YENİ BİR ANLAYIŞ
Erol GÜNGÖR
1 Haziran 1982 / Millet
Hicrî Onbeşinci yüzyıla girişimizi kutlamak üzere Ankara’da Yazarlar Birliği bir toplantı tertipledi. İstanbul’un fetih yıldönümü ile aynı güne rastlayan bu toplantı Ankara’da yapıldığı için şahsen gidemedim. Toplantıyı tertipleyen dernek çok şöhretli ve paralı bir kuruluş olmadığı için geniş çapta bir kitleyi toplayacak kadar kuvvetli bir organizasyon yapamamış olmalıdır, toplantının müzakereleri ve sonuçlarına da basınımızın fazla ilgi göstermiş olmasını bekleyemeyiz. Fakat bu küçük toplantının Türkiye’de kendi hacmini çok aşan bir gelişmeyi temsil ettiğini ve öylece değerlendirilmesi gerektiğini söylemeliyiz.
Çok değil, bundan onbeş yıl öncesine kadar konusu dinî olan herhangi bir toplantı -yapılmasına resmi müsaade verildiği takdirde- artık aramızdan çekilmeye başlayan bir neslin temsilcilerini ilgilendirir, tıpkı emekliler kahvesindeki bir sohbet gibi geçerdi. O günlerden bu yana Türkiye’deki her sahada başdöndürücü değişmeler yeni nesillerin İslâm’a bakışını da önemli ölçüde değiştirdi. Bizim çocukluğumuzda halkımızın bütün canlılığıyla yaşadığı, fakat değişen Türkiye’de eskinin bir hatırası gibi görülen İslâmiyet şimdi yeni nesillerin hayat görüşünde en tesirli kaynaklardan birini teşkil ediyor. Camilerde yaşlılardan çok gençler görülüyor, ideolojik tartışmalarda yaşlılardan çok gençlerde İslâmi dünya görüşü ağır basıyor ve bu gençlerle birlikte İslâmiyet artık geleneği değil, istikbali temsil ediyor. İşte geçen gün yapılan anma toplantısı genç bir aydın grubunun bu yöndeki gayretlerinden sadece bir tanesini temsil ediyordu.
Bütün ideolojiler gibi din de, kaynağı aynı kalmakla birlikte, her devirde yeniden yorumlanır ve bu sayede canlılık kazanır. Bu bakımdan şimdiki genç neslin İslâm’a bakışı muhakkak ki eskilerden çok farklıdır. Çevremiz değişmiş, meselelerimiz değişmiş, insanlarımızın imkân ve kabiliyetleri değişmiştir. Bu değişmeyi, insanlarımızın imkân ve kabiliyetleri değişmiştir. Bu değişmeyi farkedemeyenler Türkiye hakkında klişe tahminlerini tekrarlamakta devam ediyorlar. Özellikle son zamanlarda İran’da olup-bitenlere bakarak Türkiye’de de klerikal bir rejimin taraftar toplaması ihtimali üzerinde duranlar vardır. Bizim siyasi ve kültürel geleneğimizde klerikal rejim hiç olmuş değildir. Din adamlarının bir sınıf teşkil ettiği yerde onlara dayanan bir siyasî idareden elbette bahsedilmez. Bildiğimiz kadarıyla İslâmiyetin esprisi de bu şekilde bir idareyle uyuşmaz.
Türkiye’de asıl gelişmesi beklenen ve gerçekten ihtiyaç duyulan şey İslâm tefekkürünün yeni bir hamle kazanmasıdır. Memleketimiz uzun bir zamandır her sahada büyük bir fikir kısırlığına düşmüş bulunuyor. Batı medeniyetini kayıtsız-şartsız kabul ettiğimizden bu yana ondan iktibas ettiğimiz formlar içinde herhangi bir ciddi düşünce hareketi geliştiremedik. Oradan gelenler birbiri ardına deneme konusu oldu ve hemen hepsi atıldı. Hakikatte bir milletin sonradan benimsemeye çalıştığı, yeni öğrendiği şeyleri usta sıfatıyla işleyebilmesi hiç kolay değildir. Fakat Türkiye’nin kaderi kendi malı olan kaynakları bile gereği gibi işlemesine elvermedi. İslâm tefekkürü bu hususta karşımızdaki en zengin miras olarak durmaktadır.
İslâm düşüncesini kanatlandırma ve yeni ufuklara doğru harekete geçirmek şimdiki ve daha sonraki nesillerin belki en ağır vazifesi olacaktır. Ama bu ağır vazifenin sonunda yeni bir insan tipi ortaya çıkarmak ve onu evrensel değerler dünyasına sokmak gibi tarifsiz bir ferahlığın bulunduğunu unutmamalıyız.