Dündar Taşer’in son ve yarım kalmış makalesi…
Aşağıdaki yazı değerli milliyetçi Dündar Taşer’in son ve yarım kalmış makalesidir.
Yazı hayatına, kendi ifadesiyle, “Bir görev olduğu için” Devlet Gazetesinde 17 Nisan 1969’da başladı. Hiçbir iddia taşımadan kaleme alınan yazıları, üslûbundaki akıcılık ve açıklık, mantığındaki berraklık ve güçlülük, inancındaki sağlamlıkla birleşince kısa bir zaman içinde Türkiye’nin her yerinde okunan aranan, tiryakisi olunan hale geldi. Taşer’in yazılarının bir özelliği de, her sosyal guruba mensup, çeşitli kültür seviyelerindeki kimseler taralından rahatlıkla okunabilmesindedir.
Taşer, sayısı pek az bulunan yetişmiş, müstesna insanlardandı. Yaratılışının gayesi saydığı milletine hizmet fırsat ve imkânını henüz bulamamıştı. Fakat her büyük insan gibi, hizmet imkânı olmasa dahi varlığı büyük bir teminat, vazgeçilmez bir projektördü.
Çok erken ve vakitsiz aramızdan göçtü. Şu aşağıya alınan başlıksız yazısı, ruhuyla, rengiyle ve yarım kalışıyla sanki kendisini anlatmaktadır.
DEVLET
***
İstanbul’un vasıflarını en iyi temsil eden âbide, sanırım ki Çemberlitaş’tır. Hatta Çemberlitaşın vasfı İstanbul’a sinmiş de denebilir. Onu kimse inşa etmemiştir. Yaradan tek başına ve dimdik duran bu sütunu ezelden var etmiş, sonra ona uygun bir zemin olsun diye İstanbul’u yaratmıştır. Bana hep bu hissi verir.
İstanbul’da, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet devirlerinde çok binalar kurulmuş, mâbedler, saraylar, apartmanlar yapılmış, onu kaybetmek örtmek, sindirmek istemişler amma nafile. Hepsi insan eseri ve insana ramolmuş; sadece o bağımsız, yalnız durmaya devam etmiştir.
Onu yenmek için neler ve kimler uğraşmamış: Prenslerden biri ona hâkim olmak için tepesine heykelini oturtmuş. Sütun dünyayı sarsan bir hiddetle onu yere çarpmış, bu sarsıntı sonunda “Bosfor” yarılmış. Onu örtmek ve sindirmek isteyen yapılar yerlere kapanıp af dilemişler. Zaman ve mekân ruhuna nüfuz etmek istemişse de güç yetiremediği ortada. Zamanı itip mekânı hükmüne almış, soğuktan yılar ve yalnızlığını terkeder diye buzlar, karlar, rüzgârlar elele verip saldırmış. O, müstağni ve mağrur tekliğini sürdürmüş.
Kalbini ısırmak, o yolla rametmek isteyenler olmuş. Bir an belki bir andan da az süren bir çarpıntı değişmesi olduğunu hisseder gibi kalbini söküp dışarı atmış. Kalp düştüğü yerde yeri çökertmiş, yıkmış ve yakmış. Karadeniz’in suları Boğazdan geçip o yangını söndürmek için çöken yerleri kaplamış. Marmara bu maceranın eseridir, Karadeniz hâlâ yanan ve yakan bu kalbi soğutmak için taze su gönderir ve Akdeniz ısınmış sularını göklere saçar. O kalbe dokunurken tutuşanların alevini söndürmek için de o bulutlar ağlar.
Çemberlitaş kalbini attığından beri daha zâlim ve gaddar olmuş, ruhunu saklamak ve içinin isteklerini dışa vurmamak için, iradesini çelik çemberler haline getirip dışarı sarmıştır.
Sanırım ki.. Kimse bu çemberleri söküp onun ruhuna eremez; fakat onun çevresinden de kaçamaz.
İstanbul fethedilmiştir, İstanbul’a hükmedilmiştir. Tarih boyunca bir defa ve bir kişi tarafından da olsa İstanbul ramolmuştur. Fakat Çemberlitaş varılmaz, erilmez ve alınmaz, benliği ile zamana, mekâna ve insana karşı direnişini sürdürmektedir.
(…)
KAYNAK: Devlet Dergisi Sayı:148, 26 Haziran 1972, s.16.
***
İnternetten Devlet Dergisi’nin 148. Sayısını Okumak İçin: http://ulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_148_yeni_3651.pdf