Onu Kaybedişimiz ve Bu Kaybın Büyüklüğü
Ziya Nur AKSUN
MİLLETİMİZ, son yüzyılda yetiştirebildiği en büyük fikir, hareket ve dâvâ adamlarından birini, belki de en önemlisini kaybetti.
O, âniden parlayan bir şimşek ve şiddetli bir gök gürültüsü ile Türk siyasî hayatına girmişti. İki sene süren bir ayrılıktan sonra memleketine dönerek, asıl millî ve kutsal mücadelesine başlamış; zihniyetinin yüksekliği, fikirlerinin genişliği, zekâsının keskinliği, muhakemesinin sağlamlığı, çelik kadar sağlam karakteri, fakat gül yaprağından daha nâzik tabiatı ve alçak gönüllülüğü ile milliyetçi ve muhafazakâr zümrelerin ufkunda, gittikçe büyüyen bir ziya (ışık) kütlesi hüviyetini kazanmıştır. Tıpkı bir ebemkuşağı gibi en sade ve açık millî renklerle çevrelenen bu verimli ziya kütlesinin anî ölümü kolumuzu kanadımızı kırmış, gönlümüzde takat (güç, kuvvet) bırakmamıştır.
“İftirâkınla (ayrılığınla) efendim, bende takat kalmadı” mısraı herhalde buraya uygun düşer. Fakat bu ayrılık, ebedî (sonsuz) ve fanı (ölümlü) âlemler arasındaki fark kadar uzak veya yakın bir ayrılık.
Ne gariptir; onun siyasî hayata girişi, ne kadar anî ve bizim için ne kadar üzücü olduysa, ölümü de o kadar ânî ve belki, ondan daha çok keder ve elemle dolu oldu.
KAYNAK: Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi, Ötüken Neşriyat