çeşmesi’nden kan akmaktadır.(3)
 …
Özbek Türklerinin ünlü şairi merhum Rauf Parfi’nin ilk şiirlerinden birisi de aynı başlıklıdır: “Bahçesaray Çeşmesi” (1963).
Bu şiir, Stalin döneminde, II. Dünya Savaşı sonrası yaşanmış “Kırım Türklerinin sürgün ve katliamı” için yakılmış bir ağıttır. (4)

SONUÇ: Ya  Da Puşkin Şiirinden Hisseler
Kırım Giray Han (Hükümranlığı: 1758-1769) haremine aldığı iki kadın arasındaki rekabet üzerine romantik planlar yaparken Rus Çariçesi II. Katerina (Hükümranlığı: 1762-1796)  Kırım’ı Osmanlı’dan koparıp nasıl ele geçireceklerinin hesaplarını yapmaktaydılar.Şiirin ve sanatın gücünü de anlayabilmek için çok değerli bir vaka örneği olarak yorumlanması gerekmektedir. Bu konuyu edebiyat tarihçilerine bırakırken kendi aldığım üç dersi sıralamakla yetiniyorum:
1) Bir ülkenin kültürel kimliği en az tarihi kadar önemlidir.
2) Sömürgeleştirilen bir ülkede Sanat ve Kültür alanında egemenlik tesis etmek en kalıcı istiladır.
3) Sanat eserlerinde işlenmeyen bir kültürel miras sahibine aidiyetini anlatmakta bile  acizdir.
***

KAYNAKLAR:
(1) Sevgi ILICA, YAPISÖKÜCÜLÜK VE ALEKSANDR SERGEYEVİÇ PUŞKİN’İN BAHÇESARAY ÇEŞMESİ’Nİ YAPISÖKÜCÜ OKUMA
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/621165

(2) PUŞKİN VE GÖZYAŞI ÇEŞMESİ
https://sahriye.blogspot.com/2019/04/

(3) Şiirin tamamı için bkz: Şiirle Selam/Şükrü Elçin, TKAE Yay.

(4) Hikmet KORAŞ, ESARETTE SÜRGÜNE AĞIT VE ÖZBEK ŞİİRİNDE MİLLÎ ROMANTİZMİN YENİDEN DOĞUŞU
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/156932
***
KIRIM’ın tarih ve kültürü hakkında kaynak siteler:
https://www.vatankirim.net/
https://kiriminsesigazetesi.com/
***

NOT: Bir internet yorumunda (https://1000kitap.com/gonderi/86615783) şu bilgi yer almaktadır:
Puşkin Bahçesaray Çeşmesi’nin hikayesini tanıştığı, uzunca bir süre platonik aşık olduğu bir kadından duymuştur. Yazdığı mektuplarda bunu defalarca kez dile getirmiştir. Bu kadın, Sofya Stanislavovna Potoçka’dır. 1818-1819 yıllarında kendisi Puşkin’e bütünüyle yalandan oluşan bu hikayeyi uydurmuştur. Mariya Potoçka karakteri onun anlatımına göre ‘’büyük ninesi’’dir. Sofya güzelliğini aldığı annesinden aynı zamanda hikaye uydurma yeteneğini de almıştır. ‘’Annesinin kızı’’ Sofya, 17 yaşından itibaren Petersburg balolarında güzelliğiyle dikkatleri çekmiş, Puşkin’de onun sayısız hayranlarından birisi olmuştur. Hikayeyi dinledikten sonra Puşkin, bilgi toplamaya başlar ve Polis Şefi Ananiç’e, Mariya Potoçka hakkında bir iz bulmasını rica eden bir mektup yazar. Bundan sonrası Puşkin için büyük bir hayal kırıklığı olacaktır. Polis Şefi verdiği cevapta Kırım Tatarları arasında Mariya Potoçka adında birisi olmadığını söyler. Aşkına karşılık alamayan, elinde yalnızca uydurma bir hikaye ile kalan Puşkin, kardeşine yazdığı mektubunda şöyle der; ‘’Destanı yayınlatmayı arzu etmiyordum, çünkü pek çok yeri uzunca bir süre ve pek aptalca aşık olduğum bir kadına aitti.’’ Bu kırgınlıkla kalan Puşkin’e Vyazemski’nin destanına yazdığı önsöz yetişir. Bu önsözde okuyuculara Puşkin’in bir tarihçi olmadığını, şiirin efsanelerle desteklenebileceğini dile getirir. Tüm bu aksiliklere rağmen Puşkin’in başka halkların kültürel kimliğini romantizmin sınırları içerisinde lirik ezgiselliğiyle yansıtmayı başardığı bir eser olmuştur Bahçesaray Çeşmesi.