KAYIT DIŞI ÇALIŞMA SEKTÖRÜNDE;
ÇOCUK İŞÇİ, GÖÇMEN İŞÇİ ve KADIN İŞÇİ OLMAK
Erden IŞIK
Giriş :
Enformel ( Kayıt Dışı) Çalışma: Herhangi bir iş sektöründe ihtiyaca binaen gönüllü çalışan olarak istihdam edilen kişiler veya kendine ait işyerin de devletin resmi kurumlarının denetimi veya kontrolü dışında, çalışmasının karşılığı olan ücretinin, çalışma gününü, saatinin eksik ya da hiç bildirilmeyen çalışanlar olarak tanımlanabilir. Literatürde enformel çalışma kayıt dışı çalışma olarak da ifade ediliyor. Enformel olmayan, formel çalışma ise; devletin resmi kurumlarının belirlediği standartlara uygun olarak faaliyet gösteren işletmelerin faaliyetleridir. ‘’İstihdam olanaklarının nüfus ile paralel artış gösterememesi sonucu, kırsal kesimden kente göçlerin artışı ile, kalifiye olmayan işgücünün sigortasız ve düşük ücretlere razı olması da kayıt dışı faaliyetleri tetikleyen diğer unsurlardandır. Kayıtlı ekonomik faaliyetlerin, bireylerin vergi yükünü de arttırıcı olması, denetim yetersizlikleri ve cezai yaptırımların da caydırıcı niteliklerde olmaması, kayıt dışı kalma olasılığını yükseltmektedir.’’(G. Erbay, 2012:6)
Ülkemizdeki enformel çalışma alanları mahalle aralarında, cadde üzerlerinde küçük zanaatkarlar, seyyar satıcılar, işportacılar, sanayilerde tamirhaneler, imalathaneler veya kırsalda tarım ve hayvancılık yapan işletmeler kayıt dışı istihdam alanlarıdır. İşletmenler kayıt dışı çalıştırılacak elaman olarak kadınları, çocukları, eski hükümlüleri ve göçmenleri tercih etmektedirler. Ben çalışmamda bu dezavantajlı gurupların karşılaştığı sorunları tespit edip değerlendirmeye çalışacağım.
A- Kayıt Dışı Sektörde Çocuk İşçi Olmak:
‘’Avrupa Birliğinin ‘’ 94/33 sayılı direktifinde, on sekiz yaşın altındaki kişiler genç işçi olarak tanımlanarak, on beş yaşından küçük kişiler “çocuk”, on beş yaşında ve on sekiz yaşından küçük olan kişiler de “ergen” olarak tanımlanmıştır. Koruma ve sözleşmenin çocuk ve gençlerin yararına olan hükümlerinin uygulanmasını ve kapsamını geniş tutmayı hedefleyen Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesinin birinci maddesinde Ulusal yasalarda daha genç yaşta reşit sayılma hariç, on sekiz yaşın altındaki her insan çocuk sayılır. şeklinde ifade edilerek çocukluğun üst yaş sınırı on sekiz olarak belirtilmiştir.’’(Tandoğan, 2006)
Ülkemizde çocukların yoğun olarak enformel sektörde istihdam edilmesi 1948-50 yıllarından itibaren kırsaldan kente göçler başladığı bilinmektedir. Kente göç eden yoksul ailelerin çocukları kent de bir meslek edinmek, ailesinin ekonomisine katkı sağlamak amacı ile belirli bir iş kollarında çırak olarak başlayan iş hayatları zamanla kalfa ve usta süreci ile devam ettiği bilinmektedir. Bu ailelerin çocukların bir kısmı da kentlerde simit satarak, ayakkabı boyayarak, seyyar esnaflık sektörünün de ilk işlerine başlamışlardır. 8-9 yaşlarında başlayan çıraklı süreçleri ile beraber çocuğun sadece mesleki bilgi edinmesi değil, ahlaki ve karakterinin oluşması da ailesinden çok ustasının inisiyatifine bırakılırdı. Bu çocukların çalıştırılması hiçbir resmi kayıt altında tutulmadığı gibi emeğinin karşılığı olan ücreti, çalışma günü ve saati tamamen ustasının inisiyatifindedir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen yoksul ailelerin çocuklarını çalıştırmak zorunda olduğunu bilinen bir gerçektir. Enformel sektör için ise; bu çocuklar ucuz işgücü olarak görüldüğünden tercih ediliyor. O yıllarda bu güne kadar geçen sürerde bazı çocuklarda yasadışı işlerde çalışmak zorunda bırakıldı. 1980’li yıllarla başlayan Çıraklık eğitim merkezlerinin yaygınlaşması ile çocuk işçiliğinin kayıt altına alınması süreci kısmen başlanmış ve 28 Şubat 1997 kararları ile zorunlu eğitimim 12 yıla çıkarılması akabinde 4+4+4 ile bu süreç 16-17 yaşa aralığına çekilmiş oldu. Kırsal kesimlerde çocukların tarım işçisi, hayvan bakıcısı olarak kayıt dışı çalıştırılmaları günümüzde halen devam etmektedir. Kırsalda ve kent de kayıt dışı çalıştırılan bu çocukların büyük çoğunluğu fiziksel baskılar, şiddet kullanılarak çalıştırıldığı, bir kısmının cinse istismara maruz kaldıkları bilinen bir gerçektir. Ülkemizde çocuk işçiliği konusunda bir takım düzenlemeler yasalar çıkarılsa da kent de ve kırsalda halen ekonomik ve sosyolojik anlamda ciddi sorunları bulunmaktadır.
B- Kayıt Dışı Sektörde Göçmen İşçi Olmak:
‘’Dünyada pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de düzensiz göç ile kayıt dışı ekonomide yer alan işgücü yakından ilişkilidir. Kayıt dışı sektör; sigortalılık, iş güvencesi, iş güvenliği ve işçi hakları gibi temel konuların düzenlenmediği sahaları içermektedir. Bu sahalar arasında hizmet sektörü, eğlence sektörü, ev içi hizmetler, merdiven altı atölyeler ve fuhuş sayılabilir. Bu sektörlerde işçiler vatandaş da olsalar göçmen de olsalar işin doğası gereği kayıt dışıdırlar. Öte taraftan, ucuz işgücü olarak işverenler tarafından tercih edilen göçmen işçiler kendilerine sadece kayıt dışı sektörlerde yer bulabilmektedirler.’’(T.Dündar, E.Özer,2013:15)
Ülkemize göçmen olgusu 2011 yılına kadar gelenlerin çoğunluğu kendi ülkelerin de ekonomik
yetersizliklerini telafi edebilecekleri bir imkan temin etmek amacı ile ülkemizin belli şehirlerinde
kayıt dışı işler de çalışma faaliyetleri görülürken, 2011 den itibaren Suriye de ki iç savaş ile farklı bir boyuta ulaşmış,
adeta ülkemizin her şehri, köyü ve kasabaları Suriyeli göçmenler tarafından işgal edilmiş durumdadır. 2011 yılından önce gelen göçmenlerin kayıt dışı çalışma şartlarının olumsuzlukları bu süreç den itibaren başka bir boyut alarak, herhangi bir sektörde iş bulamama evresine dönmüştür.
Suriyeli mültecilerin kayıtdışı ekonomide yer almaları ile çok boyutlu sömürü biçimleri ortaya çıkmaktadır. Suriye’deki kriz çözülmediği ve komşu ülkelerdeki mülteciler güvenli bir şekilde ülkelerine geri dönmediği sürece yaşanan çok boyutlu sömürü biçimleri artarak devam edecektir. Bu durum Türkiye’nin pek çok bölgesine dağılmış Suriyeli mültecilerle ve mültecilerle bütünleşemeyen bölge halkının geleceğini ön görülemez kılmaktadır. Mültecilerin geleceğinin öngörülmezliğini 28 yaşındaki Suriyeli bir mülteci şöyle özetlemektedir: “İlk başta bir-iki ay kalır döneriz, diyorduk. Şimdi bir-iki seneye döneriz diyoruz. Bakalım bir-iki sene sonra ne diyeceğiz.”(5)
Ülkemizin, uluslararası göç hareketliliğinin transit bir ülkesiyken. Bugün göçmenlerin kalıcı olarak yerleştiği, dünyanın en çok göçmen barındıran ülkesi olmuştur. Bu duruma Türk halkı, göçmen nüfusun kayıt dışı emek faaliyetlerinden dolayı işlerinin elinden alındığı düşüncesi gün geçtikçe toplumsal bir tepkiye, kızgınlığa, kimi zamanda halk ile göçmenler arasında, şiddete varan olaylar yaşanmasına neden olmaktadır.
Göçmenlerin çalışma alanı genellikle kayıt dışı sektörlerde yoğunluk kazanmakla birlikte, birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Büyük kısmı Kırsal kesimde yoğun olmamakla birlikte mevsimlik tarım işçisi olarak; kentlerde ise inşaat işçisi, hamallık, seyyar satıcılık, sokak işleri gibi kayıt dışı işlerde istihdam edilmektedir. Kayıt dışı çalışan göçmenler, çalıştığı yerlerde büyük kısmı Kırsal kesimde yoğun olmamakla düşük ücretlerde çalışmakta, yasa dışı işlere girdikleri, kendi vatandaşlarını ve Türk halkını taciz etmek gibi davranış bozuklukları göstermeye başlamışlardır. Toplumsal bağlamda değerlendirdiğimizde göçmenler; ülke nüfusunun ve kentleşmenin artmasına, kamu hizmet yükünün yoğunlaşmasına ve maliyetlerinin artmasına, düşük ücretlerle çalıştırılmalarından dolayı işsizliği de tetiklemektedirler.
C- Kayıt Dışı Sektörde Kadın İşçi Olmak:
‘’Ülkemizde İstihdamda son 30 yılda yaşanan dönüşüme rağmen kadınların hâlâ önemli bir kısmı (yaklaşık her 4 kadından 1’i) ücretsiz aile işçisi olarak tarım sektöründe çalışıyor. İstihdamdaki her iki kadından biri hizmet sektöründe. Kendi hesabına çalışanların oranı yüzde 8,8. İşveren kadınların istihdamdaki kadınlar içinde oranı ise sadece yüzde 1,3. Resmi verilere göre 497 bin kadın evde çalışıyor. Bu rakam, evde (ev-eksenli) çalışmanın ne kadar yaygın olduğuna işaret ediyor. Geleneksel “kadınlara uygun işler” algısı, kadınları birçok sektörden dışlıyor. Özel bir mesleki bilgi ve vasıf gerektiren işlerle yöneticilik işlerinin erkek istihdamındaki payı, kadınlara göre dikkat çekici oranda yüksek. Bu işler aynı zamanda daha yüksek gelir elde etmeyi de olanaklı kılıyor.’’(TÜİK Verileri )
Türkiye de kadı olgusunu şekli ataerkil gelenekler, dini öğretileri ile şekillenmiştir. Kadının erkeğe her türlü hizmet için var edildiği dayatması kız çocuklarına küçük yaşlar dan itibaren anneleri tarafında öğretilmesi ise başlı başına bir çelişkidir. Bu çelişkinin anneden kıza öğretmesi de gelenek olarak kabul görmesi de nesiller boyunca devam etmektedir. Kırsalda kadının emeğinin maddi bir karşılığı olmadığı gibi manevi de bir değeri yoktur. Kadının evinin işleri haricinde günlükçü olarak tarım işinde çalışması onun yaradılışından kaynaklanan bir görevi olduğunu önce kendi daha sonra bütün aile fertlerinin ortak kabulüdür.
Kentlerde yaşayan eğitim seviyesi düşük kadınların büyük çoğunluğu kayıt dışı işlerde çalışmaktadır.
Bu işler merdiven altı gıda imalathaneleri, konfeksiyon atölyeleri, mevsimlik tarım işleri, evlerden temizlik hizmetleri, yaşlı ve çocuk bakıcılıkları vb. gibi. Bunların çoğunluğu kayıt dışı çalıştığı için hem ücret hem de iş saatleri konusunda iş verenin inisiyatifine bağlıdırlar.
1980 sonrası da kız çocuklarının okutulup meslek sahibi olması yönündeki kampanyalar 1995- 2000 yılları arasında meyvesini vermeye başlamış sağlık, eğitim, büro memurluğu gibi iş kollarında resmi ve özel sektörde kadınlar daha aktif çalışmaya başladıkları görülmüştür. Kadınların kamuda veya özel sektörde üst düzey yöneticilik ve parlamentodaki temsil ise dostlar alış veriş de görsün bağlamında ifade edilecek sayıdadır. Bu süreci kadınlar haklarını savunma adına faaliyet gösteren ve kadınlar tarafından organize edilen sivil toplum örgütleri, dernekler, vakıflar ise işi erkek kadın çatışmasına indirgemişlerdir. Bireysel bazda kadını cinsel bir obje, bazen de farklı bir cinsel sapık bir karakter savunucusu algısı oluşmuştur. Toplumsal olarak kadınları temsil konumunda derneklerin veya vakıf yöneticilerinin marjinal siyasi eylemlerinde görüntü vermeleri toplumun tüm kesimleri tarafından kabul görmemiş, kadınlar haklı oldukları haklarını arama talepleri kendi hemcinslerinin yanlışları yüzünden yıllardır baltalanmaktadır. Bu süreç kadınların iş ve sosyal hayatdaki en tabi hakkı olan özgür birey ve özlük haklarını kavuşma süresini uzatmaktadır.
D- Sonuç :
Sonuç olarak kayıt dışı sektörlerde çocuk, göçmen ve kadın olmak bu sektörün sahiplerinin, toplumun ayıbı olduğu kadar çözüm üretmeyen kamu yöneticilerinde yüz karası olduğunu düşünüyorum.
Özellikle kadınlar bağlamında ise; Dünyanın her yerinde kiminde az kiminde çok kadın olmak, kadın çalışan olmak başlı başına bir problemler yumağıdır. Türkiye de ise geleneklerin, ataerkil kontrolde olması ve dini öğretilerin erkek egemenliğin inisiyatifinde bulunması Türk kadınını dünya kadınlarına göre daha dezavantajlı konumunu pekiştirmektedir. Bu bağlamda kadının kayıt dışı çalışma şartlarının iyileşmesi hukuki ve yasal boyut da düzenlemesi ve uygulamasının samimi niyetlerle hayata geçirilmesi Türk milletinin toplum sağlığı açısından ivedilikle gerekliliğine inanıyorum.
Kaynakça:
1- Gülşah Erbay (2012) Kayıt dışı İstihdam TÜrlerinden Çocuk İşgücü ve Hane Halkı Gelirine Etkileri. İzmir İli Sanayi Sektöründeki Çocuk İşçiler Üzerine Bir Çalışma. ss.6
2- Tandoğan, A. (2006) “Çocuk ve Genç İşçilerin Korunması, Ankara,s. 6,
3- T. Dündar, E.Özer (2014) Türkiye de Göçmen Olmak. Göçmen İşçiler Araştırması. İnsan Kaynağını Araştırma Vakfı. Ss.15
4- YARIN Dergisi (30 Nisan 2017) TÜİK verilerine göre kadın istihdamı: Çalışan her iki kadından biri kayıt dışı
Erden IŞIK