EROL GÜNGÖR İle Röportaj: “FİKİR, DAİMA SERBESTLİK, AÇIKLIK ve GENİŞLİKLER İSTER.”

 EROL GÜNGÖR : “FİKİR, DAİMA SERBESTLİK, AÇIKLIK ve GENİŞLİKLER İSTER …”
—  Bugüne kadar birçok kitap ya­yınladınız. Birçok gazete ve dergi­de yazılar yazdınız. İlk yazınızı ne zaman yazmıştınız? Konusu ne idi? Size ve başkalarına tesirleri ne oldu?
GÜNGÖR : İlk yazımı lisede öğrenci iken mahallî gazetede yaz­mıştım. Konusunu tam hatırlamı­yorum, ama bir fikir yazısı idi. İçinde bazı siyasî temalar da bulunduğu için takma adla vermiştim. Lisede hocalar okumuşlar, üslubu­mu ağır buldukları için beni (ya­zarı) yaşlı-başlı biri zannetmişler. Bunun bende ıbir heyecan yarattı­ğını hatırlamıyorum, çünkü bir taş­ra gazetesi idi. Beni asit heyecan­landıran o günlerde rahmetli Ulunay’a yine isim vermeden gönder­diğim bir tenkid mektubu idi. Bu mektup Milliyet’te Ulunay’ın sütu­nunda çıktı. Ulunay devşirmeliğin kötü birşey olmadığını yazıyor, ben de ona şiddetle çatıyordum. Yazı­nın nereden gönderildiği açıklandı­ğı için bizim kasabada günlerce her­kes bunu konuştu, ve kimin yazdı­ğını araştırdılar. Şimdi o mektup­taki fikirlerimi çok çocukça buldu­ğumu itiraf etmeliyim.
—   Yazı ve fikir hayatınızın baş­ladığı günden bugüne düşünceleri­nizde ne tür değişme ve gelişmeler oldu? O günlerden bugünlere doğru Türkiye’nin siyasî ve kültürel ya­pısındaki değişmeleri sizce neler­dir?…
GÜNGÖR : Yazı hayatımın baş­ladığı günlere fikir ‘hayatımın baş­langıcı denemez. 0 zamanlar kendi başıma herhangi bir fikir geliştir­miş değildim, zaten yaşım ve tec­rübem dolay isiyle buna imkân yoktu. Fakat çok okuyordum ve okuduklarımdan birer kompozisyon çıkarıyordum. Milliyetçi dergileri ve kitapları okuyarak çoğunlukla oralardaki görüşleri benimsemiş­tim. Bunların yanısıra kıymetli bir ağabeyimizden o yaş için hayli kuvvetli sayılabilecek bir din kültü­rü aldım. Sonraki hayatımda milli­yetçilik teması hep hakim olmuş­tur, fakat lisedeki milliyetçilik an­layışımla şimdiki arasında büyük bir fark vardır. Bir ilim disiplinin­den geçmiş olmak, yaş ve tecrübe, bilgi ve özellikle Batı ile temas in­sanı büyük ölçüde değiştiriyor. Bü­tün bunlardan sonra nereye geldi­ğim, şimdiye kadar çıkmış kitap ve makalelerimde görülebilir. O günler­den bu yana Türkiye’nin siyasî ve kültürel yapısındaki değişmeyi şim­di burada anlatamam. Ancak bu değişmenin son derece hızlı ve şü­mullü olduğunu söyleyebilirim.
—     Sizin gençliğinizle bugünün gençliği arasındaki farklılıkları söy­leyebilir misiniz? Değişme ne yöndedir?
GÜNGÖR : Henüz gençliğim­den bahsedecek kadar yaşlanmış değilim. Ancak ben üniversite öğ­rencisi iken, yani Demokrat Par­ti iktidarının son yıllarında, genç­lerin pek azı siyasî ve sosyal şuur sahibi idi, büyük çoğunluğu günlük şahsî meselelerinin peşinde ko­şardı. Bir taraftan milliyetçiler, bir taraftan o zamanki adıyla inkı­lâpçılar vardı. İnkılâpçıların be­lirgin özelliği Atatürkçülük değil­di, daha çok yerli kültüre kar­şı Batı örneklerini savunmaların’ dan dolayı onlara inkılapçı deniyor­du. Dinî muhafazakarlar milliyetçile­rin tarafında, sosyalistler ise İnkı­lâpçıların tarafında küçük birer grup teşkil ediyordu. O günden bu yana iki taraftaki ideolojik azınlıklar bü­yük nötr ‘kitleyi süratle kendileri­ne kattılar ve insanları birleştiren veya ayıran esas kriter siyasî kana- atlan oldu. Şüphesiz bu hadise Türkiyenin umumî gelişme seyrinin bir görüntüsüdür. Eski inkılapçılar hemen tamamen solcu oldular, milliyetçilerin İçindeki küçük dinci muhafazakâr grup büyüyerek ayrı bir kesim1 haline geldi, geleneksel miNiyetçi kadro ise romantik tavrı­nı bırakarak siyasî şuur kazandı.
—     Gençlerimizin bir kısmında Türk tarihine karşı görülen ilgisiz­liğin veya karşı çıkışın başlıca se­beplerinden biri, vaktiyle tarih adı­na anlatılan şeylerin feci yanlışlar­dan ibaret olduğunu anlamasıdır diyorsunuz, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik isimli kitabınızda. Sağ- r lam bir tarih şuuru verebilmek için de, objektif tarih anlayışını müm­kün olduğu kadar birbirine yaklaş­tırmaya çalışmak gerektiğini vur­guluyorsunuz. Kısaca gerçekçi bir tarih tezini savunuyorsunuz Benim sorum şu hocam : 20. asrın ikinci çeyreğinde Zeytinburnu’ndaki gence târih şuurnu geliş­tirecek, sevgisini aşılayacak veya heyecanını verecek nasıl bir tarih eğitimi teklif ediyorsunuz. Bu ara­da ders kitaplarına da temas etme­nizi istiyeceğim.
GÜNGÖR : Tarih şuurunun özel bir eğitim programıyla verilebilece­ğini zannetmiyorum, bunun doğru olacağına da inanmam. Mesele, Zeytinburnu’ndaki veya başka bir yerdeki gence tarih şuurunu ver­mek için ona ne öğretileceğinden daha önemli ve daha yukarı seviye­dedir, Bizim gençlerimizde menfî bir tarih duygusunun doğmasında başlıca sebep resmî tarih doktri­ninin yanlışlığı ve ondan başkası­na da hiç müsaade edilmeyişi idi. Herkesin özel tarih terbiyesi alma­sı gerekmez, bu iş memleketteki ilim ve fikir adamlarının yapacak­ları çalışmalar ve eğitim müesse- selerinin onlarla İşbirliği yapması sayesinde adeta kendiliğinden olur. Eskiden bizde resmî doktrini kuran aydınlar bütün meselemizin Batılılara benzemek, yani eski hali­mize hiçbir suretle benzememek olduğunu düşünüyorlar, bu yüzden millî tarih ve kültürü özel bir yo­ruma tabi tutmak zorunda kalıyor­lardı. Kısacası tarihin bir kısmını öğretmiyor, bir ‘kısmını da ters öğretiyorladı. Tarihte doğruluk şart­tır; tarihe karşı ideolojik değil İl­mî bir tavır alınmalıdır. Bundan son­raki mesele eğitim tekniğini ilgi­lendirir iki onun üzerinde de çok dur­mak gerekir. Benim kanaatimse ta­rih öğretimindeki prensip eski çağ­lardan bugüne gelmek değil, bu­günden eski çağlara gitmektir; ya­ni okutulan şey mutlaka bizim ya­şadığımız hayatia, bugünkü problemlerimizle irtibat haline getiril­melidir.
—     Millî tarih görüşünüzün te­mellerini birkaç madde halinde açıklar mısınız?
GÜNGÖR : Millî tarihimiz mil­letimizin tarihidir; milletimiz ise çok uzun bir maceranın, çok çeşit­li tesirlerin eseri olmakla birilikte bugüne kadar bir bütün halinde gel­miştir, Biz her konuşmamıza “bin­lerce yıllık tarihimiz” diye başlarız, ama zihnimizin ufuklarında bütün tarih geçen yüz yıldan ibarettir. Ön­ce bu perspektifi kazanmalıyız. Sonra kendimizi bu tarihin eseri olarak görüp millî şahsiyetimizin köklerini orada aramalıyız. Kuvveti­mizi, zaaflarımızı orada bulmalı, millî varlığımızın nasıl bir istika­met tutturduğunu anlayabilmeliyiz. Millî tarihimiz böylece bir masal kitabı olmaktan çıkar, benliğimizin bir parçası haline gelebilir.
—     Dil konusunda bir tavrınız var mı? Bu konudaki temel prensip­leriniz nelerdir?
GÜNGÖR : Dil konusunda Ziya Gökalp ve arkadaşlarının geliştir­dikleri “Türkçeleşme” görüşünü benimsiyomm. Bu gelişme sun’î bir şekilde durdurulmuş ve Türk kültü­rü bundan çak zarar görmüştür. Günlük hayatta kullanılan kelimele­rin aslı nereden gelirse gelsin hiç­birini değiştirmemeliyiz, çünkü bun­lar, yeni Türkçe haline gelmiştir. Buna karşılık Türkçenin ilim ve tek­noloji terimlerine büyük ihtiyacı vardır ki bunları yeniden türetmek zorundayız. Dille uğraşanlar ancak bu yolda “ve tabiî Türkçenin yapı­sına uymak şartıyla” birşeyler ya­pabilirlerse büyük hizmet etmiş olurlar.
—     Üniversite yıllarınızı anlatır mısınız? Bu arada aydınlarımızın ya­pısını -müşahhas örnekleriyle bir­likte- izah eder misiniz?
GÜNGÖR : Üniversite yıllarım hakkında yukarıda genel bilgi ver­miştim. O zamanki aydınlarımız uzun süren bir tek-parti idaresinin ağır atmosferi altında adeta canlılıklarını kaybetmişlerdi. Fakat on­ların şimdikilerden daha sağlam ve köklü bir kültürleri olduğu muhak­kaktı. Herşeyden önce, hepsi de iyi Türkçe biliyorlardı. Bunların ara­larında bazıları “cemaat sahibi” idiler, yani gençler onların toplan­tılarına devam ederek hem fikrî hem sosyal terbiye kazanırlardı. Bi­zim formasyonumuzda bu tiplerin önemli yeri vardır. Eski siyasî bün­yemizin bir eseri olarak, bu kıymet­lerin çoğu üniversite dışında kalmış kimselerdi. Mamafih, üniversitede de bizim neslimizin havaları sonraki nesiller tarafından geçilmiş değil­dir.
—       Milliyetçilik mefhumunun 21. asırda kazanacağı yeni boyutlar sizce nelerdir? Milliyetçilik mefhu­mu ortadan kalkacak mı? Geleceğe bakışınız nasıl?.
GÜNGÖR : Milliyetçilik, ayrı millî toplulukların varlığı manasında belki hiçbir zaman ortadan kalkma­yacaktır. Ancak bu toplulukların menşelerine bakış tarzları şimdikin­den farklı olabilir. Aslında milliyet­çilik çok değişik görüntüleri olan bir tavırdır; geçmişte ve bugün farklı milliyetçilik anlayışları oldu­ğu gibi, ileride de olması beklenir.
—    Hürriyet ve otorite dengesi­ni nasıl kuruyorsunuz?
GÜNGÖR : Hürriyet ve otorite dengesi insanlık tarihini yüzyıllar­dır meşgul etmiş ve kesin cevap bulamamış bir meseledir. Belki ke­sin bir cevap hiç bulunmayacak­tır. Fikir hürriyeti konusunda hiç­bir sınırlandırmaya taraftar deği­lim, Öte yandan, Türk milletinin varlığının korunması ve devamında devlet otoritesinin yeri başka milletlerinkine benzemeyecek kadar önemli olmuştur. Devlet otoritesi­nin ne kadar lazım olduğunu her­halde artık anlamış olmalıyız. Ben­ce hürriyet-otorite dengesinde mil­letlerin tarihî şartları ve millî şah­siyetlerinin önemli bir yeri vardır. Avrupa’da fikir hürriyetinin ve kül­tür gelişmesinin çok eski bir tari­hi olduğu halde bu durum orada katı diktatörlüklerin çıkmasına en­gel olamadı. Bizim milletimizin ta­rihinde “zalim devlet” hiç olmamış­tır; siyasî tehlike yaratmadığı, ya­ni eyleme dönüşmediği müddetçe kimsenin fikrine karışıldığı da pek görülemez. Kısacası, Türklerde oto­ritenin tavrı genellikle ağırbaşlı ve mülayim olmuştur. Bu tarihi özel­liğimizin ileride de bize çok yar­dımcı olacağı kanaatindeyim.
—      Demokrasi anlayışımız?… Milliyetçilik ve demokrasi arasın­daki uyum ve uyumsuzluklar hangi neticeleri getiriyor si2e göre?..
GÜNGÖR : Milliyetçilik millî hakimiyet manasına geldiği için de­mokrasi onun vazgeçilmez bir par­çasıdır. Milliyetçilikle demokrasi arasında uyumsuzluk gibi görünen halter esasta değil, şekilde olabilir. Millî iradenin siyasette teceliî et­mesi millet için kendi başına gaye değil, fakat bir vasıtadan ibarettir. Kısacası, demokrasi her haliyle mutlaka iyidir denemez. Çoğunlu­ğun yanılmayacağını garanti ede­meyiz. Diğer taraftan seçimsiz ida­relerin daima millî idareye ve millî isteklere aykırı davranmaları ge­rekmez. Millî iradenin mutlaka şu veya bu şekilde tecelli edeceğini söyleyemeyiz. Şimdilik çok partili parlamenter demokrasi bunun için en uygun görünüyor.
—     Türkiye’nin basın dünyasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
GÜNGÖR ; Basınımızda kalite eksikliği her zaman hissedilmektedir. Yabancı (Batı) gazeteleriyle karşılaştırıldığında bu eksiklik iyi­ce göze batıyor. Gazetecilik başlı başına bir meslektir, yani orada ça­lışanların iyi bir meslek ihtisası ka­zanmaları gerekir. Bizde meslekten gazeteci denince daha ziyade iş ba­şında tecrübe kazanan, yani deli­kanlılık yıllarından itibaren gazete­de çalışan kimseler akla geliyor. Haber gazeteciliğinde “teknik geliş­me dışında” insan unsuru bakımın­dan herhangi bir ilerleme olmuş de­ğildir. Yazarlık konusunda ise bun­dan yirmi-otuz yıl öncesine kıyasla büyük bir gerilemeden bahsedilebi­lir. Şurada-burada gördüğümüz fer­di kıymetler bu genel manzarayı de­ğiştirmiyor.
— Sizce bir gazete, bir fikir gazetesi, nasıl olmalıdır?
GÜNGÖR : Bizde fikir gazetesi olmak İsteyenler bunu genellikle belli bir ideolojik veya siyasî tavır almak suretiyle gerçekleştirecekle­rini zannetmişlerdir. Fikir daima serbestlik, açıklık ve genişlik iste­yen birşeydir. Partizanlığın olduğu yerde fikir olmaz. Bir gazetenin el­bette kendine göre bir bakış açısı olacaktır, böyle olması bizzat fikir bakımından gereklidir; fakat dü­şüncenin daima gelişmeye açık tutulması, bunun için de dürüstlük esneklik, müsamaha ;ile hareket edilmesi şarttır. Gerçekten fikir sa­hibi olanlar bunun ne demek oldu­ğunu çok iyi bilir, fikir adamı olma­yanlara anlatmak ise hemen hemen imkansızdır.
KAYNAK: Erol Güngör (3 Haziran 1983), “Fikir, daima serbestlik, açıklık ve genişlik ister” / Lütfi Şehsuvaroğlu/  Millet Gazetesi.