BİR İLETİŞİM SANATI OLARAK
SİYASET
Dr. Yalçın GÜZELHAN
Sıklıkla gerek birey gerekse de topluma karşı kendimizi ifade etme özürlü oluşumuzu yadsırız. Bizim kendimizi anlatamayışımızdan çok, karşıdakilerin bizi anlamadıklarını düşünme eğilimi gösteririz.
Bazen öyle anlar yaşarız ki kendimizi karşımızdaki insanlara bir türlü anlatamadığımızı, sanki bütün insanların söz birliği etmişçesine bizi anlamak istemediklerini düşünürüz. Kendimizi karşımızdakilere ne yapar ederde anlatabiliriz diye olmadık yolları arar ve deneriz. Günlük yaşamın hızla akan süreci içerisinde, hemen her gün yaşam alanlarındaki insanların, gerek bizimle gerekse kendi aralarında bir sürü sorunlar yaşadıklarına şahit oluruz.
Olaya biraz geniş bir perspektiften baktığımızda, insanların karşısındakilere hiç söz hakkı vermeden, onları yönetmeye ve yönlendirmeye çalıştıklarını, diğerlerinin ise buna tepki gösterdiklerini ve bundan dolayı da bir çatışmalar zinciri yaşamaya başladıklarını fark ederiz Daha doğrusu kimsenin kimseyi dinlemeye ve anlamaya çalışmadan, sadece ve sadece kendi düşüncelerini ve isteklerini karşıya ileterek bunların eksiksiz olarak yerine getirilmesini beklemeye çalıştığını, böyle bir bakış açısı ve beklentinin de, hayatın gerçekleri ile uyuşmaması sonucu, kişiyi hayal kırıklığına uğrattığını, bu durumun ise o kişinin daha agresif olmasına yol açtığına şahit oluruz.
Yaşanan bu duygusal çatışmaları, kırgınlıkları ve hoşnutsuzlukları hemen her ortamda görebilmemiz mümkündür. İş, aile ve cemiyet hayatında, sporda ve ekonomide, yani hayatın her anında ve her yerinde, özellikle ve özellikle de siyasi yaşamımızda bunun son derece önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum. Eğer ki Türkiye de ki siyasi yaşama, yapılanmaya ve iletişime objektif bir gözle bakarsanız, bir anda kendinizi birbirleriyle kavgalı, kırgın ve çekişen grupların ortasında bulunursunuz. Hemen herkesin ve her grubun sadece ve sadece kendini haklı görerek, diğerlerinin ise kendisinin bu düşünce ve davranışlarını onaylaması gerektiği beklentisinde olduğunu hissedersiniz. Bu beklenti ve direnmeler süre giden bir tabloya dönüşünce de insanlar ülkeleri için yeni fikirler ve açılımlar üretmek yerine, kendi egolarını tatmin etmenin peşine düşmüş olurlar.
Amacı insana ve topluma daha çok hizmet etme olduğuna inananların, her şeyden önce toplumla barışık olmaları ve de toplumun beklentilerini de iyi okumaları gerekir. Toplumla barışık olmanın ilk şartı ise, kişinin kendi kendisiyle barışık olmasıdır. Kendisiyle barışık olmayan bir insanın, çevresiyle barışık olması beklenemez. Her şeyden önce toplumdaki her birey, çevrem ve toplum benden neler bekliyor, onların yardım edilmesi gereken eksiklikleri nelerdir, bu eksiklikleri gidermenin yollarını nasıl bulabilir ve bu konuda ne kadar katkıda bulunabilirim diye kendi kendine sormalıdır.
İşte tüm bu duygusal çatışmalar ve kısır çekişmelerden kurtulmanın, sonrasında da gerek kendinizle, gerekse toplumla barışık olabilmenin yegane yolu, Empati(eş-duyum) yeteneğinizi geliştirmenize bağlıdır. Karşımızdaki insana bir sürü istek ve beklentilerimizi sıralamadan önce, kendi kendimize o insanın şartlarında ben olsaydım neler hisseder, neler düşünür ve nasıl davranırdım diye düşünmemiz gerekir.Yani onun yerine kendimizi koyarak neler hissedebileceğini anlamaya çalışmamız, her şeyin bir anda daha olumlu ve güzele doğru yönelmesine neden olacaktır.
GÜNÜN SÖZÜ: SIKILMIŞ BİR YUMRUKLA KİMSEYLE TOKALAŞAMAZSINIZ.
drguzelhan@gmail.com
Dr. Yalçın Güzelhan