Evet! Ülkücüler Birbirini Sevmek Zorundadır!
Gazi KARABULUT
Daha önce yazdığım bu konuya niçin dönüş yaptım? Bu başlıktaki gerekçem ne? Hala böyle mi düşünüyorum?
Evet, ülkücülerin birbirini sevme mecburiyeti olduğundan zerre kadar şüphem yoktur. Aslında daha da ileri gidebilirim. Ülkücüler, bu ülkede yaşayan herkesi, kendilerini sevmeyenleri de hatta yaratılanları sevmeli. Sinesini öyle bir açmalı ki, ülkücülere gelen onlarda dirilmelidir.
Buradan haine haddini bildirmemek anlamı çıkmaz. Şüphesiz ki, “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir. Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.”
Ancak bizim, ilan edilen gönül seferberliğinde, kin ve nefret değil önce kendimize ardından da ulaşabildiğimiz her gönle sevgi şuası tutmamız gerekir.
Önce ki değerlendirmedeki, bu anlayışın gerekçesini bir kez daha hatırlatarak, “sevgi değil sadece saygı duyarım” diyenleri bir kez daha muhasebeye davet etmek istiyorum.
İki cihan güneşi (Sav) “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olmazsınız.” Diyor. Bu hadisin ardından maksat hasıl olmuştur, denilebilir. Ama ben mevzuu biraz daha hususileştirerek aktarmaya çalışacağım.
Ülkücü hareketin günümüzdeki bazı kalem erbapları kendilerini farklı göstermek için azami gayret gösteriyorlar. Hele bu arkadaşlarımız yabancı birkaç sosyolog incelemiş; Nurettin Topçu’nun “Sosyolojizm” olarak nitelendirdiği aslında Fransa’dan yayılmış olan anlayışın ürünü olan sözüm ona toplum bilimi algısı oluşmuşsa, meselelere oldukça değişik pencerelerden bakabiliyorlar. Tabi ki bu genç akademisyenlerimizin çok yönlü incelemelerde bulunabilmeleri dikkate alınacak bir tutumdur. Ancak yine Nurettin Topçu’nun “Yarınki Türkiye” kitabında yer alan “Milliyetçiliğimizin Esasları” başlıklı yazısında da “Bugün Türk milliyetçiliğini zayıflatanlar, kültür kuvvetimizi ellerine geçirmiş bulunuyorlar” dediği gibi kültür dokularımızdan uzak bir irdeleme köklerimizle olan bağımıza zarar verecektir.
Aynı minvalde Erol Güngör Hoca, Türk Kültürü ve Milliyetçilik’te; milliyetçilerin, milli kültürü soysuzlaştırmaktan kurtarmaları gerektiğini çünkü milliyetçiliğin bir medeniyet davası olduğunu vurgular. Tıpkı Cemil Meriç’in Bu Ülke’de verdiği pusula gibi:
Pusula: şuur. Tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik şuuru.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ziya Gökalpler Türk kültürünü anlatmış, Dündar Taşerler yaşamış yaşatmış hep bu şuur planında kültür temelli bir milliyetçilikten dem vurmuşlardır.
En önemli notu da Rahmetli Bilge lider “Bizim milliyetçiliğimiz kültür milliyetçiliğidir.” diyerek düşmüştür.
Bütün bunlardan sonra, böylesine derin kültürel kökleri bulunan fikir hareketimizin yazanı çizeni üsluplarında daha titiz olmalı diye düşünüyorum. Çünkü ülkücüler feleğin cenderesinden geçip tarihin zor kaydedeceği bir kardeşliğin emsalini yaşamışlardır.
Ülkücüler, sadece ülkemiz için değil bütün Türk Dünyası ve mazlum milletler için bir umut ışığı olmuştur.
Onlar büyük bir medeniyet inşası için -dünya denen mezellete dalanların anlayamayacağı – yüce bir kardeşlik bağı ile birbirlerini sevmişlerdir.
Kardeşliğimizi zedeleyecek tutumlardan, sözlerden, davranışlardan uzak durmalıyız. Buradan hataları görmezden gelmeliyiz, manası çıkmaz. Şüphesiz ki birbirimizin hatalarını görüp o yanlışlarımızın düzeltilmesi için ikazda bulunacağız. Amma bunu doğru üslup, doğru zaman, doğru yöntemlerle ve “birbirinizin kusurlarını örtmede gece gibi olunuz” ifadesindeki hikmete uygun bir tarz ile yapacağız.
Bir de yağmur yağdığı hatırlatılınca da bana “ördek” dedi alınganlığına düşmeden Bozkurtça tutum sergileyeceğiz.