KEFENSİZ GÖMÜLENLER
Dr. Hayati BİCE
Sovyetler Birliği döneminde Bolşevik komünizmin Türkistan ve Kafkasya cumhuriyetlerinde hayata geçirdiği ‘Sovyetleştirme’ politikasının kültürel plandaki uygulamaları giderek daha somut verilerle ortaya çıkıyor. Bir yandan arşiv çalışması yapan araştırmacı-akademisyenlerin ulaştığı belgelerle açıklanan Sovyet arşiv verileri, diğer yandan ‘Kültürel Sovyetleştirme’ kampanyalarında hayatını kaybetmemiş olan sanatçı ve aydınların yaşadıkları baskı ve zulümleri kaleme aldıkları kitapların yayınlanması o dönemin karanlıkta kalan yüzünü gün ışığına çıkarıyor. 1928-1939 yılları arasında ‘yapılanların’ ‘bir numaralı sorumlusu’ olan Stalin döneminde binlerce ‘milli aydın’ın nasıl gerçek dışı gerekçelerle baskı altına alınıp yok edildiklerini bu anı kitaplarında tüm çıplaklığı ile görmek mümkün.
Türk yurtlarında yeni rejimle çatışan milliyetçi aydınların yanısıra, Sultan Galiyev gibi önceleri Lenin’in yayında yer alan ancak daha sonra süreç içinde Sovyet yöneticileri ile ayrılığa düşen bir çok yerli-komünist aydının ölüm tarihleri de o yıllara – 1935-1945 – denk düşer. Bu katliam yıllarında kurşuna dizilmekten kurtulan bazı Türk kökenli aydınlar ise ‘halk düşmanı’ yaftası ile Sovyetlerin soğuk buzul bölgelerinde, Sibirya’da organize edilen çalışma kamplarına sürgün edilmişlerdir.
Bu yazıda ‘Kefensiz Gömülenler’ adlı otobiyografik anılardan oluşan eserini inceleyip hakkında notlar düşeceğimiz Şükrullah Yusufoğlu da ‘halk düşmanı’ yaftası ile çalışma kampına sürgüne gönderilen Özbek yazarlarından biridir.1
Stalin’in Milli Aydınları ‘İmha’ Kampanyası
Şükrullah’ın ‘Kefensiz Gömülenler’ adlı kitabına konu alan acıları yaşadığı süreç Stalin döneminde milliyetçi yazar ve aydınlara karşı başlatılan ‘imha kampanyası’nın bir parçasıdır. 1917 Ekim Devrimi sonrasında tüm Orta Asya’yı işgal eden Bolşevik Ruslar ve diğer bazı Sovyet yöneticilerinin Türkistan Türklerine uyguladıkları baskı politikalarının birebir anlatımını içeren bu kitap, bizatihi bu politikaların mağduru olan bir Türkistanlı aydının anılarından oluşuyor. Kitap, Şükrullah’ın 1951’de ‘Halk Düşmanlığı’ suçlamasıyla başlayan ve 1954 yılında Stalin’in ölümüne kadar süren yaklaşık üç yıllık gözaltı, cezaevi ve sürgün kampı anılarını dile getiriyor. Orijinal adı ‘Kafansiz Komilganlar’ (Kefensiz Gömülenler) olan kitap Özbekistan’da ilk kez 1991 yılında Adabiyot va San’at Yayınevi tarafından yayınlanabildi.
Türkistanlı bir Özbek Türk’ü olan Şükrüllah 1951 yılında tamamen keyfi ve asılsız suçlamalar ile tutuklanır. 1954 yılında Stalin’in ölümüne kadar 3 yıl sorgu odalarında, cezaevi ve sürgün yerlerinde çekmediği eziyet kalmaz. Kitap bu yönüyle Sovyet sisteminde Türk kökenli halkların aydın kadrolarına yönelik olarak yürütülen imha kampanyasının somut örneklerini ortaya koymaktadır.
Şükrullah; Abdülhamid Çolpan2, Abdullah Kadiri3, Osman Nasır4 gibi ‘milliyetçi sapma’ suçlaması ile mahkum edilen Cedidçi yazarların kitaplarını okumak ile itham edilir. Sovyet devriminin ilk yıllarında Lenin ile işbirliği yapan ancak daha sonra gözden düşen Feyzullah Hocayev5 gibi yerel komünist idarecilerin izini takip etmek de suçları arasındadır. Sorgulamasını başlatırken yerel bir halk hekimi olan babasını bir suç imiş gibi ‘imam’ olarak kayda geçiren işkencecinin dile getirdiği şu suçlama tabloyu ortaya serer: ‘Sovyetlere karşı giriştiğin hareketleri, Pantürkizm ve Panislamizm için harcadığın çabaları bilmediğimi mi sanıyorsun?’.6
Hazırlanan sorgu tutanağında yazarın ağzından ‘suç itirafı olarak’ sorgucunun talimatıyla kağıda şunlar dökülür: ‘Ben, halk düşmanı, aşırı milliyetçi ve Sovyetler’e karşı hareketleri sebebiyle hapsedilen Abdullah Kadiri, Çolpan ve Osman Nasır’ın milliyetçilik, hayat, sitem ve pesimistlik konularını işleyen kitaplarını severek okudum. Onların milliyetçilik konusundaki fikirlerini, Sovyetler’e karşı iftiralardan ibaret olan düşüncelerini, okul yıllarımda sohbetlerim sırasında arkadaşlarıma anlattım…’.7
Bir insanın babasının ‘imam’ olduğu için ‘Pantürkist’ ve ‘Panislamist’ olarak suçlanmasını anlayamayacak okur için dönem itibariyle Özbekistan’daki baskı iklimini anlamak açısından yazarın şu tespitini okumak gerek: ‘O günlerde sandığınızdan üç dört kat elbise çıkmış olsa, hemen kapitalist, burjuva damgası yerdiniz. Anamın en büyük endişesi, evdeki kitaplardı. Özellikle Kur’an-ı Kerim’i kimsenin aklına gelmeyecek bir yere saklayabilmek için oradan oraya gezdirir dururdu. Çünkü o dönemler biraz mürekkep yalamış olanlar, camiye gidenler bile burjuva ilan edilirdi. Evimizde Ali Şir Nevai, Sufi Allahyar gibi kişilerin eserler vardı. Bir gün avlunun bir kenarına çukur kazıp hepsini gömdük. 1960 yılında o çukuru açtık. Kitap yerine avuçlar dolusu topraklaşmış kağıt parçaları bulduğumuzda göz yaşlarımı tutamadım.8
Şükrullah’ın yaptığı bir tespite göre ‘burjuva – dinci’ diye yapılan takibat devrimin ilk yıl arında uygulanmış kısa süreli bir kampanya değildi: ‘Sadece 1920-1937 yılları arasında değil, yakın zamanlarda bile dini inançlarından, karşı düşüncelerinden dolayı feodalizmin kalıntıları olmakla suçlanıp ayıplanan milyonlarca insanın hapsedilip kurşuna dizildiği herkesin bildiği bir şey.’9
‘1920’li yıllardan itibaren kültürlü insanlar hapse atılmaya başlanmıştı. 1927-28 yıllarında ise dindar ve mal-mülk sahibi olanlar hapse atılıp sürgüne gönderilirdi.
1937 yılından itibaren Merkezkom (Komünist Partisi Merkez Komitesi) Sekreterleri (Başkanları), devlet ricali ve yazarlar halk düşmanı ilan edilerek, tutuklama ve zindana atma hareketleri başladı. 1940 yılına kadar bu devam et i. Savaş (2. Dünya Savaşı) bittikten sonra (1945) cepheden dönenlerin bir kısmı ‘faşistlerin eline esir düşme suçu’ ile itham edildi. 1947’den itibaren ise yazarlar, ilim adamı ve sanatkârlar ‘gayesizlik’ ve ‘kozmopolitizm’ suçlamalarıyla itham edilerek yeniden hapse atıldılar. Bir akrabası hapse atılmayan insan yoktur.’10
Şükrullah’ın önüne suç diye çıkartılan bir iddia da şairin yazdığı eserlerde ‘halkı karamsarlığa sürükleyecek pessimist konular’a yer vermesidir. 1940’lardan sonra Özbek edebiyatında ciddi bir damar olarak nihilist ve pessimist bir yönelimin ortaya çıkışının altında yatan zihinsel iklime işaret etmesi yönüyle Şükrullah’ın konu hakkındaki ifadeleri anlamlıdır:
‘Sorgu zabiti ‘Sen bize karşısın; pessimist şiirler hoşuma gidiyor demişsin’ şeklindeki ithamlarına cevaben söylediğim sözler doğru mu yanlış mı bunu benden değil, ama 1920’lerin sonlarında haksız yere sürgün edilip, öz yurdundan ayrı kalan, yaprak gibi sararıp solan, 1932-33 yılları arasında açlıktan sokaklarda ölenlerden sorsun! Hayır sadece bunlardan değil, 1937’de katledilen binlerce, milyonlarca insanın inleyen ruhlarından, onların yetim kalan çocuklarından sorsun!’11
Başlangıçta bu tür bir suçlama ile başlayan sorgu, giderek rejim aleyhtarlığına ve Stalin düşmanlığına yöneltilir: ‘Beni suçladıkları tek şey, Osman Nasır’ın şiirlerini okumam; onu takdir etmemden dolayı milliyetçi bir şair olabileceğim idi.
Şimdi buna bir de Sovyet hükümetini yıkmaya çalışma faaliyetleri, Sovyet hayat tarzından memnun olmamak gibi suçlar ilave ederek, itirafta bulunmamı istiyorlardı… Stalin’in Tanrı mertebesine çıkarıldığı bir dönemde, ona dil uzatmaktan daha büyük bir suç yoktu… İşte bugün beni, büyük dahi Stalin’in söyledikleri ile alay etmekle suçlamak istiyorlardı!.. Güya ben yazar akranlarımdan birinin düğününde, Stalin’in savaştan sonra söylemiş olduğu ‘Sosyal hayat düzeldi, yaşamak güzelleşti’ şeklindeki sözünü alaylı bir şekilde anlatmışım. Bu, kuru bir iftira imiş!’12
Şükrullah’ın kitabında Stalin hakkında daha pek çok anekdot yer almaktadır.
Stalin devrinde öylesine bir korku yüreklere salınmıştır ki buzullara sürgüne gönderilen ve artık hayatlarından başka kaybedecekleri bir şeyleri kalmamış olan mahkumlar bile – Şükrullah Yusufoğlu’nun yazdığına göre – Stalin aleyhine yorumlanabilecek sözlerinden dolayı sorumlu tutulabilecekleri korkusu ile ondan söz ederken adını değil ‘Bıyık’ şeklinde yaygınlaşan ‘kod ismi’ni kullanma yoluna gitmeyi ve böylece başlarına bela açmaktan korunmayı tercih etmişlerdir.
Şükrullah’ın kitabında ‘suçlama bahanesi arayan partizan’ların uygulamalarını anlatılırken çok çarpıcı örneklere de yer verilmektedir. Bunlardan iki olay var ki dönemi anlamada önemli ışık tutmaktadır. Bir devlet mağazasından alınmış ‘komünist üretimi bir yelpaze’nin bir kaç kez kullanıldığında darmadağın olmasını eleştirmeyi ‘rejim aleyhinde propaganda’ olarak değerlendirmek mümkün müdür?
Ya da ‘beyaz’ ve ‘kızıl’ renkli iki horozun dövüşünde ‘beyaz horoz’un kazanacağı üzerine bahse girmek ile ‘Kızılordu Birlikleri’ ile Çar yanlısı ‘Beyaz Kuvvetler’ arasında Sovyetler aleyhine bir tercih yapıldığı belirtilmiş olabilir mi?13. Bütün bunlar otoriter bir rejimde ‘akıl tutulması’nın hangi boyutlara ulaşabileceğini göstermesi açısından son derece ilginçtir.
Yapılan sorgulamalar sonunda Şükrul ah henüz 30 yaşında genç bir insan iken aralarında “Özbek şairlerinden Çolpan’ın yasaklanmış şiir kitabını evinde bulundurmak”, Ortaokulda okuduğu sıralarda “Özbek dili ve edebiyatı öğretmenlerinden Münevverkari Abdurreşidoğlu’nun14 öğrencisi olmak” ve “dedesinin dindar oluşu gibi” büyük suçlar’ı sabit görülerek 25 yıl hapis, 5 yıl sürgün ve 5 yıl da konuşma ve yazma hürriyetinden men cezasına çarptırılmıştır.
Şükrullah 1951 yılında kesinleşen cezasını çekmek üzere Taşkent’ten 1952 yılı Temmuz ayında nakledildiği Krasnoyarsk’daki dağıtım kampına, oradan da İnesay nehri boyunca Turhansk, Igarka yoluyla Sibirya’daki Taymır yarımadasının Dudunka bölgesindeki çalışma kampı cezaevine gönderilir. Çalışma kampı olarak düzenlenmiş cezaevinde Şükrullah gibi fikir suçlularını bekleyen bir diğer tehlike aynı kampı paylaştıkları ve en ufak bir bahane ile olay çıkarmaya, hatta adam öldürmeye hazır, dünyada kaybedecek hiç bir şeyleri kalmamış hırsız, katil gibi kriminal tiplerle bir arada olma zorunluluğudur. Şükrullah bu adi suçluların kendisi gibi fikir suçlularına ‘halk düşmanı faşistler’ diye hakaret ederken, kendilerinin onlara ‘halk dostları’ diye hitap etmek zorunda kaldıklarını kaderin garip bir cilvesi olarak kaydetmektedir.15
İnsanlık dışı bir ortamda yılın 11 ayı sırtları ısınmadan ve hatta güneş yüzü görmeden çalışmak ve yaşamak zorundadırlar. Kampın bulunduğu bölgede 6 ay süren kutup geceleri sözkonusudur. Kapatıldıkları kampın gerçek adının ‘Canlılar Mezarlığı’ olduğunu ifade eden Şükrullah kitabına neden ‘Kefensiz Gömülenler’ adını verdiğini de şöyle anlatır: ‘Kampta, (ölenlerin) ölüm sebebi soruşturulmuyordu. Bilen bilir bilmeyen bilmezdi, ama ölen kişinin ayağına bir künye bağlayarak bir yere götürürler, orada üstünde başında ne varsa soyup alırlar, sonra da kefensiz olarak toprağa gömerlerdi…
Burada zamansız ölüp kefensiz gömülenleri düşünürken nedense birden Abdullah Kadiri, Ekmel İkramoğlu, Osman Nasır gibi Özbek halkının büyük evlatlarının yok olup gidişleri gözümün önüne geliverdi…’16
1954 yılında artık olağanüstü bir kurtuluş fırsatı olmazsa çalışma kampında ölüp gideceği düşüncesine iyiden iyiye inanan Şükrullah, Stalin’in ölümü ile yeniden umutlanır. Tutsaklara af çıkarılacağı yolunda haberler kulaktan kulağa yayılmaktadır. Nihayet umutsuzca verdiği ve yargılanmasının yenilenmesini talep ettiği bir dilekçesine gelen ve ‘hakkında açılan davanın düşmesi nedeniyle ceza almasının sözkonusu olamayacağı’nı içeren bir yazı ile Şükrullah Yusufoğlu, Taşkent’e yollanır. Ancak suçu ortadan kaldırılmış olmasına rağmen hemen salıverilmez; Taşkent’teki KGB hapishanesinde 2 ay daha gözlemde tutulduktan sonra sonunda üç yıldır yitirmiş olduğu özgürlüğüne ve içinden koparıldığı ailesine kavuşur.
Henüz hayat a olan canlı bir tanığın kaleminden bu duygusal satırları okumak; Türkistan’da Sovyet rejiminin yerleştirilmesi adına işlenen cinayetleri ve baskı ortamını ve bu ortamın toplumda yaptığı travmayı anlamak Türkiye’deki okurlar için özellikle önemlidir. Okuyucu, Sükrullah Yusufoğlu’nun ‘Kefensiz Gömülenler’ adlı otobiyografik eseri dolayımında, günümüzde ikili ilişkiler geliştirmeye çalıştığımız Türkistan coğrafyasının aydınlarında yer yer şahit olunan ‘ürkek’, ‘aşırı ihtiyatlı’ ve ‘kuşkucu’ ruh halini de daha iyi anlayabilecektir.
___________________________________
1 Şükrullah Yusufoğlu: 1921 yılında Taşkent’te doğdu. 1938’de daha sonra Şeyh Sadi adı verilecek olan Öğretmen Okulu’nu bitirdi ve kısa bir süre Karakalpakistan’da öğretmen olarak çalıştı. Taşkent’te bugün bir üniversiteye dönüşmüş olan Pedagoji Enstitüsü’ne girdi ve 1944 yılında bitirdi. 1946’da Özbekistan Yazarlar Birliği üyeliğine kabul edildi. 16 yaşından itibaren yazdığı şiirlerini içeren ilk şiir antolojisi 1949 yılında yayınlandı. Şiirleri daha sonra 1958, 1973 ve 1981’de üç cild olarak basıldı. Bazı tiyatro oyunlarını içeren kitapları da 1991 ve 1997 yıl arında yayınlandı. Roman ve öykü tarzındaki eserlerinden 1977’de Mücevherat Sandığı (Javohirlar Sandigi); 1999’da Diri Ruhlar (Tirik Ruhlar); 2002’de Zor Günlerin Sevinci (Ogir Kunlar Sevinchi) adlı kitapları okura ulaştı. Eserleri Rusça, Almanca ve Türkçe gibi diğer birçok dile çevrildi. ‘Özbekistan Halk Şairi’ ünvanı verilen Şükrullah, Ali Şir Nevai adına verilen Özbekistan Cumhuriyeti Devlet Ödülü’nün de sahibidir.
2 Abdulhamid Çolpan Süleymanoğlu: ( Andican,1897-Taşkent, 4 Ekim 1938 ) Türkistanlı Özbek Türkleri’nin Çolpan adıyla ünlenmiş önde gelen şairidir. Cedidçilik akımının Türkistan’daki öncülerindendir. Hikâyeleri yanında ‘Gece ve Gündüz’ adlı bir roman da yazmışsa da şair olarak bilinir. 1928 yılından itibaren komünist yönetimin sanatına ve şahsına yöneltilen ağır maddi-manevi baskılarıyla karşılaştı ve 4 Ekim 1938’de Taşkent’te katledildi. Son yıl arda ‘Yine Aldım Sazımı’(1991), ‘Güzel Türkistan’ (1997) adını taşıyan ve şiirlerinden oluşan antolojiler yeniden Özbekistan okuruyla buluştu.
3 Abdullah Kadiri: ( Taşkent,1894- Taşkent, 4 Ekim 1938 ) Özbek milli roman geleneğinin öncüsü olduğu kabul edilir. Cedid hareketi mensubudur. Aynen kaderini paylaştığı dava arkadaşı Abdulhamid Çolpan gibi 1928 yılından itibaren komünist yönetimin ağır baskılarına maruz kaldı ve 4 Ekim 1938’de Taşkent’te katledildi. Başta ‘Ötken Künler’ (1992) adlı romanı olmak üzere bütün eserleri katlinden yıllarca sonra yeniden neşredilerek okuruna ulaştı. ‘Ötken Künler’ Türkiye Türkçesi ile Selenge Yayınları arasında D. Ahsen Batur çevirisi olarak yayınlanmıştır.
4 Osman Nasır: (Namangan 13 Kasım 1912 – 1944) Yetim olarak büyüdü. Semerkand Devlet Üniversitesi Filoloji bölümünde okudu. Genç yaşlarından itibaren şi r yazmaya başladı ve kısa sürede tüm Türkistan’a yayılan bir ün kazandı. İlk kitabı ‘Güneş ile Sohbet’ yayınlandığında (1932) henüz 20 yaşında idi. 14 Temmuz 1937’de ‘halk düşmanı’ ilan edilerek tutuklandı. Kemerova’da mahpus bulunduğu sırada uğradığı ağır işkencelere katlanamayarak 1944 yılında henüz 34 yaşında iken vefat etti.
5 Feyzullah Hocayev: (Buhara, 1896-1937) Cedid akımının Buhara’daki öncülerindendir. Buhara Emiri’nin 1920’de taht an indirilmesinde faal olarak görev aldı. Türkistan’da Sovyet rejiminin egemen olmasına çalıştı. 1925 yılında Özbekistan Sovyetik Hükümet Başkanlığı’na atandı. ‘Milliyetçi eğilimli’ olarak suçlanarak 1926’dan itibaren izlenmeye alındı. 1937 yılında Stalin tarafından öldürtüldü. Mezarının nerede olduğu halen bilinmiyor.
6 Şükrullah Yusufoğlu, Kefensiz Gömülenler, (İstanbul: İtil Yayınları, 2005), s. 11.
7 A.g.e., s. 45.
8 A.g.e., s. 17.
9 A.g.e., s. 19.
10 A.g.e., s. 41.
11 A.g.e., s. 27.
12 A.g.e., s. 75-76.
13 A.g.e., s. 79 ve 93.
14 Münevverkari Abdurreşidhanoğlu: (Taşkent, 1878 – Moskova, 23 Mayıs 1931) Türkistan Cedidcilik akımının önderlerinden ve siyasi liderlerindendir. Taşkent’teki ilk Usul-i Cedid Mektebi’ni açtı.Milliyetçilik çalışmalarına engel olmak isteyen Sovyet rejimi tarafından 1931 yılında Moskova’da katledilerek Vagankovo mezarlığında gizlice toprağa verildi. ‘Hatıralarım’ adlı eseri 1991 yılında Taşkent’te yeniden yayınlandı.
15 Şükrullah Yusufoğlu, Kefensiz Gömülenler, (İstanbul: İtil Yayınları, 2005), s. 151.
16 A.g.e., s. 161-162.
Şükrullah YUSUFOĞLU, (Çeviri: D. Ahsen Batur), (İstanbul: İtil Yayınları, 197 sayfa, 7 YTL, ISBN: 97562220262005), USAK / OAKA / Kitap İncelemeleri / s.185-190
NOT: Ahsen Batur’un tercüme ettiği ve baskısı kalmayan bu eser, izni ile Facebook /Ülkücü Kütüphane sayfasından paylaşılmıştır.